KOMİSYON KONUŞMASI

MEVLÜT KARAKAYA (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Yani, ben, öncelikle Sayın Sarıbal'a teşekkür ediyorum; hakikaten, Türkiye'deki hayvancılıkla ilgili ana sorunları çok güzel ifade etti.

İşin doğrusu ben de bu yerli ırklarla ilgili olarak TİGEM'in yaklaşımını garipsedim. Sayıştay denetçilerimiz sürekli olarak özellikle bu konuya çok ciddi bir şekilde dikkat çekiyorlar. Toplam popülasyon içerisinde yerli ırk günden güne de azalıyor. Elbette, ekonomik anlamda konuya bakacak olursak, burada, mevcut şartlarda mukayeseli olarak baktığımızda kültür ırklarının tercih edileceği ya da edildiği bir gerçektir. Ancak, burada hastalıklardan bahsediyoruz, birçok konudan, verimden bahsediyoruz; yerli ırklar bizim kendi doğamıza, kendi sahamıza, kendi suyumuza alışık, hastalıklara alışık ırklar. Dolayısıyla buradaki mesele yerli ırkların ticarette kullanılması değil, esas itibarıyla TİGEM ticari bir kuruluş da değil. TİGEM'in kendisine -Sayın Genel Müdür, sizin de başta ifade ettiğiniz gibi- ana statüde yüklenmiş olan belli işlev ve görevler var, onlardan biri de bu damızlıkların yetiştirilmesi. Tabii, bu konu geçmişte de dikkate alındı, 2000'li yılların başlarında özellikle, işte, ne bileyim Hollanda Holstein'dan bahsediyoruz, diğer birçok ülkenin yerli ırklarından bahsediyoruz. O zaman dendi ki: "Peki, Türkiye'de de yerli kara var, boz ırk var, Doğu Anadolu kırmızısı var, Güneydoğu Anadolu kırmızısı var, Karacabey montofonu var." Dolayısıyla şu anda adını sayamadığımızı daha birçok... Demin Esin Kara Vekilimin ad konusunda söylediği ırklarda olduğu gibi buradaki mesele bu ırkların geliştirilmesidir; bu melezlenir, başka şekilde bu gelişimler sağlanır onu ben bilmiyorum, o, tabii ki, işin uzmanı olanların... Ve 2000'li yıllarda da bu konuda hem üniversite hocalarının da işin içine dâhil olduğu, TİGEM'in de içinde olduğu bu yönde bir çalışma oldu. Tabii, o dönemin gazetelerine dönüp bakacak olursak böyle ciddi de bir eleştiri oldu. "Türk ineği ırkçılık mı?" vesaire gibi olayı bu şekilde algılayanlar da oldu. Ya "Türk ineği" demeyin de "yerli inek" deyin. Yani buradaki mesele, bizim kendi şartlarımıza, kendi bitkisel ürünümüze, kendi yemimize, kendi arazi şartlarımıza uygun bir hâle getirilmesi, bu yönde geliştirilmesi ve gen kaynaklarının korunması. Bugün belki bazı şeylerin yetmediğini söyleyebiliriz, teknolojik olarak uygun olmadığını, yetişmediğini ama yarın biz bu gen kaynaklarını kaybettiğimizde nereden bulacağız? Burada TİGEM'in asli bir görevi olduğunu düşünüyorum ki Sayıştayın da bu konuyla ilgili burada yapmış olduğu önerilerin çok yerinde olduğunu... Bizim buradaki işimiz burada para kazanmak değil; biz işimizi, bize verilen görevi yapacağız, ancak bunu yaparken de kârlılık ve verimlilik esaslarına dikkat edeceğiz, değilse dışarıda da özel sektörde çok rahatlıkla daha para kazandıracak ırklar üzerinden faaliyetlerini devam ettirebilirler.

O açıdan, hayvancılık -biraz önce Süt Kurumunda da ifade ettim, burada ifade etmekte de fayda var- bizim, tarımsal gelirler içerisinde oransal olarak payını daha yukarı çekmemiz gereken bir alandır. TİGEM'in de burada önemli bir mesuliyeti, önemli bir görevi olduğunu düşünüyorum. Düşünmekten ziyade, bu, TİGEM'in de varoluş gayesidir. Bu anlamda bu destekleri yapmak durumundadır, hem bitkisel üretim yönü var hem hayvansal üretimle ilgili, özellikle damızlık yetiştirmeyle ilgili çok önemli görevleri var. Çok da güzel işler yapıyor, yaptı, geçmişte de bunun örneklerini gördük, elbette bundan sonra da yapacak. Hayvancılık konusunda şunu kabul etmek lazım: Hükûmet son dönemlerde hem tarımsal destekler anlamında, özellikle de hayvansal destekler konusunda gerçekten de cömert davrandı, mevcut imkânlar çerçevesinde önemli desteklerde bulundu. Yani bunları bir yere yönlendirecek... Burada görünmeyen bir el gibi TİGEM'in bu yönlendirmeleri yapması gerektiğine inanıyorum. Onun için, yani "Yerli ırktan para kazanılmaz, böyle bir şey yaparsak bunu kimse talep etmez." şeklindeki bir yaklaşımı, doğrusu, Sayın Genel Müdürüm, ben de çok doğru bulmadım. Bu konuyla ilgili bir daha düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum yani bu gen kaynaklarını biz koruyamaz isek yarın belki teknoloji geliştiğinde, belki şartlar değiştiğinde çok geç olmuş olabilir, bu açıdan önemli.

Bakın, bundan yirmi sene önce buğdayın tonu dünya piyasalarında en fazla 120 dolar/ton idi. Biz çiftçiye iç piyasada 257 dolar fiyat verdiğimizde, o günkü gazeteleri açın bakın, eleştiri şuydu, tepki şuydu: "Kardeşim, dışarıdan 120 dolara buğdayı getirmek varken 250 dolar ödemek neyin nesi? Dolayısıyla bunu yapacağınıza dışarıdan 120 dolara getirin, 100 dolar da çiftçinin cebine açıktan para koyun, daha faydalı." Oysa bugün geldiğimiz noktada buğdayın tonu 500 doların üzerine çıktı, 600 dolar oldu ve dolayısıyla buğday yok. Yani deponuzda buğday olmadığında kimse size o fiyattan, 600 dolardan da buğdayı satmaz zaten kritik zamanlarda... Ki geçen pirinçte de oldu; dün "Neden pirince, çeltiğe tarife dışı engeller veya başka türlü engeller, Dünya Ticaret Örgütünün kurallarına aykırı engeller koyuyorsunuz?" diye sizi uluslararası arenada şikâyet edenler, tahkime götürenler bugün "Ben kendi insanımı düşünmek zorundayım." diyerek ihracatlarına engel ya da kısıtlama veya yasak getirebilmektedirler. Onun için, biz eğer tarımsal faaliyetlerde hakikaten bir yere gelmek istiyorsak...

Yalnız, şunun altını da çizmekte fayda var: Lütfen, biraz tarım misyonuyla bu konuya yaklaşalım. Biz tarımsal gelirler içerisinde hayvancılık gelirlerini daha yukarıya çekmeden bu işin içerisinden çıkamayız yani bitkisel üretimle elde ettiğimiz arpayı, yemi -kaba yem ya da her neyse- bunları hayvanın boğazından geçirip ete, süte, yağa, peynire dönüştürmediğimiz sürece bir katma değer oluşturamayız; bu katma değer oluşmadan da bir gelir söz konusu değil. "Tarımsal faaliyetlerin katma değeri düşük." demek büyük bir yalandır, daha doğrusu bir eksiktir. Tarımsal faaliyetlerin katma değeri tarımsal faaliyeti yapana düşüktür ancak ülke ekonomisini bütün olarak aldığımızda, ekolojik dengesinden çevreye kadar hepsini dikkate aldığımızda tarımsal faaliyetlerin ülkeye, ülke ekonomisine, çevreye, geleceğe olan katma değeri hiçbir sektörde yoktur. Tarım sektörünü sadece ekonomik bir sektör gibi değerlendirmemek lazım. Evet, yapana katma değeri düşüktür ancak ülke açısından baktığımızda, temel sektör olarak konuyu ele aldığımızda tamamen farklıdır. Biz bunu yürütmek zorundayız, devam ettirmek zorundayız; bu, yaşam için acildir, gereklidir. Bugünkü dünyada, bugünkü konjonktürde artık bunun anlaşılabilir olduğunu görüyoruz.

Onun için, Sayın Genel Müdürüm, TİGEM'in çok değerli üst düzey yöneticileri; ya, bu konuları para olarak görmeyin. Bu konuları, bu ülkenin geleceği olarak, bu ülkenin bekası olarak görelim diyorum.

Ben tekrar, emeği geçen, bu çalışmalara katkı veren ve verecek olan herkese teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, biraz uzun oldu ama tarımsal desteklerle ilgili -hayvancılığın bu kadar çok desteklendiği özellikle son dönemlerde- biraz da anlayış olarak kurumların bu işin önünde koşması gerektiğine inanıyorum.

Çok teşekkür ediyorum.