| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4471) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 09 .06.2022 |
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Başkan.
Öncelikle şunu ifade edeyim: Basın Yasası'nın bir dizi eksiklik içerdiğini bizler de düşünüyoruz. Özellikle internet haberciliği konusunda yasal boşluklar var. Internet haberciliğinin de yasal güvenceye kavuşturulması, basın özgürlüğünden yararlanması için de yasal düzenleme yapılması gerekiyordu. 5187 sayılı Yasa'ya internet haberciliğinin de eklenmesinin olumlu olduğunu düşünüyoruz. Bu konuda herhangi bir tereddüt yok.
Sizin döneminizde çıkarılan, yani 2004 yılında çıkarılan, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı döneminde çıkarılan 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 1'inci maddesi aynen şöyle:
"Bu Kanunun amacı, basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenlemektir.
Bu Kanun basılmış eserlerin basımı ve yayımını kapsar."
Dolayısıyla basın özgürlüğünün hilafına olacak her düzenleme hem 5187 sayılı Yasa'nın amacına hem de Anayasa'nın 28'inci maddesiyle güvence altına alınan basın özgürlüğüne aykırı olacaktır.
Şimdi, 5187 sayılı Yasa'nın 1'inci maddesinde düzenlenen bu amacı koruyarak kapsamını genişletmenizle, internet haber sitelerini de yasa kapsamına almanızla, basın özgürlüğüne dair hem anayasal hem de uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan haklara kavuşturulması amacını taşıdığınıza inanmak istiyoruz. Ancak basın özgürlüğünün kullanımının yanına basın kartlarını da eklemenizi doğru bulmuyoruz. Yani Basın Kanunu'nun amacı sadece basın özgürlüğünü güvence altına almak olmalıdır. Bu konuda illa bir düzenleme yapacaksanız basın kartının tanımını değiştirmeniz "Başkanlıkça verilen kart" tanımı yerine "basın meslek örgütlerince verilen kart" tanımını getirmeniz yeterli ve yerinde olur.
Doğrusunu söylemek gerekirse, cumhuriyet savcılığı yerine beyannamenin Basın İlan Kurumuna verilmesine de ilkesel olarak karşı değilim. Türkiye'deki cumhuriyet savcılıklarının tamamının bağlı olduğu bir merkezî başsavcılık kurumu yok, böyle bir makam yok. Basın kuruluşlarının iş ve işlemlerinin ayrı ayrı savcılıklarca tutulması yerine tek bir merkeze bağlı olarak tutulmasının da daha doğru olacağını düşünüyorum, tıpkı siyasi partilerle ilgili kayıtların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca tutulması yerine Yüksek Seçim Kurulu tarafından tutulmasını doğru bulduğum gibi. Ancak soru şu: Basın İlan Kurumu bir kamu kurumu olmaktan çok Hükûmetin yan kuruluşu gibi, başında Cumhurbaşkanlığı Sosyal Politikalar Kurulu Üyesi, Adalet ve Kalkınma Partisi Medya ve Tanıtımdan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve eski AKP milletvekili var, Başkan Vekili de Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Genel Kurulun üçte 1'ini Cumhurbaşkanı atıyorsa bu Basın İlan Kurumu kamu adına mı çalışıyor yoksa Adalet ve Kalkınma Partisi adına mı çalışıyor insanların kafasında doğrusu kuşku oluşuyor yoksa Basın İlan Kurumu tarafından bu kayıtların tutulması yanlış olmaz.
Şimdi "basın kartı" mevzusuna gelince, çok açık söyleyeyim: Bir kişinin basın mensubu olup olmadığına adı "Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı" olan ama esasen Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanının propaganda başkanı gibi çalışan bir kişinin başında olduğu kurum karar veremez, vermemelidir. Bunun AKP'yle ilgisi yok, bunu bir başka parti yapacak olsa hep birlikte ona da karşı çıkmalıyız. Basın özgürlüğü denildiğinde akla gelen ülkelerin neredeyse tamamında basın kartlarını hükûmetler, hükûmet kuruluşları değil, basın mensuplarının üyesi olduğu basın meslek örgütleri veriyor. Bunun dışındaki her yöntem antidemokratik olacaktır. Şimdi, basın kartına dair bir düzenleme yapılacaksa mutlaka medya kuruluşlarına bağlı olarak çalışmayan veya serbest gazeteci olarak çalışmayan bürokratlara, enformasyon görevlilerine basın kartı verilmesi uygulamasından vazgeçilmesi gerektiğini biz de düşünüyoruz.
Basın kartına ilişkin çok sayıda hükmü Basın Kanunu'na ekliyorsunuz, âdeta yasayı yönetmeliğe çeviriyorsunuz. Yönetmelikleri yasaya uydurmak yerine yüksek mahkemece yürütmesi durdurulan veya iptal edilen yönetmelik hükümlerini yasal güvenceye kavuşturuyorsunuz. Adalet ve Kalkınma Partisinin çok... Yani bunu içten söylüyorum, yakından takip ettiğim, daha önce çok sayıda genelge ve yönetmeliğin iptali için dava açmış birisi olarak söylüyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi istikrarlı olarak bunu yapıyor. Bir genelgenin hukuka aykırı olduğu için iptali istemiyle dava açılıyor. Yüksek yargı, diyelim ki o genelgenin yürütmesini durduruyor ve iptal ediyor, ardından Adalet ve Kalkınma Partisi bunu bir yönetmeliğe kavuşturuyor. Yönetmelikle ilgili bir dava açılıyor; yüksek yargı, Danıştay bu yönetmeliği iptal ediyor veya yürütmesini durduruyor. Bakıyorsunuz birkaç ay sonra veya birkaç yıl sonra Adalet ve Kalkınma Partisi yargı kararlarına saygılı olmak yerine, hukuka saygılı olmak yerine o mahkeme kararlarını boşa çıkarmak için bir üst hukuksal düzenlemeyi değiştiriyor tıpkı burada yaptığı gibi. Basın kartlarına ilişkin yargı makamlarının verdiği kararları boşa çıkarmak için basın kartı kanunu hâline getiriyor Basın Yasası'nı.
Şimdi, şunu bir hatırlayalım, başka kimse söyledi mi hatırlamıyorum ama söylenmiştir. Şimdi, bu Danıştay yürütmenin durdurulması kararı verdi ya bu basın kartlarına ilişkin olarak, Fahrettin Altun aynen şöyle bir "tweet" atmış. Diyor ki: "Basın kartı yönetmeliğimizin bazı maddeleri Danıştay tarafından iptal edilmiş. Daha iyisini yapmak için derhâl çalışmaya başladık. Görevde olduğumuz müddetçe 'gazetecilik' adı altında terörizm propagandası yapanlarla mücadele edeceğiz. Terör seviciler boşuna sevinmesinler." Şimdi, Danıştay bu kararı ne zaman verdi? Yani hani, şimdi diyebilirsiniz ki, eskiden olsa, bu 15 Temmuz darbe girişiminden önce Danıştay tarafından böyle bir karar verilmiş olsa bu Fahrettin Altun diyebilir ki şimdi: "Hadi o zaman Fetullahçılar vardı, böyle bir karara imza attı." Bu yakın tarihli bir karar. Yani Fahrettin Altun öyle bir demagoji yapmış oluyor ki şunu söylüyor: "Danıştay 'gazetecilik' adı altında terörizm propagandası yapılmasına geçit verdi." Bunu demiş oluyor böyle bir açıklama yaptığında, bunun başka bir anlamı yok. Bunun yerine gerçekten Hükûmetin, milletvekillerimizin yargı kararlarına saygılı olması gerektiğini düşünüyorum. Kaldı ki bu terör meselesi o kadar büyük bir sorun ki yani Hükûmet adına bir konuşma yapan birisi ne zaman sıkışsa bir biçimde meseleyi teröre, terör örgütü üyeliğine, terör propagandasına getiriyor. Ya, bin defa söyledik, başka argümanlar da geliştirebilmelidir siyasiler, bunun dışında şeyler de söylemeli.
Sonuçta mevzu şu: Basın kartlarının kimlere verileceğine dair bir yönetmelik çıkarıyorsunuz, bu yönetmeliğin iptali için basın kuruluşları bir dava açıyorlar ve Danıştay bununla ilgili yürütmenin durdurulması kararı veriyor. Diyor ki: "Bu sınırlama anayasal ilkelere, uluslararası sözleşmelere aykırı." Ne diyor başındaki kişi, İletişim Başkanı diyor ki, şunu söylemiş oluyor: "Danıştay 'terörizm' propagandası yapılmasına geçit verdi."
Bu "terör" kavramı gerçekten tartışmalı bir kavram; evrensel, bütün ülkelerin, bütün insanların ortaklaştığı bir terör kavramı yok. Sıkıştığınızda arkasına sığınabileceğiniz bir kavramdan başka bir anlam ifade etmiyor. Hamas'a İsrail "terör örgütü" diyor; Hamas'ın lideri geliyor, Adalet ve Kalkınma Partisinin kongresine katılıyor. İşte Doğu Türkistan'ın özgürlüğü için, hakları için orada insanlar mücadele ediyorlar, Çin'e sorarsanız bu Uygur'daki Türklerin her tür mücadelesi terörizm ama Türkiye'de bir insana sorarsanız doğal olarak oradaki mücadeleyi kahramanlık olarak görecek veya İrlanda Kurtuluş Örgütüyle ilgili olarak da böyle, ETA'yla ilgili olarak da böyle. Bu terör kavramı böyle anlaşabileceğin...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Türkiye'ye doğru yaklaş biraz.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Ben söyleyeyim, Türkiye'den de örnek vereyim. Bakın, Türkiye'yi söyleyeyim Feti Başkan. PYD'ye, YPG'ye Türkiye dışında "terör örgütü" diyen yok. Bu o kadar zamana göre değişiyor ki. Bu PYD'nin, YPG'nin başındaki kişi Türkiye'ye geldi, diplomatik pasaportlarla devlet konukevinde kaldı. Bunu bu Hükûmet yaptı. Şimdi Salih Müslim'e bugün "terör örgütü" diyen de bu Hükûmet, dün diplomatik pasaportla devlet konukevinde ağırlayan da bu Hükûmet. Türkiye o YPG'ye, o PYD'ye "terör örgütü" der, gider o PYD'nin yöneticileri Amerika'nın bütün Suriye temsilcisi ve Orta Doğu temsilcileriyle görüşür. Türkiye "terör örgütü" der, Fransa'da Elysee Sarayı'nda ağırlanırlar. Dolayısıyla sorunları sadece "terör", "terörizm" diyerek çözemeyiz. Ortada bir sorun var, basın kartlarının dağıtılmasına ilişkin bir ilke ortaya koyuyor yönetmelikle İletişim Başkanlığı, Danıştay da bunu iptal ediyor. Söyleyecek hiçbir sözü yok mu? Yok demek ki Fahrettin Altun'un. Çıkıp Danıştaya "Terör propagandasına geçit verdi." demiş oluyor. Ben bunun için söylüyorum yoksa başka bir amacım yok.
Şimdi, bir şey daha, başta da söyledim, internet haber sitelerini Basın Kanunu'na eklemeniz, onlara da basın kuruluşu hüviyeti tanımanız -zaten öyleler de- yasal olarak tanımanız doğru. İlan gelirlerinden yararlandırmanız da anlaşılır bir şey fakat yani çokça tartışılıyor, bu durum özellikle yerel medyanın ayakta durmasını engellememeli. Evet, bunları da basın kuruluşu olarak tanıyın, gelirlerden, ilan gelirlerinden bunları da yararlandırın fakat özellikle yerel gazeteciler bundan olumsuz etkilenmemeli.
Kâğıt gazeteciliği zor bir dönem yaşıyor, dünyanın büyük gazeteleri bile internet medyasına dönüşmüş durumda ama hâlâ yerel gazeteler var ve çok etkililer. Ben Batman Milletvekiliyim, yani öyle bizim propagandamızı falan da yapmıyor. Batman'da çok sayıda yerel gazete var ve gerçekten etkili bu gazeteler yani kamuoyunu etkileyebiliyorlar, neredeyse her iş yerinde bunlardan bir veya birkaç tanesi var ama ayakta kalmakta o kadar zorlanıyorlar ki eğer valilikten bir gelir elde etmezlerse, eğer belediyeden bir gelir elde etmezlerse, onların ilanlarına yer vermezlerse belki o gazeteyi çıkaramayacak hâle gelecekler. Bakın, herhangi bir milletvekili gidip yerel gazeteleri ziyaret edebilir. Ben Batman'da gezdiğim için biliyorum, daha önce muhabirleri vardı, neredeyse hiçbir yerel gazetenin muhabiri kalmadı. Daha önce kocaman dairelerde kalıyorlardı, şimdi 1+1 yerlerde kalıyorlar. Daha önce günlük gazete çıkarıyorlardı, yüzde 90'ı haftalık veya on günde bir gazete çıkarır hâle geldiler. Matbaaları vardı, gazete basıyorlardı, şimdi bu gazetelerin matbaalarında kartvizitler, düğün davetiyeleri basılıyor. Başka şekilde ayakta duramıyorlar. Dolayısıyla bu yerel gazetelerin bu konudaki taleplerine teklif sahiplerinin kulak vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi, 29'uncu ve 30'uncu maddelere ilişkin Anayasa'ya aykırılık konusunda düşüncelerimi önce sizinle paylaşmıştım, tekrar etmeyeceğim, tekrar aynı konuya girmeyeceğim fakat şunu söyleyeyim: Bu düşünce, ifade özgürlüğü meselesi gerçekten hassas bir mesele. Hani biz hep Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından falan bahsediyoruz ama Türkiye'de Anayasa Mahkemesinin de verdiği çok sayıda karar var. Anayasa Mahkemesinin ilk bireysel başvuru aldığı 2012 yılından bugüne, yaklaşık on yıllık süre içerisinde 392.758 başvuru almış. Bu kendi sitesinde yayınlanıyor, bu, mayıs ayı verileri. 311.097 başvuruyu sonuçlandırmış. Bunların neredeyse yüzde 10'unda mutlaka bir ihlal kararı verilmiş, en az bir ihlal kararı verilmiş ve bu ihlal kararları verilenler içerisinde 2'nci sırada düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin ihlal kararları geliyor. 1'nci sırada adil yargılanma ilkesinin ihlali, ardından gelen ihlal kararları da düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin ihlal kararları. Türkiye'de Anayasa Mahkemesi de düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin ciddi ihlal kararları veriyor. Bildiğim kadarıyla 2.500'ün üzerinde ifade özgürlüğüne ilişkin ihlal kararı var.
Şimdi, bu özgürlüklere ilişkin endekslerde Türkiye'nin yerine dair çokça şey söylendi, ben onları tekrar etmeyeceğim. Yalnız, bir tanesini söyleyeyim, bu yeni bir liste, Sınır Tanımayan Gazeteciler yayınlamış, diyor ki: Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülke arasında 149'uncu sıradaymış Türkiye. 180 ülke içerisinde 149'uncu sırada. Hani, şimdi Türkiye Adalet ve Kalkınma Partisinden önce öyle çok üst sıralarda, böyle basın özgürlüğünün en üst düzeyde olduğu ülkeler arasında değildi fakat her geçen gün geriye gidiyor. 2005 yılında Türkiye 98'inci sıradayken 2022 yılında 149'uncu sıraya gerilemiş yani 51 sıra birden gerilemiş. Üstelik, geçen yılla bu yıl arasında 4 sıra yükseldiği hâlde bu olmuş. Cezaevinde çok sayıda gazeteci var, rakam Türkiye Gazeteciler Sendikasının söylediğinden çok daha yüksek fakat onların raporlarında bile deniliyor ki: "En az 26 gazeteci sadece gazetecilik çalışmaları nedeniyle cezaevinde." Bunu Türkiye Gazeteciler Sendikası söylüyor. İki gün önce Diyarbakır merkezli bir operasyon yürütüldü. Tamamı gazeteci olan, ekmeğini bu işten kazanan, sadece gazetecilik yapan ve ekmeğini bu işten kazanan 21 gazeteci gözaltına alındı; tamamı muhalif, tamamı muhalif Kürt gazeteci olarak biliniyor. Dolayısıyla gerçekten muhaliflere yönelik, muhalif gazetecilere yönelik sindirme, susturma, gözaltına alma, tutuklama operasyonları devam ediyor ve emin olun Basın Özgürlüğü Endeksi'nde bu gazetecilerin tutuklanması, gözaltına alınması sıralamayı ciddi etkileyen bir şey. Ben bunların da bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.
Şu basın kartıyla ilgili son bir şey söyleyeceğim, unutmak istemem, anmak için söyleyeceğim aslında bunu. Toprağı bol, mekânı cennet olsun Aydın Engin ağabeyin. Elli iki yıllık gazeteciydi Aydın Engin, yirmi beş yıldır sürekli basın kartı taşıyordu ve İletişim Başkanlığı Aydın Engin'e bile sarı basın kartı vermedi. İşte, bu tam, iktidarın muhalif gazetecilere bakışını göstermesi açısından önemlidir diyorum.
Umarım uzatmamışımdır.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.