| Komisyon Adı | : | MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU |
| Konu | : | YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar'ın, Yükseköğretim Kurulunun faaliyetleri hakkında sunumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 01 .03.2022 |
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Evet, teşekkür ederim Başkanım.
Yani çok önemli. Tabii, Türkiye'de gerçekten hemen hemen herkesi ilgilendiren bir mesele. Her ne kadar Hocamız "8,5 milyon civarında bir öğrenci kitlesini ilgilendiriyor." dese de gerçekten dolaylı ya da doğrudan bütün ülkemizi, herkesi ilgilendiren bir meseleyi konuşuyoruz.
Şimdi, üniversitelerde tabii -YÖK adına ben notlar aldım- özellikle üniversitelileşme bağlamında birazcık böyle bir çeşitlilik getirilmesi, amaca matuf bir şekle dönüşmesi gayet yerinde bir uygulama. Yani tematik üniversiteler çok iyi oldu, araştırma üniversiteleri yine çok iyi oldu. Bölgesel bazı üniversitelerin bölgenin kalkınma modellerine göre işte belirli bir hedef koyup vizyon eşliğinde faaliyet göstermesi ve buna ilaveten benim ilk defa duyduğum -bu da sanıyorum yönetiminizle beraber başlamış bir süreç- burada da tabii bir "big data" adı altında gerçekten üniversiteleri motive edecek, her üniversitenin büyük bir bilgi bankasını oluşturması. 204 üniversite gibi güzel bir rakam verdiniz, hemen hepsi zaten bu neredeyse. Böyle bilimsel bir data hazırlama şeyi benim kulağıma çok hoş geldi, inşallah uygulayabiliriz.
İkinci olarak, yine, bir başka vizyondan bahsettiniz, uluslararasılaşmak. Bu, tabii, uluslararasılaşmayı sadece Erasmus, Sokrates gibi, böyle ya da işte bizdeki Mevlâna gibi şeylerle değil de bunlar daha böyle ikili olabilir, bölgesel olabilir. Hâlihazırda bu tür anlaşmalar vardı bizim akademik yıllarımızdan kalan. Bunların biraz daha aktive, dinamik... Buyurduğunuz gibi, gerçekten dinamikleştirmek lazım. Burada, tabii, belki istenmeden söylendi ama bu aralar bu Ukrayna meselesinde Polonya'daki muhabirler tarzı bir açıklama oldu; yani bizim bölgemiz belli, yani ille de sarışın mavi gözlü olmak zorunda değil birine yardım edeceksek ya da bilimsel, evrensel bilgiyi paylaşacaksak. Yani Allah korusun, bunu Aziz Sancar Hocaya da yıllar önce birisi demiş olsaydı aynı tepki olurdu diye düşünüyorum.
HACI AHMET ÖZDEMİR (Konya) - Çok zarif söylediniz.
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Ki ben Erasmus Projesi kapsamında gittim, Batı'da çok üniversitede de anlattım ama benim Batı'daki çok üniversitelerden -yani Romanyalı, Polonyalı, İspanyol- öğrencilerim de oldu, onu da söyleyeyim. İnşallah, bunları artırmamız lazım. İkinci vizyon, bu uluslararasılaşma çok yerinde.
Bir başkası, bilimsel diplomasiden bahsettiniz; gerçekten çok ilginç, çok güzel. Sevgili Başkanım, bunu biz gayriresmî yapıyorduk zaten. Yurt dışı ihtisası olan arkadaşlar bilir ya da gidip gelenler de farkındadır, gerçekten sizin bilimsel ahlakınızı, çalışma temponuzu, hangi ülkeyi, hangi milleti temsil ettiğinizi öğrenince inanın ciltlerce yazılmış kitaptan daha etkili oluyor. Ben bunu danışmanımın yazdığı raporlardan hatırlıyorum, mutlaka son cümleleri öyle biterdi.
Şimdi, bunları ifade ettikten sonra, tabii ki hani hiç eksiğimiz ya da talebimiz yok mu? Var tabii. Biz bir akademisyen olarak bizatihi hâlâ bir ayağımızla, bir gözümüzle, bir kulağımızla o alanla ilgili eksikleri takip etmekteyiz. Bunların başında, tabii, YÖK'ten direkt talep edeceğiz, burada muhatabımız sizsiniz kurumsal olarak. Yoksa Türkiye'nin eğitim politikasını ya da işte üniversitelerdeki aksaklıklar falan filan, böyle spesifik maddelere girmektense benim sizden birinci dereceden talebim... Gerçekten çok kalabalık bir kitleye hitap ediyorsunuz yani öğretim üyesi ve çeşitliliği fazla bir de. Yani öğretim üyesi statüsü altında bir sürü çarpanları var, öğretim görevlisi altında bir sürü geçmişte vardı. Öğrenciler öyle, uzaktan eğitim, 4'e 4 gibi bir örgün ve uzaktan eğitim var. Bunların hepsini dikkate alarak, biliyorum işiniz zor ama... Hocam, birinci dereceden istenilen şey, gerek akademik unvanların kazanımlarında gerekse önce öğrencilerin yurt içi ya da yurt dışı meselelerinde, ne olur, talep edilen bilgi, belge ya da kararın hızlı bir şekilde alınıp ivedilikle cevaplandırılması. Mesela, buna örnek: Yatay-dikey geçişler olabilir, etik ihlaller olabilir. Hocalarımız arkadaşlarımız ifade ettiler yani bu intihal olayı, bu kopyacılık, bu sahtekârlık ayyuka çıktı. Üniversitede etik kurulu üyeliği yaptım ben, yani gözlerimle bizatihi tanıklık ettim; adam bir tek ismini değiştirmiş, Kamil Aydın'ı silmiş, Emrullah İşler yazmış, baştan aşağı intihal yani. Bunlarda tabii, bir şekilde, karar mercisi üniversiteler değil bildiğim kadarıyla, eğer yasa değişmediyse. Bu YÖK'e rapor ediliyor, YÖK gerekeni yapıyor. Bunun gibi, efendim, özellikle denklik konusunda çok güzel bir şey söylediniz: "Bize öğrenciler gitmeden önce söylesin." Biz de burada Orhan Bey'le kendi aramızda şöyle bir teatide bulunduk, dedik ki: Dünya üniversiteleri belli, bölge üniversiteleri belli; Hocam, biz basın-yayın yoluyla, YÖK olarak keşke "Şu üniversitelerin denkliği var, şunların yok, dikkatli olun." desek... Çünkü size şikâyetle gelecekler. Yani testi kırılmadan önce gönderilmesi bence daha yerinde olur ve çok basit, size gelemezler bile artık çünkü siz baştan zaten bu uyarıyı yapmışsınız. Bu aklıma geldi.
BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) - Önce yayımlanması lazım denkliği olanların, doğru.
KAMİL AYDIN (Erzurum) - Bu master, doktora programlarında, lisansüstü programlarında biz Millî Eğitim Kanunu'nu görüşürken -malumunuz, bir meslek kanununu çıkardık- orada da gerçekten hocaların önünü açma adına, teşvik etme adına, master, doktora yapanlara işte efendim sınavsız bir şekilde uzman öğretmenlik, başöğretmenlik gibi şeyler söyledik. Şimdi, bunu niye söylüyorum? Belli ki master, doktora ya da lisansüstü eğitime karşı bir yönelim olacak, bir talep artışı olacak. Aman ha -benim hep böyle hocalığım tutuyor- burada kaliteden, burada gerçekten disiplinden ödün vermeden -Allah korusun- bu saydığımız, bu gerçekten etik olmayan meselelere düçar olmama adına şeyi sıkı tutalım. Mesela, somut bir örnek vereyim: Bazı kontenjanlara müdahale, olabildiğince kontrol tabii ki hakkınız Hocam, kontrol ediniz, yetkiniz vardır. Yani 10 öğretim üyesi olan bir bölümde 5 tane, 3 tane master programı açıyorsa burada keyfîlik var ama taşımayla 3 kişiyi bir araya zorla getirmiş, orada 50 tane lisansüstü kontenjan istiyorsa burada o keyfîliği onun elinden almak lazım. Bu, maalesef kötüye kullanılan bir şey. O zaman bir hocaya 15 tane doktora ya da master danışmanlığı verildiğinde, Sayın Başkanımın ifade ettiği, o danışman da o 15-20 kişinin çalışmasını -bu bir de katlamalı olacak, 2'nci yıl bir 15 daha gelecek, 10 daha gelecek- kontrol etme imkânı olmaz artık, bu iş çığırından çıkacak. Bu bağlamda da ne olur, özellikle yani kim doktora kontenjanı istiyor, öğretim üyesi kadrosu dikkate alınarak, master programı istiyor... Yani kim ne öğretiyorsa ne akamete uğrasın, atalete dönüşsün ne de... Yani çok kadro, zengin kadro yatıyor; çok fakir, çok kısıtlı bir kadro ama aman Ya Rabb'i, müthiş bir performans gösteriyorlarmış gibi görünüyor. Bu, çok önemli çünkü bu ortaöğretimdeki, ilköğretimdeki -dediğim gibi- meslek kanunu da tetikleyecektir.
"Dinamik bir süreç" dediniz, çok hoşumuza gitti. Gerçekten, biz durmamalıyız, bu puanlar inşallah bir rekabete dönüşecek. Mesela, geçmişte büyüklerimiz, bizden önceki kuşak derdi ki: "Kimya mühendisliğini tercih ettim, tıbbı istemedim." Çünkü kimya mühendisi olmak... İşte, bizim otuz yıllık emeğimiz var. Demek ki 1960-70'lerde kimya mühendisliği daha popülermiş herhâlde. Sonradan tıp olmuş, sonradan hukuk oldu, mühendislikler oldu ama biz bunları ifrat tefritle itibarsızlaştırdık yani şimdiki koyduğumuz gibi barajlar koymadığımız için, 300 bin, 100 bin gibi bir ön şey koymadığımız için bu meslekler zamanla itibarsızlaştı. Niye? Çünkü kemiyet keyfiyeti bozar. Bu, tabii, bir kuraldır; sayıyı artırırsanız kaliteden ödün verirsiniz bir bakıma.
Bir de bazı üniversitelerde... Tabii, rektörlerimizin yetkileri çok fazla, eyvallah, tamam ama burada kontrol mekanizmasının da bu yetkilerin öyle çok keyfî kullanılmaması noktasında... YÖK'ün yine hassasiyetine inanıyorum, bunu yapacağınıza da kanaat getiriyorum, yapıyorsunuz zaten. Mesela, bir somut örnek vereyim, bir üniversitede bir branşta o bölümde hoca var ama efendim, dekanın ya da bölüm başkanının böyle bir keyfîliğinden dolayı, oradaki hâlihazırda üniversitenin büyük emek verip yetiştirdiği bir doktor öğretim üyesi varken onu orada istihdam etmiyor, başka şehirden, şuradan buradan, bazen meslekle de alakası olmayan birisine görev veriyor. Yaşadım, birinde aradım bir rektör yardımcısını, isim vermeyeceğim "Yani Hocam, ben bir bakayım." dedi ama sonuç, çözüm olmadığı kanaatindeyiz.
Bir de son olarak, bölge milletvekiliyim ben, Doğu Anadolu, Erzurum Milletvekiliyim yani Atatürk Üniversitesinin öğretim üyesi olmak benim için çok büyük bir şereftir. Ama tabii ki yurt dışı eğitiminde dünyada ilk 50'deki üniversitelerde de eğitim aldık, geldik, gittik. Zorunlu hizmetimi yaptım, Allah'a şükür. Şimdi, bu zorunlu hizmet konusunda çok talep geliyor. Maalesef, bu diğer kanunu çıkardığımızda da aynı talepler oldu, burada da. Yani bir üniversitenin adına bursu alıyor, gidiyor, döndüğünde orada çalışmak istemiyor, böyle bir şey; bu bir sorun. Asıl önemli sorun şu: Şimdi, biz Atatürk Üniversitesinden bahsederken "Üniversite kuran üniversite." dedik yıllarca, hâlâ Mecliste Atatürk Üniversitesi mezunu sayısı yüksektir. Bu kanaatteyiz çünkü 1957'de kurulmuş bir üniversite, yola erken çıkmış. Diğer üniversiteleri hani şey olarak, kimse öyle yanlış anlamasın. Şimdi, erken çıkan yol alır misali epey bir mesafe katedildi. Daha sonra bölgede Elâzığ, Diyarbakır, Van, Karadeniz Teknik bu ekibe katıldı. Ama şimdi, bir kanun çıkarıldı, efendim, bu gelişmekte olan üniversitelere, bölgedeki üniversitelere... Ben geçen kürsüden de söyledim, bu 67 yaş sıkıntısı, inanın, böyle bir taltif gibi, birilerini ödüllendirme gibi ama öbür taraftan da baktığımız zaman, madalyonun öbür yüzünde de bölgedeki o köklü üniversiteleri boşaltma gibi algılanıyor ve oluyor şu anda uygulamada. Özellikle uygulamalı branşlarda, mesela tıp, dişçilik, eczacılık, veterinerlik gibi uygulamalı bölümlerde yani Elâzığ Fırat Üniversitesinde 67'ye gelen bir insanı emekliliğe zorluyoruz ya da Atatürktekini; hâlbuki çok verimli -artık, Dünya Sağlık Örgütü bile 65'leri orta yaş gibi kabul ediyor- fiziki şartları çok iyi, sağlığı yerinde. Şimdi, Allah korusun, bu vakıf üniversiteleri olmasa ben diyorum ki Mehmet Haberal Hoca nerede organ nakli yapacaktı, 67 yaşından sonra atıl durumda olacaktı, İlber Ortaylı öyle olacaktı, rahmetli İnalcık Hoca öyle olacaktı. Şimdi, etrafımızda hâlâ böyle duayen hocalarımız var ve doğuda yerleşmiş, bu üniversitelerin ana aksları şeklinde; bunlar orada düzenini kurmuş, bunları oradan almaktansa, zorlu bir göçe tabi tutmaktansa... Ki göçte de 2007-2008 sonrası kurulan bu 40 küsur tane üniversiteye yönelme söz konusu yani adam güle güle, elini kolunu sallaya sallaya Yalova'ya gidebiliyor mesela, Düzce'ye gidebiliyor. Bu, belki bölgeye müthiş bir zarar oluyor çünkü o bölge bu insana alışmış, bu da o bölgede verimliliğini artırmış yani Erzurum'daki bir başka üniversiteye gitmiyor, daha batıdaki bir üniversite imkânını rahatça kullanabiliyor. Bu konuda ben zatıalinizi ve ekibinizi... Bir araştırma yapılırsa, bu bölge üniversitelerinde 67'yi 75'e çıkarmak yerinde olacaktır kanaatindeyim.
Ben teşrifleriniz için teşekkür ediyorum, sağ olun.