| Komisyon Adı | : | DIŞİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültürel İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi (2/2756) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 30 .11.2021 |
HASAN TURAN (İstanbul) - Sayın Başkanım, öncelikle hayırlı olsun.
Kıymetli Bakanlık mensuplarımızı da Bakan Yardımcılarımızı da saygıyla selamlıyorum.
Tabii, şimdi, Kıbrıs meselesiyle ilgili, bu anlaşma çerçevesinde işin dönüp dolaşıp biraz Osmanlı, biraz da İslam meselesine gelmiş olması biraz da doğası gereği. Tabii, Kıbrıs'la bizim ilişkilerimiz sadece cumhuriyet tarihiyle sınırlı değil, o yüzden anlaşmanın içerisinde Osmanlı maddelerinin de geçmesi normaldir. 1571'den beri -bu topraklar- Türklerin yurdu olmuş, Türk İslam yurdu olmuş bir coğrafyadan bahsediyoruz. Hani, Kıbrıs'a gidenler de bilir; Selimiye Arap Ahmet Paşa, Ağa Cafer Paşa, Piri Paşa, Haydarpaşa ve Lala Mustafa Paşa Camileri Kıbrıs'ta vardır. Bunun dışında, tarihî camilerin dışında sonradan yapılmış camiler de vardır, Müslüman Türk yurdudur.
Tabii, Kıbrıs meselesinde, zaten Hükûmetimizin ne yaptığı ortadadır. Öncelikle, uluslararası toplumun, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Avrupa Birliği merkezli tezlerle ilgili bugüne kadar hep iyi niyetli yaklaşmış, hep elini uzatmış, hep olumlu yönde davranış göstermiştir. Bu, aslında Türk dış politikasının da geleneksel çizgisidir takip ettiğim kadarıyla. Bizim Hükûmetimiz de bu anlamda oyunu bozan değil, oyunu kurmaya çalışan; ilişkileri bozmaya çalışan değil, ilişkileri geliştirmeye çalışan; barıştan, huzurdan yana olan bir tutum takınmıştır, davranış ortaya koymuştur ama karşı tarafın bir tarafı tutup diğer tarafı oyalamaya kalkması, artık Türkiye'nin de kendi tezleriyle, kendi milletini, toplumunu, varlığını orada korumaya yönelik çabalarıyla, son yıllarda da aynı şekildeki tutumuyla devam ediyor.
Bir taraftan Türk varlığını orada güçlendirme, koruma çabalarımız devam ederken onların insani ihtiyaçları için de en çok yardımda bulunan biziz. Kıbrıs, yıllar sonra suya, herhâlde, Anadolu'da, bizim burada Cumhurbaşkanımızın öncülüğünde yapılan çabalar ve çalışmalar neticesinde kavuştu. Öbür taraftan, sürekli, Kıbrıs toplumunu hiçbir zaman Anadolu'dan ayırmayan bir yaklaşımla karşı karşıyayız; Kıbrıs'ın maddi ihtiyaçlarının karşılanması kadar manevi ihtiyaçlarının da karşılanması bizim gündemimizde.
Yunus Emre Enstitümüz devletimizin mümtaz, saygın bir kurumudur; Türk kültürünün, geleneğinin, örfünün yaşaması, yaşatılması, buna uygun bireylerin yetişmesi için dünyanın her bir yerinde faaliyet gösteriyor; Kıbrıs'ta da faaliyet göstermesinden daha olağan bir şey yoktur.
Bir milleti millet yapan çeşitli umdeler vardır, ilkeler vardır, özellikler vardır; başta din gelir. Din birliği, dil birliği, gelenek, kültür birliği; bunlar toplumları, yığınları, kalabalıkları millet yapan şeylerdir. Bunlardan birkaç tanesini çıkardığınız zaman, orada millet varlığından söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla ihtiyaç varsa o ihtiyacı karşılamak, ihtiyaç yoksa da ihtiyacı sürekli takviye etmek, dinî yapıyı ihdas etmek, millî varlığımızı, millî kültürümüzü yaygınlaştırmak, millî bireyler yetiştirmek her devletin kendi inancına, kültürüne göre ortaya koyduğu tutum ve davranıştır diye düşünüyorum.
Bir anlaşma bu, bu anlaşma gibi geçmişte de birçok anlaşma yapılmıştır. Bunların burada çok fazla tartışılıyor olmasını doğrusu yadırgarım. Kıbrıs'a Ankara'dan, İstanbul'dan, Anadolu'dan, Türkiye'den bakmak lazım; Kıbrıs'a Londra'dan, Paris'ten, Amerika'dan, New York'tan bakmamak lazım diye düşünüyorum; Kıbrıs'a buradan bakmak, buradaki milletimizin değerleri üzerinden bakmak ve görmek gerekir diye düşünüyorum doğrusu.
Birine cevaben de söylemiyorum, "siyasal İslam" terminolojisini de oryantalist bir terminoloji olarak görüyorum; Müslümanları marjinalize etmek, terörize etmek için üretilmiş bir kavramdır, Batı'nın mutfağında üretilmiştir. Maalesef, ülkemizde de bunu bolca tercih eden, Müslümanları biraz kriminalize eden, biraz terörize eden bir kafa ve bir anlayışla karşı karşıyayız. Bilinçli dindarları, işte, dinine, milletine, tarihine, geleneğine sahip çıkan insanları âdeta biraz böyle diğer toplumlardan, diğer Müslüman kitlelerden ayrıştırmak için Batılılar böyle bir kavram, böyle bir anlayış üretmişler; bizimkilerin bir kısmı da bu kavramın üzerinden gidip geliyorlar. Her din, her inanç, her kültür mutlaka yaşama dönüşür. Yani Almanya'ya gittiğinizde Köln'de Dom Kilisesi'ni görürsünüz, ziyaretçilerini görürsünüz; ziyaretçiler kiliseye gider, ibadetlerini, ayinlerini yapar kendi kültürlerine, inançlarına göre. Londra'ya gittiğinizde görürsünüz; Paris'e gittiğinizde en tepede, en yüksek yerinde beyaz kiliseyi görürsünüz; bütün Paris halkı gelir, bütün Avrupa gelir, orada ibadetlerini yapar. Yani yaşama dönüşmeyen bir inanç nasıl bir şeydir, ben doğrusu merak ediyorum.
Herkesi saygıyla selamlıyorum.