KOMİSYON KONUŞMASI

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Sayın Genel Müdür, değerli Yönetim Kurulu üyeleri, Sayıştayın temsilcileri ve milletvekili arkadaşlarım; EÜAŞ'ın denetim toplantısındayız. Hepiniz hoş geldiniz.

Benim birkaç sorum var. Şimdi, birinci sorum şu: 2020 Yılı Sayıştay Raporu'nda "EÜAŞ'ın 2020 yılı üretim (ticari) maliyeti 18,02 kuruş/kilovatsaat." diyor. Bunu, Akkuyu Nükleer Santrali ile şu anda mülga olan TETAŞ arasında yapılan anlaşmadaki rakamlarla kıyasladık. Yaptığımız kıyaslama neticesinde ortaya çıkan tablo şu: EÜAŞ'ın 2020 yılı üretim (ticari) maliyeti 18,02 kuruş/kilovatsaat; Akkuyu Nükleer Santrali'ndeki uluslararası anlaşmaya göre on beş yıl boyunca garanti edilen elektrik ödemesi 12,35 sent/kilovatsaat yani 196,85 kuruş/kilovatsaat; aradaki fark 10,92 kat yani yüzde 992 daha pahalı bir maliyetle ödeme garanti edilmiş.

Diğer taraftan, sözleşmenin gözlerden kaçan bir maddesi var. Bu maddede diyor ki: ESA'nın ayrılmaz bir parçası olarak TETAŞ ve proje şirketi arasında mutabakata varılan tarife kademelerinde, elektrik fiyatındaki yıllık değişime göre bir fiyat üst tavanı belirlenmiş; o da 15,33 sent/kilovatsaat. Yani bu 12,35 sentle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda, bir üst tavan limiti olarak 15,33'e kadar da artabiliyor. Bu durumda EÜAŞ'ın ticari maliyeti 18,02 kuruş/kilovatsaat, üst limitte on beş yıl boyunca proje şirketine ödenmesi taahhüt edilen enerji maliyeti 15,33 sent/kilovatsaat yani 244,36 kuruş/kilovatsaat; aradaki fark 13,56 kat yani yüzde 1.156 kat daha pahalı bir maliyeti var.

Şimdi, burada şunu sormak istiyorum: 2022 yılı itibarıyla EÜAŞ'ın ticari maliyeti nedir, ne kadardır? Buradan hareketle de bu nükleer santralle ilgili aradaki maliyet farkını, enerji maliyeti farkını hesaplamış olacağız. Kaldı ki zaten dolar üzerinden bir alım garantisi verildiği için dolar yükseldikçe maalesef maliyeti, Türkiye hazinesine faturası da ağır olacak. Neden? Çünkü biz Merkez Bankasında dolar basmıyoruz, TL basıyoruz ve TL bastıkça TL'nin değeri de düşeceği için bunun da ayrıca bir maliyeti olacak.

Diğer bir konu, aslında Türkiye'de konuşulan bir konu. Şöyle ki; bu yapılan Nükleer Güç Santrali Anlaşması'ndaki bir madde diyor ki: "Rus yetkili kuruluşlarının proje şirketindeki toplam payları -yani nükleer güç santraline sahip olan proje şirketindeki toplam payları- hiçbir zaman yüzde 51'den az olamaz." Rusya, Rosatom her hâlükârda Türkiye sınırları içinde yapılmış bu nükleer santralin aslında sahibi olacak yani en az sahip olma oranı yüzde 51; böyle bir durum var. Şimdi, bu madde aslında Türkiye'de şöyle anlaşıldı: Zannediliyor ki nükleer santralin yüzde 51'i Rusya'ya ait, yüzde 49'u da Türkiye'ye ait; hâlbuki gerçek durum bu değil. Türkiye'nin şu anda Akkuyu Nükleer Santrali'ndeki payı nedir, sahip olma payı nedir? Ben bunu soruyorum. Yani yüzde 7 mi sahip olma payı? Yüzde sıfır, evet, şu anda yüzde sıfır Türkiye'nin payı, dolayısıyla bunu da burada ifade etmiş olalım. Türkiye sınırları içinde gerçekleştirilen nükleer güç santrali yapımı işi, bu santrale sahip olma oranı yüzde 100 olarak şu anda Rusya'ya ait ve alım garantisini de Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak biz, on beş yıl boyunca 12,35 sent/kilovatsaat olarak vermiş durumdayız. Bu konuda EÜAŞ'ın -tabii, TETAŞ mülga oldu, EÜAŞ bünyesine katıldı- Türkiye Cumhuriyeti devletinin buradaki paylarını artırmakla ilgili bir girişimi var mı? Nükleer santral üzerinde Türkiye'nin sahipliğini hangi oranda artırmayı planlıyorsunuz? Şunu sormak istiyorum: Nükleer santralde yüzde 40 hisse sahibi olmak ile yüzde 10 oranında sahip olmak arasında ne gibi bir fark var? Yani kendi verdiğimiz elektrik alım garantisinin, eğer buradaki sahiplik oranını artırırsak bize bir geri dönüşü mü olacak; bunu sormak istiyorum.

Diğer bir konu; EÜAŞ, tabii, KİT Komisyonu açısından şu bakımdan çok önemli: Nükleer santral konusuyla doğrudan veya dolaylı ilgili olan bir kurum olduğu için nükleer santrallerle ilgili konuyu da tabii burada konuşmamız gerekli.

Burada, bahsettiğiniz "small nükleer santraller" yani daha küçük, daha farklı bir tabiri vardı...

EÜAŞ GENEL MÜDÜRÜ İZZET ALAGÖZ - SMR.

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Evet, evet, öyle diyelim.

Bu santrallerle ilgili biraz bilgi vermenizi isteyeceğim yani bunların kapasitesi nedir, yapım maliyeti nedir, yapım hızı nedir, bu santrallerin üretimiyle ilgili dışa bağımlılık nedir; yine, bu nükleer santraller de deniz kenarında kurulmak zorunda mı, kurulmaları için koşullar nedir; bunlar da yine Türkiye'deki bizim bildiğimiz büyük hidroelektrik santraller gibi, akarsuların üzerine kurulan HES'ler gibi çok tartışmaya açık konular mı, güvenlik tedbirleri nasıl alınıyor; bunları sormak istiyorum.

Yine nükleer santrallerle ilgili... Burada daha çok uranyum yakıtlı nükleer santraller var veya nükleer silaha dönüşebilecek proseslerin arasında çıkan bazı ara ürünler var, radyoaktif veya Uranyum-235 gibi çeşitli izotopları var. Bunlara alternatif olarak toryum alternatif yakıtlı nükleer santralle ilgili bir AR-GE çalışması var mı ya da EÜAŞ olarak siz yapıyor musunuz veya yine bu konularla ilgili kurumlar yapıyor mu, onlara destek verdiğiniz, sizden destek istedikleri noktalar var mı? Dünyada toryum yakıtlı, alternatif yakıtlı nükleer santral konusu da aslında henüz tamamlanmış bir teknoloji değil ama bu konuda yine ön sıralarda Türkiye yer alabilir çünkü toryum yakıtlı nükleer santralde bu yakıtın elde edilmesi ve kullanılması aşamalarında, ara aşamalarda nükleer silaha dönüşebilecek çeşitli elementlerin izotopları çıkmıyor, dolayısıyla da bu bakımdan önemli; aynı zamanda da yine proton hızlandırıcısı kullanıldığı için, yani burada proton hızlandırıcısında fırlatılan sıvılaştırılmış hidrojen atomunun ağır metal çekirdeğine çarptırılıp daha sonra toryumla reaksiyona sokulması gibi bir süreç olduğu için, burada herhangi bir aksilik ve kaza durumunda eğer durdurulmak istenirse bu yarılanma sürelerinden de kurtulmak mümkün, dolayısıyla sadece bu proton hızlandırıcısını durdurmak bütün bu işleyişi de en başında durdurmak anlamına geliyor; böyle de bir güvenli yanı var. Diğer taraftan, Çernobil'deki ve Fukuşima'daki nükleer santral kazalarının ve felaketlerinin arkasından hâlâ daha atomaltı parçacıklardaki reaksiyonun devam ettiğini biliyoruz yani durdursanız da durmuyor, kendisi devam ediyor ve devam eden süreçte açığa çıkan güç o kadar yüksek ki bir atom bombasının gücüyle kıyasladığımız zaman atomaltı parçacıkların üretebileceği enerji ve yaratabileceği felaketin bir kaza anında en başından durdurulabilmesinin ne kadar kritik olduğunu, sadece Türkiye için değil gezegenimiz için de çok kıymetli olduğunu ifade etmiş olalım.

Şimdi, buradan hareketle, şöyle kritik bir durum var: Eğer bugüne kadar Türkiye'de veya bizim sınırımızda bir nükleer santral olmasaydı, Ermenistan'a ait olan, Türkiye'ye dönük, âdeta mermisi ağzına sürülmüş, namlunun ucuna sürülmüş ve Türkiye'ye çevrilmiş bir silah gibi çalışan, Çernobil teknolojisiyle üretilmiş olan Metzamor Nükleer Santrali olmasaydı veya Karadeniz'in bir tarafında potansiyel savaş bölgelerinde bulunan, Ukrayna'da bulunan -dışı hasar almış olsa da- çeşitli nükleer santraller bulunmasaydı şimdi söylediğim konuyu konuşmuyor olacaktık ama acil ve çok kritik bir konu; bu da iyot tableti konusu. Yani bir nükleer kaza olduğunda, kaza olduğu anda, henüz daha radyasyon yayılmadan, altı saat önce, nükleer kazanın gerçekleştiği belirli bir çaptaki alanda iyot tableti dağıtılması gerekiyor çünkü tiroit bezlerinin bulunduğu kısımda iyot tabletinin iyot doluluk sınırını bir an önce kaplaması gerekiyor ki oraya radyoaktif maddeler yerleşmesin yani özeti bu. Altı saat geçtikten sonra yani radyasyon ulaştıktan sonra iyot tableti dağıtmanınsa hiçbir kıymeti yok çünkü bu sefer de oraya radyoaktif maddeler yerleşmiş oluyor, iyot o alanı dolduramamış oluyor, etkisizleşiyor. Bu bakımdan, Ermenistan-Türkiye sınırında yani Erivan'dan daha çok Iğdır'a yakın olan bu Metzamor Nükleer Güç Santrali'nde olası bir sızıntı, bir patlama, bir felaket veya Akkuyu Nükleer Santrali'nde buna benzer bir durum gerçekleşirse Türkiye'de çok hızlı bir şekilde bu iyot tabletlerinin önce bu bölgede yaşlılar, kadınlar, çocuklar, hastalardan başlamak üzere tüm vatandaşlara dağıtılması gerekiyor. Bu bakımdan da buraya yetecek kadar iyot tabletinin stoklanması gerekli. Ben soru önergeleriyle Sağlık Bakanlığından -bir felaket olmadan önce tedbir almak bakımından ve aslında çırpınarak- yanıt almak için büyük bir mücadele verdim ve gelen yanıtın özeti şudur: "Türkiye'de stoklanan 500 bin iyot tableti var." 500 bin. Bunların da, bu iyot tabletlerinin de son kullanma tarihlerini sordum. O son kullanma tarihleri de -bakın, burada gelen resmî yanıt- Kasım 2021. Yani ben soruyu sordum, yanıtın da geldiği anda zaten bu iyot tabletlerinin kullanım tarihleri de bitti. Oysaki yaptığım bir araştırmayla Almanya'daki iyot tableti stoku bilgisini de temin ettim. Almanya'nın 2020 yılı nüfusu 83 milyon 200 bin yani yaklaşık olarak Türkiye'yle aynı ve iyot tableti stoku 189,5 milyon yani Almanya'daki iyot tableti stokunun nüfusu karşılama oranı yüzde 227. Türkiye'de...

BAŞKAN MUSTAFA SAVAŞ - Almanya'da kaç tane nükleer santral var Sayın Yavuzyılmaz?

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Yani çevresinde var ama işte bölgesel olarak bir kesişme alanı yaratıyorlar, ona uygun olarak bir proses. Ama şöyle tabii: Yani Çernobil'in özellikle Karadeniz'e olan etkisi hesap edildiğinde, düşünün, yüzlerce kilometreyi aşıp rüzgar durumuna bağlı olarak çok hızlı yayılan ve doğrudan kanser, felç gibi insanların hayati fonksiyonlarını ortadan kaldıran bir özelliğe sahip.

Türkiye'nin 2020 yılı -yani kıyaslamak bakımından 2020 yılını veriyorum- nüfusu 83 milyon 154 bin yani Almanya'yla neredeyse aynı. Türkiye'deki iyot tableti stokunun nüfusu karşılama oranı binde 6 yani yüzde 0,6. Dolayısıyla, burada, bizim zaten Almanya'dan daha ileride olmayı hedefliyor olmamız gerekli. Yani doğumuzda Metzamor Nükleer Güç Santrali var; yine, batı-güney hattında Akkuyu Nükleer Güç Santrali var; kuzey hattında da...

BAŞKAN MUSTAFA SAVAŞ - Bulgaristan'da var.

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Evet, Bulgaristan'da. Batıda Bulgaristan, kuzeyde de Ukrayna ve Rusya'da nükleer güç santralleri var yani bunun tedbirini almak için illa başımıza ikinci bir, Çernobil gibi bir felaketin gelmemesi gerekli. Yani, bu konuyla ilgili, ben burada, Enerji Bakanlığı yetkililerine, varsa Türkiye Varlık Fonu, EÜAŞ, hepsinin temsilcilerine iletmiş olayım. Bu konu önemli.

BAŞKAN MUSTAFA SAVAŞ - Tamamlayalım Sayın Vekilim.

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Süreyi ben de görüyorum, ona göre zaten bilerek söz almamıştım. Onu tamamlamaya çalışıyorum şu anda.

BAŞKAN MUSTAFA SAVAŞ - Süreniz geçti ama... Diğer önergede... Tamam.

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Evet, işte, bulguda bilerek söz almadım ki burada tam tek seferde tamamlayalım diye.

METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - Tamer ağabeyin sözü...

BAŞKAN MUSTAFA SAVAŞ - Tamer Bey veriyor.

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Öyle mi? Teşekkür ediyorum Vekilim.

BAŞKAN MUSTAFA SAVAŞ - Bir dakika veriyormuş ama. Yalnız "Bir dakika veriyorum." diyor Tamer Bey.

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Yani, bugün hep bir Adana havası esiyor toplantıda.

BAŞKAN MUSTAFA SAVAŞ - Peki, tamamlayalım.

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Evet.

Şimdi, diğer bir konu da şu: Burada aslında bu nükleer güç santraline sahip olmak, Rusya'nın yüzde 100'üne sahip olması, bunun yarattığı bazı sıkıntılar var. Sıkıntı şu: Doğu Akdeniz sıcak çatışma bölgesi. Türkiye'nin Mısır'la zaman zaman problemleri var, İsrail'le problemleri var, Yunanistan'la problemleri var yani Doğu Akdeniz'i ilgilendiren hatta -Güney Kıbrıs Rum kesimi de dâhil- bazı problemler var. Yine, aynı şekilde, kuzeyde Karadeniz'de de Ukrayna-Rusya'dan kaynaklı bir sıcak çatışma alanı var; Karadeniz'de mayınlar var, bu mayınları bulmaya, bertaraf etmeye çalışıyoruz ülke olarak.

Şimdi, sıkıntılardan bir tanesi şu: Biz bu enerji konusunda Rusya'ya çok fazla bağımlı olduğumuz anda, bakın, iş hangi boyuta geliyor. Şimdi, bu elimde görmüş olduğunuz belge, Rosatom'un yani Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin resmî internet sitesinden aldığım bir belge, Rosatom'un yayınladığı bir belge. Rosatom, Rusya'ya ait olan nükleer enerji şirketi, devlete ait bir şirket; bir ihale yapmış, ihalenin de konusu Akkuyu için uçak ve terör saldırısı senaryosunu ihaleye çıkarması. Bunu Rusya devlet şirketi yapıyor, Türkiye sınırları içinde bulunan bir nükleer santrale uçak ve terör saldırısı yapılmasını ihaleye çıkarıyor; konu 400 ton ağırlığında bir uçağın 150-200 metre hızla terör saldırısı olarak reaktörlere çarpması ya da 90 tondan daha ağır sivil bir uçağın kaza yaparak düşmesi ve 150-200 metre hızla bir uçağın reaktöre düşme olasılığı üzerinde çalışma yapılması.

Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, böyle bir ihalenin, böyle bir çalışmanın tamamen merkezinde olup yani bir devlet sırrı olarak aynı zamanda tutması gerekir; bunu bilmesi gerekir, bütün inşai işleri yapılırken bu konuyla ilgili bir çalışma yapması gerekir. Ama bildiğimiz kadarıyla da Türkiye'nin şu anda Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin olduğu bölgeyi koruyabilecek bir hava savunma sistemi de yok; böyle bir durum. Yani, o kadar riskli ki, bir uçağın, bir savaş uçağının Ege'deki, Akdeniz'deki uluslararası hava sahasından, oradaki seyir hâli de, bir tatbikat esnası da dâhil olmak üzere bir anda uluslararası hava sahasından çıkıp nükleer santrale yönelmesi ile bizim Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir uçağın kalkıp onu vurması, indirmesi, o tehlikeyi fark etmesi arasındaki süre saniyeler ve burada bir hava savunma sistemi yok; S-400'ler çalıştırılamıyor, tamamen kilitlenmiş vaziyette ve Rusya'ya ait bir nükleer santralde bu tip kozmik bilgileri -santralin neresi zayıf, neresinin bu tip saldırılara karşı güçlendirilmesi gerekiyor, bunu- bilmeyen veya bu sürecin tam merkezinde olmayan bir durumda Türkiye Cumhuriyeti devleti, devletimiz. Bu bir zafiyet, o nedenle bu konuyla ilgili olarak da mutlaka buradan ben tüm yetkilileri uyarıyorum, bu konular çok ciddi konular ve mutlaka değerlendirilmesi gerek.

Son cümle olarak söylüyorum, aslında, en önemli konulardan bir tanesi, o da Sayın Genel Müdürün açıkladığı... Bence bu da çok kritik yani kozmik konulardan bir tanesi; benim gururla dinlediğim, detaylarını almak için de zaman zaman EÜAŞ'tan bilgi talep ettiğim bir konu. O konu da Keban HES'te yapılan, devreye alınan jeneratörle ilgili. Şimdi, jeneratör denildiği zaman -toparlıyorum- bildiğimiz bir bina jeneratörü akla geliyor aslında; o da aslında yedek enerji üreten, elektrik üreten büyük bir sistem jeneratörü ama burada 9,2 metrelik, âdeta bir gökdelen uzunluğunda bir jeneratörden bahsediyoruz yani jeneratörün kendisi bu ve içinde devasa bir manyetik alan var: Yani şöyle ifade edeyim: Hani, Nikola Tesla'yı düşünelim, onun hep bir fotoğrafı vardır, büyük bir kürenin etrafındadır, içinden elektromanyetik dalgalar çıkar, işte bunun 9,2 metre çapında bir bütününü düşünelim. Bu, devrim niteliğinde bir teknolojik adımdır. Ben EÜAŞ'ı tebrik ediyorum; bu konuda hem Sayın Genel Müdürü, Yönetim Kurulu üyelerini ve bu prosesin, bu AR-GE'nin üretilmesinde görev alan mühendis, teknik kadro ve minicik bir emeği dahi olan herkesi tebrik ediyorum. Bu, aynı zamanda bu denetimi gerçekleştiren -kendimizi de eleştiriyoruz zaman zaman KİT Komisyonu olarak- KİT Komisyonun da gururlanacağı ve mutlaka emeğinin olduğu bir AR-GE teknoloji üretimi olmuştur. Bunu birçok kazayı araştıran birisi olarak söylüyorum; düşen Isparta uçağını, nükleer fizikçilerimizin hayatını kaybettiği kazayı araştıran bir milletvekiliyim; Muhsin Yazıcıoğlu'nun düşen helikopteriyle ilgili soru işaretleri ve karanlık konusunda araştırmalar yapan biriyim yani buna benzer bir şey yaşanmadan bu teknolojiyi üreten EÜAŞ'ı tebrik ediyorum. Lütfen, bunu üreten mühendislerinize siz de sahip çıkın; biz, hepimiz sahip çıkalım.

Emeği geçen herkese tekrar teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.