KOMİSYON KONUŞMASI

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, değerli basın mensupları ve değerli misafirler; hepiniz hoş geldiniz.

Sayın Başkan, öncelikle hayırlı uğurlu olsun, burada değildim

BAŞKAN ABDU LLAH GÜLER - Teşekkür ediyoruz, çok sağ olun.

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Öte taraftan, yeniden üye olarak seçilen Bülent Bey'e de hayırlı olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Şimdi, Sayın Başkan, tabii, uzun bir süredir bu Komisyonda birlikte mesai yapıyoruz fakat ilk mesaimiz şöyleydi: Önceki Adalet Bakanının "Yargı Reformu Stratejisi Belgesi" diye kitaplaştırmış olduğu bir kitapla biz yola çıktık 2019 yılında ve bu kitapçıkta, herkese de umut veren "2023 Yargı Vizyonu Güven Veren ve Erişilebilir Bir Adalet Sistemi" başlığı adı altında, olması gereken ve teorik olarak da herkesin altına imza atması gereken kurallar vardı, 7-8 kural vardı . Bunlar: İnsan odaklı hizmet anlayışının geliştirilmesi, yargıya güvenin artırılması, hak ve özgürlüklerin daha etkin korunup geliştirilmesi, makul sürede yargılanma hakkının gözetilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, hukuki güvenliğin güçlendirilmesi. Şimdi, bu ilkelerin tamamı iktidarınız süresince maalesef eksik bırakılan, maalesef üzerinde gerçekten çalışma yapılması gereken ilkeler idi. Üç dört sene önce bu ilkelerle mevcut olan, 27'nci Dönemden27'nci Dönemden sonra gelen Adalet Bakanı bu stratejilerle ortaya çıktı ve o günden bugüne kadar çeşitli paketler geldi ve paket üzerine paketler geldi.

Şimdi izin verirseniz bu geneli üzerinde, yine bir torba kanun teklifi, bunun üzerine biraz zamanınızı alacağım ama adaletin bu strateji belgesinde belirtilen adalete erişim olsun, tarafsız ve bağımsız bir yargının olmayışı hususu olsun ve adaletin birebir dokunması gereken alanların ne kadar antidemokratik hâle getirildiğine, demokratik bir toplumda olması gereken hususların ne kadar müdahale alanı hâline getirildiğine dair örneklerle bir fotoğraf çekmek istiyorum bu toplantıda. Bütün yargı paketlerinin geldiği süreçlerde bunları dile getirdik ve getirmeye devam edeceğiz ve izninizle bu konudaki düşüncelerimizi açıklamak istiyoruz.

Hukuk ve yargının sorunu ve çözümü bazı kanunlarda değişiklik yapılmasıyla giderilebilir bir durum değildir, o tespiti her şeyden önce yapmak lazım. Bu anlayışla ve bu yöntemle reformdan bahsetmek de mümkün olmayacaktır. Türkiye'de yargı sorunu toplumun bütün sorunlarının başı niteliğinde olan temel bir sorun hâlindedir. Kuvvetler ayrılığının somut ve demokratik bir ülkede olması gerekecek bir şekilde düzenlenmesi gerekirken bu sorun hâlâ düzenlenmemiştir ve ciddi bir şekilde adalete tesir eden bir konumdadır.

Adalet sorunu, aynı zamanda ülkenin temel sorunlarının da ayrı bir yansıması hâlindedir. Toplumun çeşitliliği, ekonomik sorunlar, sosyal sorunların temel çözüm noktası yeniden toplumsal uzlaşmanın sağlanması gerektiği, yeni bir anayasanın oluşturulmasıyla başlama zorunluluğu olduğu ortadadır.

Yine, torba bir yasa teklifiyle karşı karşıyayız. Kanun yapma tekniği açısından da sorunlu bir anlayış mevcuttur ne yazık ki. Reform, yenilik ve toplumsal anlamda sorun hâline gelen ve sürekli suç üreten bir sistemin düzeltilmesi bu yöntemle mümkün değildir. İktidarın yaklaşımı ve suç politikası yanlı bir politika hâline gelmiştir.

Anayasa'sıyla birlikte tüm temel yasaların görünümü içler acısı bir durumdur. Binlerce değişiklik yapılmakta ve ne yazık ki bu bölük pörçük değişiklikler toplumsal soruna çözüm getirmekten uzak bir anlayıştır. Kadın cinayetlerine yaklaşım sorunludur, demokratik mücadeleye bakış açısı sorunludur, çevreye yaklaşımı sorunludur, insan haklarına yaklaşımı sorunludur. Bu politik yaklaşım ve sorunlu yaklaşım çözüm getirmekten uzaktır. Bu Komisyonda yapılan her türlü kanun teklifi görüşmelerinde defalarca eleştirilerimiz oldu ve bu eleştirel yaklaşım sonucunda hiçbir değişiklik de öngörülmedi.

Yargının sorunlarını çözmek, reformdan bahsetmek bu politik yaklaşımla da mümkün değildir. Bu paketten önceki paketler adalete bir çözüm getirdi mi? Getirmedi tabii ki. Mahkemelerin işleyişinde bir iyileştirme getirdi mi? Kadın cinayetlerini önledi mi? Çevrenin talanına bir çözüm getirdi mi? Toplumsal barışı sağladı mı? Bu mevcut olan sorunsal yapılar ortada ve çözüm bekleyen sorunlar ne yazık ki.

Şimdi, bu sorunları temel sorun hâline getiren çeşitli yaklaşımlar var. Her şeyden önce HSK'nin yapısı, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısı derhâl değiştirilmesi gereken bir yapıdır. Bu, Anayasa'nın 159'uncu maddesi uzlaşıyla değiştirilmesi gereken bir yaklaşım olmalıdır. HSK'nin Başkanı Adalet Bakanıdır. Yeni sistemde bakan siyasi bir aktördür, seçimle gelen bir bakan değildir, atamayla gelen bakandır, bir siyasi partinin de aynı zamanda temsilcisidir.

Kanun yapıcının kanun yapma tekniği sorunludur. Muhalefetin etkisi yoktur, aynı zamanda bilimsel kurulların ve bilimsel yapının, STK'lerin de hiçbir şekilde görüşleri alınmamaktadır.

Yargının içsel ve dışsal sorunları vardır. HSK'nin 7 üyesi Meclis, 6 üyesiyse Cumhurbaşkanınca seçiliyor. Başkanı Adalet Bakanıdır yani siyasi parti başkanı tarafından seçilmektedir. Bu uygulama hukuk güvenliği açısından tehlikelidir ve bu anayasal hüküm, hukuk güvenliğinin olmadığının başka bir göstergesidir. Türkiye'nin yönetimi ve yargı sistemi olağanüstü ortamdan çıkamamıştır, onlarca paket gelmiş olmasına rağmen çözüm de ne yazık ki olamamıştır. Hâkim ve savcıların yer ve kürsü talimatı yoktur. Adli kolluk sisteminin acilen kurulması gerekirken maalesef, bu konuda herhangi bir çalışma yürütülmemektedir. Hazırlık soruşturmaları ve delil toplama İçişleri Bakanlığının tekelindedir. Yapının işleyişi tamamen hukuktan uzak ve siyasileşmiş bir organ hâline getirilmiştir. Bu yaklaşımla yargının sorunlarını çözmek, çözüme ulaştırmak da mümkün değildir.

Yargıda paket paket düzenlemeler yapıldı ama çıkarılan paketlere paralel olarak yargının durumu iyiden iyiye kötüye gitmiştir. Yargıya olan güven ne yazık ki yüzde 30 civarındadır. Bu paketler sıralı olarak yürürlüğe girerken hukuksuzluklar da katlanarak artmıştır. Bu süreçte özgürlüklere ilişkin ciddi şekilde kısıtlamalar yaşanmıştır. İktidarın küçük ortağı MHP'yle birlikte düzenlediği ve 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilip 9 Temmuz 2018'den itibaren uygulanmaya başlanan, "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" olarak adlandırılan tek adam rejimiyle ülkede korku imparatorluğu inşa edilmiş, ifade, örgütlenme, toplantı, gösteri özgürlüklerine yönelik yasaklar, işkence ve kötü muameleyle kamusal alana taşınan şiddet politikaları, medya ve sivil toplum örgütlerine dönük baskılar âdeta gündelik yaşamın bir parçası hâline gelmiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfının 2021 yılındaki verilerine göre, Türkiye'de işkencenin boyutunu gözler önüne seren rapora göre, geçtiğimiz yıl kendisini veya bir başka yakınını işkence ve diğer kötü muamele gördüğüne ilişkin 984 kişi TİHV'ye başvuruda bulunmuştur. Başvuruların 616'sı yıl içinde işkenceye maruz kaldığını belirtirken ne yazık ki bu rakam, vakfın kuruluşundan bu yana, yıl içinde işkence nedeniyle yapılan en yüksek başvuru sayısına tekabül etmektedir. Sayın Başkan, TİHV'in işkenceye ilişkin birçok raporu söz konusudur, bunları biz yazılı bir şekilde kendi muhalefet şerhimizde bildireceğiz.

Fakat, yine, yargının işaret ettiği önemli meselelerden bir tanesi de Kürt siyasetçilerine ve seçilmişlerine yönelik operasyonlar ve cezaevlerinde rehin tutulan siyasetçilerdir. Belediyelerimize ve seçilmişlerimize dönük yapılan kayyum gaspları, görevden uzaklaştırma ve tutuklamalar neredeyse günbegün artan nitelikte olan bir meseledir. 4 Kasım 2016'dan bu yana HDP Eş Genel Başkanları dâhil olmak üzere 15 HDP milletvekili tutuklandı; Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dâhil olmak üzere 8 milletvekili hâlâ cezaevlerinde bulunmaktadır, 10 bini aşkın Kürt siyasetçi cezaevlerinde tutulmaktadır. Yine, AİHM'in Demirtaş ve HDP'li 40 vekil hakkındaki dikkat çeken kararları ne yazık ki uygulanmamakta ve bu yönde yargı hiçbir şekilde harekete geçememekte, bu şekildeki direnişi devam etmektedir.

Sayın Başkan, sadece siyasetçilere yönelik olan baskı ve insan hakları ihlalleri söz konusu değildir. Aynı zamanda, basına ve gazetecilere yönelik politikalar da yine yargının temel sorunu hâline gelmiştir. Uzun zamandır basın-yayın alanında ilan edilmemiş bir olağanüstü hâl rejimiyle karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. İktidarın yaklaşımı, baskılar ve basın özgürlüğü açısından yaşananlar bizlere gösteriyor ki Türkiye, gazeteciler için bir cezaevi konumundadır -bunu verilerle biraz sonra sizlere aktaracağım- bu durum, cezaevinde olmayan gazeteciler için de geçerliliğini korumaktadır çünkü dışarıdaki gazeteciler de özgür bir ortamda mesleklerini icra etme imkânı bulamamaktadır. Sadece 2021 yılı hak ihlali istatistiklerine yansıyan veriler şu şekildedir: Saldırıya uğrayan gazetecilerin sayısı 55'tir, saldırıya uğrayan yayın organı 2'dir, öldürülen gazeteci sayısı 2'dir, gözaltına alınan gazetecilerin sayısı 61'dir, haber takibi engellenen gazetecilerin sayısı 103'tür ve hapis cezası yüz otuz üç yıl sekiz ay yirmi bir gündür, para cezası sadece gazetecilere yönelik olarak 72.206 liradır. Yani basın-medya kuruluşlarına yönelik engelleme ve sansür, RTÜK cezalarıyla birlikte de yine ayyuka çıkmıştır. Yayın sayısı, yasaklanan yayın sayısı 12'dir, ceza sayısı 59'dur, ilan reklam cezası verilen gazetelerin sayısı ise onlarcadır.

Şimdi, yine kapatılan internet siteleri, yine erişim engeli getirilen haber siteleri saymakla bitmeyen hususlardır Değerli Başkan.

Yine, muhalif ve Kürt basını üzerinde de artan baskı ve sansürün önlenmesi bir yana, mevcut kanun teklifi yasalaştığında da biz yine buna benzer hususlarla biz karşı karşıya kalacağız.

Sayın Başkan, bu baskılar, antidemokratik uygulamalar sadece bu alanla da sınırlı kalmıyor; cezaevlerinde tutulan çocuklara baktığınız zaman, yeni almış olduğumuz verilere göre, aileleriyle birlikte cezaevlerinde tutulan 0-6 yaş arası çocukların sayısı 376'dır. 7-12 yaş arasında tutulan çocukların sayısıysa 691'dir. Bunlar, maalesef, aileleriyle beraber cezaevinde yaşamlarını sürdürmek zorundadırlar.

Hasta mahpuslara yönelik de yine bu sistemin getirmiş olduğu çeşitli hukuksuzluklar vardır Değerli Başkan. Bakın, cezaevlerinde 341.502 tutuklu bulunduğunu ilişkin elimizde kesin olmayan veriler söz konusudur. 651'i ağır olmak üzere 1.517 hasta tutuklunun olduğuna ilişkin İnsan Hakları Derneğinin verileri söz konusudur.

Pandeminin başında yapılan düzenlemeyle birçok adli tutuklunun tahliye edildiğini ve tutuklular arasında ayrım yapıldığını ifade eden, mevcut olan İnsan Hakları Derneği... Serbest bırakılanlar arasında suç örgütü üyeleri ve adli suçlular var. Maalesef, siyasi tutuklular bunun dışında tutulmuştur ve yargının buna ilişkin yaklaşımı da ne yazık ki sorunludur. 46 hasta tutuklu hayatını kaybetti cezaevlerinde. Adli Tıp Kurumunun mevcut iktidarın bir aparatı hâline geldiğine ilişkin gerçek anlamda veriler elimizde mevcuttur. Bu nedenle, vermiş olduğu kararlar neticesinde, cezaevlerinde kalmaları mümkün olmayan ağır hasta mahpusların uğramış oldukları işkenceler de ayrı bir ihlal hâlidir. Aysel Tuğluk bunun en iyi örneğidir.

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Kanuna dair konuşalım da daha erken bitirelim.

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Şimdi, adalet gene pakettir ya. Paket olduğu için Sayın Vekilim, o yüzden, oraya da geleceğim.

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Basın açıklaması yapın onları.

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Yani getireceğiz, bu mesele buranın sorunu çünkü.

Adli Tıp Kurumu, gerçekten, sağlık sebebiyle infazın ertelenmesi raporlarında son ve tek merci olmaktan çıkarılmalı ve tam teşekküllü hastanelerin ve üniversite hastanelerinin raporları da kabul edilmelidir bu sorunun çözülmesi açısından.

Adalete ilişkin olan sorunlara ilişkin birkaç öneriyi daha söylemek suretiyle devam edeceğim. Sağlık sebebiyle infazın ertelemesi kararlarında cumhuriyet savcılarının takdir yetkisi kaldırılmalı, hastanelerin verdiği raporlar esas alınarak cezaların infazları ertelenmeli, hasta mahpusların infaz ertelemesi önündeki "toplum güvenliği bakımından tehlike" kriteri kanundan çıkarılmalıdır.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Abdullah Bey, çok özür dilerim. Maddelere de yansıyan var önerileriniz var, maddelerde de yansıtırsınız.

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Onu şey yapacağım zaten çok fazla bir şey kalmadı Başkanım.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Peki,.

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Çünkü bu yargı reformu, "altıncı yargı reformu" diye geliyor. Maalesef, bunlar birbirlerini takip ediyor, o yüzden, bu sorunları...

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Yok, önerileriniz maddelere de yansıyabilir.

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Onları da dile getireceğim, müsaadenizle zaten biraz daha devam edip bitireceğim.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Buyurun.

HALİL ÖZTÜRK (Kırıkkale) - Burada 30 sayfa var Abdullah Bey.

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Yok, fazla değil. Fazla zamanınızı almayacağım gerçekten biraz sabır göstermenizi talep ediyorum.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Buyurun.

ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Gurban/Türkiye grup kararı uyarınca, mahpusların müddetnamelerinde yaşları ve sağlık durumları dikkate alınarak tahliye olabilecekleri uygun bir tarihe yer verilmelidir. AİHM'in kararları, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi uyarınca derhâl uygulanmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin hasta mahpusların durumunu yakından ilgilendiren kararları karşısında, mahpusların hastalıklarının ilerlemesine yol açan uygulamalar içinde olan devletin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin işkence yasağını düzenleyen 3 günü ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14'üncü maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye'yi mahkûm ettiğine ilişkin hususlar unutulmamalıdır.

Sayın Başkan, cezaevlerinde tutuklu olan yüzlerce avukat vardır. Buna ilişkin... Ben bunları geçerek devam edeceğim çünkü özellikle, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, TUHAD-FED ve bu meslekleriyle neredeyse özdeşleştirilen avukatların cezaevlerinde olduklarına, ciddi bir şekilde hak ihlalleri olduğuna dair sıkıntılar var ve bunlar da aslında Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin içerisinde belirlenen ilkeler çerçevesinde yapılması gereken uygulamalar ve kanuni düzenleme hususlarıydı.

Şimdi, bu sorunlar ve bu kötü muamele, tabii, sadece ceza hukuku açısından insan haklarının ihlalleriyle ilgili olan meseleler değildir elbette. Bakın, artan icra dosyalarıyla ilgili sizinle birkaç veriyi paylaşmak istiyorum. İcra yasağının kaldırılmasıyla birlikte mahkemelerdeki icra dosyası sayısı da yeniden tırmanışa geçmiş durumdadır. 2021 sonunda 22 milyon 571 bine çıkan icra dosyası sayısı, 24 Mayıs 2022 itibarıyla yani yılbaşından bugüne yaklaşık 1 milyon artarak 23 milyon 497 bin 126 sayısına ulaşmıştır. Bütün bu hukuksuzluklar yaşanırken, iktidarın bu yasa teklifinin, yargının sorununu çözmekten çok, kadrolaşma, ideolojik yaklaşımla yeni çıkmazlar yaratma ve ekonomik çöküş yaşayan toplumun karşı karşıya kaldığı bu gerçekleri yok saymaya yönelik pansuman tedbirleri almaktan başka bir anlam taşımadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Danıştay üyelerinin görev sürelerinin uzatılmasını içeren 16'ncı maddesinin gerekçesinde iş yükünün gösterilmesi, inandırıcı bir gerekçe olmaktan uzaktır. Hâlihazırda devam eden ve toplumu ilgilendiren İstanbul Sözleşmesi ve özellikle -kamulaştırma- şehir plancılarının açmış oldukları davalara yönelik bir kanun teklifi olduğuna ilişkin ciddi kuşkular mevcuttur.

Yine, teklifin 18'inci maddesiyle, Yargıtaya ilişkin düzenleme de ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Yargıtay dairelerinin düşürülmesi, istinaf mahkemelerinin bir çözüm olarak topluma sunulması sonucunda dava ve uyuşmazlıkların çözümü önünde ciddi bir engel teşkil etmektedir. Yargının daha hızlı ve doğru karar vermesi ve kısa sürede uyuşmazlıkların çözümü iddiasıyla yürürlüğe konulan istinaf mahkemeleri kanunu, çözümsüzlüğü artırmış, yargıya güvenin daha da aşağılara çekilmesine neden olmuştur, âdeta Yargıtay yolunda dosyaların bekletildiği birer merkeze dönüştürülmüştür.

Sayın Başkan, teklifin 20'nci maddesiyle ekonomik krizin konuşulmamasının ve gerçeklerin örtbas edilmesinin yolu aranmaktadır. Teklifin bu maddesiyle cezalar ciddi oranda artırılmıştır. Ekonomi koşullarının iyileştirilmesi gerekirken, kişi hak ve hürriyetlerinin esas alınması ve büyük reformlar yapılması gerekirken ceza hükümlerinin artırılması, otoriterleşen bir iktidarın devamına ilişkin kaygıdan başka bir anlam ifade etmemektedir. Ülkede can yakıcı bir ekonomik çöküş vardır; yoksul emekçiler, toplumun büyük bir kesimi açlık sınırının altında yaşamlarını sürdürmektedir, enflasyon can yakıyor. Buradaki amaç, enflasyon oranını daha az göstermek ve buna ilişkin doğru haberleri baskılamak ve ne yazık ki yoksulluğu örtbas etmektir.

Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde belirtilen ilkelere uygun olarak ve aynı zamanda toplumun bütün kesimleriyle, bütün aidiyetleriyle birlikte bu yasaların oluşturulması gerekirken yine tek taraflı olarak, yine torba bir yasayla yargının sorunlarına çözüm getirmeye ilişkin olan bu yaklaşım tarzı sorunludur ve bu kanun maddelerinin hepsinin hem Anayasa'ya aykırılığı açısından hem Türkiye toplumuna, Türkiye halklarına çözüm getirmeyeceği, yargı sorununa çözüm getirmeyeceği gerekçesiyle, insanların ekonomik sıkıntı yaşadığı ve aynı zamanda eza içerisinde oldukları, acı çektikleri bir gerçeği de göz önünde bulundurarak bu yönde birtakım yasal düzenlemelerin yapılması ve eğer mümkün değilse de Türkiye'nin önüne, bu sorunlara gerçekten çözüm getirebilecek tarzın oluşabilmesi için seçim sandığının konulması gerektiğini biz belirtiyoruz.

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. İlgiyle dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.