| Komisyon Adı | : | ÇEVRE KOMİSYONU |
| Konu | : | Çorum Milletvekili Oğuzhan Kaya ve 87 Milletvekilinin, Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi (2/4222) (Tali Komisyon) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 28 .02.2022 |
MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Son söylediğiniz sözle başlamak istiyorum: Evet, "Umut yoksulun ekmeğidir." diye bir söz var. Şunu da bilmek gerekiyor: Umudun olmadığı yerde yaşam da olmaz; dolayısıyla evet, umutluyuz, hiç olmadığı kadar umutluyuz ve gerçekten, bu ülkeyi, bu ülkedeki halkları, gençleri umutsuzluğa sürükleyen bu sistemden ve zihniyetten de en kısa zamanda kurtulacağımıza inanıyoruz. Böyle bir temenniyle de inançla da başlamak istiyorum sözlerime.
Evet, yine, iktidarın bilindik, klasik bir tekrarıyla Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi'ni hızlıca yine iktidar geçirmeye çalışıyor. Açıkçası, az önce yasa teklifini veren milletvekillerinin ve kendilerine destek sunan bürokratların değerli katkılarından bahsettiniz Sayın Başkan ancak maalesef ki bürokratlarımızın, Bakanlığımızın o değerli katkılarını bizimle paylaşmalarına çok da tahammül edemediniz, sözlerini kestiniz ve sunumlarının tamamını dinleyemedik. Hani bunu da herkesin bir düşünmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani bir sunuma bile bir saat tahammül edemeyip hızlıca yasayı geçirmeye çalışıyorsunuz. Mademki hızlıca geçireceksiniz bu formalite komisyonların toplanmasına gerek yok. Evet, belki hani komisyonları yapmazsanız İç Tüzük'e takılacaksınız, dolayısıyla hani bu formaliteleri yerine getiriyorsunuz ama biz yine de sözümüzü söyleyeceğiz çünkü bu yasa sadece bu Komisyonda olanları ilgilendirmiyor; 84 milyon Türkiye halklarının ötesinde binlerce bitki örtüsünü, yine canlıları ve Türkiye sınırlarına komşu olan diğer milyonları da ilgilendiren, onların yaşamını ilgilendiren ve etkileyecek olan bir yasal düzenleme.
Tabii ki insanlar çeşitli enerjilerden on binlerce yıldır faydalanmaktadır. Yerleşik düzene geçtikçe, insanın doğanın sahibi olduğu algısı yerleştikçe, kentler büyüyüp metropolleştikçe enerji ihtiyacı da artmıştır. Ancak radyoaktivitenin kullanımı sadece son iki yüz yıllık süreçte açığa çıkmıştır. Türkiye'de ve dünyanın birçok yerinde olduğu gibi kapitalizm ve piyasa koşullarına terk edilmiş bir enerji piyasası egemen durumdadır maalesef ki. Sizin de enerji politikalarınızda halkların ihtiyaçları değil rantın, sermayenin ve sömürünün öncelikleri esas alınmaktadır. Kanser vakalarının çok hızlı ve kontrolsüz bir şekilde arttığı çağımızda radyasyona maruz kalan milyonlarca insanın yaşamları da tehdit altındadır. Maalesef, bu konuda bir farkındalık ve bilinçlendirme amaçlı bir politika ve sağlıklı işleyen bir denetim mekanizması da yoktur. Doğa talanı ve tahribatı sonucu salgınlar, hastalıklar, kanser vakaları hızla artıyorken, küresel iklim krizi tüm dünyanın gündemindeyken ve su kaynakları da hızlıca tükeniyorken iktidarların nükleerdeki ve AKP iktidarının da bu nükleerdeki ısrarını anlamak gerçekten mümkün değil. Bu ısrar nedeniyle dünya bir nükleer çöplük üzerinde patlamaya hazır bir bomba gibidir.
Üstünden otuz beş yıl geçmesine rağmen hâlen Çernobil faciasının etkilerini yaşıyoruz, yaşamaktayız. Türkiye sınırına 16 kilometre uzaklıkta olan Metzamor Nükleer Santrali'nde de oluşabilecek herhangi bir sızıntının sadece Ermenistan'ı etkilemeyeceğini hepimiz de çok iyi biliyoruz çünkü Çernobil'den deneyimliyiz. Şimdiye kadar nükleer santrallerde etkileri binlerce yıl süren ve telafisi mümkün olmayan onlarca ölümcül kaza yaşanmış, binlerce insan yaşamından olmuş ya da engelli kalmıştır; yüzlerce, belki binlerce çocuk da dünyaya engelli olarak gelmiştir bunların etkisiyle. Bu felaketlere "kaza" demek de çok hafif kalır çünkü bunlar kaza değil göz göre göre gelen, getirilen felaketlerdir. 2011 yılındaki Fukuşima'dan sonra dünya genelinde nükleerden bir kaçış süreci yaşanırken Türkiye'nin yangına körükle gitmesini de biz, gerçekten, hani, şaşkınlıkla izliyoruz; izlemiyoruz aslında, engel olmaya çalışıyoruz ama maalesef ki apar topar, sayı çoğunluğuna güvenerek hızlıca geçiriyorsunuz.
Evet, değerli arkadaşlar yani bundan hepimiz sorumluyuz. Kimse sadece "Bir yerden talimat geldi, ben sadece o talimata uydum." diyemeyecek çünkü hepimizi, çocuklarımızı, işte, 30 kuşağı etkileyecek bir sürece aslında onay vermek üzeresiniz; buna dikkat çekmek istiyorum.
Nükleer reaktörlerin çıkarıldığı yerlerde özellikle sıvı ve gaz atıkların geri dönüşümü de çok büyük tehlikeler barındırmaktadır. Vekilimiz de az önce söyledi yani sadece nükleer enerji değil onun atıkları da hem doğaya hem yaşamımıza ciddi anlamda tehlikeler yaşatacaktır. Bu atıklar nasıl toplanacak, ne yapılacak; bunlar da açıkça belirtilmemiş. Ayrıca katı atıkların geri dönüşümü için de yüksek teknoloji ve mutlak denetim mekanizmaları ve süreçleri zorunludur. Hafızalarımızdan Soma'da, Ermenek'te, Şirvan'da yaşanan maden katliamları hâlen silinmemişken, Sakarya Hendek'teki barut fabrikasındaki iş cinayetlerinin acısı hâlen canlıyken, tazeyken nükleer felaketlerin sonuçlarının da daha büyük acılara neden olacağını tahmin etmek herhâlde zor değil. Akkuyu Nükleer Santrali'nin daha inşaatı yapılırken yüzlerce işçinin yaralandığı kazalar yaşandı. Japonya'da yaşanan deprem sonrası meydana gelen nükleer sızıntının sonuçlarını hepimiz biliyoruz. Bu yüzden "Nükleerde ısrar etmek bir intihar girişimi." demek doğru olacaktır. Akkuyu da tarihî depremlerin yaşandığı bir bölgeye yakındır.
Öte yandan, Çernobil'den Fukuşima'ya ortaya çıkmıştır ki deprem, ihmal, sabotaj ve altyapı yetersizlikleri nedeniyle nükleer felaket riski her zaman vardır. Türkiye gibi yaşamın bu kadar değersizleştirildiği ülkelerde bu risk daha da fazladır. Herhangi bir sızıntı durumu milyonlarca kişinin acilen tahliyesini gerektirecektir ancak Türkiye'de depremler sonrasında yaşanan kargaşa ve yetersizliklere baktığımızda bile bunun çok mümkün olamayacağını, çok zor olacağını da tahmin edebiliriz. Daha geçen yaz yaşanan yangınlara, sellere müdahalede yetersiz kalan bir altyapının, olası bir nükleer faciaya müdahalesi de çok mümkün görünmüyor.
Yine, bir rant projesi olan Akkuyu Nükleer Santrali'nde herhangi bir risk oluşmasa bile faaliyete başladığı andan itibaren ekolojik bir felakete sebep olacaktır. Reaktör soğutmak için yapılacak işlemler Akdeniz'deki canlı yaşamı yok edecektir hatta yok etmeye başladı bile. Türkiye'nin nefesi olan ormanlarının, bacasız sanayisi olan turizminin bu kadar riske edilmesini, kısaca, kısa vadeli rant hesaplarıyla ancak açıklayabiliriz. Elbette ki bizler enerji üretimine karşı değiliz ama enerji üretiminin yandaşlara, yandaş şirketlere, güvenlikçi politikalara ve ranta odaklı yaklaşımla yapılmasına karşıyız. Tabii ki halkın barınma, ulaşım, üretim, istihdam ve refahı için yeterli düzeyde ve ucuz enerji üretilmelidir ancak bu üretim rant uğruna, doğayı ve yaşamı yok ederek yapılmamalıdır. Dünya genelinde nükleer enerjiye dayanan bir enerji politikasının terk edilmesi için ekolojistler ve yaşamı savunanlar mücadele ediyor, edecek. Soluduğumuz havadan, içtiğimiz suya hatta genetiğimize kadar etkili olan enerji çeşitlerinden en az zararlı olanlarını tercih etmeliyiz. Nükleer bunlardan biri değil, bir kez daha altını çiziyoruz.
Ayrıca, nükleer enerji dövize endeksli olduğu için aslında ifade edildiği kadar da ucuz bir enerji türü değildir; bu tesisler her yönüyle yabancı sermayeye aittir. Otuz kırk yıllık ekonomik ömürleri boyunca sıkça karşılaşılan kazalar, devre dışı kalmalar, bakımlar ve onarımlar nedeniyle çok pahalıya enerji üretilmektedir. Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi başladığı günden bugüne tonlarca ağırlıktaki reaktörü taşıyacak olan beton zeminde oluşan çatlaklar, trafo patlamaları, su baskınları, işçi eylemleri ve iş cinayetleriyle de gündeme gelmektedir. Nükleer santral inşaatında iş güvenliği koşulları da bulunmamaktadır maalesef. Resmî kayıtlardaki bilgilere ulaşılmamakla birlikte, sadece basına yansıyan bazılarından bahsetmek istiyorum: 2021 yılında 3 işçi, 24 Şubat 2022 tarihindeyse türbin yapımında kullanılan vincin halatın kopması sonucu 1 Rus işçi hayatını kaybetmiştir. 27 Şubatta yine, işçi servisinin kaza yapması sonucu 19 işçi yaralanmış, 1 işçi maalesef hayatını kaybetmiştir. Yine, 22 Şubatta onlarca işçi bu kazalarda yaralandı.
Bir nükleer santralin normal çalışması esnasında çevreye yaydığı ve kaza sonucu ortaya çıkan radyasyon, canlılara besin ya da solunum yoluyla geçmektedir. Bu radyasyonlar kansere yol açmaktadır. Nükleer santrallerin civarında yaşayanlarda kanser vakalarında yüzde 400'lük artış ve genetik mutasyonlar sonucu normal olmayan doğumlar, yaygın lösemi hastalıkları da görülmektedir. Yani burada birkaç etkisini aktardık. Gerçekten yaşam üzerinde çok ciddi etkileri ve sonuçları var.
Bu tesislerin kurulması Türkiye halklarının talebi değil, iktidarınızın, işte, yine, rant temelli yatırımlarıdır. Nükleer bir çılgınlığa savrulmadan yenilenebilir ve halkın yararına bir enerji politikasına derhâl geçilmelidir. İktidara bir kez daha öneride bulunalım çünkü gidicisiniz, evet. Bunların geri dönüşümünü yapmak biraz zor olacaktır yoksa sizin gideceğinizden eminiz.
Nükleer enerji için ayrılan bütçe güneş ve rüzgâr enerjisi için ayrılmalıdır. Dünya nükleerden vazgeçti. Türkiye'nin bu ısrarı ülkeyi felakete götürüyor gerçekten.
Maalesef Türkiye enerji üretiminde dışa bağımlıdır, ifade ettik. Türkiye'de tüm kaynaklar yabancı sermayeye satılmıştır. Bu nedenle enerjinin üretimi kadar tüketimi de pahalıdır ülkemizde. Akkuyu Nükleer Santrali'nin de yüzde 51'inin hiçbir zaman Türkiye'ye ait olmaması üzerinden bir anlaşma yapıldığı bilinmektedir. Görüştüğümüz yasa teklifinde de açıkça listelendiği gibi her maddede nükleer enerjinin ne kadar riskli olduğu görülmektedir. Cezalar ve idari yaptırımlarla sorunu çözme yaklaşımı, yaşanacak risk ve felaketleri maalesef önlemeyecektir çünkü biz denetim ve tedbirlerde de ne yazık ki yandaş kayırma anlayışıyla yaklaşıldığını gördük, deneyimledik; bunda da çok farklı olmayacak.
Tedbirsizlik kültürünün yaygın olduğu, deprem kuşağında olan, her on yılda bir darbe yaşanan, büyükelçiliklerinde gazeteci öldürülen, başkentinde canlı bombalarla yüzlerce insan öldürülen bu ülkede nükleer santral pimi çekilmiş saatli bir bombadır. İleride yaşanacak facialardan hepimiz sorumlu olacağız. Rant için yaşamı yok etmeyelim diyorum. Gelin bu halka bu tarihî kötülükten vazgeçelim, bu yasayı ve nükleer enerjilerinin tümünü iptal edelim.
Teşekkür ediyorum.