| Komisyon Adı | : | SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Çorum Milletvekili Oğuzhan Kaya ve 87 Milletvekilinin, Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi (2/4222) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 28 .02.2022 |
AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - 19.30'a kadar toparlamaya çalışacağım.
Çok Değerli Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; uzun zamandan beri tartışıyoruz. Bildiğiniz gibi, Çernobil ve Fukuşima felaketleri sonrası nükleer enerjiye rağbet azalmaya başladı, dünyada öyle bir eğilim var. 1972-1985 arasında nükleer santral inşaatı sayısı ciddi bir şekilde pik yapmış durumdayken 1979'da Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşanan nükleer kazadan sonra bir milat olmuş durumda. Bu kaza sonrasında, nükleer enerjinin ne gibi tahribatlara yol açabileceği ilk defa görülmüş ve âdeta bir milat olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri'nde bu tarihten sonra yeni inşaatlar iptal edilmiştir ve işletme süresi dolan tesisler de kapatılmaya başlanmıştır. 2011 yılında bildiğim kadarıyla ancak yeni 1 tane nükleer santralin yapılmasına izin verilmiştir. Daha sonra, hepimizin bildiği gibi 1986 yılında Çernobil faciası sonrası dünyadaki nükleer santral yapım sayısı gün geçtikçe azalmaya başlamıştır, fiyatlar artmıştır ve işletme maliyetleri de artmıştır. Ayrıca, nükleer enerjinin dünya elektrik üretimi içindeki payı da her geçen gün azalmaktadır. En son olarak da Almanya otuz yıldır aktif olarak işlettiği 3 nükleer santralini kapatmış ve son 3 tane nükleer santralini de bu yılın sonuna kadar kapatacağını beyan etmiştir. Almanya'nın hedefi elektrik enerjisinin yüzde 80'ini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamak ki Almanya, Avrupa Birliğinin bildiğiniz gibi en büyük ekonomisine sahip olan ülkesi konumunda.
Komisyon Başkanımız, Avrupa Birliği Komisyonunun nükleer enerjiyi "yeşil yatırım" olarak sınıflandırmak istediğinden bahsetmişti. Evet, doğrudur, özellikle, elektrik enerjisinin yüzde 70'ini nükleerden sağlayan Fransa'nın başını çektiği bazı ülkeler, bunun "yeşil yatırım" olarak sınıflandırılmasını istemektedir fakat orada da büyük bir tartışma söz konusudur. Özellikle, Almanya, Avusturya, Lüksemburg, Danimarka, Portekiz gibi ülkeler buna şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Gerekçeleri de var, haksız da sayılmazlar çünkü "Korkunç çevre felaketlerine sebep olabilecek bir enerji şeklinin sürdürülebilir olması kesinlikle kabul edilemez." denmekte. Hatta, Avusturya, eğer bu sınıflandırma gerçekleşirse kesinlikle dava açacağını da belirtmiş durumda. Yani geri dönüşü mümkün olmayan çevre felaketlerine sebep olduğu acı tecrübelerle yaşanan, yüksek riskli çok yüksek riskli artık atık yönetimi zor olan nükleer enerjinin iklim krizine çare olarak sunulmasına burada şiddetle itiraz ediyorum.
Sayın Başkanım, Türkiye 2053 yılında karbon nötr hedefini ortaya koymuş ancak bu konuda ne gibi adımlar atacağını henüz kamuoyuyla paylaşmamıştır. En son, biraz evvel konuşmalarda da geçtiği gibi, İklim Şûrası'ndan bahsedildi. İklim Şûrası'na bakıldığı zaman, İklim Şûrası'ndan da nükleer enerji çıktı. Karbon salımını azaltmanın bilinen en önemli yolu -çok basit esasında- termik santralleri kapatmak ve kömürden çıkmak. Kömürden çıkmak konusunda en ufak bir planlaması olmayan ülkemizin, nükleer enerjiyi karbon salımını azaltacak bir eylemmiş gibi sunması bizim kabul edeceğimiz bir şey değildir. O zaman haklı olarak şu soruyu sormamız gerekiyor: Termik santraller çalışırken, hatta yeni termik santrallerin açılması söz konusuyken karbon salımını biz nasıl azaltacağız? Yani Akkuyu Nükleer Enerji Santrali faaliyete girdiği zaman, biz termik santralleri kademeli olarak kapatacak mıyız? Bu şekilde bir planlama var mıdır? Onu da öğrenmek istiyorum.
Akkuyu Nükleer Enerji Santrali'nden bahsettiğimiz zaman biraz açmamız lazım bu konuyu. Burada, esasında gerekçede de belirtildiği gibi 2018 tarihli 702 sayılı Nükleer Düzenleme Kurumu Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararname'nin Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmesiyle doğan hukuki boşluğun giderilmesi için toplanmış bulunmaktayız. İptal edilen bu kanun hükmünde kararnameden önce 2007 tarihli 5710 sayılı Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun var esasında; yürürlükte bildiğim kadarıyla bu kanun. Bu kanunda nükleer güç santrallerinin kurulmasında bir yarışma yapılacağı, yarışmada aranacak şartların ne olduğu, şirketlerin yer tahsisi, lisans bedeli, seçim süreci, yakıt temini, atık yönetimiyle ilgili detaylar verilmekte ve denetleyici ve düzenleyici kurumların da önümüzdeki günlerde, önümüzdeki yıllarda kurulacağı söylenmekte. Kanunla ilgili o günkü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler bu rekabetçi yarış modeliyle ihale edilecek olan tesisin dünyada teknolojik olarak en üstün model olacağından bahsetmiş, AR-GE'ye ağırlık verileceğinden bahsetmiş, nükleer teknolojiye sahip olmak için çalışmalar yapılacağından bahsetmiş ancak iktidar, ortada bir yasa olmasına rağmen, 5710 sayılı Yasa olmasına rağmen bu yasayı baypas ederek Rusya Federasyonu'yla uluslararası bir anlaşma yaptı 2010 yılında. Üstelik Türkiye Büyük Millet Meclisi, ilgili komisyonlar ve mahkemelerin iradesi yok sayılarak bu işlem yapıldı. Yani düşünebiliyor musunuz, 2010 yılında uluslararası bir anlaşmaya imza atılıyor, dediğim gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi, komisyonlar ve mahkemenin iradesi yok sayılarak bu yapılıyor ve 2023'te de üretime başlayacak bu tesis ancak biz bugün yasal düzenleme yapıyoruz; bu da yasamanın -ne derecede- içinde bulunmuş olduğu durumu bize göstermekte. 2010 yılında Rusya Federasyonu'yla yapılan anlaşma da esasına bakılırsa tam bir fiyaskodur. Elimde Cumhuriyet Halk Partisinin o günkü yapılan uluslararası anlaşmayla alakalı bir muhalefet şerhi var, muhalefet şerhinin altında Şükrü Elekdağ ve Onur Öymen'in imzaları var; onlar çok ciddi eleştiriler getirmişler, okuduğumuz zaman da hak vermemek elde değil. Şöyle diyorlar: "Anlaşmadaki taraflar, Rusya Federasyonu adına Rusya Federasyonu Devlet Atom Enerjisi Kurumu (Rosatom), Türkiye adına ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıdır; kuruluşa karşı Bakanlık muhatap edilmiştir. Santrali kuracak şirketin seçimi konusunda yetki Rosatom'a verilmiştir ve santrali yapacak şirket belli olmadan sözleşme yapılmıştır. Teknolojik olarak VVER-1200 tipi reaktör seçilmiş ancak bu reaktör henüz ne Rusya'da ne de diğer dünya ülkelerinde kurulmamıştır. Oysaki bu konuda daha önce çıkartılan Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin 5710 sayılı Kanun'da kurulacak santralin daha önce kuracak şirketin ait olduğu ülkede kurulması ve en az beş yıl denenmiş olması şartı getirilmişti. Bu duruma göre, Hükûmet kendi yaptığı kanuna ters düşen bir anlaşmaya imza atmış ve bu kanunu hiçe saymıştır. Santralin kurulacağı arazi ve Türkiye devletine ait ilave arazi, proje şirketine bedelsiz olarak tahsis edilmiştir. Santralin yeri konusunda Akkuyu belirlenmiş, yerin seçimi otuz yedi yıl önce ruhsata bağlanmıştır." deniyor. On yıl önce olduğuna göre, demek ki kırk yedi yıl önceki durumdan bahsediliyor. "Oysaki otuz yedi yıl önce ruhsatlanan Akkuyu bölgesinde deniz suyu sıcaklığı değişmiş, yerleşim oranı 7 kat artmış, turizm kapasitesi 12 kat artmıştır. Ayrıca, bölgede 2 büyük deprem meydana gelmiştir. Bu nedenle yeniden lisanslandırılma yapılması zorunluluk hâline gelmiştir." denmekte. Devam ediyor; işte, biraz evvel konuşmacıların da bahsettiği, 12,35 sentlik alım garantisinden bahsediliyor, 2'nci, 3'üncü ve 4'üncü reaktörler devreye girdiği zaman bu rakamın 15,33 sent olacağından bahsediliyor. Evet, şeyden bahsetti, bu da önemli: "Santral yap-işlet-devret santrali değil, yap-işlet santralidir." denmiş. Ve önemli bir şeyden bahsediliyor burada: "Rusya'yla yapılan bu anlaşma sonucunda Rusya'ya bağımlılığın daha çok artması söz konusu olmuştur. Doğal gazda yüzde 64 olan Rusya'ya bağımlılığımız, elektrik enerjisi üretiminde yüzde 50'ler düzeyindedir. Nükleer santral tamamlandığında, bu bağımlılık elektrik enerjisi ve yakıtlar düzeyinde yüzde 70'e kadar çıkacaktır." diyor. "Rusya'ya bağımlılığın artması Türkiye açısından ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Tüm bu gerekçelerle, Rusya'yla yapılan bu anlaşmaya muhalefet ediyoruz." demiş 2010 yılında Şükrü Elekdağ ile Onur Öymen. Esasında, sene 2010; bugün 2022 yılındayız, bugün tüm dünya, Rusya ile Ukrayna savaşını takip ediyor ve Rusya, elindeki doğal gazı, doğal kaynakları ve nükleer gücü bütün dünyaya bir koz olarak sunmakta; on yıl önce, on iki yıl önce yapılan eleştirilerin ne kadar doğru olduğunu burada görmekteyiz.
Bir başka husus ise -hakikaten de burada bütün arkadaşlarımız söyledi- biz gerçekten nükleer enerjiye mahkûm muyuz, muhtaç mıyız, başka alternatifimiz yok mu? Biraz evvel söylendi; işte, 2021 yılında puant talep 56 bin megavat, bizim kurulu gücümüz ise 100 bin megavat yani yüzde 50'ye yakın bir arz fazlamız var ancak buna rağmen ne yazık ki elektrik kısıntılarıyla, kesintileriyle karşı karşıya gelmekteyiz. Burada baktığımız zaman, çok açık bir şekilde, iktidarın elektrik ve enerji politikalarının iflas ettiğini ne yazık ki görmekteyiz.
Çernobil'de 100 bin kişinin öldüğü söyleniyor, 100 bin kişiden bahsediyoruz ve Ukrayna'da 2 milyon kişinin, bütün Avrupa'da da 8,5 milyon insanın radyasyona maruz kaldığı bilinmekte. Türkiye'deki insanlarımız da maruz kaldı ne yazık ki buna ve bundan dolayı, özellikle Karadeniz Bölgesi'nde çok ciddi kanser vakaları ve ölümler yaşandı.
Benzer bir facia Fukuşima'da yaşandı 2011 yılında. Burası önemli, özellikle iktidar milletvekillerinin dinlemesini istiyorum; kaza sonrası Japonya Parlamentosu tarafından hazırlanan soruşturma raporundan sizlere bir iki şey okumak istiyorum. Şöyle diyor raporun bir yerinde: "TEPCO Fukuşima Nükleer Güç Santrali kazası Hükûmet, düzenleyiciler ve TEPCO arasındaki danışıklıktan ve bu tarafların yönetişim eksikliğinden ortaya çıkmıştır. Onlar fiilî olarak ülkenin nükleer kazalardan korunma hakkına ihanet etmişlerdir. Bu yüzden kazanın insan eseri olduğu sonucuna varıyoruz. Kökteki nedenlerin herhangi bir kişinin kabiliyetiyle ilgili olmadığına, yanlış kararların alınmasını ve yanlış fiillerin yapılmasını özendiren örgütsel ve düzenleyici sistemlerde yattığını görmekteyiz." Yani Japon Parlamentosunun soruşturma raporuna göre kazanın nedeni insan, kazanın nedeni yanlış kararların alınmasını ve yanlış fiillerin yapılmasını özendiren örgütsel ve düzenleyici sistemler. Yani denetlemesi gereken kurumlar yeterince görevlerini yerine getirmemiş, hükûmetler görevini yerine getirmemiş ve böylesi bir faciayla karşı karşıya kalmışız.
Biz bugün burada bu örgütsel ve düzenleyici denetleyici, kurumların hukuki altyapısını oluşturmak için bir araya gelmiş durumdayız. Yani günün sonunda bu Komisyon bir karar verecek, eller kalkacak ve inecek; esasında o eller büyük bir vebale kalkacak, inecek; bunun vebali çok fazladır arkadaşlar. Yani Japon Parlamentosu soruşturma raporunda diyor ki: "Bunun sorumlusu Hükûmettir, bunun sorumlusu düzenleyici kurumlardır ve bu düzenleyici kurumların doğru işlememesinden kaynaklanmaktadır." Oysaki burada böylesine önemli bir konuda alelacele, apar topar, adamakıllı konuşmadan, tartışmadan bir karar verilecek ve büyük ihtimalle de bu Komisyonda şu elimde görmüş olduğunuz bu kanun teklifi noktasına virgülüne dokunulmadan da geçecek. Yani çok önemli bir kararı vereceğiz, bunun vebali vardır.
Mesela, özellikle, düzenleyici ve denetleyici kurumların öneminden bahsediliyor. Biz bakıyoruz bu kanun teklifine, bu kanun teklifinde bu görevi yapacak olan Nükleer Düzenleme Kurumunun bağımsızlığıyla alakalı herhangi bir şey yok, herhangi bir şey getirilmiyor benim bildiğim kadarıyla. Esasında, daha muhalefet edebileceğimiz bu ve buna benzer birçok şey var, onları da maddelere geçtiğimizde tekrardan dile getireceğiz.
Özetle söylemem gereken şey: Vebali yüksek olan, vebali çok fazla olan bir konuda bu parmaklar kalkacak, inecek. Ben bütün milletvekillerinin bu vebalin farkında olarak, konunun hassasiyetinin farkında olarak karar vereceğine inanıyorum, en azından öyle umut ediyorum.
Teşekkür ederim.