| Komisyon Adı | : | SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Çorum Milletvekili Oğuzhan Kaya ve 87 Milletvekilinin, Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi (2/4222) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 28 .02.2022 |
MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Van) - Teşekkürler.
20'nci maddeyle, Paris Sözleşmesi kapsamında "münhasır yargılama yetkisi" ilkesi doğrultusunda, hangi hâllerde Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin yetkili olduğu; Türk Borçlar Kanunu'nun 76'ncı maddesinde yer alan geçici ödeme hükümlerine nükleer zarar tespit komisyonunun kurulmaması hâlinde ve bu bölüm kapsamında belirlenen sorumluluk sınırını aşmama şartları eklenmektedir.
Bu madde, 18'inci ve 19'uncu maddelerle birlikte, aslında nükleer enerjinin muhtemel risklerini, zararlarını ve bu risk ve zararların ortaya çıkması durumunda ulusal ve uluslararası bir hukuki kriz ihtimalini baştan varsaymaktadır.
Nükleer bir zararın ortaya çıkması durumunda zarar görenlerin hangi mahkemelere başvurabileceğinden daha önemli olan, zararın tespiti, boyutları ve nasıl durdurulacağıdır. Nükleer zarar veya sızıntı -konum Akkuyu ve diğer olası yerlerde Türkiye karasularıyla sınırlı kalsa bile- etkilerinin sınır aşırı olabileceği Çernobil ve Fukuşima örneklerinden görülmelidir.
Akkuyu Nükleer Santralli daha inşaat aşamasında iken, iş sağlığı ve güvenliği hükümlerine riayet edilmediği için iş cinayetleri ve kazaları yaşanmıştır. Daha dün ve geçen hafta bu alanda işçilerin ağır yaralandığı kazalar yaşanmıştır. Muhtemel bir nükleer zararın belli bir üst zarar tazmin bedelinin bugünden belirlenmesi ve bunun "avro" olarak nitelendirilmesi belirsizliğe işaret ederken, şimdiden Ankara'daki mahkemelerin zarar durumunda yargılama yetkisini haiz olduğunu belirlemek bir çözüm sunmamaktadır.
Bu yasada kavramlar içinde olması gerekirken olmayan bir kavram da var, "işleten" tanımlanmamıştır. Hukuki yargılamada çok önemli olan bu kavramın tanımlar içerisinde sunulmaması da bir tesadüf değildir. Nükleer santral işleteni, nükleer kaza sebebiyle ortaya çıkan zarardan sorumluluğun süjesi yani öznesi konumundadır. Nükleer santral işleteni, yetkili kurum tarafından tanınmış ve görevlendirilmiş gerçek veya tüzel kişi olacaktır. AKP iktidarı döneminde veya değişmesi durumunda yeni iktidarlar bu yandaş özneleri koruma yaklaşımı içerisinde olabilirler. Nükleer Düzenleme Kurumunu kuran kanun hükmünde kararnamede de tanımlanmamıştır. O günden bugüne kadar değişen bir şey yok neredeyse. "KHK" adı altında yapılan haksız düzenleme şimdi de "kanun" adı altında yapılmak istenmektedir.
Bu düzenleme aslında riskli durumları 12'nci maddede sıralamıştır: "Nükleer santrali işleten, doğrudan bir silahlı çatışma, hasmane hareketler, iç savaş ya da ayaklanmadan dolayı meydana gelen bir nükleer hadiseden kaynaklanan nükleer zarardan sorumlu olmaz." denilmektedir. Buradaki düzenleme, nükleer zarardan hukuki sorumluluk durumunu belirsiz hâle getirmektedir. Birçok açıdan çok önemli olan bu durum Türkiye'nin özgün koşulları nedeniyle daha da kritik bir hâl almaktadır.
Bilindiği üzere, Türkiye'de her on yılda bir darbe mekaniğiyle bu hadiselerden birçoğu da yaşanmıştır. En son 15 Temmuzda, siyasal aktörleri hâlâ netleşmemiş olan, benzer bir girişim yaşandı. TBMM'yi bombalayanların, devletin savaş uçaklarıyla halka ve temsilcilerine ateş edenlerin böyle bir nükleer tesise de saldırmayacağının güvencesini kimse veremez. Aradan altı yıl geçmesine rağmen 15 Temmuzun asıl sorumluları hâlâ hesap vermemişken, bu şekilde bir riski içeren nükleer bir sabotajın hukuki yargılama yetkisinin hangi ilin mahkemesinde olduğunun çok önemi yoktur.
Ayrıca neden sadece Ankara mahkemeleri yetkili kılınıyor? Zarar hangi ilin çerçevesindeyse, zarar görenler neredeyse o yerin mahkemeleri doğal yetkili olmalıdır. Ancak buradaki amaç hakkaniyeti yerine getirmek değil, yüksek olası bir zarar durumunda yargılamayı geciktirmek, sorumluları kurtarmaktır. İktidar nükleer zarar veya sızıntı olabileceğini varsaymaktadır ve bu durumda işletenleri koruyan bir yaklaşım içerisindedir.
Öte yandan, OHAL KHK'leriyle işten atılan sıradan memurlara altı yıldır, hukuk içerisinde bir gerekçe bulamayan AKP adaleti, bu şekilde bir nükleer sorun ve zarar durumunda altmış yılda hukuki bir çözüm bulamaz.
Her ne kadar Paris Anlaşması referans gösterilse de münhasır yargılama yetkisini aşan durumların olabileceği bu nükleer zarar durumlarının, halka, doğaya, çevreye ve gelecek kuşaklara zarar verebilecek nükleer risklerin denetlenmesi mümkün değildir.
Öte yandan "nükleer zarar" tanımının kapsamına manevi zararın girip girmediği konusunda Paris Sözleşmesi'nde de açıklık yoktur. Bununla birlikte, öğretide, yalnızca maddi zararların değil, manevi zararların da tazmin edilebileceği belirtilmektedir. Ancak Türkiye'de AİHM kararları, AYM kararları tanınmaz iken tutup öğretiyi esas alacak bir iktidar yaklaşımını ifade etmemiz yerinde olmayacaktır. Ayrıca, kaybedilen doğayı ya da kaybedilen canları hiçbir şey tazmin edemeyecektir.
Bu nedenle de bu maddenin teklif metninden çıkarılmasını öneriyoruz.