| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4364) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 13 .04.2022 |
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, kıymetli basın mensupları, değerli Baro Başkanlarımız ve tüm katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, Sayın Başkan, iki hususu dile getireyim. Bir, genel bir değerlendirme... Belli noktaların altını çizeceğiz ama bununla birlikte, tabii, İç Tüzük'ün ilgili hükümlerinin gösterdiği şekliyle burada Anayasa'ya aykırılık iddiaları biliyorsunuz, öncelikle değerlendirilmesi gereken hususlardır. Dolayısıyla orada da grubumuz adına Anayasa Profesörü Sayın Kaboğlu izahatta bulunacak. Ben kısa birkaç hususa dikkat çekip konuşmamı tamamlayacağım.
Şimdi, Sayın Başkan, temel bir sorun var, yani önce bunu dile getirmek istiyorum; bu da Anayasa'ya aykırılık iddiasını pekiştiren bir konuşmalar olacak.
Şimdi, bakın, Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama organı olarak Türkiye'deki kamu yararını gözeterek yani halkın faydasını gözeterek çeşitli düzenlemeler yapmakla yükümlüdür; yani buranın temel işlevi en başta yasama ve sonrasında denetim. Şu an Türkiye'de ciddi bir ekonomik kriz var, yoksulluk var, işsizlik var ve ekonomik verilere baktığımız zaman çok kötü -burası Adalet Komisyonu- ve Türkiye'de suç oranının çok yüksek olduğunu görüyoruz ve ciddi adaletsizlikler var, ayrımcılıklar var. Bu işlerle mücadele etmesi gereken, bu alanda düzeltme yapması gereken, çalışması gereken bir Komisyonuz biz. Burada ben şunu gözlüyorum, önceki hafta Meclisten geçen, gerek Anayasa Komisyonundan geçen Seçim Kanunu gerekse buradaki bugünkü düzenleme şunu gösteriyor: Ortada bir kamu yararı düşüncesiyle, yani halkın faydası düşüncesiyle getirilen bir düzenleme yok. Mevcut iktidarın AKP, MHP koalisyonu, ittifakının -ne derseniz deyin- ciddi bir oy kaybı var ve bu oy kaybını yasal düzenlemelerle nasıl telafi ederiz endişesi var, düşüncesi var; tamamen kişisel ikbal beklenen, kişisel ikbal hedeflenen, özel bir arzuya dayanan düzenlemeler var. Buradaki barolara ilişkin düzenleme de yine kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından olan baroların, kendi iç dinamikleriyle o meslek örgütüne mensup üyelerin talepleri doğrultusunda onların temsilcileri vasıtasıyla dile getirilen, arzulanan hedefler, istekler değil o meslek kolunun daha işlevsel, daha iyi çalışması yönünde arzulanan bir şey yok, burada da tamamen salt oraları ele geçirmeye yönelik düzenleme yapıldığını görüyoruz. Biz, bu konudaki itirazlarımızı daha önce baroların bölünmesine yönelik getirilen düzenlemede etraflıca söyledik ve orada, bakın, 3 konunun altını çizmiştik.
Birincisi, iktidarınızın, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının -bugün tartıştığımız belki barolar ama- hepsine yönelik müthiş bir baskısı ve bildiğiniz ele geçirme arzusu olduğunu görüyoruz. Türkiye'de muhalif olan, muhalif kimliği bilinen gazetecilerin ve basın mensuplarının ciddi baskılara, tehditlere, saldırılara maruz kaldığını görüyoruz. Bununla birlikte, yine bu saldırıların cezasız kaldığını, neredeyse hiçbirine doğru dürüst bir şey olmadığını, çok kısa sürede gözaltından çıktıklarını ya da tahliye olduklarını gözlüyoruz. Ne hikmetse de bu saldırılar hep benzer mahiyette; bir yerden çıkıyor gazeteci, başına sopayla vuran belli sayıda insanlar, ondan sonra yok oluyorlar. Aynı baskının başka bir unsurunun da muhalefete yönelik, muhalefette bulunan partilere yönelik olduğunu görüyoruz. Biz, bunu, gerek partimizin yetkili organlarında görev yapan ilçe başkanından il başkanına gerekse belediye başkanlarına kadar her alanda, her şeyde görüyoruz; diğer partilerde de bunun olduğunu gözlüyoruz. Bu üçünü hedefe koymuş şekilde bir siyasi anlayışla ilerlendiğini görüyoruz açıkçası.
Şimdi, bu düzenlemede, barolarla ilgili o daha önceki yapılan düzenlemenin, o bölünmenin esasında... Ki orada, demin söyledim, neredeyse tüm barolar birden buna karşıt ve eylem yaptılar, yürüyüş yaptılar. Herkesin gözü önünde, açık havada o baro başkanları gözaltına alındı yani bir yerde, böyle alan içerisinde tutuldular, normal yürüyüş hakları dahi engellendi ki tamamen onları ilgilendiren, onların görüşlerinin alınarak yapılması gereken düzenlemeydi; dinlenmedi ve o düzenleme yapıldı. Şimdi, bakıyoruz, o tarihten bugüne kadar geldiğimizde, Türkiye'de 81 il var; sadece 2 tanesinde 2 no.lu baro kurulmuş, ikincisinin de yeterli sayıyı güncel olarak sağlaması pek imkân dâhilînde görünmüyor ve yeterli sayının altında sadece bir tane düşüyor.
Şimdi, Sayın Özkan o kadar allayıp pullayıp ifade etti, efendim, işte, adalettir, haktır, nüfustur vesairedir lafı dolandırdı ama bakın, şöyle bir gerçeklik var: Ya, meslek örgütünü temsil eden yerler, burada avukat sayısını baz almadan yapılacak her düzenleme mutlak şekilde Anayasa'nın birçok hükmüne aynı anda aykırıdır zaten. Yani Ankara, İstanbul, İzmir barolarının üçte 2'ye varan bir çoğunlukla ödenek almasının sebebi elbette oradaki sayıyla ilgili bir durum. Yani bu şuna benziyor: İstanbul aynı zamanda Türkiye ekonomisinin merkezi konumunda bir yer; siz İstanbul'la ilgili, ya, sen burada bu kadar ticareti niye yapıyorsun, bu kadar işi niye yapıyorsun, sanayi niye bu kadar var, fabrikalar ya da buralar neden finans merkezi gibi, aleyhe bir düzenleme yapabilir misin? Bu, hayatın olağan akışına aykırı, mantık dışı bir izahat. Tamamen 2 no.lu baroları cazip hâle getirip yenilerini kurabilmeye ya da sürdürülebilir hâle getirmeye yönelik yapılan bir hamle; biz, bunu böyle görüyoruz.
Bir diğer husus -çok çarpıcı esasında- şimdi, avukatlar yargının üç temel ayağından biri; burada mutlak bir dengesizlik var yani kimse tutup da silahların eşitliği ilkesi var, avukatlar, hâkimler, savcılar vesaire bunlar benzer konumdadır, benzer haklara sahiptir gibi bir şeyin içerisinde bulunmasın. Hele hele son yıllarda ve sizin iktidarınızda avukatların başına gelmeyen kalmıyor. Bu kadar yaygın saldırıların olduğu, fiilî saldırılara uğradıkları, çok sayıda avukatın intihar ettiği, geçim sıkıntısı yaşadığı bir dönem içerisindeyiz ki adalete bu denli ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, adalet alanında çalışan insanların kendi yaşamına kıydığını, son verdiğini görüyoruz.
Şimdi, ben, açıkçası şuna hayret ediyorum... Yani sadece bizim partimizde değil -dünyanın her yerinde de öyle- bütün parlamentolarda olduğu gibi bizim Parlamentomuzda da hukukçu vekil sayısı, avukat vekil sayısı oldukça yüksek yani sizin partinizde de öyle. Dolayısıyla, şimdi, bazı görüntüler var, hakikaten içler acısı. Biz daha önce dile getirdik ama şöyle zerrece bir mesafe alındığını göremiyoruz, duymuyoruz. Ben daha önce bir Genel Kurul konuşmasında dile getirdim -bir sessizlik oluyor, kimse sesini çıkarmıyor- dedim ki ya, bir avukat düşünün, bu hâle getiriliyor. Sayın Başkan, bakın, yani ne kadar içler acısı bir durum. Bu avukat arkadaşımız bizim meslektaşımız, bakın, bu hâle getiriliyor. Ne bunun suçu? Avukat Sertuğ Sürenoğlu, Genel Başkanınız Recep Tayyip Erdoğan'ın 13 Nisan 2019 tarihinde, Demirören ve Kalyoncu ailelerinin çocukları için Çırağan Sarayı'na düğün törenine giderken yol trafiğe kapandığında "Ya, bir düğün için bu yapılır mı?" diye tepki gösteriyor. Bakın, ne oluyor, biliyor musunuz? Darbedilip bu hâle getiriliyor, ondan sonra gözaltına alınıyor, Cumhurbaşkanına hakaretten işlem yapılıyor ama kamera görüntüleri ortada, adamın hakaret etmediği çok net olduğu için ev hapsi... Ondan sonra, o dönemin Adalet Bakanı dahi kendisini arıyor geçmiş olsuna. Siyasi partiler, genel başkanları "Muhakkak bunun takipçisi olacağız." diyor. Ne oluyor Allah aşkına? Hiçbir şey. Bizim meslektaşımız yani herhangi birimiz de onun yerinde olabiliriz. Şu ana kadar bunu gerçekleştirenlere -ki burada darbın ötesinde yani alıp götürüp işkence yapıyorsunuz resmen- Hiçbir şey olmuyor. Dolayısıyla, şimdi, kimse böyle bir gerçeklik... Bu fotoğraf, bu dönemin özeti aslında. Bu gerçeklik ortadayken kimse avukatların hakkı, hukuku düzenleniyor, bu alanda biz iş yapıyoruz, bu nedenle adaletli dağıtım yapacağız, parasal eşitliği sağlayacağız falan kimse bunu söylemesin, hiç ikna edici bir tarafı yok bunun.
Özellikle stajyerler konusunda ki... Burada staj yapan, stajyer avukatlara yönelik düzenlemeye gelince yani bir gerçeklik var; hukuk eğitiminin kalitesi çok düştü, maalesef, çok kötü. Yargı kararlarında da bunu çoklukla böyle kötü örneklerle görüyoruz, bu hâkimlik, savcılık mesleği açısından da öyle. Avukatlık mesleğinde de yeterli olanaklar yok ve stajyerler staj yapacak yer bulamıyorlar, geçinemiyorlar, sigorta sorunu... Evet, bunun aşılması gerektiğini biz de yıllardan beri söylüyoruz; bu büyük bir problem, bunun düzeltilmesi lazım, düzenleme yapılması lazım ama şimdi, bakın, bugün hâkim ve savcılar staj yaparken stajyer kimliğiyle, bugünün parasıyla yaklaşık 9.500-10 bin lira civarında bir para alıyorlar. Yani stajyer hâkim önce eğitim alıyor, iki yıl süresince eğitim alıyor. E, burada, avukatlar açısından da -hani mümkünse bunun daha fazlası ama- en azından asgari ücret alabilecek bir düzenleme yapılması lazım. Bunu da baroların tek başına kendi aidatlarından karşılaması gibi bir durum söz konusu değil. Bugün kimse, hiçbir meslektaşımız bir stajyer avukata, kendi yaşamını idare ettirecek kadar bir maaş verip de yanında çalıştırmak istemiyor çünkü kendisi de geçim sıkıntısı içerisinde yani bu çok kolay bir şey değil. Çok çok düşük ücretlere çalışan avukatlar varken stajyere kimse bu imkânı sağlamak istemiyor. Dolayısıyla, burada stajyer avukatların eğitim alanının genişletilmesi, bununla birlikte de staj yaptıkları bir yıllık süre içerisinde, bir şekilde hem sigortası hem de asgari bir ücrete sahip olabilmesi açısından bir düzenleme yapılması lazım yani bu konuda Komisyonu ben göreve davet ediyorum. Çeşitli teklifler daha önce arkadaşlarımız verdi, birleştirme talepli gelenler var, bugün de hazırladığımız önergeler var, bunları da vereceğiz yine bizatihi bu alanla ilgili. Bunlar tartışılabilir, geliştirilebilir ama mantığı böyle koymak lazım yani bu alanda tartışmak lazım.
Son olarak şunu söyleyeyim -bunda da bir değişiklik olduğunu görmüyorum- ne zaman burada bir yasal değişiklik söz konusu olsa, bir teklif gelse istisnasız bütün baro başkanları "Bizim görüşümüz alınmadı." diyor. Barolar Birliği de aynı kanaatte ve bu yönde açıklamaları oluyor. Bu, bu kadar zor değil yani bu yapılabilir bir şey, bunun karşılanması lazım. Belki toplantı başlamadan evvel ilgili kurumların bilgisi, görüşü, önerileri alınmış olsa daha derli toplu bir teklif gelir diye düşünüyorum. Dediğim gibi, Anayasa'ya aykırılık açısından -benim bu dile getirdiklerimin de bir kısmı zaten Anayasa'ya aykırılık içeriyor ama- Sayın Kaboğlu Hocamızın da bu konuda partimiz adına görüşlerimizi ifade edeceğini, o nedenle de öncelik tanınmasını talep ediyorum çünkü biliyorsunuz İç Tüzük gereği öncelikle değerlendirilmesi lazım diyorum.
Teşekkür ederim.