| Komisyon Adı | : | KADIN ERKEK FIRSAT EŞİTLİĞİ KOMİSYONU |
| Konu | : | Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4290)(Tali Komisyon) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 22 .03.2022 |
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Tamam.
Çok teşekkür ederim.
Öncelikle şunu ifade edeyim: Bugüne kadar bizim Komisyon çalışmalarında, birlikte çalışmalarımızda genelde, usulen parti etkinliklerimiz olduğunda, partimizin programları olduğunda belli bir nezaket içerisinde hoşgörüyle karşılıyoruz ancak bugün bizim partimizin grup toplantısı olmasına rağmen, ısrarlı talebimize rağmen bir ara verilmedi. Ben şunu ifade etmek istiyorum: Bizim talebimiz bir ayrıcalık, bir farklılık değil; bugüne kadar gelmiş bir usul var. Dolayısıyla şunu merak ediyorum: Eğer şu an AK PARTİ Genel Başkanı grup toplantısı yapıyor olsaydı bu toplantı devam eder miydi? Etmezdi. Bunun cevabını çok iyi biliyoruz.
BAŞKAN FATMA AKSAL - Varsayım üzerinden konuşamayız şimdi.
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Varsayım değil, bugüne kadar yaşanmışlıklar var çünkü.
AYSU BANKOĞLU (Bartın) - Yarın göreceğiz onu da zaten.
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Bugüne kadar herhangi bir yoklama olduğunda, ara talep ettiğinizde, partinin bir etkinliği olduğunda biz bunu nezaketle, hoşgörüyle karşılıyoruz çünkü bugüne kadar böyle bir usul var ama bugün partimizin grup toplantısına katılmak için ara verme talebimizi reddettiniz. Ben bunu âdeta siyasi bir baskı olarak nitelendireceğim. Çünkü biz ısrarla bir uzlaşıdan, bir ortak akıldan, beraber hareket etmekten bahsettikçe siz bizi ısrarla fikirlerimizi söyleyemeyeceğimiz, bizim fikirlerimizin önemsenmediği... "Bizim oy çokluğumuz var." diye az önce söylediniz, çoğunluk... Elbette ki demokrasilerde kurallar vardır, bundan yana hiçbir sorun yok ama bazı usul ve teamüller vardır ki bunlar zaten yazılı kural olmaz, bu da karşılıklı nezaket gerektirir. Bu anlamda ben bu durumu kınadığımı ifade etmek istiyorum.
Şimdi, konumuza gelirsek, aslında her zamanki gibi bir AKP klasiği teklifle karşı karşıyayız. Hem bir torba kanun hem de teklifin hazırlanma aşamasında... Hani hadi muhalefeti yok sayıyorsunuz zaten, kadın örgütlerini niye yok sayıyorsunuz, ortak aklı niye yok sayıyorsunuz? Dolayısıyla, aslında zaten teklife bakınca evet, genelde başlık hepimizin yıllardır dile getirdiği, olması gereken ifadeler ama teklifin ayrıntısına bakınca zaten bir ortak akıl, uzlaşı gibi bir derdinizin olmadığını da çok net görüyoruz. Dolayısıyla ben sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Bu teklifte bu düzenlemeyle kadına yönelik şiddetin önüne geçileceği, kadın cinayetlerinin önüne geçilmesi noktasında kadınların lehine bir çözüm üreteceğini düşünmüyorum. Umarım ben yanlış çıkarım. Ya, bunu da çok net bir şekilde samimiyetle söyleyeyim ama uygulamada maalesef -bunun olumlu geri dönüşünü- hep birlikte umarım yaşayarak görmeyiz kadınların lehine bir düzenleme olmadığını. Neden? Çünkü hep söylediğimiz ve ısrarla altını çizdiğimiz bir şey var: Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri için ancak bütüncül bir politikayla çözüm üretilebilir. Şimdi, siz bu teklifte cezayı artırıyorsunuz -tırnak içerisinde- caydırıcılığı artıracağını düşünüyorsunuz -ki ben getirilen teklifin bu anlamda caydırıcılığı da artırmadığını düşünüyorum, ona birazdan geleceğim- ama değerli milletvekilleri, suçu önleyen unsurların başında şüphesiz, cezanın ağırlığı var ama cezanın mutlak olması daha önemli. Yani bu suçu işleyen kişi bilecek ki "Ben bu suçu işlersem yırtamam bu işin sonucunda." Ama şu an ülkede öyle bir infaz sistemi var ki evet, kâğıt üzerinde biz cezaları da artırabiliriz, altı ayı dokuz ay yapabiliriz, iki yılı beş yıl yapabiliriz ama infazı öyle mi? Değil. Bugün on yıl ceza alan bir kişi hiç yatarı olmadan, elini kolunu sallayarak dışarı çıkabiliyor ya da siz yıllardır işte, adı "af" olabilir, adı "Covid salgını" olabilir, "Ya, nasıl olsa paraya çeviririm, ben bu işten yırtarım." diye insanların bilinçaltında böyle bir gerçek varken gerçekten de mahkemelere gittiğimizde katiller şunu çok net biliyor: "Üç beş yıl yatarım, çıkarım." Çünkü gerçekten üç beş yıl, hatta o kadar bile yatmayıp çıkıyorlar. Dolayısıyla infaz sistemiyle ilgili cezaların kâğıt üzerinde olmasının önemi bir yere kadar ama bir sonraki sorun bunun uygulanıp uygulanmadığı.
Şimdi, bir diğer önemli nokta, bu madde gerekçesinde şunu yazmışsınız: Yani sanki sadece kanunlarda bir sıkıntı var, devlete bir yükümlülük yüklenmiyor, her şey gayet güzel, sadece "Kanunda biz düzeltirsek her şeyi düzeltiriz." Hayır.
BAŞKAN FATMA AKSAL - Düzeltmeyelim mi kanunu?
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Uygulamada çok ciddi sıkıntı var, toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışında çok ciddi bir sıkıntı var ve en önemlisi, devletin yükümlülüklerini yerine getirmesi noktasında çok ciddi bir sıkıntı var; buna gerekçelerde değinilmemiş.
Şimdi ben kısaca maddeleri de hızlı hızlı... Geneli üzerinde dedik ama maddeleri üzerinde de ayrıntılı birkaç şey söylemek istiyorum. Şimdi, "yargılama sürecindeki davranışlar"ı "yargılama sürecindeki pişmanlığı gösteren davranışlar" olarak değiştirmişiz. Şimdi, döne döne okudum, acaba ben mi anlamadım yani başka bir şey mi söylenmek isteniyor. Zaten pişmanlık hâkimin takdirinde olan bir şey, hâkimin takdirinde olan bir uygulamayı yine hâkim takdirine bırakmışsınız. Şimdi, değişiklik bunun neresinde? Ha, diyeceksiniz ki: "Pişmanlık mahkemeyi yanıltabilir, onun için biz oraya 'samimi pişmanlık' ifadesi kullanalım." Kime göre? Samimiyetsiz bir pişmanlık mı var? Gerekçede yazmışsınız, samimi pişmanlığın tanımını yazmışsınız ama Allah aşkına, hangi hâkim bir kararı verirken maddenin gerekçesine bakıyor? Ayrıntıda siz "samimi" ifadesini kullanarak hâkimin takdirine bırakmışsınız. Bana göre samimiyet göstergesi, eğer orada ağlarsa, evet, gerçekten samimi bir pişmanlık göstergesi ama size göre böyle olmayabilir. Başını yana eğer, işte, ne bileyim, hiç konuşmaz yani bu... Ve şöyle bir gariplik var; gerekçelerde ve maddede şunu söylemişsiniz, demişsiniz ki: "Biz burada indirimi netliğe kavuşturduk." Yani indirim gerekçesini netliğe kavuşturdunuz. Vallahi, ben bu maddede tek bir netlik gördüm; bu madde, dostlar alışverişte görsün maddesi. Bu anlamda, netlik konusunda söyleyebileceğim şey bu.
İkincisi, kravat indirimiyle ilgili olan kısmı okuduğumda şunu söyledim: Ya, bihaber yani bu kanunu hazırlayanlar gerçekten o halk arasında bilinen kravat indiriminin, sadece kravat taktığı için mi indirim olduğunu zannediyor? Ben bir sürü davaya gidiyorum, kravat takıp da "Pişman değilim." deyip indirim alan birine rastlamadım. Ha, olabilir, çok istisna, belki vardır ama kravat taktı diye bir indirim zaten uygulanmıyor; kişi beraberinde pişmanlığını ifade ettiği için bu indirimi alıyor. Dolayısıyla, yani bu maddeyi yazanlar keşke bir kadın davasına gitseydi ya da bu kadın davasını takip eden sivil toplum kuruluşlarının fikrini alsaydı bu maddeyi zaten bu şekilde yazmazdı.
"Takdirî indirim için kararda gerekçe gösterir." demişsiniz, hemen akabinde kendiniz Anayasa'nın 141'inci maddesine atıfta bulunmuşsunuz. Doğru, zaten hukuk devletinde gerekçesiz bir mahkeme kararı olmaz, olursa orası hukuk devleti olmaz. Eğer böyle bir şey varsa bu bir pekiştirme maddesidir yani şunu diyorsunuz hâkime: Sen iyi hâl indirimini vereceksen bunun gerekçesini yazacaksın. Pekiştiriyorsunuz. Neden? Çünkü siz de biliyorsunuz, uygulamada çok ciddi sıkıntı var. Demek ki gerekçesiz karar yazan bir hâkim var bildiğiniz, bunun gereğini HSK'nin yapması gerekirken siz kanunla bunu pekiştirmeye çalışıyorsunuz. Bence tek kelimeyle bu maddede bunun olması uygulamada sorun olduğunun çok net bir şekilde itirafı.
Şimdi, 2'nci maddeye geldiğimizde, işte, kasten öldürme, yaralama, işkence, eziyet gibi suçlarda "kadına karşı" ibaresiyle cezaların alt sınırı arttırılıyor denmiş. Bu da aslında meseleden ne kadar bihaber olduğunuzun bir ifadesi. Niye? Zaten "kadına yönelik şiddet" ve "kadın cinayeti" tanımında farklılığımız var. İşte, Araştırma Komisyonunda İçişleri Bakanlığının verisi ile kadın derneklerinin verileri birbirinden farklı çünkü "kadın cinayeti" ve "kadına yönelik şiddet" tanımında bir sıkıntı var. Bu nedenle şimdi, siz buraya, bir kere bu maddede "kadına yönelik şiddet" dediğiniz zaman, ben hukukçu değilim ama bu maddenin Anayasa Mahkemesinden döneceğini biliyorum; öyle olması gerekir çünkü eşitlik ilkesine aykırı. Neden? Bir kadın bir erkeği öldürdüğünde daha az ceza alacak bu maddeye göre, bir kadını öldürüldüğünde daha fazla ceza alacak. Bu hakkaniyetli bir cezalandırma sistemi değil, eşitlik ilkesine aykırı.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - O zaman Anayasa'nın 10'uncu maddesindeki pozitif ayrımcılığın da aykırı olması gerekiyor yani, o mantık doğru bir mantık değil.
GAMZE TAŞCIER (Ankara) - Müsaade edin, bitireyim.
Bunun için ne yapmak gerekiyor? Bu maddede "kadına şiddet" tanımını açmanız gerekiyor. Bakın, Komisyonda, çok güzel yazmışsınız, 195'inci maddede şöyle bir ifade kullanmışsınız: "Belli bir şiddet türünün genel şiddetten ayrılabilmesi için ve toplum tarafından bir farkındalık, toplumsal sorun hâline dönüşebilmesi için o şiddet türünün tanımlanması gerekiyor ve devamında, kadına yönelik şiddetle mücadelenin ilk basamağı kadına yönelik şiddetin özel bir şiddet türü olduğunun tanımlanması gerekiyor." Çok doğru, gerçekten çok güzel, doğru bir ifade. Şimdi, siz kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetinin toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı olduğunu, cinsiyetinden kaynaklı olduğunu bu maddeye yazmadığınız sürece buradan bir sonuç elde edemezsiniz. Bu nedenle de buraya "kadına yönelik şiddet" ile "kadın cinayeti" tanımlarının o İstanbul Sözleşmesi'nde olduğu gibi açık bir şekilde, çok net bir şekilde yazılması ve kuralların yani cezayı artıran koşulların -eş, boşanmış eş, sevgili, beraber yaşama; bunların hepsi olabilir, bunların hepsi olmalı da- her maddede tek tek yazılması gerekiyor.
Bir diğer önemli nokta, çocuğun gözü önünde işlenen suçların daha farklı bir ağırlaştırıcı özelliği olması lazım. Hem çocuğun annesini hayattan koparıyorsunuz, çok ciddi bir travma yaratıyorsunuz. Farklı bir ağırlaştırıcı gerekçesinin, çocuğun gözü önünde olduğunda muhakkak olması gerekiyor.
Bu nedenle de bizim en büyük sorunumuz, zaten bugüne kadarki çıkardığınız... "Evet, şu kadar mevzuat çıkardık, bu kadar şey yaptık." diyorsunuz ama temelinde kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklandığını yazmadığınız sürece bugüne kadar sonuç elde edemediğiniz gibi bundan sonra da sonuç elde edemeyiz. Bu kavramın çok net bir şekilde bu maddelere yazılması gerekiyor, yazılmazsa da zaten bu işin felsefesine aykırı ve eşitlik ilkesine aykırı; ben Anayasa Mahkemesinden de döneceğini düşünüyorum.
Bir diğeri, her başlıkta, her maddede "caydırıcılık, caydırıcılık" demişsiniz. Mesela, dört aydan altı aya, işte, tehditte altı aydan dokuz aya, eziyette iki yıldan iki yıl altı aya... Yani bunu görünce şöyle yorumladım: Belli ki kadına bakış açınız gibi sembolik bir ceza artırımı olmuş çünkü -konuşmamın başında da ifade ettim- bir kişi bir suçu işlerken kâğıt üzerindeki cezaya bakmıyor, ne kadar yatıp çıkacağına, bu işin infazına bakıyor. Bugün on yıl alan bir kişi... Yani şunu yapıyorsunuz siz: Üstten suyu dolduruyorsunuz, alttan kapağı açmışsınız, su akıyor. İstediğiniz kadar yukarıdan suyu doldurun, aşağıdan aktıktan sonra bir çözüm üretemezsiniz.
Yine, şiddetle ilgili ne diyeceksiniz? Hani az önce ifade ettiniz "Sizin çözüm önerilerinizi bekliyoruz." diye. Bir kere, bir suçun özellikle kadın davalarında caydırıcı olabilmesi için o kişinin -az önce de ifade ettim- bu işten yırtamayacağını bilmesi lazım. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kadın davalarında olmamalı, para cezasına çevrilmesi kadın davalarında da olmamalı. Bir gün bile olsa bu kişi hapis cezası yatacağını bilirse asıl caydırıcılık böyle olur.
Bir diğeri, maalesef, mahkemelerden çıkan kararlar kadın katillerini cesaretlendirdiği gibi siyasilerin söylemleri de kadın katillerini cesaretlendiriyor. Siz bir taraftan kadına yönelik şiddetle ilgili teklifi getirirken bir taraftan 8 Martta haklarını arayan kadınlara polis zoruyla engel olmaya çalışırsanız, bir taraftan hukuksuz bir şekilde altın sözleşmeden bir gece yarısı çıkarsanız, bir taraftan kadınların sembolik gözle onların kazanılmış nafaka hakkı gibi haklarına göz dikerseniz zaten en büyük cesaret örneğini bu söylemlerinizle sizler vermiş olursunuz.
Bence en önemlisi ve olmamasına çok şaşırdığım maddeler -aslında şaşırmadım da çünkü biz bunu Komisyon toplantılarında da Yargıtay üyeleri geldiğinde tartıştık, bu konu üzerinde de tartıştık- tahrik indiriminin olmaması. Hemen hemen gidebildiğim tüm kadın davalarında bütün katiller sözleşmiş gibi aynı şeyi söylüyor: "Namusuma laf söyledi. Erkekliğime laf söyledi. Çok seviyordum." İşte, en son Hatice Kaçmaz örneğinde de gördük, teklifini kabul etseydi öldürülmeyecekti. Şimdi, siz "töre, namus -sözde namus- gelenek, aşırı sevgi" adı altında bu cinayetleri meşrulaştırdığınız zaman, kanunla bunu düzeltmediğiniz zaman katil bilecek ki... Oraya gittiğinde "Çok seviyordum, öldürmek istemedim, teklifimi kabul etseydi öldürmeyecektim." dediğinde bu işten yırtabileceğini çok net bir şekilde biliyor. Ha, tabii, şunu ifade edeyim: Aslında, bu teklifi hazırlayanlar tarafından... Yani tahrik indiriminin buraya konulmaması demek, siz, Hatice Kaçmaz'ı öldüren Orhan Munis'e verilen iyi hâl indirimini normal karşılıyorsunuz demektir; bunun başka bir açıklaması yok. Siz de o hâkim gibi "Eğer evlilik teklifini kabul etseydi öldürülmeyecekti." anlayışıyla... Hani her ne kadar "Vicdanımız kanadı." diye açıklamalar yapsanız da bu kadar önemli bir maddenin bu teklife konulmamış olması bence o kişilerle empati yapıldığının, aynı şekilde düşünüldüğün de çok net göstergesi.
10'uncu maddede baroların ücretsiz avukatlık talebi doğru bir talep ama bunun yanında baroların davalara müdahilliklerinin de eklenmesi gerekiyor çünkü davalarda -örnek veriyorum, İstanbul Sözleşmesi'nden biz çekilmemişken- baroların, uluslararası sözleşmeden kaynaklı sivil toplum kuruluşlarının müdahillik taleplerinin kabul edilmesi gerekiyordu. Galiba bildiğim tek bir davada kabul edildi bu, onun dışındaki hiçbir davada, hemen hemen hiçbirinde baroların müdahilliği kabul edilmedi. Bu anlamda da düzenlemeye bir ekleme yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak da şunu ifade edeyim: Neden bu teklifin çözüm olmayacağını düşünüyorum? Çünkü bu teklif sonuca yönelik, nedene yönelik bir teklif değil. Kadın cinayetlerinin, kadına karşı işlenen şiddetin köküne, temeline inmediğiniz sürece, sadece sonuca yönelik, sadece cezayı artırarak bunun önüne geçmeniz mümkün değil; bugüne kadarki tecrübeler de zaten bunu gösteriyor.
Şimdi, mantık şu: Neden köküne inmeniz gerekiyor ama inmiyorsunuz ısrarla? Çünkü şu bakış açısındasınız: Biz kadınları pembe otobüslerle ayırırsak, kadınları pembe üniversitelerle ayırırsak, kadınları toplumsal hayattan izole eder eve kapatırsak şiddete uğramaz. Düz mantıkla doğru ama zihniyet sorunlu işte. Dolayısıyla bu bakış açısına sahip olduğunuz sürece, bu zihniyeti, bu temeli değiştirmediğimiz sürece sorunun çözülmesi mümkün değil. Yine "Ben yaptım, oldu." anlayışıyla sivil toplum örgütlerinin yok sayıldığı, muhalefetin yok sayıldığı ve "Biz yaparız olur, olmazsa üç beş yıl sonra bir kanun daha yaparız, o da olur, o arada ölen kadınlara zaten Allah rahmet eylesin." anlayışıyla yapılmış özensiz bir teklif. Maalesef, üzülerek söylüyorum: Ben bu teklifin kadına yönelik şiddete, kadın cinayetleri konusuna derman olmayacağını düşünüyorum. Hatta ve hatta bu hâliyle yani bu kadar sayının artmasına rağmen katilleri daha da cesaretlendireceğimiz... Çünkü, şundan dolayı onu söylüyorum: Bir artırım yapıldı ama yatarı yok bu artırmanın. Olumlu maddeler var, onu ifade edeyim ama muhalefetin ve iktidarın bu kadar ısrarla yıllardır vurguladığı bir şeyde "Ya, yapıla yapıla bu düzenleme mi yapıldı?" anlayışıyla karşı karşıya kalacağımızın endişesini taşıyorum.
Yine ifade edeyim: Umarım ben haksız çıkarım, umarım gerçekten kadınların yaşam hakkına bu teklifle sahip çıkarız ama üzülerek, tarihe ve tutanaklara not düşmesi açısından, bu teklifin ben caydırıcılığı olduğunu ve kadına yönelik şiddeti engelleyeceğini düşünmüyorum.
Teşekkürler.