KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, kurumlarımızın değerli temsilcileri, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlarım.

Şimdi, az önce usul tartışması esnasında dile getirdiğim hususu biraz daha açmak istiyorum. Yani bu sadece belli rakamların değişmiş olmasından ibaret bir konu değil söylemeye çalıştığımız şey. Söylemeye çalıştığımız şey şu: Orta Vadeli Program 6 Eylülde yayınlanınca onun beğeniriz beğenmeyiz bir çerçevesi vardı, bir büyüme senaryosu vardı, bir ekonomiye istikrar kazandırma senaryosu vardı, olması beklenir yani bu başarılıdır başarısızdır işin o kısmında değilim. Şimdi, ondan sonra birtakım gelişmeler oldu, Para Politikası Kurulunun farkı farklı kararları oldu, son 3 kararında Para Politikası Kurulu faiz indirimini tercih etti ve baştan adı konulmadı ama sonradan, şimdi şimdi dolaylı olarak değişik şekillerde işte Nureddin Nebati veya işte filanca birileri bir şeyler yazarak bu geldiğimiz duruma bir senaryo uyduruluyor. Tamam, buna da bir şey demeyiz, Hükûmetin tercihi olabilir, nihayetinde bu tercihi yapma yetkisi var Hükûmetin ancak eğer böyle bir şey yapılıyorsa bizim bu konuştuğumuz bütçe ve bu bütçenin oturduğu makroekonomik çerçeve tamamen değişti. E, bunu dikkate almamız lazım yani şimdi bir şey söyleyerek yola çıkıyorsunuz yani diyelim ki işte "Kuzeye gideceğim." diye yola çıkıyorsunuz ona göre bir hazırlığınız var, tamamen işte güneye gidiyorsunuz, sıcak iklime gidiyorsunuz, hâlbuki soğuk iklime gideceğim dedi; ya, onun hazırlıkları da farklı, yanınıza almanız gereken teçhizatları da her şeyi farklı. Bunu değiştirmek lazım, söylemeye çalıştığımız şey bu. Yani, ha "Biz bütçeye hiçbir önem vermiyoruz, bütçenin bir anlamı da yok, önemi de yok. Biz zaten ülkeyi bildiğimiz gibi yönetiyoruz." Hakikaten de öyle; işte, geçen 2021 yılı bütçesinde, şu anda bizim önümüze gelen 2021 tahminlerine baktığımızda harcamalarda 160 milyar TL bir aşım olacak. Bunun anlamı şu: Bunun için Meclise ek bütçe kanunu için gelindi mi, ödenek için, ek ödenek için? Gelinmedi. "Ben zaten istediğim şekilde yönetiyorum." diyorsanız o ayrı bir husus, tabii bu antidemokratik bir tutum olur, bundan ülke zarar görür, bundan insanlarımız zarar görür; şimdi olan olay bu. 6 Eylülde bütçenin tabii Orta Vadeli Programı çıkarken orada bütçe büyüklükleri de var yani ortaya koyduğunuz 2022 yılı bütçesinin harcama toplamı dolar cinsinden 212 milyar dolarmış. 26 Ekimde burada bütçenin Plan ve Bütçe Komisyonunda ilk gününde bu 212 milyar dolardan bütçe 185 milyar dolara düşmüş, şu anda daha Komisyondan çıkmadı, Komisyonun son günündeyiz, daha Genel Kurulu var, bütçenin görüşülmesi var; orada ne olacağını bilmiyoruz ama bugün itibarıyla 145 milyar dolara düştü. Yani ilk bütçe büyüklüğünü açıkladığınız günden bugüne kadar dolar cinsinden bu bütçenin üçte 1'i eridi gitti arkadaşlar. Yani hani, paradigma değişikliği var, bütün senaryo hikâye değişti, onun ötesinde böyle yapısal, rakamsal değişiklik var. Buna rağmen "Ben bütçeyi aynen bu şekilde götüreceğim." demek yanlış olur. Birazdan, bugün ilerleyen maddelerde, büyük ihtimalle maddelerde konuşacağım o konuyu yani bütçenin bakın, gelir ve harcama kalemleri bu kur ve enflasyondan olağanüstü şekilde etkilenecek. Bunları öngörerek bir çerçeve koymak lazım, e bunu yaparsanız şayet bu, piyasalara bir güven verir ve insanlar der ki "Ha, şimdi yeni bir paradigma var ve buna göre bir çerçeve oluşturuldu ve Hükûmet bunu yapacak." Bunu yapmadığınız zaman "Ne rast gelirse o olacak, başıboş bir şekilde bir yönetim olacak." anlayışı sergilenir. Bu da bizim var olan güvensizliği daha da artırır arkadaşlar, söylemeye çalıştığımız şey bu. Yani bir tercihiniz olabilir, o tercihinize de bir şey demiyoruz ama bunun gereklerini yapın ki hiç olmazsa o tercih ettiğiniz yolda giderken başarılı olun diye uğraşıyoruz. Yoksa bunun anlamı nedir biliyor musun? Bütçe ayrı bir yöne gidiyor, söylenenler ayrı bir, bakanlar ayrı bir şey söylüyor. Ben, burada ilk gün sordum Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısına -geçen yıl da sordum hoş- "Ya, bu ekonomiyi kim yönetiyor?" Bu soru kilit bir soru değerli arkadaşlar. Kim yönetiyor? Bakın, işte son zamanlarda tezahür etti söylediğimiz şeyler; hani biz bunu için için biliyorduk da... Ne oldu? Merkez Bankası Başkanı en son enflasyon raporundan sonra, özellikle soru-cevap kısmında bir çerçeve ortaya koydu -söylediği şey çok net bir şekilde- "Biz, enflasyonla doğrudan mücadeleyi bıraktık." dedi Merkez Bankası Başkanı olarak. Bu, tercüme falan, tevil falan değil yani söylediği şey aynen aslında bu. Ha, "Ne yapacağız?" dedi? "Ekonominin temel sorunu cari açıktır; dolayısıyla biz, bundan sonra bütün politikalarımızı bu cari açığı azaltmaya yönelik olarak düzenleyeceğiz." ondan sonra işte, orada bir mekanizma söylemeye çalıştı, tam söyleyemediyse de ve bunun sonucunda da işte enflasyon da umulur ki aşağıya doğru gelecek. Dünyadaki Merkez Bankalarının böyle bir şeyi olamaz yani üretimi, istihdamı, teşvik sistemini, kredi sistemini, her şeyi planlayan bir Merkez Bankası profili ortaya koydu Merkez Bankası Başkanı; böyle bir Merkez Bankacılığı yok. Tamam, Hükûmet bir şey demiyorsa kendisi bilir diyelim ama bu güvensizlik yaratıyor, işte, ondan sonra zaten patır patır olanlar olmaya başladı. Yani bunları iyi izah etmemiz lazım.

Ondan sonra, Hazine ve Maliye Bakanı ne dedi; burada hepimizin huzurunda dedi, şurada söyledi. "Bu söylenen konular -yani Merkez Bankası Başkanının söylediği hususlar- Hükûmetin görevidir ve bizim temel sorunumuz, temel çözmeye çalıştığımız şey enflasyondur." dedi, doğru da söyledi bize göre, bu bizim düşüncelerimizle örtüşüyor.

Bak, şimdi, iki farklı durum var. Tabii, bugün idari bütçeler üzerinde durdu daha çok Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı; yani mesela... Ama bu sorularımız, bu değerlendirmelerimizden sonra herhâlde akşamleyin bu konuya ilişkin... Ben, şu anda saraydaki israfı konuşmayı, şunu bunu konuşmayı Türkiye'nin bu büyük meseleleri arasında hakikaten lüzumsuz görüyorum yani çok kıssak, çok üzerine gitsek 1 milyar lira tasarruf olur bütün bütçelerinizde. Ha, fonksiyonları görüşülebilir o ayrı bir şey ama esas konuşmamız gereken şey bu arkadaşlar. Türkiye patır patır eriyor, Türk lirası eriyor, Türkiye'nin bütçesi eriyor, insanların geliri eriyor; bunu görmemiz lazım. Yani bunu şimdi durup durup da geriye doğru buna kılıf uydurmak... Efendim, ne olursa olsun, kur politikası, kur şöyle olursa böyle gider... Efendim, işte, yüksek kurun faziletlerini anlatmak kadar yanlış bir şey olamaz bu ülkede; fakirleştirmedir. Geçen, ilk gün de söyledim, bu politikalar Türkiye'yi ırgat ülke yapma politikasıdır. Ya, biz ırgat olmaya talip olmayalım. Eğer bir şey olacaksak -bu millet- bu dünyanın efendisi olmaya çalışalım. Irgat olmaktır; emeği sömüreceğiz, ucuz iş gücü üzerinden kurun verdiği avantajı -sanki başka hiç bozucu etkisi olmayacakmış gibi yani o da, o senaryo da işlemeyecek de- kullanarak Türkiye'nin bir miktar döviz girdisini sağlayacağız. Bunun detaylarını birazdan konuşacağım.

Arkadaşlar, talip olmamız gereken şey bu değil. Ya, Sayın Erdoğan demiyor muydu? Hani dolar bozduranları falan çok söyledi de ne dedi? "Millî paranın değeri bir ülkenin namusudur." demedi mi? Ya, namus tanımı bu kadar sık değişir mi? On yılda bir namus tanımı değişir mi? Şimdi, namus ne oldu? Kurun yükselmesi namus oldu neredeyse. Şimdi, kurun yükselmesi, Türk lirasının değer kaybetmesinin ne kadar faziletli bir şey olduğunu anlatmaya başladı; işte, bu sabah Maliye Bakan Yardımcısı da anlattı. Büyük ihtimal Berat Albayrak'ın 2'nci şubesi olarak da -1'nci şubesi Mehmet Muş- Maliye Bakanı olacak. Yani ama olmaz, olmaz böyle bir şey. Yani "Millî para namusumuzdu." Şimdi, namus tanımı değişti; böyle bir şey yok.

Şimdi, değerli arkadaşlar, dolayısıyla bu makro çerçeve meselesi önemlidir. Ne yapmak istiyorsanız bunu doğru düzgün bir şekilde, bilimsel temelleri olan bir şekilde de vatandaşa anlatmak durumundayız, yerli iç piyasaya, sanayicilerimize anlatmak durumundayız. O gün mesela "Kredi genişlemesi yapacağız." dedi, sanayici de çıktı, dedi ki: "Ya, Merkez Bankası Başkanının söylediği hususlardan bizim haberimiz yok." Kim yatırım yapacak? Sanayicimiz yatırım yapacak. E, sanayicimiz yatırım yapacaksa bu senaryoyu onlarla paylaşmak lazım, onları buna ikna etmek lazım ve onların yatırım yapmasını sağlamamız lazım; yoksa sadece kurla nereye gidersiniz, yatırım olmayan bir yerde... İşte, yani bu ihracattaki, şu andaki bu suni artışın getireceği tek şey emin olun, içeride toplam talebin ki dış talep de bir talep olduğuna göre artması yönüyle enflasyonun üzerine ilave bir baskı getirecektir, başka bir getirmeyecek değerli arkadaşlar, bunu görmek lazım. Şimdi, bu fasla yine döneceğiz, bir miktar bunun üzerinden gideceğiz.

Hadi, biraz şuradan devam edelim: Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı en son zannediyorum, Kabine toplantısından sonraki açıklamasında dedi ki: "Yüksek faiz, düşük kur uygulamasından bugüne kadar sonuç alamadık." Bu, aslında yani son yirmi yılın ekonomik başarısızlığının bir itirafı ama bana göre biraz yanlış yerinden tuttu. Evet, yüksek faiz, düşük kur uygulandığı dönem oldu mu? Belki kaçınılmaz olarak oldu çünkü enflasyon işte, Hükûmet ilk geldiğinde, 57'nci Hükûmetin aldığı tedbirler yani önceki koalisyon Hükûmetinin aldığı tedbirlerin etkisiyle... İşte, güçlü bir Hükûmet geldi, tek başına bir Hükûmet geldi, küresel likiditenin bollaşması... Yani AK PARTİ'nin geldiği dönemi iyi analiz etmemiz lazım, çok şanslıydı bu anlamda; kendinden önceki Hükûmet, o koalisyon Hükûmeti... Biliyorsunuz, 3 parti birden sonradan o reformların bedeli olarak baraj altında kaldı, zamansız bir seçimin getirdiği bir bedel ödemeydi o. Efendim, hepsi baraj altında kaldı ve işte, yeni bir Hükûmet oluştu, güçlü bir Hükûmet oluştu. Küresel likitidite bol, ondan sonra reformlar yapılmış ve reformların bedeli önceki Hükûmet tarafından ödenmiş. Hiç kimse, yapılan reformlardan dolayı incinen vatandaş AK PARTİ Hükûmetini, Tayyip Erdoğan'ı, geldiğinde suçlamadı; "Öncekiler yaptıydı, biz onun cezasını kestik." dedi. Böyle temiz bir ortam aldı, iyi de uygulama yapıldı 2007-2008'e kadar.

Tabii, özellikle 2005'ten sonra küresel likiditenin bol olması, Türkiye'ye yatırımcıların güvenmesi nedeniyle Türkiye'ye ciddi bir para girişi oldu. E, bu para girişi sizin kurunuzu aşağı doğru çekti yani uzun süre 1 lira 10 kuruş, 1 lira 20 kuruş civarında bizim kurlarımız devam etti; esasında, bu kaçınılmaz bir şey. Ha, ona paralel olarak biz 2007-2008'den sonra faizlerimizi de tek basamaklı hâle getirdik işte yani politika faizleri de oralara geldi ve uzun süre aslında böyle gitti, sonradan bozuldu; o kısma da vaktim olursa geleceğim.

Şimdi, dolayısıyla, yalnız, buradaki temel yanlış şuydu: Bu gelen paralar yani dışarıdan bize gelen paralar verimli yerlerde kullanılmadı, temel hata bu; bunu görmemiz lazım. Yani AK PARTİ hükûmetleri yaklaşık on dokuz yıllık dönemde... Hani, cari açığı, millî gelir özdeşliği açısından "tasarruf/yatırım" farkı olarak tanımlarsak yani 600 milyar dolar civarında dış tasarruf kullandı, net dış tasarruf kullandı ama bu kaynağı üretken alanlara yatırmadı. Neye yatırdık? İşte, konuta yatırdık, büyükşehirlerde her sokağa bir AVM yaptık veya kimi zaman o an itibarıyla çok ihtiyacımız olmayan büyük altyapı projelerine çok maliyetli bir şekilde... İşte, Osmangazi Köprüsü'nü burada anlattık -Sayın Fuat Oktay hâlâ ona cevap vermiş değil- 5 tane Osmangazi Köprüsü yapılırdı o parayla, vereceğimiz paralarla; tamam mı!

Şimdi, dolayısıyla, bu tür yatırımlar yapıldı, paralar bitti. Şu anda, tabii, Türkiye'deki istikrarsızlık nedeniyle sıcak para girişi -veya doğrudan yatırım, çok kalmadı da- durunca da çarklar dönmemeye başladı; olan hikâye bu. Bu da geldi işte, diğer unsurlarla birlikte kurumuzu yukarı doğru götürüyor. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Eğer biz geçmiş dönemdeki paraları, o kullandığımız net 600 milyar doları üretken alanlarda kullanabilseydik, üretimimizin teknoloji seviyesini artırmada, daha yüksek katma değerli ürün üretmede, işte, AR-GE'de, inovasyonda; böyle birtakım işlerde kullanabilmiş olsaydık veya fabrika yapmakta bırakın katma değeri de düşük olsun veya daha doğrusu teknolojisi de düşük olsun ama üretim kapasitemizi artırmakta kullanmış olsaydık bu borçları ödeyebilecektik. Şimdi borçları ödeyemiyoruz arkadaşlar. İşte, elimizde Merkez Bankasının tablosu var; önümüzdeki bir yıl içerisinde -arkadaşlar, şimdi, bazen bunları konuşuyoruz da hani, hakikaten hikâyeden konuşuyormuş gibi- kalan vadeye göre kısa vadede dış borç stoku, önümüzdeki bir yıl içerisinde ödenmesi gereken borç stoku 167 milyar 969 milyon dolar. Hadi, bunların bir kısmı otomatik geliyor, mevduat türü şeyler ama asgari 100 milyar doları çevirmemiz lazım; işte, bu politikanın yanlışlığı, o. Sanki ihracat ile ithalatı kafa kafaya getirince Türkiye'nin bütün finansman, dış finansman sorununu çözeceğiz zannediyorlar. Ya, onu çözsen bile... Ki onu kalıcı çözmek mümkün değil. Şimdi, biliyorsunuz, daha önce burada Ticaret Bakanlığı bütçesinde verdim ben, daha önceden de biz belli dönemlerde defalarca, defalarca cari fazla vermişiz ama onlar hep kriz dönemleri, kurun yüksek artığı dönemler, oralarda vermişiz; bunların hiçbiri kalıcı olmamış çünkü biz yapısal olarak cari dengemizi iyileştirmemişiz. Yani şimdi yine bir iyileşme yok, sadece iki ay veriyoruz, sadece iki aylık bir cari fazla verdik diye hemen senaryoyu değiştirip "Türkiye cari fazla verecek, işte, oradan döviz bolluğu olacak, kur aşağı gelecek, enflasyon aşağı gelecek." Yahu, çocuklar güler buna! Cari fazla veren ülke var mı? Var elbette ama biz bunun hangi tedbirini aldık ya? Allah rızası için bana bir şey söyleyin bir sürü bürokrat var burada yani biz sanayide hangi dönüşümü yaptık, hangi teknolojiyi getirdik de veya eskiden kullandığımız hangi ara malını, sermaye malını ithal etmeyip şimdi Türkiye'de üretiyoruz? Yani ihracatın içerisinde yüksek teknoloji ürünlerinin payını 6,2 olarak aldınız, şu anda getirdiğiniz seviye 3,4 -Sanayi Bakanlığının bütçesinde konuştum bunu- performans programında da 2004 yılına kadar 3,9 olacağı söyleniyor sadece, 4'ü bile bulmuyor. Hedef bile koyamıyorsunuz ileriye doğru "Ben bunu düzelteceğim." diye. Ya, hiç olmazsa yalandan da olsa insan bir hedef koyar en azından -yalandan anlamında demiyorum, yanlış oldu o kelime- vatandaşa biraz moral vermek için. Yok böyle bir şey, hayal bile kuramıyor. E, şimdi, böyle bir ortamda 2 defa cari fazla verdik diye "Türkiye cari fazla verecek, para bollaşacak, kur düşecek, enflasyon düşecek." Arkadaşlar, tekrar olacak ama kusura bakmasınlar, buradaki bürokratları da özellikle çok önemsediğim için onlara söylüyorum: Bakın, hatırlamak açısından; Türkiye 1994 yılında yedi ay üst üste cari fazla vermiş, kriz yılı; Türkiye 1998-1999 döneminde -ki kriz yılı- sekiz ay üst üste cari fazla vermiş, 2001'de dokuz ay üst üste cari fazla vermiş kesintisiz, 2002'de beş ay vermiş, 2019'da dört ay üst üste cari fazla vermiş ama bunların hiçbir kalıcı olmamış çünkü konjonktürün getirdiği ya ekonomik durgunluk... Şimdi bazı arkadaşlar diyebilecek ki: "Ya, şimdi büyüme rağmen cari fazla verdik iki ay." Bunu geçmişte de yaşadık -büyüme- 2002 yılında beş ay cari fazla verdik, 6,4 büyümemiz var 2002 yılında. Yani kimse sadece savuşturmak için mazeret uydurmaya kalkmasın; akıllıca bir şey söyleyeceklerse eyvallah, başımız üzere. Anlatabiliyor muyum?

Yani bakın, bunlar geçmişte oldu ama hiçbirinde sanayi yapımızı düzeltmediğimiz için, dönüştürmediğimiz için bunların hiçbiri kalıcı olmadı. E, biz burada defalarca sorduk, Sayın Bakanlar baktı bize "Bu adam ne diyor?" diye. Ya, Merkez Bankası Başkanına sordum, o da baktı; insan hiç olmazsa bir kelimeyle cevap verir. "Yapısal cari denge tahmininiz nedir, ne öngörüyorsunuz, yapısal olarak cari denge için ne diyorsunuz?" dedik, hiç kimse bize bir şey söylemedi. Bugün Nureddin Nebati -bilmiyorum nereden duydu- yapısal cari dengeden bahsediyor. E, söylesinler bakalım ama bu Nureddin Nebati'nin söyleyeceği bir şey değil arkadaşlar; bir diğer karmaşa da bu Sayın Oktay.

Şimdi, bakın, "Ekonomiyi kim yönetiyor?" diyorum ya, Hazine ve Maliye Bakanlığının bugünkü yapısı makroekonomi yönetimini yapmaya hem hukuken, hukuki altyapı olarak hem de insan altyapısı, bilgi altyapısı olarak yeterli değil. Eğer böyle bir şey olacaksa o zaman, Strateji ve Bütçe Başkanlığının makroyla ilgili bölümlerini oraya bağlayın, ondan sonra bu yapıyı orada oluşturun yani hukuken de sorumluluğu yok, şey altyapısı da yok. Böyle bir altyapı olmadan Hazine ve Maliye Bakanları Berat Albayrak'tan sonra sanki makroekonomi yönetiminden sorumlu bakanlarmış gibi davranıyorlar. Bu yanlış, bunun adını koymak lazım; bunun doğru yeri... Bakın, doğru bir şey yapıldı -doğru yapılana her zaman "doğru" diyoruz- Kalkınma Bakanlığı kaldırılıp Strateji ve Bütçe Başkanlığına dönüştürülmesi son derece doğru bir karardır. Daha bu yapılmadan, 2018 bütçesinde, MHP Grup Başkan Vekiliyken Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk gününde ben bunu önermiştim zaten, o öneriye uygun bir şey yapıldı. Eksik yapılan şey; bu koordinasyonu sağlayacak, Maliye Bakanlığıyla, Ticaret Bakanlığıyla, Merkez Bankasıyla, Sanayi Bakanlığıyla koordinasyonu sağlayacak Beştepe'de bir atamanın yapılması lazım, onun da doğru olanı bir Cumhurbaşkanı Yardımcısıdır. Ofisi neresi olacak? Ofisi, Strateji ve Bütçe Başkanlığı olacak, her şeyi yapar orası.

Mesela, doğru bir şey daha yaptınız, bütçenin parçalanmış yapısını kaldırdınız; Maliye Bakanlığındaki bütçe yapımıyla ilgili birimlerin buraya bağlanması son derece doğru ama temel bir yanlış ve eksiklik var: Strateji ve Bütçe Başkanlığı makroekonomik yönetimin dışına çıkıyor. Burası çok yanlış; Türkiye'de ekonominin tamamını gören bir birimin kalmaması demektir; bu büyük bir hata olur. Bakın beğenelim, beğenmeyelim Berat Albayrak bu hatanın farkına vardı, hatırlarsanız, "McKinsey'den danışmanlık alacağız." dedi. O danışmanlık bile sıradan bir proje yaptırma falan değildi yani büyük bir danışmanlıktı, hatta söylediği şeyler şunlardı: "Bütün kurumlar politikalarını o McKinsey'e getirecek, McKinsey'de bu politikaları alacak, verileri de alacak, Hükûmete bir politika önerisinde bulunacak." Böyle bir ihtiyaç var mı? Var ama bunun yapılacağı yer McKinsey filan değil, bir yabancı kuruluş değil, yerli de olsa bir kuruluş değil; bunu yapacak olanlar devletin bürokratları, devletin kurumları. İşte, yapan kurum vardı; az yapıyordu, kötü yapıyordu ama iyileştirilmesi sizin elinizdeydi ama şu anda bunun tamamen dışına çıkılmış olması veya böyle bir görüntünün verilmesi de son derece yanlıştır, yazık olur bu ülkeye, yazık olur bu ülkeye hakikaten. Dolayısıyla bu kurumun makroekonomik kapasitesini daha da artırmak gerekir ve makroekonomiye hâkim olan, bütün o kurguyu, dizaynı yapan -bütçeyi de yapıyor şimdi- burası olmalı, diğerleri; Sanayi Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Maliye ve Hazine Bakanlığı da uygulama kurumları olması lazım. Merkez Bankasıyla koordinasyon içerisinde bunun yapılması durumunda faydalı bir iş yapılmış olur. Ha, bu Hükûmete öneri yapmayacağım artık diyordum ama insan dayanamıyor, yapıyor. Şundan dolayı yapmayacağım diyordum: Çünkü söylenen şeyler dinlenilmiyor bir, ikincisi de, tabii, bunları da yapmış olsanız temel problem güven problemi. E, güven de... Sayın Erdoğan'dan başlayarak bir güven problemi var yani Hükûmet değişmedikten sonra yaptığınız hiçbir şeyin de artık bu aşamadan sonra faydası olmayacak. Ama kurumsal altyapının her hâlükârda iyileştirilmesinin ben Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından, milletimiz açısından çok faydalı bir şey olacağını düşünüyorum. Lütfen bu konuya önem verin ve bunu yapın.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Usta, iki dakika ek süre veriyorum, lütfen toparlayın.

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Başkanım, toparlayacağım. Bugün nasıl olsa konuşma için imkânımız fazla olacak, o yüzden fazla uzatmaya gerek yok.

Şimdi, çok kısa olarak, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini de bir görelim yani buraya geçtikten sonra, gerçekten bizim -ben doğrusu bu kadar bir şey olabileceğini düşünmüyordum- makroekonomik göstergelerimizde çok ciddi bir bozulma oldu. Mesela, işte, kur 4,50; 9 Temmuz tarihinde, şu anda kurun seviyesi 12 lira yani üç yıl birkaç içerisinde bir paranın değerinde bu kadar kayıp olması normal bir şey değil arkadaşlar. Bakın, sadece vicdanınıza hitap ediyorum, yani bir düşünelim bunu, bunların hepsi tesadüf olabilir mi? Şimdi, mesela iyi bir şey yapılmıştı, neydi? Faiz yükü bütçenin azalıyordu. Bakın, astronomik bir şekilde yükseliyor, daha doğrusu geometrik bir şekilde yükseliyor. Şu anda hâlâ makul seviyelerde ama önümüzdeki birkaç yıl içerisinde sürdürülemez hâle geleceğinden -bu gidiş devam ederse- emin olun. Faiz yükü... Şimdi, faizlerin vergi gelirlerine oranı yüzde 10,5'a kadar -bunu yıllık veriyorum- 2017 sonunda düşürülmüştü, şu anda yüzde 20'ye çıktı, önümüzdeki yıl çok daha yükselecek; ciddi bir bozulma var, rasyo olarak bozulma var. Bakın, merkezî yönetimin iç artı dış borç stoku 1 milyar bile değil, 969 milyar TL'ydi. Ne zaman? Bu sistem başlamadan önce. Arkadaşlar, şu anda, en son açıklanan rakam ekim ayı sonu itibarıyla 2,3 trilyon yani 1 trilyon dersek aldığına kabaca, cumhuriyet tarihi boyunca oluşan borç stoku, toplam borç 1 trilyon, son üç yılda onun üzerine 1,7 gelmiş ekim ayı itibarıyla. Bütün borçlarımız kura, altına ve faize endeksli olduğu için -o düzeltmeyi yaparsak kasım açıklanmadan; açıklanacak, bunu göreceğiz- buraya yaklaşık 400 milyar daha geliyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlelerinizi alalım lütfen.

ERHAN USTA (Samsun) - Nereye çıkıyor biliyor musunuz? 2,6 trilyona çıkıyor yani Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi döneminde 1 trilyon lira olarak başlayan devletin toplam borcu 2,6 trilyon liraya çıkmış durumda. Bunun üzerinde lütfen düşünelim.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum Sayın Usta.

ERHAN USTA (Samsun) - Ben de tekrar teşekkür ediyorum. Bütçelerin hayırlı ve uğurlu olmasını...

Sayın Başkanım, çok olumlu bir şey söyleyeceğim: Bizim genel bir tutumumuz var, onu söyleyeyim, unuttum çünkü, başlangıçta söylemekte fayda var. Askerimizin, polisimizin terörle mücadelede yanında olduğumuzu göstermek adına onların bütçelerinde olumlu oy kullanıyoruz. Millî Savunmada, Emniyet Genel Müdürlüğünde bunu yaptık, bugün de Savunma Sanayii Başkanlığında ve MİT Başkanlığı bütçelerinde de olumlu oy kullanacağımızı şimdiden ifade etmek istiyorum. Tabii, Cumhurbaşkanlığı bütçesinde olumsuz kullanacağız, o ayrı bir şey.

Teşekkür ederim.