KOMİSYON KONUŞMASI

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, önce sözlerime başlarken tabii buradaki bütün katılan bütün Komisyon üyelerini ve diğer emekçi arkadaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Her gün Türkiye'de kadın cinayetleri yaşanıyor, her gün işçi cinayetleri yaşanıyor, meslek hastalıklarında çalışanlar yaşamını yitiriyor ve pandemide en az 500 sağlık emekçisini de kaybettik. Öncelikle yaşamını yitiren bütün bu emekçileri ve kadınları saygıyla anmak istiyorum.

Burası Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu ve bu tartışmalara başlarken kadınlara yönelik şiddetin maddelerinin bu Komisyonda görüşülmeme kararının alınmış olmasını gerçekten bir skandal olarak ben değerlendiriyorum.

Biliyorsunuz, önceden Kadın Bakanlığı vardı Türkiye'de ve bu Kadın Bakanlığı Hükûmetiniz tarafından kaldırıldı ve Aile Bakanlığı diye bir bakanlık tanımlandı ve bu Komisyon da Aile Bakanlığını da kapsayan bir Komisyon. Tabii ki, Kadın Bakanlığıyla Aile Bakanlığı eşit değil, zaten Aile Bakanı da kadın sorunlarını hepten üstlenmediğini yani bu konuda çalışmalar yapmadığını bütçe tartışmalarında bize söylemişti ama kadınların sorunlarını, toplumun yarısını oluşturan kadınların sorunlarını dile getiren ne bir bakanlık var ne de aslında ilgili olduğu komisyonlarda, özellikle erkeklerin ağırlıklı olduğu milletvekillerinin de bulunduğu bu komisyonlarda kadınlar yok sayılıyorlar, burada da yok sayıldılar. KEFEK'e havale edildi bu tartışmalar, bunu kabul etmediğimi bir kere daha söylemek istiyorum, bunu ayrımcılık olarak değerlendiriyorum ve skandal bir karar olarak değerlendiriyorum. Bunu belirtmek isterim.

Şimdi, Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri her geçen gün daha da derinleşiyor, artıyor. Ve yine, Türkiye'de otoriterleşen bir rejim var; faşizmin kurumsallaştırılmaya çalışıldığı, hukukun ortadan kaldırıldığı bir rejim var. Yani "Bunu nereden çıkarıyorsun?" diyemezsiniz herhâlde çünkü hemen 21 Marta dönüp baksak, 21 Martta devletin yurttaşlarına yönelik uyguladığı şiddete baksak bu bile yeterli olabilir. Ama onu da geçelim, 14 Mart Tıp Bayramı'na gidelim; 14 Mart Tıp Bayramı'nda da yine hekimlere yönelik olarak kolluğun muamelesi gerçekten belki de dünyada eşine, benzerine rastlanılmayacak boyutlarda bir hukuksuzluktu. Orada yaşlı, yaş almış bir hekim -ki çelenk bırakmaya gidiyordu, Emekli Hekimler Kolu Başkanıymış- Erdinç Köksal Hoca, kolluk tarafından itilerek düşürüldü, beyaz önlüğü çamura bulandı; böyle bir ortam. Tabii, Sağlık Bakanı bunun için özür dilemiş kendisinden, bunu olumlu buluyorum ama ben bunu şunun için anlatıyorum: Türkiye'nin demokrasi çıtasını, demokratik fotoğrafını, içinde bulunduğu şiddet ortamının boyutlarını anlatmak için söylüyorum.

Adana Emniyetinin sokakta kadınlara yönelik uyguladığı o işkenceyi hepimiz gördük değil mi? Sosyal medyada paylaşıldı ve insafsızca, vicdansızca kadınların nasıl coplandığını gördük; buna dair çok fazla örnek var. Şimdi, Türkiye'de böyle bir iklim varken, böyle bir ortam varken, antidemokratik bir yaşam varken; tekçi, işte, Hükûmet gibi düşünmeyen, devletin uyguladığı bütün bu şiddet politikaları karşısında demokrasi talep eden kesimlere yönelen, kolluk şiddeti başta olmak üzere hukuksuzluğun boyutları anlatılarak bitirilemez. Böyle bir ortamda sağlıkta şiddetin olmaması ya da kadınlara yönelik şiddetin, bu şiddet ikliminden bağımsız ele alınması ya da iş cinayetlerinin, meslek hastalıklarının bu ülke tarafından, bu ülkeyi yönetenler tarafından umursamazlıkla karşılanması, işte, bizim burada yaptığımız gibi 6331 sayılı, kapsamlı bir Kanun çıkararak "Evet, biz görevimizi yaptık." deyip ama ondan sonra ölümlerin durmaması ve her gün en az 6-7 işçinin sadece iş cinayetinde yaşamını yitirmesi, bir o kadarının da meslek hastalığında yitirilmesi; bunların hepsi göz ardı edilen konular. Böyle hayatın, yaşam hakkının hiçe sayıldığı bir ortamda biz; kadına yönelik şiddeti konuşuyoruz, hekimlere ve -tabii ki sağlık çalışanları sadece hekimlerden oluşmuyor- bütün sağlık emekçilerine yönelik şiddetten bahsediyoruz ve bunları ortadan kaldırmaktan bahsediyoruz.

Dolayısıyla, aslında, toplumda yaşanan bu şiddet ikliminden bağımsız ele alınamayacak bir durum var ve biraz önce, hemen yanımdaki vekil arkadaşım şöyle dedi: "Cumhurbaşkanı 'Hekime şiddet uygulayanın elini kırarım.' demediği sürece bu olmaz." Benim de tüylerim diken diken oldu çünkü yok böyle bir şey. Hukuk olmalı hukuk, hepimiz hukuka sarılmalıyız ve bir şiddeti başka bir şiddetle ortadan kaldırmamalıyız, kaldırılmasını savunmamalıyız. Biz neyi savunmalıyız? Aslında biz burada barış iklimini savunmalıyız. Barışın bütün her yerde savunulması ve toplumsallaştırılması gerekirken, barışın bizim temel argümanımız olması gerekirken bakıyoruz ki barış değil; şiddet, savaş, çatışma, güvenlikçi politikalar her yerde kendini gösteriyor. Ve bütün bu ortam karşısında gayet soğukkanlı, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranan bir Hükûmet ile karşı karşıyayız, bir Sağlık Komisyonuyla karşı karşıyayız. Buradaki hukuksuzlukları, adaletsizlikleri ve cezasızlıkları her hekimin başına bir güvenlik dikerek çözemeyiz. Yani, öncelikle bu çatışmacı zihniyetten, kutuplaştırmacı, toplumu birbirine karşı kışkırtan, kutuplaştıran, iktidarda kalmak için her yolu mübah gören, hukuku her gün ayaklar altında çiğneyen anlayıştan uzaklaşmamız gerekiyor.

Bakın, bu Komisyonun bir üyesi vardı Semra Güzel; Semra Güzel bugün burada değil, bu Komisyonda değil. Neden? Çünkü hukuksuzluk yüzünden burada değil, eğer hukuk olsaydı kendisi de bir hekim olan Semra Güzel milletvekilimiz de burada olacaktı ve bu Komisyonun çalışmalarına çok kıymetli katkılarda bulunacaktı.

Şimdi, bu hukuka herkesin ihtiyacı oluyor, bir gün inanıyorum ki sizin de ihtiyacınız olacak, iktidar partisinin temsilcilerinin de ihtiyacı olacak ve o zaman kimse kimsenin elini kırmasın, hep birlikte gerçekten de demokratik hukuk içerisinde sorunlarımızı çözelim, adil olalım ve hukuktan ayrılmayalım. Söyleyeceğim öncelikli şeylerden bir tanesi bu. Yani hukuk her zaman burada haktan yana, ezilenlerden yana ve toplumun barışı ve güvenliği için önemle sarılmamız gereken bir konu ama biz özellikle kadınlara yönelik şiddetten bahsedeceksek eğer kadınlara yönelik şiddetin temelinde yatan şey "patriarkal" dediğimiz erkek egemen anlayıştır. Patriarkal sistemi değiştiremediğiniz sürece ve bundan çıkar sağlayan sistemin, kapitalist sistemin değiştirilmediği, dönüştürülmediği müddetçe biz kadına yönelik şiddeti aslında derinlikli olarak da tartışamayız.

Görüyoruz ki Hükûmetiniz döneminde kadınlara yönelik olarak, sürekli olarak kadınların gücünü zayıflatan, kadınların bugüne kadar kazanmış olduğu hakları ellerinden alan politikalar geliştiriyorsunuz ve bu politikalar aslında kadına yönelen şiddetin büyümesinin de temellerinden bir tanesidir. Bir kere kadınların kazandığı haklar dediğimiz zaman işte, İstanbul Sözleşmesi -ki kadınları bütünlüklü bir şekilde koruyan politikalardır- sadece kadınları değil, çocuğa yönelik şiddeti, istismarı da koruyan kapsamlı bir metni, kapsamlı bir güvenceyi kadınların elinden almak aslında kadınlara yöneltilmiş en büyük şiddettir diye ben düşünüyorum. Buradan tek adamın kararıyla çıkılması aslında hiçbir şekilde kabul edilemez.

Şimdi, o tek adam ne diyor: "Ya, kadınların gönlünü alalım. Kadınlar için de bir şeyler yapalım." Kadınların gönlünü almak için kâğıt üretiyoruz biz burada. Ya, bu kırtasiye, kadınların sorunlarını çözmez, kadınların sorunlarını çözmek için kadınların öncelikle iradesini, kararlarını, kimliğini, emeğini, bunları değerli görmemiz gerekiyor ve kadınların haklarının -kazanılmış haklar başta olmak üzere- onlardan gasbedilmemesi gerekiyor. Bu zihniyet devam ettiği sürece biz burada istediğimiz kadar evrak üretelim, kâğıt üretelim, bu kâğıtlar hiçbir şekilde kadınların sorunlarını çözmez. Evet, bu kâğıtlarda daha olumlu maddeler var, tamam, güzel ama bunlar zihniyeti değiştirmediğimiz sürece, Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini körüklediğiniz sürece... Ve kadınları sadece aile çatısı içerisinde sadece makbul kadınları öne çıkartan ama genel olarak kadınlara yönelik ayrımcı politikaları körükleyen anlayış kadınlara yönelen şiddetin temelidir diye düşünüyorum. Bu nedenle de bu yaklaşımın değişmesi gerekiyor.

Aslında burada da bu Komisyonda da kadınlara yönelen bu şiddetin körüklenmesinde, artmasında, yaygınlaşmasında pek çok neden tezahür ediyor yani eğer siz toplumda cinsiyet eşitliğini yaratacak politikalar savunmazsanız ve bunları hayata geçirmezseniz tabii ki kadınlar burada geride kalır. İşte, Parlamentoda da siyasete katılımda da kadınların yok sayılması, neredeyse kadınların yüzde 17'lerde temsili, işte, bizim burada salondaki kadın-erkek eşitliği açısından fotoğrafımız meselelerin özüne işaret ediyor.

Şimdi, bu maddelere gelirsek bu maddelere dair de... Şimdi, öncelikle tabii ki antidemokratik olarak hazırlanmış bir metinden bahsediyoruz çünkü tarafların bu konudaki görüşlerine başvurulmamış, müzakere edilmemiş, onları burada dinlemiyoruz. Bu kadın hareketi ki Türkiye'de çok güçlü bir hareket. Feminist hareket gerçekten baş tacımız olan, güçlü bir hareket; oradan öğreneceğimiz çok şey var. Ama her zaman olduğu gibi aslında Meclisin irtifa kaybettiği, hatta Meclisin baypas edilmeye çalışıldığı... Bu metinlerin muhtemelendir ki sarayın işte, bin odasından birinde yapılıp buraya getirildiği bir durumla karşı karşıya olduğumuz için de aslında -ne diyebilirim- sonuçta Meclis baypas ediliyor demek istiyorum.

Şimdi, kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin muhalefet partilerinin verdikleri de sayısız kanun teklifi var. Bizim de verdiğimiz kanun teklifleri, araştırma önergeleri var. Siz, hepsine ellerinizi kaldırdınız -yani parmaktokrasi dediğim şey- ellerinizi kaldırıyorsunuz "Biz çoğuz nasılsa." diyorsunuz ve "hayır" diyorsunuz, görüşülmüyor, kabul edilmiyor; bunları yok sayıyorsunuz. Bu, zaten sizin aslında doğrunun yanında olmadığınızı, haklının yanında olmadığınızı, işinize geldiği gibi davrandığınızı gösteriyor. Çünkü eğer gerçekten doğruyu yapmak isteseniz böyle yapmazsınız; doğru söyleyen kim olursa olsun, orada doğrudan yana tavrınızı alırsınız.

Şimdi, o açıdan Komisyon aşamasında hiç olmazsa kadın örgütlerinin ve muhalefetin dinlenmesinin ve yaptıkları değişiklik önerilerinin de kanun teklifine dâhil edilmesinin gerekli olduğunu söylüyorum ve bu burada bununla karşı karşıya değil.

Bu yasa teklifinin kadına yönelik şiddetle mücadeleyi Ceza Kanunu'na indirgeyerek şiddet ve kadın cinayetlerine tepkili kamuoyunu yatıştırmak için göstermelik bir çözüm sunduğunun da burada bir kez daha altını çizmek istiyorum. Net olarak bir kadın cinayeti tanımı yapılmıyor ve aynı zamanda kasten yaralama suçunun düzenlendiği madde mağdurun eşi ve boşandığı eşi olması durumunda cezanın yarı oranında artırılacağı ifade ediliyor ki... Yani herkes eş ya da boşandığı eş olmak durumda değil. 21'inci yüzyılda yaşıyoruz ve pek çok olay ve olgu da bize gösteriyor ki partnerlerin karşı karşıya kaldığı şiddet de var, kadına yönelik şiddet var ve bu kadınları kapsam dışında bırakarak aslında burada büyük bir ayrımcılık da yapılmış oluyor.

Kanunun adını "ailenin korunması" olarak değiştirerek zihniyet, evli olmayan, birlikte yaşayan, nişanlı ya da nişanlı olmayan, evlilik birlikteliği olmayan ve beraber yaşayan kadınları korumayı hâkimlerin inisiyatifine bırakıyor. Şimdi, bu hâkimlerin inisiyatifine de bakmak gerekiyor, birazdan söyleyeceğim ama... Bir de "önleyici tedbirler" bölümünde aşağılama, hakaret, şiddet tehdidi gibi detaylar atlanmış, bunlar da çok önemli diye düşünüyorum.

Şimdi, yine, "failin fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları" kısmında bir "pişmanlık" sözcüğü eklenmiş buraya ve bu "pişmanlık"ı ekleyerek biz burada çok önemli bir şey yapmış oluyoruz, öyle mi? Yani böyle bir şey yok. Çünkü zihniyetten yine bahsetmek istiyorum. Eğer erkek egemen zihniyet değiştirilmediği sürece hâkimlerin bu anlamda, bir toplumsal cinsiyet eşitliği anlamında bir bilinç yükselmesine uğratılmadığı sürece ve toplumda kadınlara karşı saygının artırılmadığı sürece ne yazık ki biz burada oraya bir "pişmanlık" eklenerek bu sorunun çözüleceğini düşünmüyoruz. Samimi pişmanlık takdirini kim yapacak? Hâkimler yapacak. Kim karar verecek? Hâkimler karar verecek? Kim bu hâkimler? Bakın, şöyle bir örnek var: En son Hatice Kaçmaz'ı öldüren faile, erkeğe Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından verilen failin cinayeti tasarlayarak değil, kadının kendisini reddetmesi nedeniyle duygusal çöküntü ve anlık hiddetle işlediğine yönelik kararı var. Hemen yakın bir zamanda gündem olmuştu, siz de bunu takip etmişsinizdir. Bunun gibi başka örnekler de verebilirim, vermeyeceğim ama zamanı gözeterek. Gerçekten bu kadınların kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet rollerine uymamalarını öldürmelerini meşru kılacak bir sebep olarak algılayabilen hâkimlerin ne kadar yaygın olduğunu bilemezsiniz yani bilmeniz lazım ama bilmek istemiyorsunuz anladığım kadarıyla. Ya, bu zihniyet değişmediği sürece, bu cinsiyetçi yargı anlayışı değişmediği sürece, cinsiyetçi bakış açısı değişmediği sürece, burada köklü değişimlere gidilmediği müddetçe bu konularda herhangi bir yol alamayız diye düşünüyorum.

Haksız tahrikle ilgili de örneklerimiz var ama onları da burada vermeyeceğim, anlaşıldığını umuyorum.

Şimdi, işkence suçuna dair, kadına yönelik işkence suçuna dair maddeye geçmek istiyorum, 4'üncü maddede var. Şimdi, biliyorsunuz, işkence insanlık suçudur ve Hükûmetinizin aslında bir retoriğe dönüşmüş olan "İşkenceye sıfır tolerans" politikası diye bir politika gerçeklikte, fiiliyatta yoktur. Yani işkence, artık biraz -başlarken söylediğim gibi- sokaklarda yapılan, yaygınlaşmış ve halka, yurttaşlara karşı yapılmış, aleni yapılan ve hiçbir şekilde cezayla karşılaşılmayan bir durumdur. Özellikle kolluğun yaptığı işkenceye dair bu cezalar bir elin parmaklarını geçmez ama milyonlarca insana işkence yapılmıştır bu coğrafyada ve bu kolluğun işlediği, iktidarın işlediği işkence suçu sürekli olarak cezasızlık politikasıyla karşı karşıya kalıyor.

Şimdi, tabii ki erkeklerin işkencesine de geleceğiz ama bu işkence suçu, kadınların erkeklere karşı, erkeklerin kadınlara karşı işlediği işkence suçu kolluk tarafından da yapılıyor. Hemen yakın bir tarihte Garibe Gezer'i ben burada hatırlatmak istiyorum. Cezaevinde cinsel tacize ve tecavüze uğrayan Garibe Gezer daha sonra intihara sürüklendi ve yaşamını yitirdi. Yani bir ülkede yerin yerinden oynaması gereken bir konuyken Türkiye'de bu konu partimiz dışında kimse tarafından gündemleştirilmiyor. Yani bu işkenceye gayet toleranslı bir Hükûmet, iktidar olduğunu, hatta aslında bunun topluma da yayıldığını biz görüyoruz ne yazık ki. İpek Er, aynı şekilde bir uzman çavuş tarafından tacize, tecavüze uğradı defalarca ve intihara sürüklendi. Yine buna dair pek çok örnek verebilirim. Bütün bu işkenceler, kadına yönelik kolluk eliyle yapılan işkenceler cezasız kalmıştır.

Şimdi, öte taraftan, işkence suçunun kadına karşı işlenmesinde cezanın altı sınırı artırılmış; evet, bu güzel. Uygulamada özellikle de kolluk güçleri tarafından işkenceye uğrayan kadınlar bakımından yaraya derman olmadığı görülüyor zaten. Türkiye'de işkence ve cezasızlığın âdeta birbirine bağlı iki kavram olduğunu ne yazık ki söylemeliyiz. Üstelik cezasızlıkla sonuçlanan işkence vakaları adalet sistemindeki bir aksaklık sorunu değil, bilinçli uygulanan sistematik bir durumdur ve bu konunun üstüne gitmediğimiz sürece sorunları çözemeyiz.

Kadınlara yönelik kolluk eliyle gerçekleştirilen ve cezasızlıkla sonuçlanan sadece işkence suçu değil, aslında daha kötü muamele, kasten ve hatta yaşam hakkı ihlalleri dahi gerek cezaevlerinde gerekse de toplumsal yaşam içerisinde kolluk güçleri tarafından, özellikle de kürdistanda yoğun işlenen suçlardır ve bu suçlara karşı herhangi bir yaptırım uygulanmıyor.

Kadına yönelik şiddetin, kaynağını toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinden aldığını söylemiştik. Erkek egemen zihniyet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınların karşısına evde, sokakta, iş yerlerinde, siyasette, yargılama biçimlerinde, devlet kurumlarında ve toplumsal alanda çıkıyor ve bu ağır eşitsizliğin ortadan kalkması devletin, yurttaşlarına karşı anayasal yükümlülüğü olarak karşımızda duruyor. Bu anlamda, bizim burada savunduğumuz en önemli şey, İstanbul Sözleşmesi'ne bir an önce geri dönülmesi ve 6284'ün de aslında bütün yönleriyle, etkin bir şekilde hayata geçirilmesidir ki bu konuda da pek çok sorun yaşıyoruz.

Bu ısrarlı takiple ilgili olarak da ısrarlı takip suçu için öngörülen, altı aydan iki yıla ve nitelikli hâlinde bir yıldan üç yıla olarak belirlenen hapis cezaları caydırıcı nitelikte değil. Uygulamada ertelemeye tabi olan bu süreler failin, cezaevine girmesini bile gerektirmeyecektir; kâğıt üstünde bir maddedir bu yani bunu da burada vurgulamak gerekiyor. "Failin tutuklanması için suçun illaki katalog suçu mu olması gerekir?" diye de burada sormak istiyorum yani katalog suçlardan sayılması şartı olmaması gerekiyor aslında. Yasalar doğru yani erkek egemen bir zihniyetle uygulanmadığı zaman ve aslında cezasızlık ve hukuksuzluk ortadan kalktığında birçok konunun da çözülebileceğini biz görüyoruz. Bakın, bunlara örnek de vermek istiyorum: Mevcut düzenlemede hukuk devletinin gereği olarak tutuklanması gereken birçok şiddet faili tutuklanmıyor; bırakın tutuklanmayı, gözaltına dahi alınmayan binlerce fail var.

BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Serpil Hanım, hiç müdahale etmek istemiyorum ama arkadaşların hukuku açısından... Nasıl olsa ilerleyen zamanlarda da konuşma imkânınız olacak.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bunu konuşmayacağız ama çünkü bunlar, bu maddeler konuşulmayacak; siz öyle karar aldınız ya.

BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Siz istediğiniz kadar konuşabilirsiniz. Ben arkadaşların hukuku açısından söyledim hani çok uzayınca...

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Yok, ben arkadaşların zamanını hiç almak istemiyorum, fazladan bir şey konuşmayacağım.

BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Siz bilirsiniz, buyurun.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Tabii ki buna, onların şeyine de dikkat edeceğim.

Şimdi, bakın, şunu söylüyoruz, mevcut yasaların da uygulanmadığını söylüyoruz burada ve hukuk devleti ilkelerinin hayata geçirilmediğini söylüyoruz. Yani bırakın tutuklanmayı, gözaltına dahi alınmayan binlerce fail var. Örnek de vermek istiyorum tekrar: Mesela İpek Er'i ölüme sürükleyen kişi uzman çavuş. Nadira Kadirova bir ev işçisi ve bir milletvekilinin evinde yaşamını yitirdi, bir hukuki süreç yaşanmadı. Rabia Naz, Yeldana Kaharman; failleri, bırakın tutuklanmayı, cezasızlıkla ödüllendirildiler; açıklığa bile kavuşturulmadılar yani bunların pek çoğu. Bu bağlamda, öncelikle, yargının iktidarın cinsiyetçi politikalarının yansıması olan cinsiyetçi bakış açısından arınıp kararlar vermesi gerekmektedir; aksi hâlde, bu suçların katalog suçlara dâhil edilmesi hiçbir anlam ifade etmeyecektir yani bunların da üstünden atlanacaktır.

Yine, ekonomik durumu iyi olmayan kadınlara hukuki destek verilmesi elbette ki çok önemli ama burada da bizim önerimiz, kadınların ekonomisinin köklü çözümlerle iyileştirilmesi, buna dair politikalar üretilmesi. Yani, bu ülkede ekonomik şiddetin boyutları da çok fazla. Bakın, bir pandemi hâline gelen bir ekonomik buhran yaşıyoruz. Evet, Türkiye büyüyor, büyüyen bir ekonomisi var ama halk yoksulluk içerisinde ve ekonomik kriz ağır bedeller ödetiyor ve bunun en ağır bedelini kadınlar ödüyor ve kadınlar, dolayısıyla, işsizlikle karşı karşıya, yoksullukla karşı karşıya. Biz, kadınların yoksulluğunu yönetmek değil, bu yoksulluğu çözmekle yükümlüyüz ve Hükûmetin yapması gereken tabii ki evet, destek olunsun, hukuki destek olunsun ama esas olarak kadınların yoksulluğunu yenmemiz lazım, gelen tekliflerde de buna dair önlemler alınmalı.

Yine, bu yasa teklifi, bir kere, hep sonradan gidiyor. Kadın yaşamını yitirdikten sonra geliştirebileceğimiz politikalar başarılı olsa bile yaşamlar yitmemeli, yaşamlar yitmesin diye önleyici politikalar almalıyız, önleyici çözümleri üretmeliyiz, tedbirler almalıyız. Israrlı takipte bu, özellikle çok önemli. Israrlı takipler aslında genellikle cinayetle sonuçlanan durumları da getirdiği için ısrarlı takiplerde özellikle önleyici politikaların çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, sağlık çalışanlarına dair birkaç bir şey söylemek istiyorum. Öncelikle, Türkiye'de kurumları...

Başkan da çıktı, bunu da bu yaklaşımı da hiç doğru bulmuyorum

OTURUM BAŞKANI SEFER AYCAN - Biz dinliyoruz, buradayız.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ara verebilirdik yani çıkmaktansa.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - İşte bölmemek adına gitti, ihtiyaç giderip gelecek yani bu insani bir şey.

OTURUM BAŞKANI SEFER AYCAN - Sonuçta insan, ihtiyacı var.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ara verebiliriz, daha iyi yönetebiliriz yani herkesin insani ihtiyaçları olabiliyor.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Yönetmekte sıkıntı yok, dinliyoruz sizi.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Peki yani şöyle: Başta da söylediğim gibi, aslında, sağlıkta şiddet bir pandemi hâline dönüşmüş durumda ve her hekimin başına bir güvenlikçi koysanız da bu şekilde, bu mantıkla kesinlikle sağlıkta şiddet önlenmez. Sağlıkta şiddetin bu kadar çok artmasının temelinde yatan aslında Türkiye'deki sağlık politikalarındaki neoliberal politikaların baş tacı edilmesidir. Burada birtakım rakamlar verdi biraz önce Başkan -gitti ama kendisi- ve bu rakamların, sağlık göstergelerinin Türkiye'de ne kadar iyi olduğunu söyledi ve biz de burada alkışlayacağız bunu, öyle mi? Böyle bir şey yok. Türkiye'deki sağlık politikaları, kurumsal sağlık, bir kere, büyük bir darbe aldı. Burada pek çok hekim arkadaşımız var, onlar çok daha iyi bir şekilde anlattılar. Bu sağlık politikalarının hastayı, yurttaşı bir müşteri olarak görmesi, sağlık sunum hizmetlerini de ticari bir faaliyet olarak görmesi bu yanlış politikaların başında geliyor. Şimdi, bu politikaların değişmesi lazım. Yani şiddet uygulayarak insanları, hekimleri daha çok çalıştıramazsınız; bu, kendi ilkelerinizle de uyuşmuyor aynı zamanda. Size göre, neoliberal sisteme göre bu despotluk var, liberal sistem gibi değil ama sonuç olarak, siz sağlıkta şiddeti önleyebilmek için öncelikle bu mekanizmayı değiştirmelisiniz. Bu mekanizma değişmediği sürece sağlıkta şiddet de sürecektir. Hasta yakınlarına sağlık emekçilerini hedef olarak gösteriyorsunuz yani bunu Cumhurbaşkanı defaatle yaptı ve sağlıkta yaşanan sorunların kaynağının aslında sanki hekimler olduğu şeklinde bir algı yaratılıyor ve hasta ile hekim karşı karşıya getiriliyor. Üstelik bu tablo içerisinde bakın, sağlık emekçilerinin bütünü de hiç görülmüyor yani sadece sanki hekimler burada şiddetle karşı karşıya. Hem ekonomik hem de fiziki şiddet, mobbing, bunlarla karşı karşıya olan bütün sağlık çalışanlarının tamamıdır, sağlık işçileri de buna dâhildir. Şiddet ve kötü koşullar sebebiyle sağlık iş gücü hizmetten çekiliyor bakın yani meslekten çekilenler var, yurt dışına gidenler var, ülkeden ayrılanlar var. Bu, ne yapıyor? Bu, giderek daha da kangrenleştiriyor sorunu, randevuları daha zorlaştırıyor, kuyrukları daha uzatıyor, beş dakikaya sıkıştırılan randevular hastada öfke yaratıyor, sisteme duyulan bu öfke geliyor sağlık emekçilerine yöneliyor. Yani bu öfkenin altında yatan şey, aslında sağlıkçılar değil, sağlıkçılara yönelen bir şey değil, aslında sisteme yönelen bir öfke olduğunu görüyoruz.

Şimdi, burada, son yirmi yılda hızla artarak sağlık çalışanlarının hayatlarındaki en büyük tehditlerden biri olan bu şiddet öncelikle önlenmelidir. Önlemek için; ekonomik, özlük, sosyal, demokratik haklara yönelik değişim yaşanmalıdır; bütünlüklü politikalar geliştirilmelidir, bozulan sağlık sistemi düzeltilmelidir. Sağlık idarecilerinden beklenen yaklaşım: "Ne söyleseler yaparım." Bunu Türk Tabipleri Birliği de ifade ediyor, bu yaklaşımdan uzaklaşılması...

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Türk Tabipleri Birliği kim?

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ben tamamlayayım, siz sonra konuşursunuz.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Siz "Kürdistan'daki kadınlar" da dediniz, onu kullanamazsınız.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz lütfen dinlemeyi öğrenin.

HABİP EKSİK (Iğdır) - İsmail Bey, dinleyin dinleyin!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Ben çok iyi dinliyorum.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - O koltukta Başkanı temsilen oturuyorsanız ayrıca...

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Ben Başkanı temsilen oturmuyorum burada.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Demokratik bir hassasiyetiniz de ayrıca olmalı.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Başkanı temsilen burada başkaları var.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz sıranız gelince konuşursunuz. İsmail Bey, hep böyle yapıyorsunuz, siz sıranız gelince konuşursunuz.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - "Kürdistan" diye bir şeyi kullanamazsınız!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - "Kürdistan" bir coğrafya adıdır, gayet de güzel kullanıyorum.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Kullanır kullanır, bal gibi de kullanır Sayın Tamer!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Şiddetle kınıyorum!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Kullanırım.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Tutanaklardan çıkarılmasını istiyorum.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Çıkaramazsın Sayın Tamer.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Gidin kendi Cumhurbaşkanınıza bakın, o da kullanıyor.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Bu ifadenizi tutanaklardan çıkarmanızı istiyorum.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Çıkaramazsın, çıkaramazsın!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - O da kullandı, o da kullandı.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Ya, şov yapmana gerek yok Sayın Tamer!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Ne şovu be!

HABİP EKSİK (Iğdır) - Şov yapıyorsun!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Sen ne diyorsun?

HABİP EKSİK (Iğdır) - Şov yapıyorsun!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Siz oturun, susun ve oturun, dinleyin!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Hangi şovdan bahsediyorsun?

HABİP EKSİK (Iğdır) - Bırak ya!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sizi kınıyorum, kınıyorum!

HABİP EKSİK (Iğdır) - Senin Genel Başkanının kendisi söyledi, ben defalarca Genel Kurulda söyledim, sen nasıl çıkartıyorsun?

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bir dakika...

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Çıkartırız, bu ifadeleri tutanaklardan çıkartırız!

HABİP EKSİK (Iğdır) - Mantık var ya, böyle bir şey olur mu ya? Bunun adı şovdur, şov!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - İsmail Bey, şov yapmayın, dinleyin, lütfen; belki bir şeyler öğrenirsiniz.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Ben şov yapmam!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Belki bir şeyler öğrenirsiniz!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Hayatta şov yapmam ben!

HABİP EKSİK (Iğdır) - Şov yapıyorsun!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bakın, Mesleki Sorumluluk Kurulu...

HABİP EKSİK (Iğdır) - Ayıp ya!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Ayıp sana! Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde yaşıyorsunuz.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde yaşıyoruz, senin Cumhurbaşkanın da söyledi, niye bu kadar şey yapıyorsun?

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Habip Vekilim, bir dakika...

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Yaparım!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Habip Vekilim bir dakika.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Durduk yere müdahale ediyorsun.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Bakın, şu anda sizin yaptığınız doğru değil.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Benim yaptığım çok doğru.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Burada sağlık çalışanlarının, sağlık emekçilerinin ve kadınların gündemini sabote ediyorsunuz.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Burada Türk Bayrağı'nın altında olan herkes "Kürdistan" diye bir ifade kullanamaz.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Ben istediğimi kullanırım, istediğimi kullanırım, özgür bir bireyim ben!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Sayın Başkan, ben tutanaklardan çıkarılmasını istiyorum!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Özgürüm ve halk tarafından seçilmiş, buraya gönderilmiş birisiyim.

HABİP EKSİK (Iğdır) - Öyle bir şey yok çünkü senin Başbakanın, Cumhurbaşkanın söyledi.

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Önleyin bunu!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - İstediğimi kullanırım, sen kilit vuramazsın benim ağzıma!

HABİP EKSİK (Iğdır) - Genel Kurulda da defalarca...

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Ben sana kilit vurmuyorum ama yapamazsın!

HABİP EKSİK (Iğdır) - Öyle bir şey yok!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sen kim oluyorsun ki? Bana neyi yapacağımı, neyi yapamayacağımı diyemezsin!

BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Değerli arkadaşlar... Değerli arkadaşlar...

HABİP EKSİK (Iğdır) - Ya, işinize gelince...

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Böyle bir hakkın yok!

BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Bir saniye...

HABİP EKSİK (Iğdır) - Senin Başbakanın oy için oralarda söyledi.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sana böyle bir hak vermiyoruz, kusura bakma!

HABİP EKSİK (Iğdır) - Şimdi de gelmişsin burada şov yapıyorsun!

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Müsadenle...

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Şov yapan sensin!

HABİP EKSİK (Iğdır) - Ayıp be, ayıp be!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Sana ayıp! Burada Türk Bayrağı'nın altında bir Komisyonda bu lafı kullanamazsınız!

BAŞKAN RECEP AKDAĞ - Sayın Milletvekili, konuşmanızı bitirir misiniz? Serpil Hanım, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız, istirham ediyorum.

Buyurun.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Tabii ki, konuşmamı yaparak tamamlayacağım tabii ki.

Bakın, burada öncelikle İsmail Bey'i kınıyorum. Siz benim sözümü kesemezsiniz!

İSMAİL TAMER (Kayseri) - Ben de sizi kınıyorum. "Kürdistan" ifadenizden sizi kınıyorum ve tutanaklardan çıkmasını istiyorum.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sayın Başkan, burada müdahale etmelisiniz. Burada düşünce, ifade özgürlüğü var mı? Yani artık Meclis Komisyonunda yoksa sokakları siz düşünün!

Bakın, sağlık idarecilerinden beklenen ise sağlık çalışanlarına ne söylenirse onu yapmalarını temin etmekten ibaret olduğu söyleniyor; bunu söyleyen sağlık sektöründeki hekimler, Tabipleri Birliği.

Şimdi, "Mesleki Sorumluluk Kurulu" adı altında bir kurula havale edilen işlemler, bu anlamda ciddi bir sorun da teşkil ediyor. Yani, burada, kimin cezalandırılacağını seçmek ve mevcut davaları ötelemek dışında anlamlı bir çözüm üreteceğini de düşünmüyoruz. Bakın, nüfusundan fazla acil servis başvurusu olan bir ülkeden bahsediyoruz. Bu, sağlık sorunlarından kaynaklı, sağlığın kötü yönetiminden kaynaklı olarak bu şekilde ve sağlık kurumlarına başvurunun yılda kişi başına 10'a yükseldiği Türkiye'den bahsediyoruz, böyle bir yerde mesleki sorumluluk kurulu neyi çözecek? Şiddet, neoliberal politikaların, uygulanan sağlıkta dönüşüm politikalarının bir tezahürüdür; bu şekilde buradan yaklaşmak gerekiyor.

Birkaç şeyi de ekleyerek tamamlayacağım. Teklifte yer alan bu Mesleki Sorumluluk Kurulu idarenin ve siyasi otoritenin seçtiği üyelerden oluşuyor aynen Adli Tıp Kurumu gibi. Bakın, Adli Tıp Kurumunun ne kadar büyük hukuksuzluklara imza attığına hepimiz tanığız, sık sık Mecliste gündemleştiriyoruz, bu da öyle olacaktır. Mesleki Sorumluluk Kurulu âdeta ATK'leşecektir, kurulda meslek örgütü temsilcilerinin yer almaması ve meslek icrasına dair değerlendirmenin tümüyle Sağlık Bakanlığı yöneticileri eliyle yapılmasının malpraktis konulu soruşturmalarla ilgili sorun yaratacağını düşünüyoruz. Hatayı bireyselleştirip kalıcı çözüm bulunmasına engel olunacağını düşünüyoruz, o yüzden de bunun bir çözüm olmadığını düşünüyoruz.

Biz önleyici sağlığın önemine vurgu yapmak istiyoruz. Hastanın ve toplumun iyiliği için çalışan sağlık emekçilerinin sorunlarının bütünlüklü olarak çözülmesi gerektiğini, sağlıkta paralılaşmaya son verilmesi gerektiğini, hastayı müşteri, sağlık merkezleri kâr getiren ticarethaneler olarak görülmemeli diyoruz. TTB'nin, Türk Tabipler Birliğinin ve derneklerin değerlendirmelerine harfiyen uyulması gerektiğini savunuyoruz. Covid-19'u meslek hastalığı olarak iltisak aranmaksızın kabul edilmesi gerektiğini söylüyoruz ve 6331 bir sayılı Yasa'yı size hatırlatmak istiyoruz. Orada diyor ki: "İşverenler, iş güvenliğiyle ilgili her türlü önlemi almakla sorumludur." O zaman sağlıkta şiddetin ortadan kalkması için Hükûmetin, Sağlık Bakanlığının, idarenin dönüp kendisine bakması gerektiğini savunuyoruz.

Son olarak Cumhurbaşkanının hedef göstermelerden vazgeçmesi, "Giderlerse gitsinler." gibi sözlerden vazgeçmesi gerektiğini, sağlık çalışanlarına saygılı olması gerektiğini de hatırlatmak istiyoruz

Teşekkürler.