KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Efendim, çok teşekkür ederim. Komisyon Başkanlığınız hayırlı olsun.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Çok teşekkürler, sağ olun.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Salondaki herkesi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Biraz önce sayın Feti Yıldız bir şairimizden atıfla hakikatin ne kadar önemli olduğunu anlattı. Ben "hakikat" lafı duyar duymaz Cemil Meriç'i hatırlarım, kendisine biraz hayranlığım var. Öğrencileri gelmişler, kitap okuyorlar. Biliyorsunuz, Türkiye'nin yetiştirdiği filozoflardandır ama şeker nedeniyle gözünü kaybetmiştir, bazı organlarını kaybetmiştir. Öğrencileri gelir, kendisine kitap okurlar. Çok sevdiği, dünyada en çok sevdiği şey o. Bir öğrencisi takmış hakikate "Hocam, hakikat nedir?" demiş." "Ne yapacaksın evladım hakikati?" demiş. "Hocam, hakikat nedir?" "Niye soruyorsun evladım?" demiş. "Hocam, hakikatten daha büyük bir şey var mı; sizin görüşünüz ne, öğrenmek istiyorum." demiş. "O zaman sana anlatayım evladım. Hakikat benim. Körüm; eğer gelip bana kitap okumazsanız dünyada en çok sevdiğim şeyden mahrumum; kötürümüm, altımda bez bağlı, kızım gelip altımı değiştirmezse pislik içinde kalıyorum. Sen hakikati bir kenara koy da bana bir yalan söyle, ben onun üzerine yepyeni bir dünya kurayım." demiş.

Çağlar birbirini kovalıyor, biz de birbirimizi kovalıyoruz ama durup bir dinlenmek lazım. Ben durup dinlenmek gerektiğini cezaevinde anladım. İnsanın ruhu ile bedeni arasında bir mesafe oluşuyor. Çok hızlı yaşıyoruz; ne söylediğimize, ne yediğimize, ne yaptığımıza çok bakamıyoruz. Cezaevinde dört yıl sonra ruhumla buluştum; büyük huzur, büyük mutluluk. Konuşmalarımızın hemen tamamı kendi oligarşik durumumuzun korunmasına dönük. Bürokratik oligarşi zaten bayrağı dikmiş "Vermem burçlarımı; kartı da ben dağıtacağım, özel hayatınızı da ben takip edeceğim, her şeyi ben bileceğim." diyor. Ama kanun yapıcı olarak halkın ihtiyaçları var; kadınların, çocukların, hepimizin, vatandaşların ihtiyacı var. Müthiş bir şey. Çocukları kim koruyacak? Eğer biz düşünmeyeceksek, bu salon düşünmeyecekse çocukları kim düşünecek, hastaları kim düşünecek, insanlarımızı kim düşünecek? Ben kanunu hem yapmaya hem ilk imzayı koymaya karar veren her ikinizin de bu düşünceyle hareket ettiğine inanan bir insanım. Geçen, Komisyonumuzda size dair düşüncelerimi, duygularımı söylemiştim, tutanaklarda var, tekrar ederim ama bir hâl yoluna koymalıyız, bürokratik oligarşiyi yıkmalıyız. Beylerin hepsinin kartı var; niye var, neden var? "Ben basın yayın genel müdürüyüm." "Ben bilmem ne genel müdürüyüm." Ben bilmem ne daire başkanıyım." "Ben bilgi iletişim başkanıyım." Niye var? Hangi habersel faaliyet var? Vakıflara vereceğiz, sendikalara; ne iş yapacaklar? Doktorsunuz; ehliyetinizden bir tane çıkarsalar, hiç sıfatı olmayan bir başkasına verseler ne yaparsınız? Sağlık Bakanlığındaki herkese doktor sıfatı veriyor musunuz? Vermezsiniz, değil mi efendim? 10 bin tane sarı basın kartı dağıtılmış, 10 bin tane. Gazetecilikle hiç alakası yok.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Fahrettin Altun'a haber veriyorlar.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Hiç alakası yok. Ya, Fahrettin gider, Tuncay gelir. Tuncay devam ederse de yazık, günah değil mi? Ne fark eder? Bu sistem değişmezse çürüyen her şeyin düşeceği kuralı gereği hepimiz düşeceğiz. Ya bunu değiştireceğiz, ruhumuz ile bedenimizi buluşturup bir huzura ereceğiz; çoluğumuzu çocuğumuzu, vatanımızı, ağacımızı, doğamızı, kadınımızı, her şeyi koruma altına alacağız ya da zaten her şey bizi yok edip geçecek. Kötüden korktuğumuz için iyilerin tamamını kaldırıyoruz. Bir anlamı yok, gerçekten bir anlamı yok.

Şimdi, bürokratik oligarşi... Ben listelemiştim ama Özgür Başkan çok güzel sıraladı. Onun konuşmasının üstüne söz söyleyecek hâlim yok, çok güzel anlattı. Arkadaşlar, yandaşlarımızdan o kadar güzel kurullar oluşturabiliriz ki ama o zaman bir Feti Yıldız olmaz, o zaman bir Ahmet Bey olmaz. Bizi seçen halk burada çıkarlarının korunmasını istiyor, bürokratik oligarşinin ihtiyaçlarının karşılanmasını beklemiyor bizi seçen halk.

Cumhuriyet Halk Partisinin o işlerinin başında ben varım efendim. Sizinle birlikte araştırırım; bir trol saptarsanız, bir sahte hesap üzerinden işlem görürseniz boynum burada kıldan incedir, her türlü sıfatımdan sıyrılırım.

ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Aynı meydan okumayı ben AK PARTİ Genel Merkezi için yapıyorum.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Yok, ben siz söylediğiniz için, söylüyorum.

ALİ ŞEKER (İstanbul) - Yeşil toplar için.

ABDULKADİR ÖZEL (Hatay) - Beraber yapalım.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Siz söylediğiniz için söylüyorum, hodri meydan diyorum.

"Bizimki", "sizinki"nin ötesinde bir şey arıyorum. Vatandaşın, Ayşe teyzenin, Ahmet amcanın hakkını ve hukukunu kim savunacak? Siz savunacaksınız, biz savunacağız. Onun için diyorum ki gelin, bu basın kartı verme işini bir hâl yoluna koyalım. Bu 10 bin kişi kim? Enformasyon görevlisi. Nerede bu 10 bin kişi, ne iş yapıyor? Nerede bunlar? Ben biliyorum hepsinin nerede olduğunu. Yakın çalışma arkadaşları, olsun; olunca böyle oluyor, çürüyor işte; çürüttük. İlan verme; çürüttük. İhtiyaç karşılama; çürüttük.

Sakarya'da demokrasi yoksa, Hatay'da demokrasi yoksa, Diyarbakır'da demokrasi yoksa, Tunceli'de demokrasi yoksa, İzmir'de demokrasi yoksa, Edirne'de demokrasi yoksa Ankara'da demokrasi nasıl olacak? Yerel medyayı desteklemezseniz demokrasi yaşayabilir mi? Kahramanmaraş'ta medyayı desteklemezseniz demokrasi yaşar mı? Denetim görevini yapabilir mi? Dedik ki: Medya, bizim idare hukukumuza göre, Anayasa hukukumuza göre Parlamento dışı denetim organıdır. Peki, ama o denetim organını satın alıyorsa... Aslında, o denetlemiyor, başka bir şey yapıyorsa o zaman ne yapacağız? Nasıl özgürleştireceğiz? Ekonomik buhran altında inim inim inliyor. Bu yasa böyle çıksın, gazetelerin tamamı batar. Bundan mutluluk duyacak kimse var mı aramızda?

Daha önce de ilan konusu gelmişti, söyledim. Yani AK PARTİ grup başkan vekili arkadaşlarımla konuştum, onlara dedim ki: Ayağınıza kurşun sıkıyorsunuz. Yerel medyanın yüzde 90'ı sizden yanadır, iktidardan yanadır, siz şimdi onu yok ediyorsunuz, bu yasayla onu yok ediyorsunuz. Sizden bizden olması önemli değil, demokratik bir kurum olarak yaşaması önemli. Şimdi onlar gidecekler.

Haber sitelerinin farklı gelir kaynakları var ve işletme maliyetleri çok daha değişik ama gazeteler belli. Bir sayfayı 125 kuruşa yapıyorsunuz. Ne kadar şimdi sayfa efendim ya, yanlış söylemedim değil mi? Basın İlan Kurumu...

TİGAD GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BAYRAM POLAT - İnternet haber sitesiyiz, bizim herhangi bir gelir kaynağımız yok.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Dur, tamam, senin gelir kaynağınla ilgili söylemedim, üretim maliyetiyle ilgili söyledim. Kâğıt alıyor musun? Gazete kâğıdı mı alıyorsun? Matbaaya para mı veriyorsun?

Şimdi, efendim, yapılması gereken şey şu: Hakkaniyeti gözetmek gerekiyor. Burada bir tane pasta var, şimdi pastanın büyüklüğü aynı, isterseniz onu internete verin, televizyona verin, radyoya verin, nereye verirseniz verin, çocuk bodur kalır, beslenemez; beslenemeyen demokrasi hiçbir şey üretemez; Türkiye'nin durumu budur.

Nedir efendim dezenformasyon? Nedir "disinformation" "misenformasyon"? Tamam, bunların hepsini tartışalım arkadaşlar, halkın da buna ihtiyacı var. Ben kendimden size örnekler anlattım geçen seferki Komisyonda, aynı şeyi tekrarlayacağım: "Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesinde CIA'yla yapılan anlaşma var." diye yayın yaptım, bu konuda kitap da yazdım, 5 maddelik anlaşmayı gördüm ama belgesi bana verilmediği için yazamadım. Tam sekiz yıl boyunca Cumhurbaşkanı yalanladı, Başbakan yalanladı, Genelkurmay Başkanı yalanladı, bana metni gösteren MİT'çi yalanladı, herkes yalanladı. Cezaevine düştüm -Allah rahmet eylesin- Mehmet Ali Birand'ın programını seyrediyorum, programda bir belge, benim gördüğüm belge; CIA'yla Türkiye arasındaki teslim anlaşması metni. Dezenformasyonu kim yaptı? Kim halktan yana -hani öyle değerlendireceksek- kim halk düşmanı? Şimdi kim suçlu? Burada yalanlayanlar devletin bütün kadrosu; hakikati söyleyen de benim.

Arkadaşlar, bakın -burada gazeteci arkadaşlar var- gazeteci 1 kere yalan haber yapabilir, 2 kere yapamaz. O bir kere yalan haberi yaptığı gün işi biter.

Şimdi, ben soruyorum: Siyasetçi dezenformasyon vermeyecek, bürokratik kadro, bürokratik oligarşi vermeyecek, bu adam bunu nereden alacak? Nereden alacak bu kaynağı, bunu nereden alacak? Sabah toplantısı var, akşam toplantısı var. Mantığa aykırı gelen her şey masadan atılır.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Üretir.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Üretemez, bir kere üretir, 2'nci kez üretemez. Sayın Feti Yıldız'la ilgili bir gazeteci hayatı boyunca bir kere yalan haber yapar, 2 kere yapamaz.

Dezenformasyon başka, bambaşka bir şey. Ben, size geçen sefer bilgi verdim. Kahramanmaraş olayları varken, Çorum olayları varken, Malatya olayları varken, Sivas olayları varken internet mi vardı arkadaşlar?

HAYATİ ARKAZ (İstanbul) - 28 Şubat...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - 28 Şubatta internet mi vardı arkadaşlar? Ne vardı arkadaşlar? "Bilgi" dediğiniz şey, özgürce dolaşan bir şey, onunla ilgili kaynağında böyle bir kurutma işlemine gidersek o zaman çok yanlış yaparız.

Maddeyle ilgili olarak size çok saygı duyduğum için... Bana dediniz ki: "Siz gazeteci kökenlisiniz, biz hukuki tabir olarak bunu koyduk, onu anlamakta sen zorlanıyorsun." Saygıyla karşıladım, hukukçu arkadaşlarıma sordum, benim gibi düşündüklerini söylediler. 6 hocayla konuştum. Hatta Hasan İşgüzar Hocaya -çünkü 1982 yılında ondan almıştım basın hukuku dersini- dedim ki: "Hocam, seni acaba Meclise çağırırsam, bir görüşme imkânı olursa gelip görüşlerini söyler misin?" "Olur, senden haber bekliyorum." dedi. Ben diyorum ki: "Bu yasa maddesi gazeteciye 'Haber kaynağını açıkla.' diyor." ben bunu böyle algılıyorum. Bu algıda benim yanılmadığımı söyleyen hocalar var, arkadaşlarım da benimle birlikte aynı görüşteler. Öyle mi Zeynel Bey?

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Tuncay Bey, bunun cevabını vermiştik ama...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Ben şimdi... Bu konuda biz değişiklik yapmayacağız, görüşümüz bu konuda dediniz...

AHMET ÖZDEMİR (Kahramanmaraş) - Turan Aydoğan aynı görüşte mi?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Turan Aydoğan da aynı görüşte, bana öyle söyledi kendisi.

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Sıram gelince anlatırım tabii.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Turan Aydoğan da aynı görüşte.

Şimdi, efendim, o zaman bir yol açalım, ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünde bir duvar, bir engel kabul edilebilir mi? Biz yasa yapıcıyız, o zaman ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız.

Özgür Bey'in teklifine geliyorum, diyorum ki: Biraz daha değerlendirelim, konuşalım. Meşveretinizden, bu işle ilgili ortaya yaydığınız güzel enerjiden dolayı teşekkür ederim. Ama eksiği gidermek noktasında mutlaka bir şey yapmalıyız.

MİT'le ilgili düzenlemelerin tamamını tutuyorsunuz. Millî İstihbarat Teşkilatı kartını gösterse, içeri girse, şurada hepimizi öldürse çıksa haber yapılamaz, haber yapılamaz. Şimdi, tekrar soruyorum size: Neden? Dünyadan örnekler verdim, bir sürü skandaldan. İşte, bu yasaya Millî İstihbarat Teşkilatı neden gerek duyuyor? Niçin bu var? Efendim, Libya'da bir görevlimiz öldü, gazeteciler onu yayımladı, e... Cenan Kocahakimoğlu, PKK'nın Kuzey Irak'taki yerlerini belirlemede çok büyük yararlılıklar gösterdi, Allah rahmet eylesin, şehidimiz; pusuyu düşürüldü ve şehit edildi Kuzey Irak'ta, cenazesini Maltepe Camisi'nden sadece devlet değil, millet de uğurladı. Bunda ne var? Canla başla çalışmış, görevini yerine getirmiş, şehitlik mertebesine ulaşmış, üstelik de alçakça, pusuya düşürülerek öldürüldü.

Şimdi, Cenan Kocahakimoğlu'nun cenazesini sessiz sedasız gömmekten bu devlet ne anlar? Ne meramı var? Aklına, yüreğine bunu nasıl sindirebilir? Şimdi, soruyorum: Bakın, bütün bu soruları Millî İstihbarat Teşkilatı üzerinden araştırma yapmış, kitap yazmış biri, Türkiye'deki tek araştırmanın sahibi olarak söylüyorum. Bunlar yanlıştır.

Güvenlikle özgürlük dengesini bozduğunuzda... Bir polise sorarsanız "Bu yasa nasıl olsun?" diye... Hadi, polisten örnek vermeyeyim. İtfaiye erine sorarsanız "Nasıl bir yasa çıkaralım?" "Kibriti yasaklayın, çakmağı yasaklayın." der. Yasaklayabilir miyiz? "Millî İstihbarat Teşkilatı istiyor." diye bütün bunları nasıl verebiliriz arkadaşlar? Vatanını, milletini seven insan bunların açığa çıkmasını ister, yayımlanmasını, tartışılmasını ister, bunların gizli kapaklı kalmamasını ister.

Şimdi biz Millî İstihbarat Teşkilatına "Al kardeşim, sana bir örtü veriyoruz, üstünü ört, sana bundan sonra kimse, hiç kimse ulaşamaz" diyoruz, neden? Niçin arkadaşlar? Amacımız ne? Buradaki muradımız ne?

Bürokratik oligarşi ister güvenlik biriminden olsun ister İletişim Başkanlığından olsun mutlaka yıkılmalıdır. Seçilmişlerin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasa yapıcıların kararlılıkla çocuklarımızı, gençlerimizi, kadınlarımızı koruması gerekir.

Bilgi Teknolojileri Başkanlığına nasıl verirsiniz efendim bu yetkiyi? Hiçbir yargıç böyle bir şeyi imzalayamaz? İmzalayabilir mi Feti Başkanım, buyurun söyleyin. 85 milyonun hangi siteye girip çıktığı, nerede bulunduğu ne olduğu hepsi bir elde toplanabilir mi? Bunu Fetullahçılar yapmaya çalıştılar, on bin tane numara çektiler, onu bile engelledi yargı kendi içinde. Şimdi biz idare olarak "Her şeyi takip et, her şeyi izle, her şeyi gözle." diyoruz. Bunun ne anlamı var efendim; bunun özgürlükle, özgürlük alanını genişletmekle ilgisi nedir? Ben şimdi soruyorum, diyorum ki: Arkadaşlar, çok iyi yönetiyorsunuz ama yasa yapıcının size vermediği yetkiyi nasıl kullanıyorsunuz ya? Türk milletinin bize verdiği yetkiyi dört başı mamur hâle getirmemiz lazım.

Bu yasa bugünün yasası değil arkadaşlar, bu yasa geleceğin yasası. O yüzden siyasi partilerin daha bir üstenci bakışla, halkın yararlarını düşünerek bunun altına imza atması gerektiğini düşünüyorum. Siz farklı düşünüyorsunuz demiyorum, sizin hazırladığınız şey bunları karşılamıyor belirli alanlarda diyorum ama birlikte daha güzelini yapabiliriz diyorum. Gelin el birliğiyle, akıl birliğiyle, hep beraber daha güzelini üretelim.

Şimdi, sağlık alanından bir şey vermek istiyorum: Bir yakınım geldi bana, dedi ki: "Ya, sen grip oluyorsun galiba." "Evet, ya, biraz sesim çatlak." dedim. "Ya, sirke çek burnuna." dedi. "Ne yapayım?" dedim. "Burnuna sirke çek, elma sirkesi bul, çek." dedi. "Nereden duydun, hani, anneannen mi söyledi, babaannen mi, sana bunu kim söyledi?" "İnternette okudum." dedi. "Ya, nasıl olur acaba? Yani, hani, sirke de kötü bir şey değil ama sonuçta asit." dedim. İnternette sordum, hakikaten böyle bir şey var mı? Var. "Zararları nedir?" diye sordum. 3 tane hoca "Asidik olduğu için mukozaya zarar verir. Bu, çok tahriş edici bir şeydir. Aman, sakın buna uymayın." diyor. Şimdi, bir şey hem şifa hem zehir olabilir. Ama biz zehir tarafını görüp şifa tarafını ortadan kaldıramayız.

HAYATİ ARKAZ (İstanbul) - Dengeli kullanmak lazım.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Sizi destekliyorum.

İşte diyorum ki o dengeyi yaratalım, bu işi beraber halledelim. Biz eğer yılandan sağdığımız zehirle yılanın bize verdiği zehri ortadan kaldırabiliyorsak, bu internet dediğimiz şey kocaman bir dünya, bu dünyayı öyle özgürleştirip öyle güzelleştirelim ki zehirli tarafını küçültelim. Şimdi biz bu küçük zehirli taraf nedeniyle yararlı tarafları yok ediyoruz.

Size bir anımı anlatacağım.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Toparlamayla beraber, değil mi Tuncay Bey?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Siz nasıl isterseniz öyle yaparız efendim.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Yani hayır, şöyle: Yemeğimiz saat yedi buçukta da.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Uyarınızı dikkate alacağım efendim.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Peki, teşekkür ederiz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Teşekkür ederim Başkanım.

1982 yılında mesleğe başladım, 1983 yılında beni Güniz Sokağa verdiler. Güniz Sokak'ta Süleyman Bey'in evinin önünde bekliyorum, gelenleri, kimler geliyor diye yazıyorum, yazdıklarımı içeride Süleyman Bey'in konuşmalarıyla zenginleştiriyorum. "Süleyman Demirel bugün Siyasal Bilgiler Fakültesinden gelen öğrencileri kabul etti, şunları söyledi." falan diye gönderiyorum. Yasak geliyor çünkü biz her haberi sıkıyönetim komutanlığına soruyoruz. Bazen yasak o kadar geç saatte geliyor ki sayfa boş kalıyor. Hatırlarsınız, mesela Cumhuriyet gazetesinde çalışıyorum o zaman, Cumhuriyet gazetesinin bazı sütunları boş, beyaz çıkıyor çünkü yasakla ilgili bilgi geç gelmiş, baskı dönmüş, o sırada boş kalıyor. Süleyman Demirel bana "Sen kimsin?" dedi. Ben de rahmetli Cumhurbaşkanımıza "Ben Tuncay Özkan'ım, Cumhuriyet gazetesinin muhabiriyim." dedim. "Bir otur, biraz çay içelim." dedi. Çay içerken bana dedi ki: "Sen çok iyi bir gazeteci olacaksın." Genç gazeteciyim, Süleyman Demirel bana diyor ki: "Sen çok iyi bir gazeteci olacaksın." Merak ettim, "Neden çok iyi bir gazeteci olacağım?" dedim. "Gazetecilik soru sorma zanaatidir, sen bu işi iyi biliyorsun." dedi. Meslekle ilgili bir bilgi edindim.

Şimdi biz dönüp geliyoruz, bu yasayla soru soran iyi gazeteciyi cezalandırıyoruz. Bugüne kadar hiçbir haber kaynağımı açıklamadım. Size Cüneyt Arcayürek ustamdan bir örnek vereceğim: "Johnson mektubu" diye bir mektup var, ona İnönü'nün, Sayın Cumhurbaşkanımızın, 2'nci Cumhurbaşkanımızın bir yanıtı var "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de oradaki yerini alır." diye. İhsan Sabri Çağlayangil anılarında diyor ki: "Ben bu mektubu Cüneyt Arcayürek'e verdim, o da yayınladı." Öldüğü güne kadar hiç kimse Cüneyt Arcayürek'e "O mektubu ben İhsan Sabri Çağlayangil'den aldım." dedirtemedi. Şimdi bu yasa diyor ki gazeteciye: "Söylemezsen üç yıl daha yatarsın." Yatar ama bu zulüm olur, ama bu zulüm olur.

Gelin kötü uygulama nedeniyle iyi iş yapan, doğru iş yapan...

Nazmi abi, yüzlerce örneği yok mu böyle?

Bakın, İstanbul Gazeteciler Cemiyetinden Sibel Hanım burada, size benim anlattığım şeylerin yüzlercesini anlatır. Arkadaşlarımın hiçbirisi kaynağını açıklamaz, içeride yatarlar ama zulüm olur. Kaynağı açıklama maddesi efendim, 29'un alt bendi. Bu bentle ilgili olarak kaygımı nasıl gideririm? Altına yazalım, "Gazeteci haber kaynağı açıklamaya zorlanamaz." diyelim, bitsin gitsin. Zaten Basın Kanunu'nda var, zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihat kararlarında var.

Şimdi, efendim, ben yaptığınız çalışmaya saygıyla ve sizin vicdanınıza hürmetle şunu söylemek istiyorum: Mesleğimi otuz sekiz yıl boyunca yaptım. Bütün liderleri tanıdım, devletin bütün kadrolarındaki insanları tanıdım. Evim bir sabaha karşı basıldı, her şeyim yağmalandı, bütün her şeyim yağmalandı. En çok beni üzen şey nedir, biliyor musunuz: 338 tane el defterim var. "El defteri" ne demek? Gazetecilik alışkanlığı, not almak zorundayım, öyle terbiye gördüm. Kravat takmak zorundayım, öyle terbiye gördüm. Günde 2 kez sakal tıraşı olmak zorundayım, 17 yaşından beri bu terbiyeyle büyütüldüm. Şimdi bu da benim -"akıl defteri" diyoruz biz buna- gazetecinin cep defteri. Benimle birlikte burada çalışmış arkadaşlar var. Bunları aldılar, bana vermiyorlar. Ben beraat ettim, temyizsiz olarak beraat ettim, bunları bana vermiyorlar. "Niye vermiyorsunuz?" diye sordum, "İçinde çok gizli bilgiler var." dedi. Ya, bunları kimse yazmadı ki ben yazdım, bu notlar benim notlarım. Konuşurken yazmışım, bir yerden yazmışım, aklıma gelmiş yazmışım; buradan ceza çıkartamazsınız, bu notlar nedeniyle bu arkadaşlara ceza verilemez. Aksine, bu arkadaşları korumak lazım. Bakın, ne kadar çok özgürlük, ne kadar çok demokrasi, o kadar büyük barış, o kadar büyük başarı.

Bitiriyorum, son üç dakikam Başkanım.

BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Teşekkür ederiz.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Hayatını bu işe adayan insanlarsınız, hepinizin hukukçu kimliğine saygı duyuyorum ama gazetecilik de çok saygın bir meslektir. Hayatlarını bu işe adayan insanların, saçının akında bu ülkenin tarihinin kaydı bulunan insanların kayıtlarını silmeye çalışmayın. Bırakın onları, o kayıtlarla birlikte büyüsünler.

Bu yasa teklifine Nazmi abi niye karşı çıksın, neden karşı olsun? Siz öyle bir şey getirirsiniz ki Nazmi abi de ayağa kalkar, sizi alkışlar. Yolu nedir? Nazmi abiyle oturacaksınız, konuşacaksınız, işi yürütecek; Sibel Hanım'la oturacaksınız, konuşacaksınız, işi yürütecek. İşte orada kardeşlerim, bakın, Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanımız burada, internet temsilcilerimiz burada, bakın, orada Nuri Beyler, arkadaşlar. Bu arkadaşların çoğu benim birlikte olduğum pek çok arkadaş dünya görüşü olarak benimle birlikte değil, aynı şeyleri düşünmüyoruz ama mesleğimiz için aynı hayali kuruyoruz, aynı hayale uyanıyoruz. O nedenle Özgür Başkanın teklifini lütfen değerlendirelim.

Size gazetecilikle ilgili, gazetecinin nasıl yetiştiğine dair benim kendimle ilgili bir şey anlatıp konuşmamı bitireceğim. Konyalı Sofu Tuğrul, Sofu Baba... 1982 yılında gittim Cumhuriyetin Ankara Bürosuna, herkes orada, büyük, dev isimler orada. Fikret Otyam orada, müthiş insanlar orada, birçok büyük gazeteci orada. Yaşar Kemal geliyor, bir sürü insanla tanışıyorum, aklım almıyor yani, o kadar büyük isimler var. Sofu Baba benden sorumlu istihbarat şefi. Bizde istihbarat şefi her şeyden sorumlu.

1983 yılında beni Millî Eğitim Bakanlığı muhabirliğine terfi ettirecekler. Sayın Vehbi Dinçerler Milli Eğitim Bakanı, bu, "Evrim yoktur." diye bir açıklama yaptı, çok büyük açıklama. "Ders kitaplarından falan bunların hepsini temizleyeceğiz, atacağız." diye bir basın toplantısı düzenledi. Ben izledim ama 3 tane daha başka büyük muhabir de izledi. Ben geldim, Sofu Baba bunu 3,5 sayfa yazmamı istedi. Sofu Babanın, Sofu Tuğrul'un isteği üzerine 3,5 sayfa yazdım. "Bunu ters piramit şeklinde yaz." dedi, ters piramit şeklinde yazdım. "Bunu düz piramit şeklinde yaz." dedi -bunlar yazım teknikleri- öyle yazdım. "Bunu analitik yaz." dedi, yazdım. Saat 14.00'te başladığım yazım çalışmasını Sofu Baba 3 satıra indirdikten sonra kabul etti, "Aferin, yarından itibaren Millî Eğitim muhabirisin." dedi. "Ağabey, bana bu zulmü niye yaptın ya?" dedim; Sofu Baba dedi ki: "Sınanmayan her şey sonra çok büyük dert açar." Bakın, sınanmış bir hayat hikâyesinden size çok şeyler anlattım, Fetullahçıların neler yatığını anlatım, meslek sırasında başıma gelenleri anlattım, şimdi size diyorum ki: Bu hayat öykülerinden bir yasa çıkarın, o yasa çocuklarımızın yasası olsun, hep beraber alkışlayalım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.