KOMİSYON KONUŞMASI

ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sizi ve tüm katılımcı arkadaşları, hazırunu saygıyla selamlıyorum.

2'si yürürlük maddesi olan 12 maddelik bu kanun teklifinin 5 kanunda değişiklik önerdiğini görüyoruz, Belediye Gelirleri Kanunu, Serbest Bölgeler Kanunu, Türkiye İhracatçılar Meclisi Kanunu, Türk Ticaret Kanunu ve Helal Akreditasyon Kanunu gibi kanunlarda değişiklik öneriyor yani 12 maddenin içerisinde 5 tane kanunda değişikle ilgili bir süreç var ve birçok maddeye ya da öneriye baktığımız zaman, daha önce burada tartıştığımız, üzerinde kanunlar yaptığımız, düzenlemeler yaptığımız kanunları da içeriyor. Bu da bir bütün olarak esasında iktidarın kanun yapma yöntemine yönelik eleştirilerimizi burada da tekrar etmemizi gerektiriyor çünkü, esasında, kanunlar, ilgilileri tarafından, kamuoyu tarafından geniş tartışmalar yapılarak, temel kanun olarak çıkarılmalı. Özellikte ticaret hayatımızı ilgilendiren bu tür kanunlar -bütün hassasiyetler- işverenler, işçiler, emekçiler, bir taraftan bu işin muhatabı olan kurum ve kuruluşlarla bir bütün olarak yapılarak çıkarılmalı ki sürekli üzerinde böyle oynamalar olmasın. Ancak maalesef ki 27'nci Dönemde, milletvekilliğimiz süresi içerisinde hep şunu gördük: Bir kişinin, bir işletmenin ya da bir firmanın talepleri doğrultusunda kanunlar çıkardık biz burada ya da çıkarıldı, biz bunları tartıştık burada. Bütün bunların yöntem olarak doğru olmadığını ve esasında, kalıcı birtakım sorunlara çözüm olacak öneriler çıkmadığını da ifade etmek isterim. Genel olarak, burada, baktığımız zaman, bu kanun teklifi de palyatif olarak şu anda yaşanan ya da ihtiyaç duyulan çeşitli konulardaki düzenlemeleri içeriyor. Bu anlamıyla, teknik birtakım şeyler olduğu için maddelere ilişkin önerilerimiz ya da sorularımız, anlamak istediklerimiz var. Onlarda ikna olmazsak değişiklik önergelerimizi de vereceğiz çünkü birtakım hususlar çok belirgin değil bizim açımızdan. Niye isteniyor, neden yapılıyor, bunları da öğrenmek istiyoruz.

Tabii, Sayın Başkan konuşmasında Türkiye'de ihracatımızın rekor kırdığını anlattı, güzel. Tabii, bunun yanında bir de ithalatımız var. İthalatımız da ihracatımızdan daha fazla rekor kırıyor. Ticaret Bakanlığı verilerine baktığımız zaman, Nisan 2022'de ihracat yıllık yüzde 24,6 artmış ama ithalat da yüzde 34,9 artmış. Ocak-Nisan 2022 yani o dört aylık verilere baktığınız zaman da bir önceki yıla göre ihracat yüzde 21 artarken ithalat da yüzde 40 artmış. Böyle bir durum da söz konusu ve yine arkadaşlar da bahsetti, bu ihracat esnasında -hani, bu kadar övünüyoruz filan ama- bir taraftan da şöyle bir şey var: Ya, bunların vatandaşa yansıması niye yok? Şimdi "Ekonomi güçleniyor, refah artıyor." filan gibi söylemler var, bunlar anlatılıyor ama vatandaş bunlardan hiçbir şekilde olumlu etkilenmiyor yani bunun vatandaşa yansıması yok. Öyleyse ya bu rakamlarda bir tuhaflık var ya da bütün bu gelir, esasında muhalefetin, bir bütün olarak hepimizin iddia ettiği gibi belli çevreler tarafından toparlanıyor yani bu gelir belli gruplara gidiyor yani adil bir paylaşımın vatandaşa yansıması, onun vatandaşın refahına yansıması söz konusu değil; belli bir çerçeve içerisinde, belli gruplar bu gelirlerden nemalanıyorlar ve bütünüyle bunlar arasında dağıtılıyor.

Şimdi, burada, örneğin TÜİK açıklamış; ya, komik bir şey söylemiş, diyor ki, bak: "Enflasyon oranı yüzde 69,97." Hani, etiketlere bakarsınız ya, 9 lira 99 kuruştur malın fiyatı, 10 lira değildir örneğin yani böyle dengeler onu satıcı psikolojik olsun diye, burada da böyle bir şey var yani enflasyon 69,97; oh, ne güzel, 70 değil (!) Ama çarşıya, pazara indiğiniz zaman bu enflasyonun yüzde 100'ün, yüzde 150'nin çok üzerinde olduğunu görüyoruz. Tabii, bu meseleyi vatandaşa anlatmaya gerek yok, yani şöyle bir şey var: Örneğin biz -tabii kimseye, burada milletvekili arkadaşlara bir şey söylemek istemem ama- pazara çarşıya fotoğraf çektirmek için giden siyasetçiler değiliz. Biz, hakikaten o pazarlarda, çarşıda alışveriş yapıyoruz ve bizim partimizin birçok yöneticisi de pazarcıdır, böyle bir şey de var. Bakarsınız, pazarda sebze meyve satar, gelirsiniz o bizim ilçe yöneticimizdir falan, böyle bir durum da var. Dolayısıyla biz bu işin içinde yaşıyoruz yani böyle sadece pazara gidip elimize bir file alıp "A, bu fileyi şöyle doldurduk." deyip bir video bir fotoğraf çektirerek yaşamıyoruz bunu yani bizzat bunu içerisinde görüyoruz. Dolayısıyla bu enflasyon rakamlarının böyle olmadığını en iyi vatandaş biliyor ve dolayısıyla biz biliyoruz. Ki enflasyondaki en büyük sıkıntı da bu gıda enflasyonunda. Hakikaten yurttaşın, vatandaşın temel tüketim maddeleri içerisindeki enflasyon oranı çok daha yüksek. Dolayısıyla bu kadar ihracatımız artarken, refah bu kadar yükselirken bu, vatandaşa niye yansımıyor? Bunu herhâlde öncelikle iktidarın kendisine sorması gerekiyor, tabii ki ihracatçılarımızın da bu konuyla ilgili işverenlerimizin de kendilerine sorması gerekiyor.

Şimdi, tabii, ihracatta esas olan, kazandıran, faydası olan ihtisaslaşmış ürünler olması gerekiyor yani dünyada bu böyledir. Ülkeler ihtisaslaşmış ürünler yoluyla büyük katkı sağlarlar kendisine, ülkesine, vatanına; bu şekilde olurlar ama biz de işte -arkadaşlar da söyledi- ham madde ihracatı ve ucuz iş gücünden kaynaklı olarak elde edilen bir ihracat söz konusu. Şimdi, bunların bu ülkenin gelişimine yani ülkemizin gelişimine hiçbir şekilde faydası olmadığı gibi tam tersine götürüsü olur. Ucuz iş gücünden işte demin anlattığım tablo ortaya çıkar. Yani siz ihracatımızı artırırsınız, milyar dolarlar kazanırsınız ama vatandaş o sizin baskıladığınız, o sersefil ücretlerle ve fiyatlarla zorluk içerisinde yaşamını sürdürmeye çalışır. Diğer taraftan da ham madde büyük oranda... Maden sektörü içerisindeki ham maddelerden bahsediyoruz. Bir taraftan da bu ham maddeleri satmak için, ihraç etmek için dağınızı, taşınızı, ormanımızı, suyunuzu köylünün, insanların bu yaşam alanlarını da tahrip edersiniz. Yani gelinen sonuçta, bu ihracat, bizim açımızdan, rakamsal olarak övünecek bir yerde duruyor olsa bile muhteviyatına baktığınız zaman, içeriğini incelediğiniz zaman aslında hiç de övünülecek bir rakam ya da övünülecek bir sonuç değildir. Bunun bu gözle ele alınması gerekir.

Tabii, buradan gündemdeki bir tartışma konusunu bizimle bağlantısını da ele alarak ifade etmek istiyorum. Ucuz iş gücünden bahsettik ve şu anda Türkiye'de en çok tartışılan konu da göçmenler meselesi, sığınmacılar meselesi. Şimdi, bu ucuz işgücü meselesinde sığınmacıların yeri ve dolayısıyla da bizim karşı karşıya kaldığımız durum nedir? Şimdi, çok yakın bir zamanda İçişleri Bakanınız diyor ki: "Suriyeliler gidince önce iş adamları isyan edecek." ve devam ediyor "Fabrikalarda Suriyeli çalıştır, sömür, sigortasını yaptırma, sonra ayak ayak üstüne at 'Ne olacak bu Suriyelinin hâli' de. 1 milyon insan gidecek, kim isyan edecek biliyor musunuz? O iş sahipleri." Şimdi bunu İçişleri Bakanınız söylüyor. Kime söylüyor bunu? Herhâlde size söylüyor yani hem iktidara söylüyor hem de buradaki ihracatçılara, sektördeki firmalara söylüyor; herhalde bana söylemiyor bunu ya da pazarcılara söylemiyor bunu.

Şimdi, diğer taraftan, Genel Başkanınız Sayın Erdoğan 1 milyon Suriyelinin geri gönderilmesi için hazırlık yaptıklarını ifade ediyor. Arkasından MÜSİAD buna itiraz ediyor, MÜSİAD bunun doğru olmadığını söylüyor. Kendisi MÜSİAD'ın bir toplantısına katılıyor ve burada, bu sefer bu söylemin tam tersini söylüyor "Asla göndermeyeceğiz." falan diye. Şimdi, meseleye şuradan, yanlış yerden bakılıyor ve yine Yasin Aktay da şöyle diyor: "Suriyeliler giderse bu ülkenin ekonomisi çöker." Çünkü çok açık yazıyor burada, haberlerde, buradan okuyorum.

Şimdi bütün bunlara baktığınız zaman, esasında, bu sığınmacılar meselesi ülkedeki kapitalistler tarafından sömürü ve kölelik düzeni hâline dönüştürülmüş durumdadır. Şimdi, burada Suriyeliler hedef hâline getiriliyor, sığınmacılar hedef hâline getiriliyor, bunlar üzerinden milliyetçilik dalgaları, ötekileştirme dalgaları yükseltiliyor, belli bir seçmen kitlesi konsolide edilmeye çalışılıyor, diğer taraftan da bu insanlar sömürülüyor, emekleri sömürülüyor. Şimdi, biz dolaşıyoruz, fabrikaları dolaşıyoruz, atölyeleri dolaşıyoruz, orada 10 yaşındaki, 12 yaşındaki insanların, gençlerin, çocukların o atölyelerin başlarında ne hâlde çalıştıklarını, nasıl yaşam koşulları içerisinde bulunduklarını görüyoruz. Dolayısıyla bu politika, bu sığınmacı politikası iktidar tarafından çok etik olmayan şekilde ve yine sanayiciler tarafından da sömürülen bir vaziyette kullanılmaktadır. Bu politika tümden yanlıştır. Dolayısıyla bizim Komisyonumuzu ve bu konuyu ilgilendiren kısmı açısından bunlara değiniyorum, tabii ki olayın başka başka tarafları da var, güvenlik konsepti çerçevesinde, siyasi hedefler çerçevesinde, ekonomik hedefler çerçevesinde, Avrupa'yı tehdit unsuru olarak elde tutma çerçevesinde birçok amacı var ama -bunları değil yani- konumuz açısından ya da bu Komisyonun özgünlüğü açısından bütün bunlara değinmek isterim.

Şimdi, bu anlamıyla, bizim ihracatımızı, bu övündüğünüz rakamları işte bu sığınmacıların emekleri üzerinden bir sömürü aracılığıyla da meydana getirdiğimizi bilmemiz gerekiyor. O nedenle, televizyonların, ekranların karşısına çıkarak o insanları hedef hâline getirmek yerine, işte iş insanları bunlara niye karşı çıkıyor, bu insanların gönderilmesine niye karşı çıkıyor ya da gönderilmeyecekse -biz illa gönderilsin politikası içerisindeki bir parti değiliz- bu insanların insanca yaşama olanaklarının sağlanması gerekiyor. Bu insanların, sonuçta, fabrikalarda ve atölyelerde bir sömürü aygıtı hâline dönüştürülmesini ve bu yolla elde edilen ihracat rakamlarını da ahlaki bulmadığımızı ifade etmek isterim.

Teşekkür ederim.