| Komisyon Adı | : | SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU |
| Konu | : | Kayseri Milletvekili İsmail Tamer ve 51 Milletvekilinin, Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4485) (Tali komisyon) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 08 .06.2022 |
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Biraz önce burada bu ihtisas Komisyonunun tali komisyon olarak görüştüğü bu konunun Bütçe Komisyonunda esas alınması gerektiğini söylemiştiniz, ben de size katılıyorum. Yani aslına bakarsanız sağlıkla ilgili bir kanun teklifinde neden tali komisyon olduğumuzu da ben anlayabilmiş değilim.
Dolayısıyla aslında biz bütün sağlık emekçileri açısından çok önemli, çok akut bir sorunu konuşuyoruz. Uzun bir süredir bu konuda, hem sağlıkta şiddet meselesinde hem sağlık çalışanlarının özlük haklarının iyileştirilmesi, çalışma yaşamının iyileştirilmesi konusunda ciddi sorunlar yaşanıyor ve buna karşı çözüm arayışı var, sağlık emekçilerinin uzun süredir yürüttükleri bir mücadele var. Bütün bunlara gözlerimizi, kulaklarımızı kapatmamız elbette ki mümkün olamaz fakat şöyle bir şey var: Bu Komisyonun ismi "Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Komisyonu." Bu Komisyonun bu başlıklarda bugüne kadar doğru düzgün bir çalışma yürütebildiğini söyleyemiyoruz yani Türkiye'de çok ciddi bir dönemden geçtik biz. Yani 2020'den bu yana ciddi bir pandemiyle karşı karşıya kaldık ve pandemi yaşanırken bu Komisyon toplanamadı. Hatırlarsınız, ben WhatsApp grubumuzda bir gün pandeminin yönetilme sorunları olduğuna ve pandeminin şeffaf yönetilemediğine dair bir şikâyette bulundum ve Komisyon Başkanımızın bizi bu konuda bilgilendirmesini, Komisyonumuzun bu konuda çalışmasını talep etmiştim. O gün o WhatsApp grubunda -bütün bu Komisyon üyelerinden oluşuyor- bir AKP'li milletvekili arkadaşımız demişti ki: "Siyaset yapma, bilmiyorsun." Siyaset yapmak nedir? Siyaset yapmak aslında herkesin kendi geldiği toplumdan, çevreden, sınıftan yana sözünü söylemesidir. Biz elbette ki ezilen sınıfların, emekçilerin, kadınların, halkların taleplerini, isteklerini, özlemlerini buraya getiriyoruz ve burada yaşanan sorunları ifade etmeye çalışıyoruz. Tabii ki bunun adı bazılarına göre siyaset yapmaktır, bazılarına göre de hak aramaktır, yönetmektir ya da başka bir şeydir.
Şimdi, sağlıkta temel sorunlar var yani sağlıkta biz bugün neyi konuşursak konuşalım sağlıktaki bu krizi çözemeyiz çünkü bu yaklaşımla, böyle palyatif çözümlerle halledilebilecek, çözülecek, üstesinden gelinebilecek bir durum değil. Çünkü Türkiye'de özellikle 1980'den bu yana sağlıkta ticarileşme, paralılaşma, genel olarak neoliberal politikaların yansımalarıyla karşı karşıyayız ve bu politikaları AKP döneminde AKP iktidarı çok daha mahir bir şekilde yaptı, çok ciddi bir şekilde sağlıkta piyasalaşmanın önü açıldı. Şimdi, sağlıkta paralılaşma, piyasalaşma, ticarileşme halk sağlığının karşısında bir durumdur. Yani bir insanın sağlığıyla parayı karşı karşıya getirebilir misiniz? Bir insanın yaşamı kaç para eder? Yani bu, bazı makyajlarla, bazı güzellemelerle çözülecek bir sorun değil. Evet, AKP döneminde Türkiye'de çok sayıda hastane yapıldı. "Kent hastaneleri" dediğiniz hastanelere baktığımız zaman boylu boyunca bir inşaat, boylu boyunca bir bina. Onların içerisinde sağlık hizmeti nedir, hangi boyuttadır, etkinliği nedir diye baktığımızda ise etkinliğinin olmadığını görüyoruz yani bize gelen şikâyetler var bununla ilgili. Bir kere, buraların AVM'lere benzer bir yapılanması, o ticari zihniyetle bir yapılandırması söz konusu ve buralarda halk sağlığını önceleyen değil, aslında para kazanmayı, ticarileşmeyi öne alan bir şey var. Yani evet, inşaatlar yapılmış olabilir, bu anlamda bir gelişme sağlanmış olabilir; tabii ki AKP'nin inşaatçı politikalarının herkes farkında fakat bu politikaların sağlık alanında bir gösterge olarak sunulması, sağlıkta iyileşme göstergesi olarak sunulması da kabul edilemez.
Bugün, baktığımız zaman, Sosyal Güvenlik Kurumunun karşıladığı sağlıkla yurttaşların karşıladığı sağlığı kıyasladığımızda hâlâ yurttaşların üzerinde milyarlarca liralık bir sağlık yükü var ki bu karşılayabilenler. Acaba karşılayamayan, sağlığın parasını karşılayamadığı için yaşamını yitiren, sağlığından olan ne kadar insan var? Bunları aslında şeffaf bir şekilde araştırmak, ölçmek gerekiyor fakat böyle bir sistemden söz edemiyoruz yani bu Komisyonun çalışmasından da görebildiğimiz gibi, sağlıktaki sorunları çözebilmek için samimi çabalar gösterme, gerçekten birlikte çalışma, birlikte çözüm yolu arama noktasında bir tutumla karşı karşıya değiliz.
Dünya Sağlık Örgütü sağlığı şöyle tanımlıyor, diyor ki: "Sadece hastalıkların ve rahatsızlıkların olmayışı değil, bir bütün olarak fiziki, ruhi ve sosyal açıdan iyi olma hâlidir sağlık." Ama bizim, baktığımız zaman, şu anda Türkiye'de "sağlık" tanımının gerçekleşebileceğini düşünmemiz pek mümkün değil çünkü Türkiye'de büyük bir kutuplaşma var, nefret dili her gün var ve Türkiye'nin Cumhurbaşkanının ağzından, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanının ağzından çıkan o nefret söylemleri, küfürler düşünüldüğünde, sırf onları bile düşünsek o sağlık açısından iyi olma hâlinin olamayacağını düşünüyoruz ama sadece bu değil, tabii ki sağlık aynı zamanda sosyal bir devlet olmanın getireceği bir şeydir. Sosyal olarak mutlu olan, refah içerisinde olan, yaşamını idame ettirebilen insanlar sağlığa erişebilirler ama bugün, bakıyoruz, Türkiye'de büyük bir ekonomik buhran var. Bu buhran elbette Bakanın söylediği gibi, Ekonomi Bakanı Nebati'nin söylediği gibi -çok doğru söylüyor- işverenler için, patronlar için, işletmeler için bir kriz değil ama dar gelirliler için, sabit gelirliler için, emeğiyle kazananlar için büyük bir buhran, büyük bir kaybedişle karşı karşıyayız, hızlı bir kaybediş var. Bugün yine doların 17'leri gördüğünü biz burada söyleyebiliriz. Her gün güvencesiz, yarın ne olacağı belli olmayan bir ekonomiyle karşı karşıyayız ve bu şartlar altında biz sağlık emekçilerinin çalışma koşullarını, özlük haklarını, ücretlerini, bunları tartışıyoruz, bunlara dair söz kurmamız gerekiyor.
Neoliberal politikaların bir uzantısı da şuydu: Çalışma yaşamı olabildiğince parçalandı yani daha önce, çok eskiden, işte 80 öncelerinde işçi sınıfının, emekçinin kazandığı haklar vardı; insanlar sendikalıydı, örgütlüydü, çalışırken haklarını alabiliyorlardı nispeten fakat daha sonra, günümüzde, çalışanlar olabildiğince parçalandılar ve yani gerçekten takip etmek mümkün değil. Kaç tip sağlık çalışanı var? Bunlara siz isim koymakta bile artık zorlanıyorsunuz yani işte hekimler daha çok geçiyor burada. Hekimlere çok kıymet veriyoruz. Türkiye'de eğer sağlıkta pandemi döneminde biraz olsun bir şeyler olabildiyse onu da sağlık sistemimize yani geçmişten bugüne gelen ve hekimlerin ve sağlık emekçilerinin kurucusu olduğu, yapıcısı olduğu o sağlık sistemine borçluyuz, hekimlere çok şey borçluyuz. Burada hekimlerin örgütleri, sağlık emekçilerinin örgütleri, temsilcileri de var, onları da burada bu vesileyle selamlamak istiyorum. Evet, hekimler çok önemli ama sağlık çalışması, sağlık sistemi bir bütün. O sağlık sistemi içerisinde bulunan herkesin insana yakışır çalışma koşullarında çalışması ve bunun karşılığını alması gerekiyor fakat biz burada birçok ücretten, birçok özlük hakkından burada konuşabiliyoruz; çifte standart, çoklu standartlar var yani SGK'de çalışan bir hekimin emeklilik ücreti başka, kamudan emekli olanın başka, işte, hemşirenin başka, diğer sağlık görevlilerinin başka. Oysa bakıyoruz, TÜRK-İŞ'in açıkladığı verilere göre herkesin en azından yoksulluk sınırı üzerinde bir ücrete kavuşabilmesi için... Şu anda 19 bin lirayı aştı yoksulluk sınırı ve 6 bin lira da açlık sınırı. Şimdi, biz bazı emekli sağlık emekçilerine baktığımız zaman açlık sınırının altında ücret aldıklarını görüyoruz, bunların içerisine hekimler de dâhil.
Burada yapılan düzenleme sanki biraz göz boyamaya yönelik, yasak savmaya yönelik çünkü daha önce biz sağlıkta şiddeti de tartıştığımızda ya da Covid-19'un meslek hastalığı sayılmasıyla ilgili tartışmaları da yaptığımızda -bütçe tartışmalarında bunu gündemleştirmiştik- oralarda da gördük ki yani "Evet, zaten meslek hastalığıdır." denilip geçildi ya da şiddetle ilgili "Hadi, o yasa olmadı, yeni bir yasa çıkartalım." denilip bir yasa daha çıkartılıyor ama sağlıkta şiddet de önlenemiyor. Gerçek anlamda sağlık emekçilerinin -Covid-19'dan yaşamını yitiren sağlık emekçilerinin burada saygıyla anıyorum hepsini- meslek hastalığı olduklarını kanıtlamaları gerekiyor, iltisaklı olduğunu göstermeleri gerekiyor.
Bu mağduriyetler artık had safhaya çıkmış durumda yani bu kadar ağır koşullarda yaşayan, pandemi döneminde tükenmişlik sendromu yaşayan, "Artık bittik, tükendik." diyen sağlık emekçilerine kuru bir alkıştan başka âdeta zulmeden bir anlayışla karşı karşıya kaldık. Ağır çalışma koşulları, uzun çalışma süreleri ve geçinememek sağlık emekçilerinin normal günlük rutini oldu, geçinemeyen sağlık emekçileriyle karşı karşıyayız. Özellikle -dediğim gibi- yani sadece hekimlerden de bahsetmeyelim ama hekimler de geçinemiyor, hekimler de ciddi geçim sorunu yaşıyor.
Bugün sosyal medyada bu tartışma şöyle geçiyor: 14 maddelik -şuraya yazmıştım- kelime oyunu yani kelime oyunu yaparak bu yasa... Evet, bazı şeyler, tamam, değiştiriliyor, bazı düzenlemeler var ama gerçek anlamda o düzenlemeler hem kapsayıcı değil, bütün sağlık emekçilerini kapsamıyor hem de niye bu kadar labirent gibi? Yani, oradan giriyorsunuz, buradan çıkıyorsunuz; buna ne gerek var? Şundan kaynaklanıyor herhâlde: Yani "Emekliliklerine yansımasın ya da işte bütün herkes değil de belli bir kesim bu haklardan yararlansın, daha az bir kesime bu hakları verelim ama herkese de veriyormuşuz gibi görünsün." Oysa yapmamız gereken şey aslında temel maaşta değişiklik yapmak, herkesin maaşlarında iyileştirme yapmak, insana yakışır iş koşullarında çalışmalarını sağlayacak düzenlemeler yapmak. Bu, sözleşmeli personel, taşeronluk, işte, diğer personellere ayrı muamele, 4/A, 4/B, 4/C, bu karmaşadan sadeleşmek ve bütün çalışanları belli bir sadelikle ele alan ve çalışma yaşamını iyileştiren, çalışma yaşamında sendikaların, odaların, federasyonların, derneklerin katılımıyla da köklü çözümler üretmek bizim yapmamız gereken şey olmalı.
Şimdi, sağlığa erişime baktığımız zaman, bir kere yurttaşlar sağlığa erişemiyor. Burada birçok arkadaşım söyledi yani randevu sistemi çalışmıyor. Lütfen bu konuda bir an önce yapılması gereken şeyleri yapmak lazım. Diyelim ki randevu aldı, hastaneye gidiyor, hastanede yeterince donanımla karşı karşıya kalamadığını söyleyen pek çok hastayla ben karşılaştım. Bu sistemde yani randevu sisteminde hani dediniz ya "Kuyruk sorununu çözdük." diye, aslında ne kuyruk sorunu çözüldü ne de başka bir şey; kuyruk da var, üstelik de ona bir de randevu sorunu eklenmiş oldu ve performans sistemiyle de âdeta sağlığı baltalayan bir düzen kuruldu burada yani piyasaya yönelik bir düzen. İnsanlar sağlıkta nitelikli bir sağlığa erişemediğinde ne yapsınlar? Üç beş kuruşları varsa doğru özel sağlık kurumlarına başvursunlar isteniyor. Acaba gerçekten, özel sağlık kuruluşlarına, hastanelere bir söz mü verdiniz yani onlara da garanti mi verdiniz? Böyle bir şey neden bu kadar yaygın? Özel sağlık sistemlerine, hastanelere kendini benzetmeye çalışan bir kamu sağlığı var, bu da kamucu bir anlayış değil. Bir kere kamu sağlığı önleyici sağlığa önem veren, halk daha sağlığını yitirmeden önce tedbirler alan, önleyici sağlığı bütün yurttaşların erişebileceği bir şekilde sağlayan bir yapı olması gerekirken biz buradan giderek uzaklaştık.
Aile sağlığı sistemi ayrı bir sorun olarak, ayrı bir yara olarak yine önümüzde duruyor. Daha önceki sistem -hekimler de bunu söylüyor, sağlık örgütleri de bunu söylüyor, yurttaşlar da bunu söylüyor- daha etkindi, koruyucuydu, önleyiciydi, erişilebilirdi ve belli bir ciddiyeti olan bir sistemdi ama burada bir hekimin sırtına, bir aile sağlığı hekiminin sırtına bu kadar yükü bindirip, üstelik ekonomik olarak da doğru düzgün hiçbir destek sunmayan, enflasyonun altında ezilmesini sağlayan, destek olacak personelini kendisinin sağlaması gereken bir durumla karşı karşıyayız. Bunlar kabul edilebilir yaklaşımlar değil. Aile hekimleri de gerçekten isyan ediyor, diyorlar ki: "Yanımızda çalışan personeli çıkarmakla karşı karşıya kalabiliriz. Cari gider ödeneği en az enflasyon seviyesinde artırılmalıdır."
Yine, bölgesel eşitsizlikler çok fazla yani hastanelerin donanımları bakımından, sağlık hizmeti sunan profesyoneller bakımından bölge hastaneleri uzak hastaneler, gözlerden uzak gönüllerden uzak. Aynı zamanda, bugün artık, tabii ki çok renkli bir Türkiye'yle karşı karşıyayız. Özellikle de son dönemde Türkiye'ye çok sayıda zorla göç ettirilen mültecilerin, göçmenlerin de geldiğini düşünürsek çok dilli olması gereken bir sağlık hizmeti olmalı, Kürtçesinden Arapçasına kadar sağlık hizmetinin ana dilinde erişilmesi gereken bir hizmet olarak sunulması gerekiyor fakat burada sunulmuyor.
Çok uzatmamaya çalışarak hemen birkaç şeyi daha söyleyerek tamamlamak istiyorum.
Genel sağlık sigortası anlayışı aslında iflas etmiş bir anlayış yani genel sağlık sigortası -başta da söylediğim gibi- paralı sağlığa gidişin bir yolu, sağlık giderlerini yurttaşlara yüklemek. Genel sağlık sigortası primlerini ödeyemeyen milyonlarca insan var, durmadan af çıkarıyorsunuz, durmadan silmek zorunda kalıyorsunuz doğal olarak, oysa yapılması gereken, herkese sağlığı ücretsiz olarak sunmaktır. Eğer "milyonlarca" derken hata yaptıysam onu düzelteyim, sayı, rakam telaffuz etmemiş olayım o zaman, onu düzeltiyorum ama kaç olduğuna bakabiliriz çünkü sık sık güncellediğiniz için, silmek durumunda kaldığınız için o rakamları bilmiyorum, rakamlara erişmek de çok kolay olmuyor.
Sonuç olarak, hekimlere ve tüm sağlık emekçilerine yönelik olarak temel ücret anlayışıyla güvenceli bir çalışma ve iş güvenliğinin de olduğu sağlıklı ve güvenceli çalışma ortamı yaratmalıyız, bu yasa teklifine bu açıdan yaklaşmalıyız. Sağlık çalışanlarının yükünü azaltmak için sağlık emekçilerinin, personelinin sayısını artırmalıyız. Tabii ki sağlığa daha çok bütçe ayırmak gerekiyor ama bu konuda gerekli çalışmaları bizlerin yapması lazım. Emekli sağlık emekçilerinin maaşları açlık sınırının altında olduğundan çalışmak zorunda kalmalarını önlemek için -hem bu işsizlik için de bir çözümdür- emekli ücretlerini insana yakışır boyutlara çıkarmalıyız, yoksulluk sınırına çıkarmalıyız. Bu, sağlığa erişimin önündeki engelleri kaldırmalıyız. "Diğer sağlık görevlileri" olarak tabir edilen sağlık emekçilerinin bu yasa teklifinde büyük bir mağduriyeti var. Bir an önce gerekli çalışmaları buraya eklemeliyiz bence yani diğer sağlık çalışanlarına dair gerekli çalışmaları buraya eklemeliyiz. Diğer sağlık çalışanlarının özlük haklarını iyileştirmeli ve ücretlerini yoksulluk sınırına çekmeliyiz. Yani bu yasa teklifi daha önce gelen yasa teklifinin çok gerisinde, buna dair ciddi itirazlar var. Ben de bu açıdan bu yasa teklifi gerçekten gönderilmeli, yeniden yazılmalı diye düşünüyorum.
Bir şey daha ekleyerek tamamlayayım. "Sağlık sektörü" dediğimiz zaman onun içerisinde sağlık tanımı içerisine girmeyen, sağlık tanımında olmayan personel de var ama hastanelerde çalışıyor ve bu personel çok ciddi sorunlar yaşıyor, özellikle taşeron sistemi bu hastanelerde yaygın olduğu için taşeron sisteminden kaynaklı çok ağır sorunlar var. Bu sorunlardan bir tanesine dikkatinizi çekerek tamamlıyorum. Bakın, belki buradaki meslek örgütleri hatırlayacaklardır "Zafer Açıkgözoğlu" isminde genç bir yurttaşımız, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde işe giriyor ve işe girdikten çok kısa bir süre sonra lağım patlaması sonucunda -gerekli eğitimi almadan yani iş sağlığı güvenliği eğitimini de almadan- bu işte görevlendiriliyor. Aslında kendi işi olmadığı hâlde işsizlik korkusuyla bu işe gönderiliyor ve orada basınçlı bir patlama yani o atık suyun basınçlı bir şekilde bulunduğu, çalıştığı alana dolması sonucu ciğerlerine bu sudan giriyor, çok ciddi bir şekilde hastalanıyor ve organ nakli yapıldığı hâlde yaşamını yitiriyor. O, bize o zaman bir mektup bırakmıştı. Bunu neden hatırlıyorum? 2022'de iş kazası olduğuyla ilgili hukuki süreci tamamlandı ama o yaşamıyor şu anda. İş kazası nedeniyle bu olayı yaşadığını kanıtlamaya çalıştı hem SGK reddetti hem İstanbul Üniversitesi reddetti ve bu kişi daha sonra tabii ki örgütlü bir mücadeleyle iş kazası olduğunu kanıtladı ama tabii yıllar sonra, o, yaşamını yitirdikten sonra. Kısaca şöyle dedi: "Yaşarsam malulen emekli olacakmışım. Şimdi bunları düşünemiyorum bile. Sonum ne olacak? Yaşayacak mıyım? Bilmiyorum ki." Taşeron İşçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği vasıtasıyla yürütülen dava süreci devam ediyor. Hastane yetkilileri bizden daha yüksekler, daha üstünler, belki onlar kazanırlar. Ne karar çıkarsa saygı duyacağız. Elden ne gelir ki? Biliyorum, arkamdan iki gün ağlayıp üçüncü gün unutacaksınız, hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edeceksiniz benden önce her sene ölen 1.500 işçide olduğu gibi, Soma'da ölen 301 maden işçisinde olduğu gibi. Şimdi diyorum ki: 'İş buldum, ekmek buldum.' diye sevinirken güvenlik önlemlerinin alınmamasından, gerekli eğitimin verilmemesinden, altyapı eksikliğinden canımdan oldum. Yaşamak istiyorsanız, sevdiklerinizle mutlu bir yaşam sürmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak istiyorsanız, var olan şartların, eğitimlerin tamamlanmasını isteyin. Çalışma Bakanlığı başta olmak üzere tüm sorumluların yasalarca cezalandırılması en büyük dileğimdir. Ceza alsınlar ki tekrar aynı hatalar yaşanmasın. Güle güle.'"
Burada kendisini saygıyla anıyorum, Zafer Açıkgözoğlu. Bu da bir hastanede yaşanmış bir iş cinayeti, meslek hastalıkları da yaşanıyor. Taşeron sistemi kölelik sistemidir; bunlar da bizim hastanelerimizde yaşanan sorunlardır. Bu Komisyon aynı zamanda Çalışma Komisyonudur, bir gün bile buraya çalışma yaşamıyla ilgili kanun teklifi gelmedi. Bütün kanun teklifleri Plan ve Bütçe Komisyonuna geliyor, oradan, kestirmeden gidiyor. Sağlık da öyle, çalışma da öyle, aileyle ilgili de aynı şekilde, çocuklar vakıflarda, şuralarda buralarda tacize uğruyor, bir kere bile buraya gelmedi. Ben bu Komisyonun sadece Sağlık Komisyonu değil hem Aile hem Çalışma hem Sosyal İşler Komisyonu olduğunu hatırlatıyorum.
Taşeron sistemini kaldıralım, bu karmaşaya son verelim. Bütün çalışanların yaşam koşullarını, çalışma koşullarını iyileştirelim.
Teşekkürler.