KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sağlık Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşmama başlamadan önce, özellikle pandemi döneminde göstermiş oldukları üstün gayret ve fedakârca çalışmaları nedeniyle tüm sağlık emekçisi meslektaşlarımı sevgi ve saygıyla selamlıyorum; bu süreçte ahirete intikal edenlere de Allah'tan rahmet diliyorum. Bu arada, Türkiye'de sağlığın sosyalizasyonunda emeği geçen, kurucusu olan Nusret Fişek Hocam ile adına aşı enstitüsü kurulan Refik Saydam başta olmak üzere bütün hocalarımızı saygıyla, rahmetle anıyorum.

Değerli arkadaşlarım, baştan şunu ifade edeyim: Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak sağlığa bir temel insan hakkı olarak baktığımızı ifade etmek isterim. Dolayısıyla, sağlığın ticarileştirilmesine karşıyız, ağırlıklı bir şekilde sağlığın kamu hizmeti şeklinde yürütülmesinden yanayız, bunu ifade edeyim.

Değerli arkadaşlarım, 2020-2021 yılı dünyada ve ülkemizde uzun yıllardır uygulanan neoliberal sağlık politikalarının Covid-19 pandemisi nedeniyle ciddi bir şekilde test edildiği yıllar oldu. Ülkemizde 12 Eylül darbesinden bugüne uygulanan neoliberal politikalar Sağlıkta Dönüşüm Projesi'yle nihayet sağlığı da bir hak olmaktan çıkarıp ticarileştirmiştir. Türkiye'de yirmi yıllık AKP iktidarında sağlık alanının ticarileşmesiyle ortaya çıkan yeni koşullar, düşük gelirli halkın ve sağlık emekçilerinin aleyhine işlemektedir. Pandemiyle mücadele noktasında ülkemizde başta Sağlık Bakanlığının verileri gizleme politikasından kaynaklı olmak üzere kamu kurumlarına yönelik güven ciddi bir şekilde aşınmıştır. Sağlık Bakanlığının takdim edilen bütçesi, pandemi koşullarına rağmen geçen yıla göre sadece yüzde 49,5 artmıştır. 2017 yılından itibaren Sağlık Bakanlığı bütçesinden şehir hastaneleri için ödenmeye başlayan kira ve hizmet bedellerinde artış trendi yaşanmaktadır. Pandemide harcananlar ve şehir hastanelere aktarılanlara baktığımız zaman Sağlık Bakanı bütçesindeki bu artışı zaten bu iki kalem götürmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Sağlık Bakanlığının koymuş olduğu hedeflerde de ciddi problemler var. Bütün övünmelerinize rağmen 2014'te başlayan Onuncu Kalkınma Planı'nda 2018 yılı için konulan temel sağlık hedefleri yani yatak sayısı, hekim sayısı, hemşire sayısı, bebek ölümü ve anne ölümü tutmamıştı. 2019'da gerçekleşenlere bakarak 2019'da başlayan On Birinci Kalkınma Planı'nın 2023 hedeflerinin de tutmayacağını söyleyebiliriz. Tabii, ben muhalefet partisi adına konuşuyorum ve hiçbir şey yapmadığınız anlamında söylemiyorum fakat yirmi beş dakika süre içinde elbette eksikliklerinizi sıralayacağım.

Sağlık politikalarında yaşanan zafiyetin en temel sebebi, Hükûmetin "Sağlıkta Dönüşüm Programı" adı altında sağlığı sermaye için yeni bir kârlılık alanı olarak görerek yoğun bir özelleştirme ve taşeronlaştırma politikasını izlemesidir. Otuza yakın şehir hastanesi açılmış olmasına rağmen yatak sayısının 2023'te bile sadece yüzde 30 artması hedeflenmektedir, bu hedefin tutmasıyla ilgili ciddi kuşkular bulunmaktadır. Zira, bir taraftan şehir hastaneleriyle yeni yataklar gelirken diğer taraftan şehir merkezindeki hastaneleri kapatıyorsunuz ve hasta yatak sayısı azalıyor.

Pandemiyle başladık yine bu konuda devam edeyim. Ülke olarak pandemide büyük bedeller ödememizin temelinde bu Hükûmetin sağlık politikaları yatmaktadır. AKP'nin büyük devrim olarak sunduğu Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın koruyucu hekimlik ayağının sakat olması pandemiyle mücadeleyi zora sokmaktadır. Maalesef, Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın aile hekimliği sistemi tedavi merkezli ve bireyselleşen tıp anlayışıyla çalışıyor. Oysa koruyucu hekimlik toplum merkezli ve bölge tabanlı olmak zorundadır. Bugün birinci basamakta yapılan hizmetler polikliniklere hapsedilmiş, kişisel hizmetlerle sınırlanmıştır. Bunu pandemide çok acı bir şekilde gördük, konuşup durdunuz ama sonuç ortada, başarılı olamadınız, toplumu bu işe katamadınız. Halkla ilişkilerinizde çok kötüydü, hâlâ kötü. Kimse sizin söylediklerinize, rakamlarınıza inanmadı, hâlâ inanmıyor. Toplumda gerçekleri söyleyip destek isteyeceğinize, siz Avrupa'daki durumun ne kadar vahim olduğunu abartarak anlattınız, hâlâ anlatıyorsunuz. Bu şekilde, topluma, Türkiye'de işlerin ne kadar yolunda gittiği algısı oluşturmaya çalışıyorsunuz. Oysa hâlâ günde 25-30 bin yeni vaka açıklıyorsunuz ve bu ülkede günde 200 insan ölmektedir; İzmir depreminde ölen insan sayısı 114 kişiydi.

Sağlık kontrolüne dönük birinci basamak sağlık hizmetlerinin yok mesabesinde olmasından doğan boşluk, filyasyon uygulamasıyla giderilmeye çalışılmıştı. Yüzde 98 gibi rakamlar veriyorsunuz ama işler öyle değil. Şehir hastanelerine yönelimi artırmak için kapatılan şehir içindeki hastanelerin yokluğu da pandeminin gerektirdiği çeşitli sağlık hizmetlerinin aksamasına neden olmuştur. Öte yandan aşılamayla ilgili ciddi yavaşlama var, ülkemizde hâlihazırda 2 farklı Covid aşısına erişilebilmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, uygulanan toplam aşı miktarı 120 bine yakındır. Gerek ilk doz gerekse ikinci doz ve tanımlanmış gruplara takviye doz için günlük aşılama oranlarında azalmanın nedenleri üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Birini ben söyleyeyim: İnsanlar çok iyi tanıdığı ve güvendiği sosyalizasyonu sağlık görevlilerinde göremeyince ilk defa karşı karşıya geldiği filyasyon ekibine güvenmemektedir. Bu süreç Türkiye'de, Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın yan çıktısı olarak aşı üretiminin âdeta yasaklanmasının ne kadar yanlış bir şey olduğunu da açık, net bir şekilde ortaya koymaktadır. Covid'le mücadelede toplumla yeni iletişim kanallarının kurulması gerekiyor, yeni bir söylemin geliştirilmesine, özetle yeni bir başlangıca ihtiyaç var.

Bu Sağlıkta Dönüşüm Programı'na biraz daha yakından bakalım. Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de politikaların temel hedefi kamuoyunun, vatandaşların sağlık hizmetlerine ulaşılabilirliğini sağlamak, finansal kontrolü gerçekleştirmek, verimliliği ve hizmet sunum kalitesini artırmak olarak ifade edilmiştir. AKP hükûmetleri, Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın hedeflerine ulaşmak için neoliberal piyasa dinamiklerini esas almışlardır. Program, sağlığın finansmanının kurulacak sağlık sigortasından karşılanması, devletin sağlık hizmetlerinin sunumundaki payının azaltılması, hastanelerin işletme hâline getirilmesi, özel sektörün payının artırılması ve sağlık hizmetleri alanlarında ayrıca katılım payı alınması şeklinde formüle edilebilir. Bu şekilde temel insan hakları olan sağlık, kâr güdüsüyle hareket eden piyasanın insafına terk edilmiştir, sizle bizim en temel farkımız budur.

Sağlık Bakanlığının sistemdeki rolü; organizasyon, koordinasyon, yol gösterici, denetleyici, takip edici ve politika üreticisi şeklinde tanımlanmıştır. Ancak denetimle ilgili işler hiç iyi yürümemiş; böylece, sistem önce piyasanın insafına bırakılmış, maliyetler kontrol edilemez hâle gelince de prim ve vergi veren vatandaşlardan katkı payları istenmeye başlanmıştır. Artan finansman sorunları nedeniyle ilaç fiyatları baskılanırken gelişmekte olan yerli ilaç sanayisine de önemli bir darbe vurulmuştur.

Hükûmet, Sağlıkta Dönüşüm Programı'na kamu sağlık hizmetini kötüleyerek, kamu sağlık çalışanlarını itibarsızlaştırarak, özel sektörü yücelterek başlamıştır. Sağlıkta özelleştirme sürecinde kamu kuruluşları bazı hizmetleri dışarıdan satın almaya başlamıştır. Hizmet satın alma döner sermayeden bedel ödenmek koşuluyla önce destek hizmetleri; temizlik, güvenlik, yemekle başlamış, daha sonra röntgen ve diğer laboratuvarlara kadar uzanmıştır.

Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın getirdiği bir yenilik de performansa dayalı ücretlendirme sistemidir. Değerli arkadaşlarım, performans sistemi sağlık hizmeti için uygun bir yöntem midir Allah aşkına? Ne kadar iş, o kadar para. İş denilen, SGK'ye fatura edilecek işlemdir; iğne yapmak, kan tahlili istemek, ameliyat yapmak ve bunun gibi. Her şeyden önce, bu, kurumsal ahlakı erozyona uğratan bir sistemdir. Her çalışan, her yaptığını işaretleyecek, ona göre para alacak; daha çok işaret, daha çok para. Kısa sürede çok hasta bakmak -şimdilerde bu süre beş dakikaya kadar inmiştir- ve tetkik yazmak, müdahale etmek, puan toplamak... Kaliteden uzaklaşan, hekim-hekim ve hekim-hasta ilişkilerini bozan, dejenere eden ciddi ve zor sağlık sorunlarının tedavisini engelleyen bir ortam oluşturmuştur maalesef bu insanlık dışı performans sistemi.

Değerli arkadaşlar, sırası gelmişken söyleyeyim, Sağlıkta Dönüşüm Programı'ndan en olumsuz etkilenen kesim sağlık çalışanları oldu. Kamunun sunduğu hizmetlerde yaşanan aksaklıklar hep sağlık çalışanlarına mal edilmiş, onlar toplumun gözünde küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Hükûmet yetkilileri "Sistemden kaynaklanan bir sorun olmadığını, herhangi bir sorun varsa oradaki sağlık çalışanının bundan sorumlu olduğunu" her fırsatta dile getirmişlerdir; sağlık çalışanları hedef hâline getirilmiştir. Sağlıkta şiddetin artmasında bu davranışın önemli bir etkisi vardır.

Kışkırtılmış sağlık düzeni hekimler ve diğer sağlık çalışanları için zor bir çalışma ortamı oluşturmaktadır. Hekim artık zanaatkâr değil, kâr amaçlı hastane zincirlerinde işçileştirilmiş bir eleman olmuştur; buraya doğru gidiyor iş. Demokratik ve katılımcı olmayan yönetim anlayışı hekimleri bıktırmıştır, sağlıkçılar mutlu değildir. Yurt dışına gitmeye çalışan çok sayıda hekim vardır, yılda bin civarında hekim ülkeyi terk etmektedir Sayın Bakan. Bu, sağlıkta çok büyük bir kan kaybıdır. Ayrıca erken emeklilik isteyen ve özel hastanelere yönelen çok sayıda hekimimiz var.

"Sağlıkta Dönüşüm" adı altında yürütülen bu program, aynı zamanda sağlık sektöründe yabancı sermayenin payını artırıcı sonuçlar da doğurmuştur. Sayın Bakanın ifade etmiş olduğu ilaç sanayisindeki falan gelişmelerin büyük çoğunluğu yabancı sermaye tarafından yapılmaktadır, kötü bir şey değil tabii. Bu dönemde yerli ilaç sanayisinde pek çok üretim kuruluşu yabancı sermayenin eline geçmiştir. Buna gayret edilmiştir, bu özellikle yapılmıştır. Yerli üretimi ve yerli sermayeyi teşvik için herhangi bir kalıcı program uygulanmamıştır. Sayın Bakanım, sağlıkta AR-GE ile ilaç ve tıbbi cihaz konusunda ne kadar bütçe ayırıyorsunuz merak ediyorum.

Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın temelinde aile hekimliği var. "Sevk zinciri esastır." deniliyor ama bu lafta kalıyor. Bugün sevk zinciri kopmuştur, hiçbir şekilde işlemiyor. Gereksiz hastane başvuruları hem maliyeti artırmakta hem de gerçek ihtiyacı olan hastaların hekime ulaşmasını engellemektedir. Bu durum aynı zamanda özel hastanelere yönelişi artırmaktadır. Optimal en uygun hastane büyüklüğünün 600 yatak civarında olduğu ifade edilmektedir. 3 bin, 5 bin yataklı hastaneler yönetilemez, nitekim, dünya bu organize sanayi sitesi anlayışıyla kurulan hastaneleri terk ediyor. Hastanenin insanların hızla ulaşabileceği, hasta yakınlarının destek alabileceği bir mesafede olması gerekiyor. Şehir hastanelerine harcanan paranın yarısıyla kentin farklı yerlerinde çok sayıda hastane yapılabilir. Kaldı ki hastalar şehir hastanesine gitmek zorunda kalsın diye şehir merkezlerindeki hastaneler kapatılmaktadır. Maliyeti bir tarafa bırakalım, sağlık sosyal bir konudur. Şehir hastaneleri bu sosyallikten maalesef uzaktır.

Sağlıkta Dönüşüm Programı, sağlık hizmetlerini sermayenin kâr elde etme güdüsü doğrultusunda düzenlemiştir. Bazıları bunun kaçınılmaz olduğunu, insan yaşam süresinin uzadığını, daha fazla sağlık talebinin olduğunu, sağlık hizmetlerini yüksek teknolojiye, yeni ilaç üretmeye, sanayiye, özetle sermayeye bağlandığı bir dönemde sağlığın ticarileşmesinden kaçınmanın mümkün olmayacağını söylüyorlar. Elbette bu doğru değildir. Sağlık hizmetlerinin bu denli ticarileştirilmesi temel insan hakkı olan sağlık esprisine aykırıdır. Yeterince tartışılmadan, konuşulmadan sağlık çalışanları ve halk yeterince haberdar edilmeden pek çok yasa, tüzük ve yönetmelik değiştirilerek ülkede sağlık sistemimiz dönüştürülmüştür. Sağlığa ayrılan kaynaklar artmıştır ama bugün sağlığımız daha iyi değildir. Büyük ölçüde hizmete ulaşım kolaylığı ve otelciliğe bağlı olan hasta memnuniyeti işi anlattığınız gibi değil. İşin rengi değiştiği zaman bu memnuniyet azalmaya başlamıştır. Şimdi ortaya çıkan randevu sorunu "pandemi sonrası hasta akımı"yla izah edilmektedir. Hayır! Kurduğunuz bu sistemden kaynaklanmaktadır. Özel hastaneler zinciri -ki şehir hastaneleri de aslında özel hastanelerdir- daha çok hasta, daha çok temas, daha çok tetkik, daha çok reçete, daha çok para, daha çok kazanç denklemine hapsedilen sağlık sisteminde harcamalar giderek artıyor. Bu harcamalar artık devlet için, SGK için taşınabilir olmaktan çıkıyor. Bu harcamaların büyük çoğu gereksizdir. Bunu bir defa daha vurgulamalıyım ki bu sistemde harcamaların artması kesinlikle kaliteli sağlık hizmeti anlamına gelmiyor.

Sağlıkta Dönüşüm Programı özerk tıp fakültesi ve üniversite hastanelerini de sevmiyor. Çünkü sermayenin dayatmaları üniversitenin özerkliğiyle bağdaşmıyor. Bu dönemde en çok darbe gören alan tıp eğitimi olmuştur. 663 sayılı Kararname'yle düzenlenen Sağlıkta Dönüşüm Programı'nda sağlık hizmetleri kaliteye göre değil, maliyete göre formatlanmıştır. Oysa tıp eğitimi "daha çok para" sloganıyla uyuşmaz. Hâlâ üniversite hastanelerinin Sağlık Bakanlığına bağlanması, öğretim üyelerinin şehir hastanesinin sermaye değirmenine su taşıyan işçilere dönüştürülmesi isteği bitmiş değil. "Çok doktor çok temas, çok para" deyip tıp fakültelerinin kontenjanı artırıldı; hesapsız, kitapsız, hocasız, onlarca yeni tıp fakültesi açıldı. Doktor ithalatı yoluna bile gidildi. 64 tıp fakültesiyle Avrupa'da lideriz, acınası halde olan Almanya ve İtalya'da 38 tane tıp fakültesi var.

Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın en problemli yanı birinci basamak hekimlik hizmetleridir. Aile hekimliği sistemi, her şeyden önce birinci basamak hekimliğinin de özelleştirilmesidir. Derme çatma binalarda, apartman dairelerinde daha az masrafla hizmet vermek için uğraşıp duruyor doktor arkadaşlar. Hâlâ aile hekimliği eğitimi kurumsallaştırılamamıştır. Bu eğitimin prosedürleri oluşturulamamıştır. Bu kadroyu tutan arkadaşların büyük bir kısmı böyle bir eğitim almamıştır. "Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın koruyucu hekimlik ayağı sakattır." dedik çünkü bu alanda yeteri kadar para toplanmamaktadır. Maalesef, oluşturulan aile hekimliği, toplum hekimliği merkezleri ve halk sağlığı merkezleri iç içe geçmiş, kargaşa oluşmuş, koruyucu hekimlik hizmetleri ciddi bir şekilde aksamıştır. Aile hekimleri bireysel koruyucu hizmetlerini bir şekilde yürütmektedirler ama toplum sağlığı merkezlerine ve halk sağlığı merkezlerine bırakılan toplumsal koruyucu hekimlik hizmetleri yok mesabesindedir. Sağlık Bakanlığı bu konuda sadece laf üretmektedir. Koruyucu sağlık hizmetlerine yeteri kadar bütçe ayrılmamakta, yatırım yapılmamaktadır. Bakanlığın yaptığı iş elli yıllık sosyalizasyonu yıkmak oldu, oysa var olan ve Türkiye'nin en başarılı projesi olan sosyalizasyona dayalı sağlık ocağı sistemindeki aksaklıklar giderilebilir, daha güçlü bir şekilde organize edilebilirdi. İddia ettiğiniz gibi Sağlıkta Dönüşüm Programı'nda aile hekimliği ile toplum sağlığı uygulamalarını bütünleştiren entegre bir birinci basamak yapılanması söz konusu değildir. Elimde bir çalışma var; Yıldırım Beyazıt Üniversitesi ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi tarafından yapılmış. Araştırmada, toplum sağlığı merkezlerinde mevzuatla belirlenmiş görevleri yerine getiren insanlara sorular yöneltilmiş, yeterlilik araştırılmış. Sonuç şöyle: Görevli doktorlar, bulaşıcı hastalıklar konusunda yüzde 51, sağlığın gelişmesinde ve teşviği konusunda yüzde 21, çevre sağlığı hizmetlerinde yüzde 27 oranında kendileri ve verdikleri hizmeti yeterli bulmaktadırlar. Araştırmanın yapıldığı toplum sağlığı merkezlerindeki hekimlerin yüzde 89,2'si pratisyen ancak yüzde 2,5'i halk sağlığı uzmanı. Yirmi senede ne oluyor arkadaşlar? Niye bu konuda da bir adım atamıyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, sağlığa ayrılan kaynak ile sağlık üzerinde rantiyeye ayrılan kaynağı ayrıştıramıyoruz. Sağlığa ayrılan pay konusunda -Sayın Bakan da ifade etti- OECD ortalamasının çok altındayız. TÜİK'in Sağlık Hizmeti Memnuniyet Anketi de beklenen sonuçları artık vermemektedir. Sağlık Bakanlığına 3 kaynaktan para geliyor; merkezî yönetim bütçesiyle aldığı pay, SGK'de protokollerde aldığı pay, döner sermaye gelirleri. Ama biz baktığımız zaman Sağlık Bakanlığının ortaya koymuş olduğu verilere, bunlar nereye gidiyor, nereden geliyor ayıramıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, gördüğünüz gibi her taşın altından şehir hastaneleri çıkıyor. Şehir hastaneleri, Türk sağlık sistemini bir habis ur gibi kemiriyor. Şehir hastaneleri, tipik olarak sağlığın özelleştirilmesinin çok ötesinde bir dönüşüm projesidir. Şimdi soruyorum: Gerçekten şehir hastaneleri bir ihtiyaç sonucu mu oluşturulmuştur? Türkiye'de sağlık personeli ihtiyacı, açığı varken ve ciddi bir yatak ihtiyacı yok iken mevcut hastaneleri terk edip şehir hastanelerine yönelmenin sebebi nedir? Şehir hastanelerine 2021 Haziran itibarıyla yapılan toplam ödeme miktarı 22 milyara ulaşmıştır. Bakanlık, bu yıl sadece Ankara Bilkent Hastanesine ayda 500 milyon TL hizmet bedeli -kira bu rakamın içinde değil- ödemektedir, ayrıca kira veriyoruz. Biliyorsunuz, bu bedelin hesaplanmasında döviz kurları esas alınmaktadır. Değerli arkadaşlarım, son döviz tırmanışıyla bu meblağ, ayda 700 milyon TL'ye çıkmıştır ancak bu hastane için verilen gelir garantileri Sağlık Bakanlığı ve Bakanlık kuruluşlarının hesap tablolarında yer almamaktadır. Sözleşmeler konusunda da bir bilgimiz yok. Sayın Bakanım, Sağlık Bakanlığı, şehir hastaneleri üzerinde ne kadar taahhüt altına girmiştir? Yani sözleşme bedeli kaç liradır? Yatırım bedeli kaç liradır? Ne kadarlık yatırıma karşılık, geleceğimizden ne kadar para harcadınız? Bu konuyla ilgili açıklama yapın lütfen.

Şehir hastaneleri, aynı zamanda kent rantlarının da bir aracı oldu. Merkezdeki boşaltılan hastanelerden ortaya çıkan arsalar da ayrıca belli kesimlere rant amacıyla dağıtılmaktadır.

Sayın Bakanım, üniversite hastaneleriyle bir derdiniz mi var? Üniversite hastanelerini batırıyorsunuz, tıp fakültelerini çökertiyorsunuz. Yirmi yıldır bunun için mi uğraşıyorsunuz? Sayın Bakanım, hekim yetiştiren kurumları niçin yıkıyorsunuz? SUT yani Sağlık Uygulama Tebliği üniversite hastanelerini batırma aracı hâline geldi. Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi sağlık hizmeti sunumunun bir tarifesi vardır, bunun adı SUT'tur. Üniversite hastaneleri, verdiği sağlık hizmetlerinin bedelini SGK'den SUT tarifesine göre alıyor ama bu SUT tarifesi 2016'da kaldı fakat Sayın Bakan, bakanlık hastaneleri, şehir hastaneleri her sene ayrı protokol alarak bu SUT'taki tarifelerin bir misli yukarısından para alıyor. Tıp fakülteleri para alamıyor, para alamadığı için ihtiyaçlarını karşılayamıyor, her tarafa borçlu. Evet, bir kere affettiniz, doğru, bir kere sildiniz borçlarını ama aynı şekilde devam ediyor. Niye üniversite hastanelerini batırıyorsunuz, tıp eğitimiyle bir derdiniz mi var Sayın Bakanım?

Sağlıkta dönüşüm, ticarileşme sürecinde sağlık hizmetlerinde kamusal yükümlülüğün bireysel tercihlere, bireysel sorumlulara transferi, aşılama hizmetlerinin yürütülmesini de ciddi bir şekilde aksatmıştır. Devletin eliyle kamu sağlık hizmetlerinin zayıflatılması, teknik donanımdan yoksun bırakılması, gizli ve açık özelleştirme ve özellikle ilaç ve teknoloji transferi gibi alanlarda yabancı sermayeye tanınan olanaklar neoliberal sağlık reformu paketinin ana unsuru olmuştur. Aşı üretimi de bu süreçten bağımsız değildir. Ne garip bir tesadüf ki kendine yetecek düzeyde bakteri aşı üretebilen bir ülkede son yirmi yılda aşı üreten kamu kurumuna yatırım yapılmayarak, teknik açıdan geri bırakılarak rekabet edemeyeceği noktaya getirdikten sonra ithalat gündeme gelmiştir. Covid-19 sürecinin tanıklığında, yine, burada olanları acı bir şekilde bir daha gördüm.

Değerli arkadaşlar, Türkiye 1800'lerde aşı yapmaya başlamıştır. Cumhuriyet döneminde, 1928 yılında Ankara'da Hıfzıssıhha Enstitüsü kurulmasıyla aşı çalışmaları kurumsallaşmış, aşı ve serum üretimi burada gerçekleşmiştir.

KANİ BEKO (İzmir) - Bravo, bravo!

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Aşı üretiminde yüz yıllık deneyimi olan ve her çeşit aşı üretebilen, 70'e yakın aşı çeşidi üreten Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünü 2011'de kapattınız. Bu ülkede sağlığa yapılan en büyük darbedir.

KANİ BEKO (İzmir) - Helal olsun sana be, helal olsun!

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Nasıl böyle bir şey yaparsınız, insan anlamıyor. Şimdi aşıların neredeyse tamamı dışarıdan geliyor; Hindistan, Endonezya, Belçika, Çin, Kore, Almanya gibi ülkelerden geliyor. Bir tane aşı Türkiye'de yapılıyor, konjuge pnömokok aşısı Türkiye'de yapılıyor ama onu da Pfizer yapıyor maalesef. İlaç üretiminde dışa bağımlılığı ve yakın zamanda borçları yüzünden ilaç bulmakta sıkıntı çekecek olan Türkiye'de sadece patentli ilaç üretimi yapılabilmektedir. İlaçta AR-GE'nin yok denecek kadar az olmasından kaynaklanan çok ciddi problemler mevcuttur. Bu problemler aşı üretimine de aynı şekilde yansımaktadır.

Değerli arkadaşlarım, sürem daralmaktadır, birkaç tane konu daha kaldı, bazı sorularım var Sağlık Bakanına.

Başta hemşirelik olmak üzere, teknik ve yardımcı hizmetler sınıfında ciddi bir problem var. Yani en önemli konu sağlığımız, sağlığımız en önemli konu yani. Niçin buraya kadro ayırmıyoruz? Tamam, öğretmen de çok önemli. Oraya da yeteri kadar kadro niçin ayırmıyorsunuz?

Sağlık çalışanlarının özlük hakları... Üniversite hastanelerinde hoca kalmadı, hepsi özel sektöre gidiyor, yurt dışına gidiyor. Evet, bazı şeyler söylediniz "Yapacağız, edeceğiz." diye de yirmi senedir neredeydiniz Sayın Bakanım? Bakın, bazı hastanelerde, önemli hastanelerde -isim vermek istemiyorum- doktor kalmadı; beyin cerrahisi, kardiyovasküler cerrahi, kanser cerrahisi gibi nitelikli işlemler artık üniversitelerde yapılamaz hâle geldi. İki sebebi var: Bir, doktor yok; iki, malzeme yok değerli arkadaşlarım. Ameliyathane malzemeleri yok üniversite hastanelerinde değerli arkadaşlar. Hacettepe, Ankara Üniversitesi, Çapa, Cerrahpaşa gibi, bu ülkenin sağlığının en temel taşlarını yıkıyor bu Hükûmet değerli arkadaşlarım. Böyle bir şey olabilir mi? Nedir yani bu? Anlaşılır şeyler değil.

Sayın Bakanım, uzun aradan sonra eczanelerde ilaçla ilgili çok ciddi problemler var. Ya, bu yapılamayacak iş mi, nedir? Yani sadece dövizin artmasıyla izah edebilir miyiz? Ne oluyor eczanelerde Sayın Bakanım? Her şeyi kontrol edebilen Sağlık Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti niçin burada bir şey yapamıyor? Yani insan şey yapıyor... Siz gerçekten sağlıkta tasarruflar yapıp bunları şehir hastanelerine mi aktaracaksınız?

Sayın Bakanım, bir de çok özel bir soru soracağım size. Kurucusu ve sahibi olduğunuz Medipol Üniversitesinin Diş Hekimliği Fakültesinin yeni Ankara Tren Garı bitişiğindeki parselde yaptığı inşaatı takip ediyor musunuz? Yüksek Hızlı Tren Garı'nın girişini kapatıyor. Bu arsa size nasıl tahsis edildi ya da kuruma nasıl tahsis edildi? Oraya imar iznini kim verdi? Bütün bunları, birkaç ay önce inşaatın yanında yangın olmasaydı bilmeyecektik. Bunun olmasında sizin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin Kabinesinde Bakan olmanızın bir katkısı var mı? Bunu da sormak isterim.

Başka bir sorum da Sayın Bakanım -Sayıştayda- il sağlık müdürlüğü depolarında bekletilen 2,5 milyon doz Covid aşısının son kullanma tarihinin dolduğu, bozulduğu ve imha edildiği söyleniyor. Sayıştay bunu bulgu olarak teslim ediyor ama Bakanlığa gelen rapordan çıkarılıyor. Bu konuyla ilgili sizin bir bilginiz var mı? Bunu arkadaşlarımız tespit ettiler ve bilgi olarak da basına verdiler ve bu saate kadar sizin... "Ya, ne kadar para verildiği önemli değil. Yani 25 milyon filan para verdik, mühim mi 25 milyon dolar?" filan diyemeyiz yani öyle diyecek durumda değiliz. Gerçekten, bu çok büyük bir felaket.

Bir de Sayın Bakanım, sağlıkta bir sürü holding ticarileşmeye doğru gidiyor, şirket kuruyor; devletin her tarafında işler böyle yürüyor maalesef. Ya, paralel bir devlet kuruldu.

SAĞLIK BAKANI FAHRETTİN KOCA - Doğru değil...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Bekaroğlu, normal süreniz bitmiştir, iki dakika ek süre veriyorum.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Tamam, çok teşekkür ediyorum.

Paralel bir devlet gibi Varlık Fonu kuruldu, orada işte kontrol edilemiyor filan, gidiyor. Bütün bakanlıklarda ve Sağlık Bakanlığında işleri birtakım şirketlere havale ediyorsunuz. Bu şirketlerin başka şirketlerle birtakım ilişkileri var, aşı ilişkileri falan var, onlara girmiyorum. Niye böyle bir ihtiyaç duyuluyor Sayın Bakan? Merak ediyoruz yani gerçekten devlet başka şekilde bu hizmetleri veremiyor mu?

Bir de Sayın Bakanım, 2021 yılında şehir hastanelerine hem hizmet bedeli olarak hem de kira olarak kalem kalem ne kadar para ödendi, bunu açıklar mısınız? Benim söylediğim rakam yanlış mı mesela? Ankara Şehir Hastanesine, Bilkent Şehir Hastanesine ayda 500 milyon lira hizmet bedeli ödediğiniz yanlış mı? Buradaki sözleşmeleri niye göremiyoruz Sayın Bakanım ya? Türkiye Cumhuriyeti devleti seçilmiş milletvekilleriyiz, bütçe yapıyoruz, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, ne yaptınız bunu görmek istiyoruz. Ya, kardeşim devlet sırrı mı? Bu paralar örtülü ödenek mi? Millî güvenlikle ilgili bir konu mu? Sağlık Bakanlığının bu şirketlerle, bu insanlarla yaptığı sözleşmenin ayrıntılarını niçin göremiyoruz? Örneğin, bu paralar, hizmet bedeli olarak verilen paralar nasıl hesaplanıyor? Her sene artan kura göre mi hesaplanıyor? Nasıl verildi? Ve böyle bir anlaşmanın altına nasıl imza attınız Sayın Bakanım? Yani gerçekten bunlar böyle değil Sayın Bakanım.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Son cümlem.

Bitiriyorsunuz Sayın Bakanım. Gülümsüyorsunuz, iyi bir insansınız, ben sizi biliyorum sivil hayatta, fakat bu yaptıklarınız, bu attığınız imzalar cidden başınızı yakacak, cidden siz çocuklarınıza bu imzaları izah edemeyeceksiniz.

Saygılarımla.