KOMİSYON KONUŞMASI

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanlar, öncelikle, şunu söyleyelim: Bir bilgi çağının içerisinden geçiyoruz ve aslında insanlık kadar eski bir şeyi tartışıyoruz. Ne demişler? İşte "Düşünüyorum, öyleyse varım." Aslında, düşünceyi ve düşüncenin ifade edilmesi meselesini tartışıyoruz. Sonuçta, düşündüğümüz şeyi eyleme geçirmeden aslında bunun bir kısıtlanması meselesini konuşmak ya da düşünceyi sınırlamak, ket vurmak gibi bir meseleye dair bir tartışma yok. O zaman, bugün burada tartıştığımız mesele en nihayetinde düşünce, fikir hürriyetiyle bire bir ilintili. Yani düşündüklerimizi anlatma, açıklama, bilgi edinme, bilgiye ulaşma, bilgiye erişim, bilme meselesiyle çok yakından ilgili olduğunu ifade etmek gerekiyor.

Şimdi, içerisinde bulunduğumuz çağ aslında çok büyük bir gözetim çağı. Yani sonuçta şöyle düşünün, uzaydan evinizi görebiliyorsunuz değil mi? Bir Google uygulaması üzerinden mahallenizi görebiliyorsunuz, kapının önünde duran park etmiş aracınızı görebiliyorsunuz. Böyle bir bilgi ve iletişim çağında yaşıyoruz ve bütün bu bilgi ve iletişim çağı en nihayetinde insanlığın ortak değeri. Yani ilk ateşi bulan ile ilk tekerleği bulanın bugün bu internetteki milyonlarca verinin işlenmesinde payı var, emeği var. Yani bir ortak insanlık değerinden bahsediyoruz fakat şunu görüyoruz: Her zaman insanlık sonuçta ilerletmiş, geliştirmiş ve bir aşamaya getirmiş. Ne zaman ki önüne ketler vurulmuş, ne zamanki düşünceye yönelik kıyıcı rejimler olmuş... İşte ne diyoruz? "Orta Çağ" diyoruz değil mi? "Skolastik düşünce." Ne skolastik düşünce? Fikir ve düşüncenin olmadığı, engizisyon mahkemelerinin olduğu, farklı düşünenin yargılandığı, farklı söyleyenin bir şekilde yok edildiği bir toplumdan bahsediyoruz ama karşısına ne koyuyoruz? Diyoruz ki: "O dönem, Orta Asya'da, bizim toplumumuzda öyle değildi." Niye? Düşünce ve fikir özgürlüğü vardı, insanlar düşündüklerini söyleyebiliyordu; felsefe, bilim burada gelişti. Doğru, burada gelişti ama bugün, felsefe ve bilim nereye taşındı? Bugün, felsefe ve bilim Batı'ya taşındı. Oysaki doğduğu topraklar Anadolu ve Mezopotamya ya da "Orta Anadolu" ya da "Orta Doğu" dediğimiz coğrafyanın kendisi -insanlığın bütün kadim değerlerine beşiklik etmiş, bütün evrensel gelişimine beşiklik etmiş bir coğrafya- ama bugün, bu coğrafya en geri kalmış -tırnak içerisinde bu geriliği kullanıyorum teknoloji ya da şey anlamında, bir düşünsel anlamda değil- coğrafya pozisyonunda ve en geri işlerde...

Avrupa, iç savaşını bitirmiş, reformunu yapmış ve belirli bir aşamaya gelmiş; şimdi ne diyorlar? "Ya, biz evrensel değerlere ulaştık, bizde fikir özgürlüğü var, düşünce özgürlüğü var." diyorlar. Mekanizmalarını kurmuşlar, ulus devlet mantığını aşmışlar, Avrupa Birliğine ulaşmışlar. Ben bir Türk olarak, Kürt olarak, Ermeni olarak, Alevi olarak -neyse- hangi kimliğimle gidersem gideyim kendimi ifade edebiliyorum mesela hiç sorun yaşamıyorum. Bugün, Aleviler Avrupa'nın birçok yerinde tanındılar, hak kazandılar, ayrıca cemevleri var, ibadethane olarak tanınıyor, mezarlıkları var; niye? Çünkü inanca saygı var, aşmış yani. İlla "Benim inancımdan olacaksın." İlla "Benim gibi düşüneceksin." demiyor. Ya da zamanında İngiltere Hindistan'ı sömürmüş, şimdi İngiltere'de Hindistanlı, Hintler çok fazla ama Hindu kendi başındaki sarığıyla orada trafik polisliği yapabiliyor ve kimse ona "Hayır efendim, bu İngiliz yasalarına göre böyle bir şey takamazsın, çıkar." demiyor; neden? Çünkü onun inancına saygı duyuyor. Evet, ama bütün bunların arkasında, bütün bu gelişmişliğin arkasında ne var? Tabii ki büyük emperyal projeler, büyük plantasyonlar, büyük sömürge rejimleri var ve bütün bu sömürge rejimlerinden çıkmış bunlar. Bir köle emeğinin üzerine oturuyor bugünkü Avrupa medeniyetinin kendisi.

Bize bakalım, bütün bunların çok aksine bir tarih anlatımımız var ama bugün 21'inci yüzyılda, 2022 yılında sosyal mecraların sınırlandırılmasını konuşuyoruz. Neden bunu konuşuyoruz? Çünkü aksi fikre tahammülü olmayan, kendinden olmayanı yok etmeye çalışan bir siyasi rejimin içerisinde yaşıyoruz. Yani şöyle bir şey yok: Ben Halkların Demokratik Partisindeyim; efendim, sen de görüşünü söylersin, ben de görüşümü söylerim, Mecliste halk bizi seçmiş, yürütürüz süreci. Hayır, öyle bir şey yok. Ben Halkların Demokratik Partisindeyim ve çok açık ve net, bu Mecliste bazıları benim partimi kapatmak istiyor. Demek ki benim varlığıma dönük bir kasıt var. Benim varlığıma kasteden bir yerde şimdi düşünce özgürlüğünden, fikir özgürlüğünden nasıl bahsedeceğiz?

Sabah akşam televizyonlarda hedef gösterildiğim bir zeminde, bırakın artık bir bilgi paylaşmayı, bir haberi "RT" etmeyi, burada varlıksal bir sorunumuz var ve bu ne AKP'ye ait bir sorundur ne de hemen yarın AKP gittiğinde aşılacak bir sorundur. Bu çok temel, çok köklü bir mesele ve bizim demokrasiyle aramızdaki mesafeyi tayin ediyor. Bu mesafe açıldıkça, Türkiye demokrasiden mesafelendikçe ne yazık ki fikir ve düşünce özgürlüğünden de gittikçe uzaklaşıyor ve her şeye yasakçı bir bakış açısıyla ön almaya çalışıyor. Yani şöyle demiyor...Ya, şöyle düşünün: Burada herkes Müslüman, aramızda bir tane Hristiyan olsa şimdi hepimizin o Hristiyan'ın hakkı için canını bile ortaya koyması gerekmez mi? Düşünce özgürlüğü bağlamında değil mi? Onun inanç özgürlüğü, aynı zamanda bizim inanç özgürlüğümüzün teminatı değil midir? Öyledir, normalde demokratsak, gerçek anlamda insan haklarına saygılıysak hepimizin buradaki azınlık hakkı için mücadele etmesi, azınlık hakkı için kendini siper etmesi gerekir. Ama pratiğe bakalım arkadaşlar; pratikte ne var? Çoğunlukçu bir tahakküm var. Çoğunluğun çoğunluk gücüyle azınlığı, farklı olanı yok etme anlayışı var. Şimdi, mesele yok etme olunca burada artık tartıştığımız şeyler gerçekten birazcık istisnaya dönüşür yani meselenin esası değil. Maddeye gelemiyoruz çünkü esasında büyük bir taassup geliyor, büyük bir korku iklimi yaratılmak isteniyor ve bu korku ikliminin içerisinde farklı olana yer yok; farklı olan Kürt'e yer yok, Alevi'ye yer yok, Kürtçe konuşana yer yok, Lazca konuşana yer yok, Lazca türkü söyleyene yer yok, açık giyinene yer yok, başörtülü mütedeyyine yer yok. Yani gerçek anlamda, iktidarla çelişen, çatışan, iktidarın karşısında duran hiç kimseye alan açmıyor, aksine bütün bu alanları kapatmaya çalışıyor.

Şimdi, siz bu yasayı bundan bilmem kaç yıl önce daha henüz iktidara ve devlete yerleşmemişken getirseydiniz hani, şöyle düşünebilirdik: Gerçekten toplumu, kamu yararını düşünen bir şey. Ama şimdi, bakın, yıl 2022, biz seçim sathımailine girmişiz ve her sabah ve her akşam siz bütün televizyon kanallarını kontrol altına almışsınız, muhalif üç beş kanalın da boğazına binmişsiniz canlı yayın yaptı diye, milletvekilini konuşturdu diye ceza veriyorsunuz. Onlar, böyle, artık deyim yerindeyse el birliğiyle ayakta kalmaya çalışıyorlar, artık Türkiye'de oran üzerinden toplum kamplaşmış; "Şu kanalı ayakta tutmalıyız. Hayır efendim, o kanalı boğmalıyız." diye bir kamp var. Şimdi, geriye bir sosyal medya kalıyor. Orada da insanların duygularını, düşüncelerini, öfkelerini, bilgilerini aktarmasının önüne geçmeye çalışıyorsunuz.

Peki, elinize ne geçecek? Şimdi, mesele bu; elinize ne geçecek? Buradaki temel şey, burada nasıl bir kamu yararı olabilir? Benim herhangi bir bilgiyi yaymam neden kamuyu rahatsız etsin ki? Bakın, insanların düşünce özgürlüğü nerede başlar? Bir başkasının özgürlüğünü ihlal etmediği sürece vardır, değil mi? Ama biz biliyoruz ki düşünce özgürlüğüne en büyük, en fazla zararı veren rejimlerdir, devletlerdir, kamudur çünkü kamu kendisini toplum üstü bir otorite olarak inşa ediyor ve ne olursa olsun "Söz konusu devletse gerisi teferruattır." diyor, insan haklarını görmeyen, düşünce özgürlüğünü görmeyen, hiçbir şeyi görmeyen bir yaklaşımla insanların bireysel hak ve özgürlüklerini sınırlıyor.

Şimdi ben soruyorum: Bu soruma...

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Gülüstan Hanım, sekiz dakika oldu.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Tamam, toparlıyorum Sayın Başkan, önemli bir konu olduğu için konunun önemine binaen...

Şimdi şöyle düşünün: Ben bu ülkenin vatandaşıyım, bir Kürt'üm, bir Alevi'yim, değil mi? Bu topraklarda doğdum, büyüdüm.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Bunu niye söylemek zorundasınız?

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Şimdi ifade edeceğim niye söylemek zorunda olduğumu Sayın Vekil. Benim inancım bu ülkede tanınmıyor ama benim inancım İngiltere'de tanınıyor. Ben Almanya'ya gittim, Almanya'da devlet protokolü geldi, Avrupa Alevi Federasyonunun gecesine katıldı, devlet adına konuşma yapıldı.

BAHAR AYVAZOĞLU (Trabzon) - Nasıl tanınmıyor?

AHMET BÜYÜKGÜMÜŞ (Yalova) - Biz de katılıyoruz cemevine.

ERDAL AYDEMİR (Bingöl) - Ya, ben Şafii'yim tanımıyorsunuz. Şafii mezhebine mensubum, Fatih'te namaz kıl, bak sana ne yaparlar?

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Tanımıyorsunuz.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Gülüstan Hanım...

BAHAR AYVAZOĞLU (Trabzon) - Nasıl tanınmıyor ya?

ERDAL AYDEMİR (Bingöl) - Ben yaşamışım ya, yaşamışım, yaşamışım ki anlatıyorum.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bağlamından koparmayalım, demek istediğim şu: Şimdi, Sayın Başkan, "Biz hoşgörü toplumuyuz." diyorsunuz ya... Diyoruz değil mi? Hepimiz diyoruz.

BAŞKAN HÜSEYİN YAYMAN - Çok şükür.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Ha, çok şükür.

Peki, hoşgörünün sınırı nedir? Kim belirliyor hoşgörünün sınırını? Hoşgörü Gülüstan'a göre, Hüseyin Bey'e göre, Ahmet'e, Mehmet'e göre değişen bir şey değildir ki. Şimdi biz evrensel temel insan haklarını eğer referans alacaksak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10'uncu maddesi fikir ve düşünce özgürlüğünü güvence altına alıyor. Türkiye taraf mı? Taraf. Bizim Anayasa'mız madde 25, madde 26, fikir ve düşünce özgürlüğünü, basın özgürlüğünü taahhüt ediyor mu, garanti altına alıyor mu? Alıyor. Peki, o zaman nasıl oluyor da biz hâlâ, bütün bu Anayasa ve uluslararası müktesebatın dışında, bunların da tam karşısına bir yasal uygulama getiriyoruz ki dijital mecraları kontrol edelim ve tam anlamıyla bir istibdat rejimini vuku bulduralım. Bu kabul edilemez Sayın Başkan.

Son olarak şöyle toparlayayım: Gerçekten şu hassasiyet hepimizin hassasiyeti; hepimizin çocukları var, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz. Tabii ki siber suçlar, tabii ki dijital mecralardan yayılan ve çocukları zehirleyecek meselelere dair bazı yasal düzenlemeler olabilir ama her şeyin sınırını getirip güvenliğe indirgerseniz çok açık ve net benim burada konuşmam birileri için devletin güvenliğini tehdit meselesi olarak görülebilir. Burada subjektif unsurlarla değerlendirme yapılamaz, yasalara göre, Anayasa'ya göre, evrensel ilkelere göre yol almak zorundayız. Bu yasanın özü de kendisi de bütün bu değerlere aykırıdır, geri çekilmesi gerekiyor.

Teşekkür ediyorum.