KOMİSYON KONUŞMASI

JALE NUR SÜLLÜ (Eskişehir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, her şeyden önce aslında Komisyona girdiğimiz günden beri "Komisyonumuza sevk edilen kanunları görüşelim." diye ısrarımızı hatırlatarak sözlerime başlamak istiyorum. Dolayısıyla, daha önce Komisyonumuza gelen, 233 tali komisyon ve 5 ana komisyon olarak sevk edilen ve görüşmediğimiz, bekleyen tekliflerimizi, Komisyondaki tüm arkadaşlarımıza özellikle hatırlatmak istiyorum. Hatta biz uzun süredir toplanmayan Komisyonumuzu toplamak üzere -geçtiğimiz yıl sabahki oturumda, sevgili Candan Vekilimiz de söyledi- Cumhuriyet Halk Partisi Tekirdağ Milletvekilimiz Candan Yüceer'in ısrarlı takip teklifiyle Komisyonu toplantıya çağırmıştık. Bugün görüyoruz ki aslında o toplantı çağrımıza yanıt bile verilmemişti Komisyon Başkanlığı tarafından ve bugün görüyoruz ki değişiklik teklif edilen kanun içindeki maddelerden bir tanesi ısrarlı takip. Biz tabii, İç Tüzük 37'ye göre bu teklifi indirdik aslında geçtiğimiz yıl Genel Kurula ve ne yazık ki AKP ve MHP oylarıyla reddedilmişti. Dolayısıyla, bugün aynı kanun teklif olarak geliyor, teklif değişikliğinde var ve bugün kabul edilecek. Bu da şu anlayışı gösteriyor: "Muhalefetten gelecek teklifleri kabul etmiyoruz." Meclisin ne yazık ki böyle bir yol izlediğini görmekten dolayı duyduğumuz üzüntüyü özellikle paylaşmak istiyorum. Fakat tüm bunlara karşın, ne kadar tali komisyon olarak sevk edilse de Meclise yeni sevk edilen, kadınları, dolayısıyla toplumun tamamını ilgilendiren yasa değişikliği teklifini ilk kez Komisyonda bu dönem için görüşüyor olmamızı sevindirici bulduğumu da özellikle belirtmek istiyorum. Anladığımız kadarıyla -burada deminki oylamada da netleşti- geneli üzerinde, maddelere girmeden konuşacağız. Yine, onda da bir çoğunluk uygulamasıyla karşılaştık ve maddelerin esaslarına girilmesi teklifimiz reddedildi ve öğleden sonra da Sağlık Komisyonunda görüşülecek ve yarın Adalet Komisyonuna gelecek. İşte, kısacası kadına yönelik şiddeti önlemede reçete olarak -yine her zamanki gibi övünülerek- getirilen bir yasa değişikliği teklifinin ne yazık ki enine boyuna görüşemeden Genel Kurula indirilmesi planlanıyor. Bakın, isterdik ki burada bunu görüşürken barolarımızın temsilcileri bulunsun, akademisyenler bulunsun, konunun uzmanları olsun, özellikle de ceza hukuku çalışan akademisyenlerin burada olması gerekiyordu. Ve uzun yıllardır kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri konusunda mücadele eden sivil toplum örgütleri burada olsun isterdik ve ne yazık ki süremiz olsun, gerekirse birkaç toplantıda ayrıntılı bir biçimde bunu görüşebilelim isterdik.

Aylardır bir düzenleme yapılacağı konuşuluyordu, işte, hatta Cumhurbaşkanımız da bu konuda, kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik düzenleme yapılacağı müjdesini vermişti. Ancak anlaşılan o ki son ana kadar kimse ne geleceğini bilmiyordu bu düzenlemeyle. Bu düzenlemeler yapılırken aslında akademisyenlerin, yine barolarımızın ve sivil toplum örgütlerinin de görüşünün alınmadığını görüyoruz, anlıyoruz. Anlaşılan yine Meclise hazır bir teklif gelmiş, biz saraydan... Her ne kadar teklif imzacıları burada bize kanunu anlattıysa da anlaşılan o ki yine sarayda bu teklif hazırlanmış ve önümüze getirilmiş olarak biz algılıyoruz olayı. Dolayısıyla biz bu değişiklikten ne umut edeceğiz? Kadına yönelik şiddeti bitirmesini umut edeceğiz. Aslında hepimiz bunun böyle olmayacağını çok açık biliyoruz çünkü sadece cezaları düzenleyerek kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin azalması sonucunu nasıl umut edebiliriz? Tarihsel süreçte de baktığımızda, özellikle suç oranlarının arttığı dönemlerde yasa yapıcıların bu şekilde cezaları artırma eğiliminin ortaya çıktığını görüyoruz ve çoğunlukla, işte, cezanın artırılışıyla şiddetin önleneceği yönünde bir şey... Yasa yapıcılar bu yola başvuruyorlar. Tabii cezalandırma, suçla mücadele etmenin en yaygın ve etkin yolu olarak benimsenip uygulanmışsa ve cezalandırmanın amacı da suç işlemeyi engellemek ve suç işleme eğiliminde olan bireyleri bu davranışı gerçekleştirmekten caydırmaksa da bu yaklaşımın tartışmalı olduğu hukuk doktrininde bilinmektedir. Bu çerçevede suç oranlarının azaltılması veya suçun engellenmesi gibi suçla mücadelede cezai yaptırımların nasıl olması gerektiğine ilişkin husus, gerek hukukçular gerek kriminologlar ve gerekse politika yapıcıların... Ve yaptırımların bireyleri suç işlemekten caydırıp caydırmayacağı sorunsalı bu tartışmalarda öne çıkan bir konu olarak dikkat çekmektedir. Ceza ve cezalandırma olgusunun sosyolojik açıdan ne anlama geldiği, işte, ceza yaptırımlarının suç oranları üzerinde nasıl bir etkisi olduğu yani diğer bir deyişle cezalandırmanın gelecekte suç oranını azaltıp azaltmayacağı ve cezai yaptırımların ne düzeyde caydırıcı olacağıyla, yaptırımların suçluluktaki etkinliğine ilişkin araştırma bulgularıyla ilgili araştırmalar ya da istatistiki veriler var mı? Biraz önce teklif imzacısı arkadaşımız, kanunun gerekçesinde bunların hiçbirinden bize söz etmedi. Zira, işte, hukuk doktrininde cezalardaki bu tür değişmelerin suç oranları üzerinde az etkide bulunduğuna, diğer bir deyişle de daha sert cezaların marjinal caydırıcı etkisinin sınırlı olduğuna ilişkin savlar da var aynı zamanda. Özellikle de kadına yönelik işlenen suçlarla mücadelede sadece cezaların artırılmasının, suçun bedelinin ağırlaştırılmasının tek başına yeterli çözüm olmayacağını biliyoruz. Aslında bakıldığında da kadına yönelik suçların hepsinin Ceza Kanunu'nda cezai yaptırımlarının olduğunu biliyoruz ve yıllardır söylediğimiz üzere aslında sorun uygulamadaki eksiklikler yani esas sorunumuzun uygulamada olduğunu biliyoruz. Tabii bundan da daha önemlisi anlayış ve bakış açısında çünkü kadına yönelik suçları bütüncül politikalar hâlinde ele almazsak önleyemeyeceğimizi her şeyden önce kabul etmemiz gerekiyor. Bunları böyle çok klasik, klişeleşmiş, yıllardır duyduğumuz, işte, "şiddete sıfır tolerans" söylemleriyle çözemediğimiz, her yıl artan şiddet oranlarıyla karşılaştığımız düşünüldüğünde, bu şekilde klişe söylemlerle çözemediğimiz çok açıkça ortada. Bizim ısrarla söylediğimiz bir şey var ve AKP Grubunun reddettiği bir konu bu çünkü doğumla aile içinde şekillenmeye başlayıp okulda, iş yaşamında geleneksel öğrenilmiş rollerle pekişen toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin temel nedeni olduğunu ve toplumsal cinsiyet rolleriyle sağlanan gücün, erkekten yana eşitlik dengesini bozduğunu biz aslında çok net biliyoruz ve ısrarla bunu savunuyoruz ve erkek egemen düzenin şekillendirdiği toplumsal cinsiyet eşitsizliği de kadına yönelik şiddetin temel kaynağını oluşturuyor. Erkeğin kadından üstün görüldüğü toplumsal cinsiyet düzeninde, erkeğin kadın üzerindeki iktidarını sürdürmesinin aracı olan şiddet de mevcut düzenin sürdürülmesinde bir aracı. Dolayısıyla, biz, kadına yönelik şiddeti oluşturan dinamikleri, mevcut, toplumsal, ekonomik, geleneksel, siyasal ve eğitimsel yapı içindeki ayrımcı ve kadını erkeğe bağımlı kılan mekanizmalardan ayrı düşünemeyiz, bu mümkün değil. Dolayısıyla, kadına yönelik şiddetten söz ederken de mevcut egemen iktidarın mevcut bakış açısını da görmezden gelemeyiz burada. "Toplumsal cinsiyet eşitliği" tamlamasını kullanmaktan ısrarla kaçınan, kadını bir birey olarak görmeyip sürekli iyi anne, iyi eş düzleminde konumlandıran merkezî yönetim anlayışının on dokuz yıldır şekillendirdiği dinamiklerin şiddetin artışında oynadığı rolü de görmezden gelemeyiz. Dolayısıyla, sadece ceza düzenlemeleriyle suçu önleyemeyeceğimizi de kabul etmeliyiz. Şimdi getirilen düzenlemelerin, sanki böyle, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmaya yeltenmede bir günah çıkarma olarak özellikle -tarihî olarak- bugün önümüzde getirildiğini düşünüyoruz. Oysaki biliyoruz, hâlâ Danıştayda yargılama süreci sürüyor. Bu, bir anlamda, milletvekilleri olarak oluşturduğumuz Komisyon olarak bizim, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini de yok saymamız anlamına geliyor aslında. Danıştay Başsavcısının verdiği son mütalaada da -bildiğiniz gibi- Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanan uluslararası bir anlaşmadan yetkide ve usulde paralellik ilkesi gereği sadece tek bir erkeğin kararıyla çıkılmasının kabul edilemeyeceği çok açık ve net bir şekilde yer alıyor. Biz bunu kabul ederek aslında, kendi irademizi de yok saymış oluyoruz Meclis olarak. Biz -ısrarla söylediğimiz gibi- 6284'ün ve İstanbul Sözleşmesi'nin yıllardır etkin uygulanması gerektiğini söyleyip duruyoruz.

Ben maddelerdeki ayrı ayrı düzenlemeler üzerine girmeyeceğim; arkadaşlarımızın hepsinin o konuda hazırlıkları var Sayın Başkanım. Dolayısıyla, özellikle de hukukçu arkadaşlarımız maddeler üzerindeki hukuki görüşlere özellikle yer verecekler.

Ben teşekkür ediyor, tekrar tekrar söylüyorum: Bunu sadece cezalarla sağlayamayız. Esas olan, önemli olan, mevcut iktidarın bu olaylara bakış açısı; özellikle liderlerin ayrıştırıcı söylemlerinin, bu konuda yaygın medyanın ayrıştırıcı dilinin çok önemi var. Dolayısıyla, tüm bunları bütüncül politikalar şeklinde ele almazsak asla ve asla şiddeti engellememiz, hiçbir şekilde, sadece cezai düzenlemelerle mümkün değil.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN FATMA AKSAL - Ben de çok teşekkür ediyorum.

Biz de her defasında söyledik: Kadına karşı şiddeti önleyeceksek topyekûn bir mücadele gerekiyor. Bu konu, kadınıyla erkeğiyle bir kadın meselesi değildir, daha önce de söyledim. Toplumun tüm kesimini ilgilendiren bir mesele olduğu gibi, siyasi partilerüstü de bir meseledir. Toplumun bütün kesimleriyle bir mücadele gerektiğini Başkanım siz de söylediniz, biz de başından beri bunu söylüyoruz.

Çok teşekkür ediyorum.

JALE NUR SÜLLÜ (Eskişehir) - Ben teşekkür ediyorum.