KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Efendim, hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Başkanım, bir öneri olarak getireceğim. Ben kırk sekiz saat kadar konuşacağım, evden sefer tası ve çıkın istemenizi rica edeceğim ama dışarıdan gelen, şehir dışından gelen misafirlerimiz açısından bir değerlendirme yaparsanız... Benden önce arkadaşlarımız konuşsun, özellikle uçak bekleyen arkadaşlar var. Hani biz burada esasız, sabaha kadar dururuz, yarın dururuz, ertesi gün dururuz, sorun yok ama onlar -Ankara'dan gelen arkadaşlar değil ama- İstanbul'dan, İzmir'den, diğer illerden gelen arkadaşlar görüşlerini bir söylesinler. Çünkü benim her şeyim hazır, size hikâyeler anlatacağım, fıkralar anlatacağım falan, renkli bir sohbet geçireceğiz.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Biraz önce bu görüşü zaten ben söyledim, dile getirdim.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Evet, lütfen...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Fakat usul ekonomisi bakımından şunu rica ediyorum: Tabii ki konuşalım ama takdir edersiniz ki uzun konuşmalar...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Fihi Ma Fih'le Mesnevi'den örnek verdim ya Başkanım.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Şimdi şöyle: Önce geneli üzerine herkes bir fikrini söylesin efendim yani böyle...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ama gidecekler...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Ben zaten savunuyorum arkadaşlar, ben savunuyorum.

ONURSAL ADIGÜZEL (İstanbul) - Yapalım o zaman.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Ama geneli üzerine vekillerimiz bir konuşsun, ben onu rica ediyorum. Siz, kısa kısa...

BURAK ERBAY (Muğla) - Demokratik tavrınızı burada bekliyoruz Başkanım; hep anlattığınız, bize örnek olarak... Başkanım, gerçekten günlerdir bekliyorlar bu günü.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Tuncay Vekilim, buyurun.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Temel doktor çıkmış, Trabzon'a gelmiş, akşam yemeği yiyorlar, ertesi sabah gidecek başlayacak hizmete. Yemek sırasında Fadime nine gelmiş, demiş ki: "Temel'im yetiş, Dursun amcan ölüyor." Temel çantayı kapmış -içinde aletleri var- eve koşmuş ama çok heyecanlı; ilk teşhis, ilk karar, nasıl verecek, hastalık ne, nasıl baş edecek falan. Şöyle bir kalmış, Dursun amcaya sormaya karar vermiş, "Dursun Amca neyin var? Sorunun ne?" demiş. Dursun amca demiş ki: "Temel'im ishalim, başka bir şey yok yani." "O zaman kolay." demiş, reçeteyi çıkarmış, yazacak ama ishal ilacının adını unutmuş; Xanax yazmış, evden ayrılmış. Ertesi gün öğlen koştura koştura gelmiş, Fadime ninenin kapısını çalmış, "Dursun amca ne oldu? Sorunu geçti mi?" "Dursun amcan kahvede." demiş. Koştur koştur kahveye gitmiş, Dursun amca taş oynuyor, Dursun amcayı görünce rahatlamış, "Dursun amca, sorunun nasıl, nasıl oldun?" demiş, "Vallahi, belime kadar sorun içindeyim ama bunu kafama hiç takmıyorum." demiş.

Bu yasa kafaya takmama yasası. Sorunlar bin olmuş ama biz kafaya takmama yasasıyla uğraşıyoruz.

Şimdi, efendim, ben, hazırlayan arkadaşlara da emeklerine de saygılıyım ama ihtiyacımızı karşılamıyor, bugünün, çağın bakış açısını yansıtmıyor, buradaki birikimi yansıtmıyor. Biz 18 toplantı yaptık; AK PARTİ'den, MHP'den, HDP'den, İYİ Partiden... O kadar memnunum ki çok iyi gelişmiş, çok iyi eğitim almış arkadaşlar, dünyayı görüyorlar, dünyayı tanımlıyorlar, bu yasada bunların hiçbiri yok arkadaşlar; bu yasa dünyaya gözlerini kapatan, gelişmeye gözlerini kapatan... Benim oğlan 7 yaşında -ellerinizden öper- uzaktan erişimle piyano çaldı -uzaktan erişimle, internet sayesinde- piyano çalmayı öğrendi, bir buçuk yıl boyunca uzaktan erişim sayesinde eğitim aldı, pandemi döneminin tamamını evde o sayede geçirdi, şimdi internet düşman! Kör, gözünü açtığı zaman bastonunu kırarmış. Biz, bundan nasıl yararlanacağımızı, nasıl bunu büyüteceğimizi konuşmak yerine, şu anda biz bunu nasıl yok edeceğiz diye konuşuyoruz; bunu anlamak, anlamam mümkün değil.

Şimdi, efendim, Feti Bey'i saygıyla karşılıyorum, 23 yasa, 62 tane madde; bunların hepsi çok güzel ama bunlar eski çağı anlatıyor, bu çağı veya geleceği anlatmıyor, bu çağın veya geleceğin ihtiyaçlarına yanıt vermiyor. Basın İlan Kurumu burada, arkadaşları tanıyorum, İlan sorumlusu arkadaş nasıl gülüyor güzel güzel, "Bu yasa çıktı mı herkes elimde, hepiniz bana düştünüz." diyor. Ne alakası var oysa, benim vergim, benim param. Basın İlan Kurumu baştan sona yanlış, uygulaması yanlış, kararları yanlış, kurulları yanlış. İletişim Başkanlığı... İlk iş kapatacağız, biz iktidara geldiğimizde bunların tamamını, bu masraf kapılarının hepsini kapatacağız. İletişim Başkanlığı -her yayınını takip ediyorum- ne yapmış Türkiye'de? Kart sahibiyle kavga ediyor. Ben süreli basın kartı sahibiyim, kırk yıldır gazetecilik yapıyorum, bana kartımı verecek mi vermeyecek mi? Ya, vermezsen verme, basın kartı dediğiniz şey nedir ya? Devlet imtiyazında gazetecilik diye bir şey mi kaldı artık? Verin sendikaya, örgütlenme özgürlüğünü genişletin, sendika aynı zamanda onların eğitimine, gelişimine katkı sunsun, o katkı üzerinden değerlendirelim, o katkıya siz finans sağlayın, gazeteciler gelişsin, Türkiye gelişsin, arkadaşlarımızın tamamını hizmet içi eğitime alalım, dünyayı tanısınlar, görsünler. Her bir kartı sendika versin, böylece örgütlü olsun, böylece sesi çıksın, her bir yerde örgütlensinler. Sendikaların "bizleri" "sizleri" mi var? Her görüşten sendika var, o arkadaşlar versinler, dünya böyle yapıyor. "Yok, dünya başka türlü..." Dünyanın bütün ülkelerinde bir Fahrettin Bey var, o Fahrettin Bey'in gönlünü yapacağız, bize kart verecek. Yok böyle bir şey, yok. Kimin alamayacağını belirleyelim, kimin alacağına gazetecilik sendikaları karar versinler. Neden korkuyoruz yani? HAK-İŞ'e bağlı sendikanın yanlış yapacağını mı düşünüyorsunuz? Diğer sendikaların yanlış yapacağını mı düşünüyorsunuz? Verin TGS'ye, verin diğer arkadaşlara, hepsi versinler kartları; altyapılarını sağlayın, finansman desteği verin. "İlla toplayacağız, bizim olacak." İkinci Dünya Savaşı sırasında kurulmuş Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü hortladı. Ne alakası var ya? Dünyayı daha zorlaştırmak için, dijital dünyayı hiç okuyamamak için ancak bunlar yapılabilir.

Şimdi, efendim, ben, ilk imza sahibi olan, benim çok kıymet verdiğim değerli milletvekilim ile benim bir hikâyemi anlatacağım. Siz davayı takip etmişsinizdir ama belki unuttunuz, ben size bir bilgi vereyim. Ben PKK'yı yöneten 16 Ergenekoncudan biriyim; aramızda 3 orgeneral, 5 korgeneral falan var.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Silivri'de ziyaretinize geldik.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Biliyorum efendim, biliyorum. Siz benim karanlık gün dostumsunuz, gelen herkesin gönlümde büyük yeri var.

Şimdi, PKK'yı yöneten 16 kişiden biri nasıl oldum? Nasıl olunur? Bana "Bu konuda savunma yap." dediler. "Yapmam." dedim. Fetullahçı yargıçlar, savcılar dediler ki: "Savunma yap." "Ben bu konuda savunma yapmam." dedim. "Niye?" diye sordular. "PKK buna çok güler, PKK'yı güldürmem kendime." dedim. Olay şudur: Abdullah Öcalan yakalanmış. "Operasyon" isminde bir kitabım var. Abdullah Öcalan'ın avukatı Dündar Bey'le görüşüyorum, nasıl yakalandığına dair bir yazı istiyorum kendisinden, kendisi de bana gönderiyor; ben de bunu hiç değiştirmeden kitaba koyuyorum ama nasıl yakalandığının uluslararası öyküsü de var, Millî İstihbarat Teşkilatından da bilgi aldım. Bilgide diyor ki bana: "CIA'yle 5 maddeden oluşan bir anlaşma var, mutabakat var buradaki İstasyon Şefi ile MİT Müsteşarı arasında." Bunu yazdım, devletin bütün kadroları yalanladı. Herkes sıraya girdi "Bu yazılan yalandır." "Bu yazılan yalandır." Cezaevindeyim, Mehmet Ali Birand -Allah rahmet eylesin- "Nasıl yakalandı?" diye belgesel yayınlıyor; MİT Müsteşarı elinde 5 maddelik kâğıdı gösterdi "Bu anlaşma üzerine geldi." dedi. Ne oldu şimdi? Dezenformasyonu kim yaptı? Dezenformasyonun kaynağı kim? Ben gazeteciyim, haberin doğrusuna ulaşmak istiyorum.

Peki, Abdullah Öcalan Türkiye'ye nasıl geldi? Şimdi, diyorsunuz ki maddede: "Soracağım 'Ey gazeteci, bu haberi kimden aldın? Eğer bu haberi kimden aldığını da açıklamazsan altı yıl, açıklarsan üç yıl vereceğim sana.'" Ya, arkadaş, Basın Kanunu'nda madde var, ben gazeteci olarak kaynağını açıklamaya zorlanamam, koymuşsun buraya. Şimdi, bana diyor ki: "Özgürlük ortamını genişlettim. Nereye kadar genişlettim? Benim anlayışıma kadar genişlettim, benim ihtiyacıma kadar genişlettim." "Abdullah Öcalan Türkiye'ye geldi." telefonunu saat altı otuz üçte aldım. Bu telefon üzerine saat yedi kırk beşte MİT Müsteşarını evinden rahatsız ettim, eşi -Allah rahmet eylesin, İnci Hanım- çıktı dedi ki: "Banyoda." Dedim ki: "Çıkınca beni arayabilir mi?" Saat sekize doğru aradı. Ben bu arada Amerika'daki arkadaşımı aradım, Avrupa'daki arkadaşımı aradım, dedim ki: "Böyle bir bilgi var, dünyayı bana anlatın." Herkesten bilgi geldi, kimse bir şey bilmiyor ama benim kaynağım bana "Ağabey, gözümle gördüm." diyor. Çok güvenilir bir kaynak.

Peki, şimdi kaynağımı açıklamak üzereyim. Kaynağım Atatürk Havalimanı'ndaki Sayan Büfe'de gazete satan çocuk; Allah rahmet eylesin, karaciğer yetmezliğinden geçen sene öldü. Gazeteciyi casusluk havalarının içine sokan, böyle acayip işlere sokup çıkaran bir anlayışa ne gerek var? Her hafta gidip geliyorum günde iki üç kez en azından İstanbul'a, diyorum ki: "Ya, arkadaş, nasılsın, iyi misin?" O da bana "İyiyim ağabey." diyor. Telefonumu veriyorum, telefonunu veriyor; diyorum ki: "Bana haber ver, bana bilgi ver; bir ihtiyacın olursa bana söyle, ben sana yardımcı olurum." Çocuk sevdiği için yardımcı oluyor. Şimdi, burada dezenformasyon kaynağı kim? "Sayan Büfe'deki gazeteci çocuk." desem, Allah korusun kimse inanmaz. "Neden?" diyorum. Beni PKK'yı yöneten 16 kişiden biri hâline getiren şey avukat ile benim aramdaki görüşme. Peki, MİT'in belgesi? Yalandı hani? Ama MİT Müsteşarı Birand'a gösterdi.

Peki, bütün bunları toplarsak dezenformasyon nedir? Bir sürü dezenformasyon şeyi söyleyebilirim. Mesela, AK PARTİ Ankara Milletvekili Sayın Nevzat Ceylan size karşı -partiye karşı- çok büyük bir dezenformasyon yapmış; ben okudum, hayretler içerisinde kaldım "Çok yangın var, ormanlar çok yanıyor, bir de ağaçları çok kesiyoruz." diyor. Bunu ben söylesem, yandı gülüm keten helva. O söyleyince ne oluyor şimdi? Nasıl değerlendireceğiz? Dezenformasyonun kaynağı ya siyasetçidir ya devlettir. Dezenformasyonu ben nasıl yapacağım? Bana birisi söyleyecek. Ben gazeteciyim, benimle çalışmış arkadaşlar var burada; beni bir kere kandırabilir, ikinci kez şansı yoktur. O gün buraya gelen bütün medya yetkililerine söyledim "İkinci kez yalan haber yayınlayan kimse varsa çıksın söylesin." Gazeteci yalan haber yayınlayamaz, kırk yılda belki bir kere olur. "Sen gazetecisin, sen yalancısın." Neye göre yalancıyım?

ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) - Öyle söylemeyin. Yandaş medya, Sabah gazetesi her gün yalan yazıyor.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Neyse, ben onlara bakmıyorum artık.

Söylediğim şey çok net. Arkadaşlar, bakın, bu ülke çok büyük acılar çekti. Efendim, Sivas olayları, Maraş olayları, Çorum olayları, Malatya olayları... İnternet mi vardı? Dedikodu mekanizması nasıl çalıştı? Hangi ateşi nasıl tetiklediler?

ERDAL AYDEMİR (Bingöl) - Vekilim, Roboski katliamı yirmi sekiz saat saklandı. Sosyal medya olmasaydı nereden öğrenecektik?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Efendim, sosyal olaylarda burayı tutuşturursunuz, burası alev alır. "Bunları ben yönetebilirim." Hayır, yönetemezsiniz. Ben cumhuriyet mitingleri yoluyla halkı kin, düşmanlığa tahrik, darbeye zemin oluşturma suçundan ömür boyu ağırlaştırmış bir hapis cezası aldım. "Kardeşim, bak, ben bu mitingi yaptım 2007 yılında, sen beni yargılamaya getirdin 2012 yılında. Arada geçen süre içerisinde bu mitingler nedeniyle cam kırılmadı, ayna kırılmadı, bir kişinin burnu kanamadı; herkes geldi gitti, hem de 3 milyon 3 milyon geldi gitti. Hani neresinde bunun sorun?" diyorum. "Düşüncende." diyor.

Şimdi, sizin bu yetki verdiğiniz mahkemeler "katalog suç" diye nitelendirdiğiniz arkadaşlar bunu yapmayacaklar. Yapanlar da öyle diyorlardı. "Efendim, biz sorumluluk sahibiyiz."

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sayın Özkan, bakın, bu yasayı bireysel kanaat açıklamasıyla...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Feti Vekilim, bir dakika, ben mikrofonunuzu açayım. Böyle bir usul yok ama açıyorum.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bakın, Sayın Özkan, bu yasayı kişilerin bireysel kanaat açıklamasıyla, haber verme hakkıyla karıştırmayalım, vicdansızlık olur. Ben bu kadar söylüyorum.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ama buna dair maddeler var. Maddelere tedbir koyalım gelin birlikte "Bu maddeler gazetecileri şu, şu, şu haberleri içinde geçerli değildir." diyelim, tahdit koyalım.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Çok açık.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Değil.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Çok açık.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bakın, efendim, 29'uncu maddeyi size okuyorum...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Haber verme hakkıyla ilişkisini bana gösterin o zaman.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - "Verirse, kimliğini açıklarsa üç yıl, açıklamazsa altı yıl." diyor efendim; oraya siz yazmışsınız, ben demedim.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - "Üç yıl, altı yıl" nerede?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - "Yarısı kadar artırılır." diyor efendim.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Estağfurullah "Yarısı kadar artırılır." diyor, evet.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ben hemen okuyayım efendim, 29'uncu maddeyi okuyorum...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Adını gizleyerek ya da bir örgüt çerçevesinde işlerse...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ben söylüyorum efendim, hemen okuyorum.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Hayır, biz yazdık, biliyoruz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tamam efendim, ben şimdi burada söyleyeceğim. "Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle..." Şimdi, ben gerçek kişiyim ya efendim, bana da haberi Sayan Büfe'deki gazeteci -gazete satan- çocuk verdi ya, gizledim çocuğu.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Devam edin.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - "...veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde..." Ben Ergenekon terör örgütüyüm ya efendim, siz duymadınız mı, bilmiyor musunuz? "Nedir?" diye sordum? "Bayağı örgüttür." dedi. Altı yıl yattım, kimsenin hayat hikâyesinde bir hücrede beş yıl, altı yıl çalınarak bir maddenin... Bundan sonra olmayacağına dair bana kimse bir şey söyleyemez.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Ne yapılacak bu yalan haberle? Devam eder misiniz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ben söyleyeyim efendim, devam edeceğim. Ben söyleyeyim "açıklarsa" diyor "...yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır."

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bir yıl, üç yıl artırıyor, yarı oranında artırılır, evet.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Şimdi, ben de soruyorum: Gazeteci olarak haber kaynağını saklamak benim varlık nedenim.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bakın, burada haber verme özgürlüğüyle alakalı değil diyoruz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - O zaman "Haber verme özgürlüğüyle alakalı değildir, gazeteciye bu sorulamaz." diye hüküm koyalım efendim, hep beraber yapalım. Size katkı sunmaya çalışıyorum.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bireysel kanaati açıklamayla bir alakası yok diyoruz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tamam efendim, bunları buraya yazalım.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Zaten yazıyor.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Ama yazılı... Varmış gibi anlatmanızı...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bakın, efendim, ben yaşadım...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bu kadar tecrübeden sonra sizi... Başkaları söyleyebilir...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bakın, tekrar söylüyorum efendim: Ben, bir sabaha karşı evimden alındım. Beni alanların bana yönelttikleri suçlama örgüte üyelikti. İçeride terfi ettim, altı yıl içerisinde örgütün kurucu yöneticisi oldum. Gerekçeli kararda "Adam 10.600 saat telefon konuşması yapmış, bu konuşmalarda bir tane delil bırakmamış. Çok akıllı olduğu için örgütün kurucu yöneticisi olduğu bellidir." diyor. Şimdi, bunu yazan savcı değil miydi efendim? Beni yargılayan yargıç değil miydi? Bana suçumu sorduğunda "Ergenekon" diye yazan o değil miydi?

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bu düzenlemeyle ilgili bir devam eder misiniz?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Düzenlemeyle ilgili devam ediyorum.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Evet, niçin böyle? Ne yaparsa suç oluşuyor?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bakın efendim, bir gazetecinin suç oluşturacak yayın yaptığına dair kararı mahkeme verir.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Öyle diyoruz biz de.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Değil efendim. Değil efendim.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - "Feti Yıldız mı karar verir." diyor orada?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Hayır efendim "Tuncay Özkan karar verir." dese keşke İyi yürekli krallar her zaman iyi yönetirler, keşke "Feti Yıldız karar verir." dese. Öyle demiyor "Ben uygun görürsem o karar verir." diyor, muğlakta bırakıyor. Gelin buraya, bu maddeleri, söylediğiniz karşı çıkmaları koyalım, bir daha Türkiye benim yaşadığım sorunları yaşamasın, bir daha bu gazeteci arkadaşların hiçbirisi bununla imtihan edilmesin.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Yani kamu barışı, genel sağlık, ülkenin iç ve dış güvenliği, suçun elverişli olması...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Geliyorum efendim.

Elverişlilik ilkesi...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Evet, çok önemli.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Sizle tartışırım. Tuncay Özkan'ın cumhuriyet mitingleri yoluyla darbeye zemin hazırlaması...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Elverişli değil.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ama efendim altı yıl geçti. Sizi seviyorum, ağzınızdan bal damlıyor.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sen ne yapacaksın, tankın mı var, topun mu var?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ben diyorum ki: Ya elverişlilik ilkesi zaten var. Ben mahkemede bunu şöyle anlattım: Ben her gün televizyona çıksam "Darbe de darbe." desem, neon ışıkla evimin üstüne "Darbe istiyorum." diye yazsam darbe olur mu ya? Biz ne gördük 15 Temmuz'da? Darbe için uçak yetmiyor, ordular yetmiyor, tanklar yetmiyor; darbe başka bir organizasyon.

Şimdi elverişlilik açısından tartışalım. Arkadaşlar, tabancaya mermiyi koyuyoruz, tetiği çekiyoruz, yasa yapıcı olarak arkadaşın eline veriyoruz "Tetiği ister çek, ister çekme." diyoruz. Çekerse ne yapacağız? "Ya ne yapalım? Allah rahmet eylesin diyeceğiz." Olmaz efendim.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Duvarda silah var, illa bir gün patlar diyorsunuz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Aynen, filmdeki gibi. Ama bakın, başka bir şey daha söylüyorum, diyorum ki: Biz birlikte, katkı sunarak bunu yaparsak ne Nevzat Ceylan hak etmediği bir eleştiriyle karşı karşıya kalır ne Tuncay Özkan hak etmediği bir durumu yaşamak zorunda bırakılır. Bakın, burada ailelerinden, yuvalarından bir sürü zorluklarla buralara gelip fikir açıklamak isteyen gazeteci arkadaşım var. Bu arkadaşlarımın hiçbiri yalan habere -siyasi görüşleri farklı farklı- yalan habere asla izin vermezler. Ona yalan haberi bir devlet görevlisi veya siyasetçi söyleyecek. Söylemezse olmaz. Şimdi biz dezenformasyon düzenlemesini yani bunun özünü ortaya koymak zorundayız. Ben demezsem arkadaş o yalan haberi yazmaz, devlet görevlisi demezse o yalan haberi yazmaz. Yener Kaya diye bir adamı İstanbul'da -borsacı, broker- ayağından ve elinden arabasının direksiyonuna bağladılar... Kendisi Doğru Yol Partisi İstanbul Milletvekili adayıydı. Tansu Hanım Genel Başkanken, Başbakanken geldi burada, Başbakanlıkta fotoğraf çektirdi, İstanbul'a döndüğünde havaalanında kaçırdılar, yan yola soktular, sorguladılar, arabanın benzin deposundan hortumla benzini koltuğuna akıttılar, dişleri kalacak şekilde yakarak öldürdüler; adamcağızdan geriye bir tek diş kaldı. Ben dosyayı alıp okuyana kadar kimse "Bu diş o adama ait mi?" diye sormamıştı bile. Bir tartışma ortamına düştüm, Sayın Fatih Altaylı ile ben farklı şeyler söylüyoruz, ben diyorum ki "Bu cinayetin arkasında Yener Kaya'nın batırdığı borsa paraları var." Fatih Altaylı diyor ki: "Hayır, bu cinayetin arkasında aşk var." Biz aynı kurumda çalışan 2 gazeteci her gün birbirimizle didişiyoruz. Sonunda patron dedi ki "Oturun konuşun kardeşim, bu nasıl iş?" Ben böyle külliyatlı bir dosyayla geldim Fatih'in karşısına. O aşk ilişkileri dediği şey de var -maalesef insanların özel hayatını koruyamıyoruz- her şey var orada, çıktık karşı karşıya geldik Fatih dedi ki: "Ya, sen bunları niye okudun? Bunu bana bir devlet görevlisi söyledi aşk cinayeti diye." "Kim söyledi?" O günkü İstanbul Emniyet Müdürü. Dezenformasyonun kaynağı kim? Olayı araştıran gazeteci olarak benim yazdıklarım mı dezenformasyon? Başbakanlık Teftiş Kurulu soruşturma açtı, daha sonra bu olayın üstüne gidildi, olayın borsada batan paralar olduğu ortaya çıktı. Diğer gazeteciyi, onu yanıltan kim, onu buna yönlendiren kim? Şimdi, efendim "devlet görevlisi" kavramı her şeyi örtmekte kullanılmamalı. Beni yargılayan devlet görevlisiydi, benim soruşturmamı yapan devlet görevlisiydi. "Senin adın şemada var." dedi. "Ne şeması?" dedim. "Ergenekon şeması." dedi. "Görebilir miyim?" dedim. "Göremezsin." dedi. "Niye?" dedim. "Katalog suç, gizlilik kararı var." dedi. "E, peki, avukatım görsün." dedim. "Göremez avukatın." dedi. "Niye göremez?" dedim. "Katalog suç, gizlilik kararı var." dedi. "Peki kim görecek?" dedim. "Ben gördüm ya, yeter, ben yargıcım." dedi. Sema beş yıl altı ay sonra açıldı ısrarlarım üzerine, karar açıklanmadan bir duruşma önce. Size yeminle söylüyorum -çıkartır gösteririm, bunların hepsi internette var- benden başka herkesin adı var; Aydın Doğan var, Emin Çölaşan var, Enis Berberoğlu, herkesin adını yazmışlar. Benim adım yok ama benim tutuklanma gerekçem bu. Dedim ki "Ya ne oldu? Hani benim adım vardı burada, yazıyordu, ne oldu?" dedim. "Geçti o." dedi ya. Bunu söyleyen savcı, buna dayanarak beni ağırlaştırmış müebbet hapis cezasına çarptıran yargıç. Arkadaşlar, bunu yaşamak istemiyorsak bu yasalarda yoruma açık yer bırakmamak zorundayız. Türkiye'nin dezenformasyonla...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Evet.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ben kırk sekiz saat konuşacağım, evden çıkın isteyin lütfen.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - "Rahmetli Bölükbaşı'nın rekorunu kıracağım." diyorsun yani.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Kastla ilgili bir şeyler de söyler misiniz?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Neyle ilgili efendim?

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Yani korku, panik, endişe yaratma saikıyla işlenmesi.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Olur efendim.

Şimdi, ben şu örneği onun için verdim: Sivas, Çorum, Maraş Malatya olayları camilerin önünde başlayan provokasyonlarla çıkartılmıştı, tıpkı 6-7 Eylül olayları gibi. Bunlar yerel ölçekte çok büyümüştür. Internet bize bugün bu yangını söndürme fırsatı vermektedir. Yani siz Türk ordusunun Fatih'te cami bombalayacağına inandınız. Nerede inandınız? Poliste inandınız, savcı da inandınız, polis ile savcı bir araya geldi, gitti Amerikan Büyükelçisini ikna etti, orada inanıldı, geldik, mahkemeyi, devlet güvenlik mahkemesini, özel yetkili mahkemeyi ikna etti, herkes orada inandı, bunu yazınca kamuoyu inandı ama bununla ilgili planlar ortalığa dökülünce "Olur mu kardeşim bu?" dedi ya. Demek ki bizim çaremiz nedir? Açıklıktır. Rejimi özgürleştirdikçe, olguyu açığa çıkarttıkça, ne yapılacağına dair iddiaları gerçekten halkla paylaşırsak internetin bize sağladığı avantaj budur. Yaygınlığını sağlarsak önlemek de mümkün. Ama bunun yaygınlığını sağlamaz, kapalı tutarsak çürümeye, kokuşmaya, hepsine izin veririz.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Son derece yaygın.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Burada gazeteci arkadaşlarım var, hepsinin başından pek çok öykü geçmiştir. Bir yayın zorunluluğu getirildi YÖK tarafından -akademik dünyadan gelen arkadaşlarım bilir- "Acta Medica Mediterranea" İtalya'da, Palermo'da, Sicilya mafyasının önemli dergilerinden biri. 6 alt koluyla birlikte 60 bin liret karşılığında her şeyi yayınlıyorlar ve bizimkiler burayı keşfediyorlar, orada yayınlar yapıyorlar. Ben Çubuk turşusunun kuru fasulyeyle birleştiğinde bağırsak gazları üzerine etkisi ve bunun kanserojen sonuçları adlı bir makale yayınladım. Kendim yazdım bunu eşimle birlikte, bunu İtalyancaya çevirttim, gönderdim, 68 bin liret karşılığında bunu yayınladılar. Ben bunu yayınlayınca o dergide yayın yapan yaklaşık 100'e yakın akademisyenin akademik unvanı düştü. Bunlardan biri bana dava açtı, benim kaybettiğim tek tazminat davasıdır. Dava şunun üzerine kurulu: Diyor ki "Mafyanın dergisinde yayın yaptı." derse evet ama ben ne demişim heyecanla yazarken? "Mafyayla birlikte yayın yapan..." diye söylemişim. 4 bin lira o zaman çok büyük paraydı -Cumhuriyet Gazetesinde çalışıyorum- 4 bin lira tazminata hükmedildi, idareyle konuştum, dedim ki: "Bu benim hatam." Allah rahmet eylesin, Emin Değer avukatımızdı, Emin abi dedi ki: "Ben de okudum bu haberi ama gözümden kaçmış. Bu bizim hatamızdır." Temyize gitmeden 4 bin lirayı ödedik. Bir gazeteci olarak, yanlışı yapmak, bunun bedelini ödemek, bundan geri adım atmak, özür dilemek bizim zaten en önemli işlevlerimizden biridir. Bu yasa yüz yıllık birikimimizi, yüz yıllık medya birikimimizi, aydın birikimimizi, aydın sorumluluğumuzu ortadan kaldırıyor. Bu yasadaki düzenlemeler, cezalar inanılmaz. Soruyorum, gazeteci arkadaşlarıma soruyorum: Faruk Bildirici, açıklar mısınız haber kaynağınızı? O zaman gazetecilik kalmaz, biter. Peki, açıklayamayacağına göre ne yapacak? Bir buçuk katı, yarısı kadar arttırılmış bir ceza yiyecek. Peki bu zorlamak değil mi gazeteciyi?

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Tabii, üniversite sınavlarından bir gün önce "Katarlı öğrenciler tıp fakültesine sınavsız giriyor." de, "Eczacılığa sınavsız giriyor." De, kaynağını da açıklama, 2 milyon 600 bin çocuk perişan olsun.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Hayır efendim, söyleyeyim. Size çok saygı duyuyorum.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Kaynağı belli olmayan... (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bir dakika arkadaşlar, ben buna da yanıt vereyim. Arkadaşlar, Fetullahçı örgütlenmenin devlet içinde nasıl çöreklendiğini bununla bizzat bire bir mücadele eden bir arkadaşınız olarak çok yakın anlatabilirim size. Hatta burada bazı arkadaşlar onlarla kol kola yürürken, beni bu konuda eleştirirken ben bunlara karşı durdum. Bu örgütlenmenin suçunu, günahını, bunların devletin her bir kademesinde yerleşip gazeteciyi yönlendirme çalışmasını gazeteciye yükleyemezsiniz. İstihbarat Dairesini vermişsiniz, Organize Kaçakçılık Dairesini vermişsiniz, başsavcılıkları vermişsiniz, yargıçlıkları vermişsiniz, devletin her kurumunu teslim etmişsiniz, YÖK'ü vermişsiniz. YÖK başkanları, başsavcılar, bakanlar bunlardan çıkmış.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Tuncay Bey, müsaade ediyorsanız bir şey söylemek istiyorum.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Estağfurullah, tabii, efendim, memnuniyetle.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Siz bence bu...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Bir dakika, mikrofonu açalım.

Ahmet Bey, biliyorsunuz, böyle bir usul yok ama...

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Onun için "Müsaade ediyorsanız." dedim.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Estağfurullah, estağfurullah.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Tuncay Bey'de yeni bir usul oluşturduk.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Memnuniyetle efendim, ben ortak katkı olsun istiyorum, başka bir şey değil.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Şimdi, ikinci fıkra 1'inci bendin ağırlaştırılmış sebebi... 1'inci bentte diyor ki: "Sırf halk arasında endişe, korku, panik yaratmak saikiyle..." Bir özel kast; bu birinci şart. İkincisi, "...gerçeğe aykırı bir bilgiyi..." Bu gerçeğe aykırı bilgi ne? Her gerçeğe aykırı bilgi değil, şu: Bu gerçeğe aykırı bilgi neye ilişkin olacak? Ülkenin iç ve dış güvenliğini, kamu düzeni ve genel sağlığı bozacak bir bilgi olacak. Haber değil ha, haber değil, bilgi. Bilgi nedir?

ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) - Haber aynı zamanda bilgidir.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Bilgi yani tartışılacak bir konu değil, bir bilgi ama yalan bir bilgi.

Üç, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde kullanılacak.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bir örnekle size bir açıklama getireceğim.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Bir saniye, başka bir şey söyleyeceğim, çok önemli bir şey söyleyeceğim, siz de belki takdir edecekseniz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Buyurun efendim.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - "Bunu alenen yayarak..." Buradaki "alenen yaymak" tabiri haberi yapmak değil, haberi yaymak. Ama benim sorum size şu, bak diyor ki.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Buyurun efendim.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - 2'nci fıkraya bakın, okuyun bir daha: "...suçun failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle..." Burada gerçek kimliği gizlenecek kişi sizin haber kaynağınız değil, failin yani sizin...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tamam efendim, söyleyeyim efendim.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Yani o yüzden bence yanlış anlıyorsunuz bence onu.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Amerika'da CIA'ye görevli...

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Yok, yok; bunu söyleyin, bunu.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - İşte, örnek veriyorum.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Suçu işleyen bir gazeteci olduğunu farz ederek söyleyin.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Efendim, Yarbay North şu anda televizyonlarda yorumculuk yapıyor. CIA adına uyuşturucu satıyor, gelen parayı alıyor, İran'a silah satıyor; yargılandı, mahkûm oldu. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı cezasını yarı haddine -izni vardı- indirdi.

Millî İstihbarat Teşkilatıyla ilgili düzenleme... "Vatandaşlık" kavramını yok ediyorsunuz. Farz edin şimdi, ben bir dezenformasyon yapıyorum burada. Önümüzde seçimler var. Önümüzdeki seçimlerde bin MİT görevlisi bin tane sandığı alsa kaçsa, hepsi de kimlik kartını göstererek yapsa bunu ne yapacaksınız? Ne yapacaksınız, hadi söyleyin.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Tuncay Bey, size sorduğum şey şu: Haber kaynağınızla ilgili bir şey sormuyor size.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Söylüyorum efendim. Ne soruyor?

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Failin kimliğini gizlemesinden bahsediyor yani haberi yapan kişiden bahsediyor, haberi alan, aldığı kişiden bahsetmiyor.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Haberi ben yapıyorum, haberciyim.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - İşte, tamam, sizin bunu kimliğinizi gizleyerek yapmanızdan bahsediyor.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Peki, daha ilginç bir şey söyleyeyim.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Yani yanlış anlamışsınız da onu söylüyorum.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yok, hayır, efendim, kimliğini gizleyerek...

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Öyle yapıyor, bakın.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Şimdi, siz, bir kişiye "gazeteci" sıfatını verdiniz, basın kartını da verdiniz; o gazeteci kimliğini gizleyerek yayın yapıyor. Nerede yapıyor?

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - İşte, onu diyor bu, onu cezalandırıyor.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - O zaman bunu böyle yazalım.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Öyle yazıyor zaten, siz yanlış anlıyorsunuz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Arkadaşlar, ben anlamıyorum, böyle yazmıyor. Buraya gelin, diyelim ki...

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Bir saniye, Cumhuriyet Halk Partisinden 2 milletvekilimiz var, onlara soralım, onlar nasıl anlıyorlar?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Efendim, gazeteci arkadaşlar var. TGS Başkanı kardeşim, öyle anlaşılıyor mu?

ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) - Yuvarlak ifadeler...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sayın Özkan, kanunlar böyle yapılır. Notlar mı koyalım altına ya? (CHP sıralarından gürültüler)

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Sayın Başkanım, bir örnek vereceğim. Arkadaşlar, bir örnek vereceğim

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Arkadaşlar, şimdi ben mikrofonları kapattım.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tamam, ben devam ediyorum.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Ahmet Bey, devam edelim. Çünkü bu karşılıklı olursa... Hele bir de şimdi Tuncay Özkan -ondan sonra, Şenkal Atasagun'la- matbaanın icadından başladı; gel, günümüze gel. Yani burada sizin gibi tecrübeli...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Geliyorum.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Bir şey söyleyeceğim başka bir pencere açmak açısından. Yani bu tabii ki dezenformasyon meselesinde devlet görevlileri olabilir, istihbarat görevlileri olabilir; bunun dışında bu ulusaşırı dijital ağların hiç mi tesiri yok?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Tabii, onları şimdi katrana bulayacağız, beyaz tüylerle buradan çıkartacağız, onların canına okuyacağız.

Şimdi, efendim, internette "TikTok" diye bir şey var. O TikTok'u anlamaya çalışıyorum ve gerçekten algılamakta zorlanıyorum. Benim kuşağım geçmiş tabii, daha genç kuşaklar içinmiş. Sarıgül hakikaten "Ben TikTok siyasetçisiyim." dedi bana, uçakta karşılaştık, sordum. Orada bir şey izledim, şimdi sizin sorunuza da yanıt olacak bir şey. Çocuk, babasının çok sevdiği kişiyi vefat etmiş gibi göstererek babasını uyandırıyor, "Baba... Baba... Kalk!" Baba da iyice uyku hâlinde, böyle gerinerek kalkıyor, "Ne oldu lan?" diyor. "Baba, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan vefat etmiş." diyor. Adamın o sevgisiyle, o saygısıyla, fırlamasıyla kapıya doğru yönelmesi bir oldu.

Şimdi, şöyle düşünebilirsiniz bunu: Çocuğun babasına yaptığı bir şaka olarak görebilirsiniz TikTok'ta ya da bunu dezenformasyon kaynağı olarak görebilirsiniz. Çocuğu, babasını, bunu izleyenleri, bunu izleyip sokağa çıkanları düşünün yani bunu bir komplolar silsilesi hâline dönüştürürsek... Haber komployu bitirir, haberci komplocunun düşmanıdır, haberci entrikayı ortadan kaldırır; "habercilik" demek "entrikanın olmaması" demek. Zaten bunun kurumsallaşması entrikayı önlemek için, komployu önlemek için, dezenformasyonu önlemek için.

Siz, şimdi, bunu önlemekle görevli olan gazeteciye "Sen dezenformasyon kaynağısın." diyorsunuz; kabul edilemez. Bu, mesleğin özüne; bu, insanlık tarihinin gelişimine; bu, yüz yıllık cumhuriyet birikimine, medya birikimine karşı en ağır saldırıdır; yapmayın böyle. Gelin, birlikte düzenleyelim, bunların hepsine, sizin söylediğiniz, benim söylediğim, sizin itiraz ettiğiniz şeyleri yazalım, ben altına imza atacağım, ben altına imza atacağım, sizinle beraber teklif eden olacağım. Gelin, bu düzenlemeyi birlikte yapalım. Ben size diyorum ki: Bu bir ihtiyaç, bu yasa bir ihtiyaç, biz bu ihtiyacı karşılamak zorundayız ama yasanın yapılış tekniği... Zeynep Hanım'a yaptırın, kardeşime yaptırın, kardeşime yaptırın; gidiyorlar Avrupa Birliğine, dünyayı görüyorlar, her tarafı geziyorlar, öyle aydınlık akılları var ki inanın biz onlarla uzlaşırız burada, onlarla uzlaşamayacağımız bir şey yok.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Niye? Biz ilkel toplumdan mı geliyoruz?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yok, biz biraz çağ dışı kaldık, sizinle ben biraz çağ dışı kaldık, sizinle ben biraz çağ dışı kaldık.

Sorunumuzu şöyle çözelim: Bir, bu gazetecilik mesleğini özgürlük alanı olarak görelim, interneti suç kaynağı olarak görmeyelim ya, bizim çocukları o yetiştirdi ya, ondan yararlanabilmeyi maksimum düzeye çıkartalım. İnternet sağlayıcılarının, servis verenlerin bir eksiği varsa giderecekler, büro açacaklar, vergi verecekler, kazandıklarından paylarını aktaracaklar ama onların da gırtlağını sıkmayacağız.

Şimdi, bu arkadaşlara -içlerinde internet sitesi sahibi arkadaşlar var- ben sormak istiyorum: Arkadaşlar, on beş gün geciktiniz, ne kadar ceza ödeyeceğinizi biliyor musunuz on beş günü aşması durumunda, bilgileri vermemeniz durumunda? Ne kadar ceza yazıldığını gördünüz mü? 300 bin lira ile 1 milyon lira arasında -herhâlde yanlış yazılmış, eski rakamla şey yapılmış- bir ceza hükmü var, kim karşılayabilir arkadaşlar? Cezadaki adalet kısmı da aşılmış bir bakış açısı. Bunu tekrar okuyalım, beraber okuyalım.

Sizi geçen Genel Kurulda dinledim, çok mutlu oldum, Ali Öztunç kardeşim sizinle ilgili bazı bilgiler verdi, çok mutlu oldum, sizi tanımaktan da çok mutluyum; beyefendiye daha çok güvenirim, beyefendiye daha çok inanırım, onun hukukçu bakış açısı benimkine uyar ama bakın, birlikte çalışmazsak bu işi bürokrasiye teslim ederiz.

Basın kartını niye İletişim Başkanlığı verecek, neden verecek? Çağdaş dünyada bir tane ülke gösterin. Yönetmelikle düzenlemeye kalktınız, vakıflara, memurlara, herkese basın kartı dağıtıyorsunuz. Peki, o dağıttınız basın kartlarıyla ilgili olarak yargının verdiği kararlara niye uymuyorsunuz? Dava Daireleri Kurulunun (Danıştay) kararı var, Anayasa Mahkemesinin kararı var. Yani illa Fahrettin Bey'den "hamilikart" diye yazı mı getirmem gerekiyor, ona mı kabul ettirmem gerekiyor, onun ne alakası var bu işlerle?

Basın Kartı Komisyonu... İlan, reklam için bir sene durmadınız mı ilan, reklamdan sorumlu olan daire başkanı kardeşim? Bir sene toplantı yapmadan geçirmediniz mi? Niye toplanmadınız? Ne yaptı bu Anadolu basınındaki arkadaşlar, ne yediler ne içtiler sordunuz mu? Yok. "Toplanmadı." "Niye toplanmadı?" "Toplanmadı."

Peki, ben size soruyorum: Bu keyfiyetin sebebi ne? Ee, keyfiyet çünkü idari tarafı güçlü. Basın İlan Kurumu, cumhuriyet başsavcısına yazı yazacak, "Elindeki bilgiyi, belgeyi gönder." diyecek, yok ya! Kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırdım, idarenin tahakkümünü büyüttüm, savcıyı küçülttüm, yargı mekanizmasını elimin tersiyle kaldırdım attım; öyle mi olacak? MİT mensubu geldi evimin önünde herhangi bir insanın kafasına sıktı öldürdü husumetten dolayı; görmezden geleceğim, duymazdan geleceğim, bilmezden geleceğim. Daha ağırını söyleyeyim: Alçak, hain PKK terör örgütü iç ve dış istihbarattan sorumlu, PKK'dan sorumlu 2 daire başkanımızı kaçırdı. Nerede bu çocuklar, nerede bu çocuklar? Kimin elinde? Hangi zulmün eşiğinde? Ben bunların ailesini sunamayacağım, "Nerede?" diye soramayacağım, akıbetlerini takip edemiyorum; 2 devlet memuru ya! Dezenformasyon yapıyorum! Niye dezenformasyon yapıyorum? "Nerede?" diye soruyorum. Nerede bu çocuklar? Kimin elinde bu çocuklar? Hangi işkence altında bu çocuklar? Biz VPN'le girmezsek bunlarla ilgili hiçbir şey yok medyada ama VPN'le girince bütün dünyada cayır cayır yayın yapıyorlar, çocukları oturtturmuşlar, itiraflar yayınlatıyorlar. Doğrudur, yalandır ama peki, Türk gazetecisi olarak ben bunu görmeyecek miyim? Türk politikacısı olarak bunlara bakmayacak mıyım? Bu nasıl bir yasa ki beni bunlardan mahrum ediyor. Devletin güvenliğiyle bunun ne alakası var? Devletin güvenliği onları kaptırmamak, kaptırdıysa gidip almak, dünyayı başına yıkmak; Kandil'se Kandil, Sincar'sa Sincar. Ama onu yapma, gel, burada gazetecinin tepesine bu yasayla in, olmaz! Hangi vicdan kabul edecek bunu?

Basın İlan Kurumu -Basın İlan Kurumu burada, arkadaşlardan üye olanlar var aralarında- nasıl toplanıyor, nasıl dağılıyor? Hangi kararları alıyor? Arkadaşlar hangisine katılıyorlar, katılmıyorlar? Arkadaşlar, demokrasiyi yerelde, genelde zedelersek bundan bize kalacak olan şey kavgadır. Eğer ne demek istiyorsanız, neyi anlatmak istiyorsanız, düzenleyin getirin, ben altına imza atacağım. Zeynep kabul etsin, arkadaşım kabul etsin; hazırlasınlar gelsinler, konuşalım ya. Ama burada kimse görmeden... İstanbul cemiyetimiz en yoğun üye kabulümüzün olduğu cemiyettir, sendikamız burada, Ankara cemiyetimiz burada, Çağdaş Gazeteciler burada, konfederasyonumuz burada, federasyonlarımız burada. Kime sordunuz efendim, kime sordunuz? Dezenformasyon... Gazeteci kimdir? Gazeteciyi yeniden tanımlıyorsunuz. Orada "hak ve sorumluluklar" diye bildirge var, biz o bildirgede gazeteciyi tanımladık, yeniden tanım gereği nereden çıktı? Kimin ihtiyacı bu? Bizim gazetecilerin ihtiyacı değil, kimin ihtiyacı bu efendim? Sendikayı dışla, cemiyeti dışla, derneği dışla, görüşü dışla, arkadaşları dışla. E, ne yapacağız böyle? Böyle olmaz ki. Ben kırk yıl boyunca bu işi yaptım, benim çocukluk hayalim; ben, onun için ölümlerden döndüm geldim, benim saçımın her bir akında o meslek için akıtılmış alın teri var. Siz buraya bu mesleği yüceltecek bir şey getireceksiniz, ben de size "hayır" diyeceğim, öyle mi? Ben, benim alnımı karışlarım ya! Yok öyle bir şey. Burada basın kartı dâhil, Basın Yayın Enformasyon dâhil, İletişim Başkanlığı dâhil, getirilen her şey sansürdür.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Basın Kanunu 14'üncü maddeye bir bakar mısın?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bakayım, bakayım efendim, hemen okuyayım.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Yani sanki böyle uzaydan aldık getirdik.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yok, yok; bakayım. İçine eklediğiniz şeylerle ilgili sorunum var.

Benim size önerim şudur: Bir bakış açısı yaratalım, ifade özgürlüğünü, hatta siyasi hayatımızı ortadan kaldıracak, değiştirecek, şekillendirecek bu yasayı beraber yapalım. Gelin, katılalım, birlikte yapalım, hatta genç arkadaşlarım bizim genç arkadaşlarımızla beraber otursunlar yapsınlar; biz yaşlı kuşak sonradan bakalım, biz de tecrübemizle katkı sunalım.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Siz yaşlı değilsiniz efendim.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Daima genç kalanlar...

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Israrla, bizden neyi almaya çalışıyor, onu anlamadım.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Sizden almaya çalışmadım, sizin başkanlığınızda yapalım efendim, yanlışı düzeltelim. Sorun, benim derdim, kimin yaptığı değil; benim derdim yanlışı gidermek.

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Ya, Zeynep ile Selman'a atıf yapıyorsunuz da sürekli...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Onlar Batı'yı biliyorlar, çağdaş...

ZEYNEP YILDIZ (Ankara) - Ahmet Ağabey de genç.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ahmet Bey, siz de gençsiniz.

Efendim, ben devam edeceğim kırk sekiz saat, evden yemek söyleyelim.

Efendim, birinci yargı paketinde -çok önemli bir şey- yani sayın Abdulhamit Gül'ün açıkladığı demokratikleşme paketinin birincisinde diyor ki: "Biz artık bu haberle falan, siteyle kavgayı, kurumla kavgayı bıraktık, biz bunu elimizin tersiyle ittik." "Ne yapacağız?" diyor, "Sorunlu bölgeyle yani yayınla ilgileneceğiz." diyor. Öyle bir şey var mı şimdi burada? Yok. "Ben seni toptan yok ederim." Basın İlan Kurumu Genel Müdürünün sırtına taşıyamayacağı bir yük vermişsiniz, nasıl taşıyacak? Yarın bu gazetecilerin tamamı ayaklanır, bugünkü ekonomik durumu nedeniyle susanlar yarın kazan kaldırır, bu gazeteci takımı bir gecede yürüyüşe başlar ve bunlar der ki: "Basın İlan Kurumunun zulmüne son." Bakın, bütün bunlar yaşanır. Niye veriyorsunuz böyle bir sorumluluğun altına? "Onu da yap, bunu da yap, yargıçtan onu iste, sen yargı yerine de geç, her şeyi benim adıma idare et." Niye yapsın ya? Kuruluş yasası belli, amacı belli, kapsamı belli. Niye bunlarla yoldan çıkaralım? Niye zorlayalım? İlanlardan sorumlu Daire Başkanımız gülüyordu, ben biraz bağırmaya, şey yapmaya başlayınca baktım, suratı asıldı. "Paralar gitti." diyor. Yok, paralar sana gelse de sorun, nasıl dağıtacaksın? Hangi ölçüyle dağıtacaksın? Dağıtabiliyor musun? Kavga çıkmıyor mu? İlan nedeniyle, reklam dağıtımı nedeniyle, desteklediğin organlar nedeniyle kavga yok mu? Tiraj nedeniyle yok mu? Ya, bırak Allah'ını seversen; hadi, ben bürokratlara sormuyorum, gazetecilere soruyorum. Tiraj nedeniyle, ölçemediğin bir tiraj nedeniyle para dağıtıyorsun, ölçemediğin bir tiraj nedeniyle...

ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) - 4-5 gazeteye gidiyor Tuncay Bey, o yüzden kavga falan yok, ne güzel, tık tık tık paylaşıyorlar.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Şimdi ben de diyorum ki: Önümüzdeki yüzyılı planlayalım, gelin, yüzyılın yasasını çıkarın, altına imza atın, alkışlayarak buradan gönderelim. İtiraz ediyorsunuz ya ben okudukça, bu itirazlarımızı kaydedelim, bakalım ne olacak.

Tekrar soruyorum: Millî İstihbarat Teşkilatı mensupları önümüzdeki seçimde sandıkları alıp kaçarsa ne yapacaksınız?

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Kaçamazlar.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yahu, dezenformasyon yapıyorum! Kaçar kaçar, bu yasayla kaçar. Diyorum ki... Bakın arkadaşlar...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Tersini söyleyelim mi: CHP ilçe başkanları sandıkları alıp kaçarsa MHP ne yapacak? Böyle bir şey var mı?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yok, yok; öyle bir şey yok, onlar devlet görevlisi, CHP ne? Bizimkiler sadece sandığın başındaki gözetmen.

Efendim, bakın, bizim Anayasa'mız bize, idare hukuku açısından "Basın parlamento dışı bir denetim organıdır." diyor, parlamento dışı bir denetim organı.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Doğrudur.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bu yasadan sonra parlamento dışı denetim organı olarak çalışma imkânı var mı? Basın Yayın Genel Müdürü eline almış sansür sopasını, "Ya, bugün sen bizim çocukların canını çok sıktın." diyor. Ee... "Vermem parayı." diyor. E, ne yapacak bu adam?

Şimdi, ben diyorum ki: Bu algıların üstüne çıkaralım, kıstaslarımızı koyalım, bazı şeyleri değiştirmeye gerek yoksa değiştirmeyelim, bu basın kartı işini devletin tekelinden çıkaralım. Gazeteci devletin tavuğu değil; gazeteci halkın sesi, halk adına denetim yapan kişi. Meslek mensubiyetini ağırlaştıralım, ağır yükümlülükler getirelim, "lise mezunu" demişsiniz, "üniversite" diyelim; başka şeyler de koyalım ama gelin, biz bu işte gazetecinin özgürlük alanını daraltmayalım. "Özgürlük" tanımı... Değerli kardeşimin özgürlüğünün başladığı yerde benim özgürlüğüm bitmez; özgürlükler el ele verir, değerli kardeşime doğru ilerlerler. Özgürlük alanı saygı alanıdır aynı zamanda, birbirimizin hassasiyetine saygı duyacağız, birbirimizin anlayışına saygı duyacağız ama şimdi bu ak saçlıları dinlemediniz, gençleri dinlemediniz, eleştiriler yok. Yasa çıktıktan sonra ben "Bu MİT görevlilerine ne oldu?" diyemeyeceğim, "Bu MİT'çi niye o adamı öldürdü?" diyemeyeceğim, "Niye bunu yapıyor?" diyemeyeceğim, "Niye silah kaçırıyor?" diyemeyeceğim, "Niye uyuşturucu kaçırıyor?" diyemeyeceğim; diyemeyeceğim, diyemeyeceğim, diyemeyeceğim! E, ben ne yapacağım? Beni ne haberciliğine sürüklüyorsunuz? Magazin mi yapacağım? Siz, benim gazeteci olarak ne yapmamızı istiyorsunuz? İletişim Başkanlığı, Basın İlan Kurumu ve BTK; üç sacayağı kurmuşsunuz, top gibi oynayacaksınız gazeteciyle.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Millî İstihbarat Teşkilatı hakkında kitap yazdın. Başına bir iş mi geldi?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Benim Millî İstihbarat...

Geldi, anlatayım, geldi, anlatayım. Efendim, anlatayım (Gülüşmeler) Dur, şimdi, bunu da sordu ama bak...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Hayır, şimdi bu bahse girersek eski defterleri açarız, bir sürü itham olur.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Efendim, Millî İstihbarat Teşkilatı üzerine kitap yazmak için Uğur Mumcu'yla birlikte Cumhuriyet gazetesinde karar verdik. Ben Uğur Mumcu'nun yanındaydım, Uğur ağabeyle birlikte karar verdik, ben araştırmaya başladım. Uğur ağabey rahmetli oldu, ben çalışmamı sürdürdüm.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Allah rahmet eylesin.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Allah rahmet eylesin.

57 eski MİT görevlisiyle röportaj yaptım. Bunların arasında beni Kızılcahamam'a kadar götürüp orada bırakıp arabasıyla dönenler oldu, çok renkli şeyler var. Ama ne oldu biliyor musunuz? Abdullah Öcalan'la "Millî İstihbarat Teşkilatı seni ajan olarak kullandı mı, kullanmadı mı?" diye görüşmek için Almanya üzerinden Lübnan'a gitmek üzere bir görüşme bağlantısı kurdum, o zaman bir ajans vardı, o ajans...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - 74'lerde var galiba öyle bir ilişki.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Bilmiyorum ben, ama bunu sormak istedim kendisine.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Ya, bu kadar her mevzuyu bilen niye bu konuda -Feti Başkan, siz tecrübelisiniz- "Bilmiyorum." diyor efendim.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Efendim, randevu telefonlarımızdan sonra beni Genelkurmaya çağırdılar.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - İşine gelmiyor.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Dezenformasyon yapıyor!

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Üç saat bekletildikten sonra Doğu Silahçıoğlu'nun karşısına çıktım. "Gidemezsin, pasaport vermeyiz. Hadi her şeyi yaptın, kaçak olarak gittin, dönemezsin; dönersen yaşayamazsın." dedi, kitabın giriş bölümünde var. Herkes kitaptan istediği yeri okuyor ama ben hepsini yazdım, ben yazan olarak biliyorum.

Gelin, Türk Ceza Kanunu'nu gazetecinin sırtındaki bir sopa olarak kullanmaktan vazgeçin, bu bizim için çok acı verici bir şeydir. Sosyal Medya Kanunu'yla kesinleşmiş mahkeme kararları karşısında bizim söyleyecek bir şeyimiz yoktur. Şimdi, ben Ergenekon terör örgütünün kurucu yöneticisi olarak hüküm giyseydim, beraat etmeseydim, altı yıl sonra, ben şimdi gazeteciyim diyemezdim, siyaset de yapamazdım zaten. Cezaevindeyken siyaset yasağı verdiler, Denizli'de yaptığım bir konuşma nedeniyle "Siyaset yapamazsın." dediler. Cezaevinde geçti süreç, tamamlandı, olanak doğdu. Şimdi, hep beraber burada özellikle internet haber siteleri Basın Kanunu kapsamına alınıyor diye zil takıp oynamamızı istiyorsunuz ama bu oynanacak bir şey değil; bu havuç, arkasında kırk tane sopa var. Bu çocukların hepsi, bu arkadaşlarımın tamamı, büyüklerimin tamamı okuduğunu anlıyor vallahi; anlıyor, bir de anlatma yetenekleri var, hepsinin okuduğunu anlama ve anlatma yeteneği var. Adı gazeteci, yazdıklarımızı okuyorlar. Bütün bunlardan çıkarttıkları şey zulümdür, sansürdür. Bu size yakışmaz. Ben diyorum ki gelin, zulüm ve sansür kısmını atalım; özgürlükler, demokrasiyi geliştirme, katkı kısmını büyütelim. Burada servis sağlayıcıları da var, bu arkadaşlarımız uluslararası şirketler. Bunlar bize doğru düzgün bilgi versinler; versinler efendim. Biz de kurumsallaşmayı sağlasınlar; sağlasınlar efendim. Vergi versinler; versinler efendim. Algoritmalarını düzenlesinler; düzenlesinler. Twitter'la kavga ediyorum, benim algoritmamı değiştirdi. Çünkü, Erzurum'daki çocuklara tecavüz haberinden sonra, dayak haberinden sonra şikâyetler üzerine algoritmayla oynadılar, algoritmamı değiştirdiler. "Niye değiştirdin?" diye kavga ediyorum. Ama şunu unutmayalım: Twitter olmazsa sözümün ulaşabileceği yer yok. Onu yok etmek için kavga vermiyorum; kavgam, onu güçlendirmek, onu güçlendirirken onun bizimle ilişkisini büyütmek, raporlamaları artırmak. Diyorum ki Dijital Mecralar Komisyonuna: "Bu yabancı çok uluslu şirketlerdeki arkadaşlar rapor versinler." ama onlar da yok.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - ¬Var, var, düzenlemede var.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yok efendim, yok. Ah, nerede, keşke.

Şimdi gelecek tekliflerimize "evet" derseniz birlikte hallederiz bu işi biz.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Bir saat oldu.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Kırk sekiz saat, rekor kıracağım, evden sefer tası isteyin.

Bitiriyorum efendim, bitiriyorum.

Öncelikle size şunu söylemek istiyorum: Örnekleyerek anlattığım şey benim hayat hikâyem, benim tecrübelerim, benim yaşadığım şeyler; arkadaşlarım tanıktır bunlara. Bu arkadaşlarımın büyük bir kısmı geldiler beni cezaevinde gördüler, duruşma salonunda gördüler, haber yaparken olay mahallinde gördüler, politikacı olarak onlarla konuştum. Ben şimdi şunu söylüyorum: Gelin, hakkımızı maksimum verin. Alt komisyon mu dersiniz, alt komisyon olmazsa, bu çalışmaları artıralım mı dersiniz... Önergelerimizle birlikte, şu söylediklerinizi önergelerimize yazmak da dâhil -ben bunu da kabul ederim- gelin, maddeleri yeniden yazalım, şüpheleri ortadan kaldıracak düzenlemeler yapalım, başımıza yeni diktatörler icat etmeyelim. Bunlar 84 romanındaki hakikatleri doğrulama enstitüsü gibi bir şey hâline geliyorlar. Telekomünikasyon, BTK, Basın İlan Kurumu. Arkadaşlar görecek, görülmüştür diyecek, basacak damgayı geçecek.

Bitireyim... Mustafa Balbay'la birlikte sekiz ay kadar mahpus arkadaşlığım oldu. Zaman zaman cezaevi yöneticileri ya da Ankara'dan gelen müsteşarlar falan akrabalarını da yanlarına alırlar, kapıyı açtırırlar Balbay'la benim orada duruşumuzu gösterip "Bak burada yatıyor." derler, bundan psikolojik tatmin çıkartır giderlerdi. Sayın Karaman galiba... Yanlış hatırlıyor olabilirim, ismini vermeyeyim şimdi, kitapta var ama şimdi hatırlayamadım. Müsteşar geldi, yanında kayınbiraderi var, maça gidiyorlarmış, eğlence olsun diye Silivri'ye uğramışlar. Silivri'de müdürler kapıları açtı, içeri gardiyanlar doluştu, Mustafa'yla beni gördüler. Mustafa çok güzel yemek yapar; makaleleri güzeldir, gazeteciliği iyidir, bir de yemeği de güzeldir, annesi ona çok güzel yemek yapmayı öğretmiş. Limon sıkar, tuz katar, sudan çorba yapar, doyamazsınız tadına. O da semaverin üzerinde -biliyorsunuz eski cezaevleri gibi değil, yemek verilmiyor, sadece kantinden alabildiğiniz bazı şeyler var- domates haşlıyordu. "Ne yapıyorsunuz siz orada?" dedi müsteşar. Biz de "Domates haşlıyoruz, bulgur pilavının üstüne katıp yiyeceğiz." dedik. Böyle bir "Allah Allah" falan yaptı, çıktı. Çıktıktan iki dakika sonra koğuşu gardiyanlar bastılar, başefendi başta "Vay efendim, yemek nasıl pişirirsiniz?" Yahu kardeşim, yemek değil, domates haşlıyoruz, bulgur pilavının üstüne ezeceğiz, yiyeceğiz. "Siz domatesi amaç dışı kullanıyorsunuz." dedi. "Bak, arkadaş, akşam akşam bela diye mi gönderdiler sizi bize, domatesi amaç dışı kullanmak da ne?" dedim. "Biz size kantinden domatesi dörde bölüp tuz döküp yemeniz veya ince ince doğrayıp yemeniz için veriyoruz, onu semaverin üzerinde haşlamak amaç dışıdır." dedi. "Lan yürü git, şimdi burada kavga çıkacak!" dedim.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Alkol üreteceksiniz öyle değil mi!

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yok, domatesten alkol üretilmez ya; üzüm vermiyorlar, hoşaf vermiyorlar o yüzden.

Neyse, bunlar baktı ki kavga çıkacak; çıkıp gittiler. Üç gün sonra Mustafa'yla bana tebligat geldi, diyor ki: "Cezaevi yönetmeliğinin amaç dışı kullanımlar maddesinin bilmem ne bendine göre domatesi amaç dışı kullandığınızdan savunma yapmanız, savunma yapmazsanız, işte altı ay görüş yasağı..." Hanımı ve çocukları bir orada görüyoruz camın arkasından. "Görüş yasağı" demek içerideki bir adam için ölüm demek, mezara gömülmek demek. O zaman Mustafa Milletvekili, ben değilim. Müdüre gittim dedim ki: "Bak, ben bu domatesi senin başına bela edeceğim, bu domates üzerine kitap yazacağım." Hakikaten yazdım "Domatesin amaç dışı kullanımı suçu" diye. "Bak gelen herkese söyleyeceğim, kavga çıkartacağım." dedim, onun üzerine kınamayla yetindiler. Arkadaşlar, gelin, bu yasayla yaptığımız şeyi kınamayla yetindirelim. "Domatesi amaç dışı kullanma suçu" diye bir suç olmadığına göre, ceza mahkemesinde, burada suç icat etmeyelim. Gelin, bu işlerden yol yakınken dönelim; gelin, bu işlerden vazgeçelim; gelin, şunu çağdaş, dünyayı kucaklayacak bir şekle çevirelim, altına biz de imza atalım, buradan hep beraber gitsin. Bu gazeteci arkadaşlarımızın sırtına bu kadar yükü yüklemeyelim, bu arkadaşlar bu yükü taşıyamazlar; ekonomik buhran dorukta, yerel medyanın durumu çok kötü, Basın İlan Kurumu yerel medyayı yok ediyor. Gelin, hep beraber bir uzlaşı yaratalım. Sizin olgunluğunuz, sizin bu konudaki tecrübeniz bunları düzenlemeye yeter. Genç arkadaşlarımla bir araya gelin, isterseniz ben her katkıyı vermeye hazırım. Bu işi, bu domatesi amaç dışı kullanma suçuna dönüştürmeyelim. Bu iş, bu kabahatlerde kalsın, biz hep birlikte buradan güle oynaya ayrılalım. Neden? Mahkemeyi, savcıyı, Basın İlan Kurumuna bağlamaya benim yüreğim etmez. Basın İlan Kurumundaki arkadaş, savcıya "Gönder o belgeyi, bilgiyi." diyemez. Kanuna, kuvvetler ayrılığına aykırıdır; bu, idari teşkilat yapımıza aykırıdır.

(Gürültüler)

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Nerede yok! Bak çıkartırım ha! Yok öyle bir şey, birazdan teklifler gelecek, nerede yok! Basın İlan Kurumuna yetkiyi vermiş, "Savcıdan belgeyi ister." diyor, öyle bir şey yok. İdarenin yetkilerini bu denli geliştirirseniz aklımızı karıştıran bir durumla karşı karşıya kalırız.

Birinci yargı paketinde, Abdülhamit Gül'ün açıkladığı yargı paketinde getirdiğiniz özgürlük ortamını burada kaldırırsanız, bu çelişkidir. Eğer, Ankara Milletvekilinizin söylediğini, Ankara Milletvekilinizin ifade ettiklerini dezenformasyon olarak kabul ederseniz, iç çatışma çıkar. Bunların hepsini sonlandırma yolu demokrasiye inançtır, güvendir. Sizin bilginize, erdeminizi, inancınıza ben güveniyorum; gelin, siz de bize inanın, güvenin, birlikte şu işe bir el atalım, bunu toparlayalım. Biz eğer bunu toparlamazsak yarın bu servis sağlayıcısı arkadaşlara da "Yüzde 3 oranında ceza getir, bunları şeye bağla, hisse senetlerini de getir." falan, Elon Musk... Daha kârlı çıkarız biz yani. İsterseniz yasaya şunu ekleyelim: "Servetlerinin yarısını hisse senedi olarak getirir, bize bırakırlar." diyelim ama bu yanlış olur. Gelin, onları teşvik edelim ama denetleyelim. Onlardan her şeyi isteyelim ama onlardan, gizli dinleme, izleme, takip sonuçları doğuracak düzenlemeler istemeyelim. Yani "FaceTime'i takip edemiyorum, takip edeceğim, üst bilmem ne oluşturacağım." "WhatsApp'ın birazını takip edebiliyorum ama birazını göremiyorum, tamamını göreceğim."

Arkadaşlar, son sözüm Yassıada duruşmalarının yargıcı olan Salim Başol Sayın Menderes'in genç yargıçlar arasından seçtiği 1'incilerin 1'incisiydi, 1'incilerin 1'incisi; verdiği karar ortadadır. Telefon dinlemesini... 10.876 sayfalık iddianamede yaklaşık 3 bin, 4 bin tane benim telefon dinlemem var, hepsini iddianameye koymuşlar. Eşimle, kardeşlerimle, herkesle yaptığım konuşmalar, edepsizce konuşmalarım da var. Ben "Ben bunların hepsini kabul ediyorum, bunları kaldırın, suç neyse kabulümdür; burada okumayın." dedim ama iddianameye koyduklarını okudular, çok utandım, yerin dibine girdim. Deniz Bey'e, Devlet Hocama, pek çok insana kız kardeşimi gönderdim birer mektupla; hepsinden özür diledim, hepsi çok büyük olgunluk gösterdiler, hepsine saygılarımı tekrar iletirim. Ama şimdi o duruşma salonlarında beni yargılayan savcıların ve hâkimlerin, polislerin telefon tutanakları okunuyor. Benim onlara bakmaya, benim onları dinlemeye yüreğim dayanmıyor. Gelin, bu işleri zorbalıkla, bu işleri yanlışla çözmeyelim, yanlışla hiçbir şey çözülmüyor. Gelin, yanlışı demokrasiyle yıkayalım; gelin, anlayışla, hoşgörüyle bir yolculuğa çıkalım. Ben hepinize, inançla güvençle bağlıyım. Biz burada bu işi bitiririz, hep beraber el ele verelim, Türkiye'nin geleceğine, çocuklarımıza güzel bir şey bırakalım.

Saygılar sunuyorum, emekleriniz için teşekkür ediyorum efendim.