| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) ve Sayıştay tezkereleri a) Vakıflar Genel Müdürlüğü b) Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı c) Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı ç) Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı d) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu e) Atatürk Araştırma Merkezi f) Atatürk Kültür Merkezi g) Türk Dil Kurumu h) Türk Tarih Kurumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 28 .01.2016 |
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli Bakanlarım, değerli bürokrat arkadaşlar ve basın emekçisi arkadaşlarım; şimdi, tabii usul üzerine söz aldığımızda da ifade ettik, bu kadar kurum üzerine sadece on dakika içerisinde herhâlde her bir kurum için birkaç cümle söyleyerek geçmek durumunda kalacağız.
Sayın Bakan, öncelikle şunu söyleyelim: Türkiye'de vakıflarda kuruluş felsefesi ve amacından kopmuş bir yapı hâkim şu anda çünkü sadece onların kuruluş sürecinde idari hizmetleri yürütmekle yükümlü olmayan Vakıflar Genel Müdürlüğü, takdir edersiniz ki özellikle bunların denetimi ve faaliyetlerini takip sorumluluğunu da üstlenmiş bulunmaktadır. En azından Vakıflar Yasası'nda bu çok net tanımlanmıştır. Ancak, devletin olanaklarından istifade etme anlamında, vakıflara yaklaşımın çok ciddi farklılıklar arz ettiğini hepimiz iyi biliyoruz ve her siyasal iktidarla birlikte ön plana çıkan vakıfların başta eğitim, yurt ve yükseköğretim faaliyetleri olmak üzere devletin olanaklarından istifade biçimleri arasında ciddi bir orantısızlık vardır. İktidarınızın yaklaşık ilk on yılında Gülen Cemaati'ne yakın vakıflara terk edilmiş bir eğitim, yurt ve yükseköğretim hizmetleri son birkaç yıldır özellikle yaşanan siyasi ihtilaftan ötürü Gülen Cemaati'ne yakın, özellikle vakıflara dönük olarak çok ciddi bir kıskaç operasyonu yürütülmektedir. Ne iktidarınızın ilk dönemindeki orantısız destekler ne de bugünkü onlara dönük ne kadar yasaya tekabül ettiğini bilmediğim yönelimi çok doğru bulmadığımı ifade etmek isterim Son iki yıldır ön plana çıkarılan TÜRGEV, Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, Birlik Vakfı ve adını sayamayacağım birkaç vakıfla birlikte devlet tarafından abartılı bir biçimde desteklenmekte ve kamu arazileri ile binalarının tahsisinin haddi hesabı bulunmamaktadır. Ayrıca, vakfın mütevelli heyetinde bulunan Cumhurbaşkanımızın oğlu ve gelini gittiği her ilde il protokolü tarafından karşılanmakta ve devlet olanakları en üst perdeden kullanılmaktadır. Bu anlamda, Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve bir bütün olarak 64'üncü Hükûmet politikasının bütün vakıflara eşit yaklaşım ilkesi çerçevesinde bir politika geliştirmesi çok çok önemlidir.
Yine, Sayın Bakanım, bir akademisyen olarak çok iyi bilirsiniz ki artık "vakıf üniversiteleri" kavramını kullanmaktan imtina etmek durumundayız. Özel üniversite yasasını çıkaralım. Çünkü, hani kâr amacı gütmemesi gereken, tümüyle vakıf hizmetleri çerçevesinde üniversite faaliyetleri yürütmesi gereken vakıfların tamamı kâr amacıyla yükseköğretim faaliyeti yürütmektedir. Bir akademisyen olarak kabinedeki en iyi bilecek kabine üyesi Bakanlarımızdan birisiniz. Bunu bir akademisyen olarak çok çok iyi biliyor, yaşıyorum. Buna çözüm üretebilmenin en somut yolu özel üniversite yasası çıkarılsın, gerçek anlamda vakıf hizmetiyle yükseköğretim işlerini yürütecek olan vakıflar bu işle hemhâl olmalıdır.
Yine Sayın Bakanım, vakıfla ilgili -uzatmış bile oldum- bu kadarla sınırlandırayım, AFAD'la ilgili birkaç hususa dikkat çekeceğim.
Soma'yı Van depremini, buradaki eksiklikleri geçerek söylüyorum Sayın Bakan: Bakın, mülteciler kampı üzerinden, sadece sınır kapılarımızı açmış olmakla mültecilerin bütün trajedisini sona erdiremiyoruz. Zaten yaşamış olduğu sıkıntıların yüzde 100'ünü karşılamış olma gibi bir beklenti de gerçekçi olmaz. Ancak, bakın size sadece bir raporu ve bu raporu incelemenizi isteyerek bir hususa dikkat çekeyim: MAZLUMDER Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki mülteci kamplarıyla ilgili çok kapsamlı bir çalışma yürütüp rapor hazırladı. Ne olur, sizin böyle bir vaktiniz yoksa danışmanlarınızın ve bürokratlarınızın bu raporu okumasını ve sizi enforme etmesini özellikle rica ediyorum. Bakın, ben okurken gerçekten çok huzursuz, rahatsız ve utandığım noktalar oldu. Şöyle ki: Mülteci kamplarından kaçarak -affınıza sığınıyorum, bütün herkesin affına sığınarak söylüyorum- fuhuş pazarına sunulan kadınlar var. Yine, ülkemizin bütün bölgelerine yayılmak üzere çok eşliliğe neden olabilecek şekilde parayla evlilikler gelişiyor Sayın Bakanım. Bakın, hani ben oradaki aş, iaşe, eğitim, vesaire hizmetlerine gelmiyorum bile, öncelikle giderilmesi gereken... Şüphesiz sadece sizin Bakanlığınız değil, İçişleri Bakanlığıyla, belki birkaç bakanlıkla birlikte koordineli olarak yürütülmesi gereken ve insanlık trajedisine tekabül eden bir hususa dikkat çekiyorum, genç kızların çocuk yaşta özellikle fuhuş pazarına sunulması gibi bir trajediden bahsediyorum. Yine, çok eşliliğe neden olabilecek şekilde, artık adına başlık parası bile diyemiyoruz, para karşılığında evliliklerin yaşandığını bizzat MAZLUMDER raporundan okurken çok huzursuz oldum.
Bir diğeri, şimdi, AFAD'la ilgili olarak siz de ifade ettiniz, misyonu afetlere dirençli toplumlar yaratmak ve buna dair eğitim çalışmaları yürütmek. Amenna, zaten bu. Ama sizin de ifade ettiğiniz üzere, sadece vuku bulmuş bir doğal afet sonrası acil durumun yönetimi değildir görevi, önleyici tedbirler geliştirmektir de aynı zamanda. ve bu görevi göz önünde bulundurarak söylüyorum, maalesef Hopa'da da, Soma'da da, Van depreminde de depremi önleyebilme, bir heyelanı, sel felaketini önleyebilme, doğal felaketi önleyebilme çabamız yoktur ama ondan etkilenme düzeyi az olacak kentler ve yerleşim birimleri yaratabilme sorumluluğumuz var bizim.
Bir diğer husus, evet, bir doğal afet olmamakla birlikte bir siyasi ve beşeri afet diyebileceğimiz ama açığa çıkmış olan bir göç dalgası son iki buçuk üç aydır bölgede özellikle sokağa çıkma yasağı sonrası kentlerini terk edenlerin şu anki sayısının farklı kurumlar tarafından 200 bin kişi olduğu ifade ediliyor. Hükûmet özellikle Cizre, Silopi, Nusaybin, Silvan, Diyarbakır, Sur, Dargeçit'ten göç etmiş olan bu 200 bin dolayındaki göçmene dair temenninin ötesinde henüz bir adım atabilmiş değildir.
Yine, takdir eder ki herkes bu yıl mevsim normallerinin altında seyreden sıcaklıklarla bir kış süreci yaşadık biz. Bu 200 bin kişi nerede iskân etti, nerede konakladı? Bunlara yurtlarda, çadırlarda, kalıcı meskenlerde Hükûmet... Mesela dün de Millî Güvenlik Kurulunun, bilmiyorum, katılmış mıydınız ama, sonuç bildirisini okudum, bu konuda önceki beyanları destekleyen, niyet ötesine geçmeyen "gerekeni yapılacaktır" maddesini okuduk. Ama bu gereken nedir, ne zaman yapılacaktır? Emin olun bu gibi mülteci olma durumunda, iç veya dış, yaz ile kış arasında doğurduğu sonuçlar çok çok farklıdır. Yazın insanlar biraz daha kendilerini, kendi kentlerinden, yurtlarından, evlerinden, konutlarından ayrılırsa yaşamlarını idame ettirebilecek olanakları sağlayabiliyorlar veya daha kolay tolere edebiliyorlar ama bu kış ne yaptı bunlar veya Hükûmet nasıl tedbirler geliştirdi?
Yine, bununla bağlantılı olarak özellikle sormak isterim ki bakın, TİKA'yla ilgili olarak faaliyetleri arasında Sahra Altı'na inmiş olma önemli. 150'nin üzerinde ülkede faaliyet göstermiş olması iyi ama TİKA hemen burnunun dibinde trajedinin yaşandığı, desteklenmesi gereken ve Türkiye'nin biraz da tarihsel bağlarıyla ilişkili olduğu, el uzatması gereken yerlere uzanamamıştır. Örneğin, Irak'ın Ezidi bölgesinde, Kürt bölgesinde IŞİD saldırıları sonrasında yaşanan trajediye dönük ne yapmıştı? Planlama aşaması bile var mıdır acaba? Aynı şeyi Suriye için söyleyebiliriz. Ben oradan göç edip gelenlere kapıların açılmış olmasını söylemiyorum. İşte, IŞİD'in, tamam, şüphesiz işgal sona ermeden, oradaki istikrar ve güvenlik tedbirleri sağlanmadan tahrip edilmiş tarihî yapıların, inanç merkezlerinin onarımıyla ilgili bir şey yapılmaz ama onun dışında kendi ülkesinde başka bir yere göç etmiş ve maalesef trajediyi kendi ülkesi sınırları içerisinde yaşayanlara dönük ne yapıldı?
Bir de...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET YILDIRIM (Muş) - Maalesef sürem sona erdi, herhâlde birkaç dakika ek süre vereceksiniz.
BAŞKAN - Ek süre vereceğim, buyurunuz.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tarih Kurumuyla ilgili bazı hususları da Sayın Başbakan Yardımcımızın dikkatine sunmak istiyorum. Bakın, bir sosyal bilimci olarak, yirmi yılın üzerinde üniversitede akademisyenlik yapmış biri olarak hep resmî tarih tezleriyle ve resmî ideolojiyle sorunlar yaşamış biriyim ben.
Bakın, Türk Tarih Kurumunun oluşum süreci ve Türk tarih teziyle ilgili olarak söyleyeyim: Bir tez üzerine kurulma ihtiyacı hasıl olmuştur. Nedir tez? Temelde önemli bir sorun olarak ırk konusunu ele almakta, Türklerin sarı ırka mı, beyaz ırka mı, yani sarı veya Mongol ırka mı ait olduğu veya beyaz-brakisefal bir ırka mı sahip olduğu 1920'lerin sonundan itibaren tartışılıyor ve 1928'de bir Bursa ziyaretinde ilk kez Afet İnan'la Atatürk karşılaşıyor, bu durumu anlatıyor, Atatürk de "Böyle bir kurum kurun, bunu netleştirin." diyor. Çünkü sanki sarı ırka veya siyah ırka mensup olmak günahmış, suçmuş, kötülükmüş gibi bir tartışma üzerinden başlıyor. Tarih Kurumunun kuruluş öyküsü üzerine söylüyorum. Bu tartışmalardan hareketle 1932 ve 1937'de, iyi bilirsiniz, tarih kongreleri düzenleniyor ve 1'inci, 2'nci Türk Tarih Kongrelerinin tek amacı vardır: Türk ırkının üstün bir ırk olduğu, uygarlık oluşturan ve birçok uygarlığın kaynağı olduğu ve dışta Batı'ya karşı bunu ispatlamak için sarı ırka değil, beyaz ırka mensup olduğu sonucuna varan bir sonuç bildirisiyle sonuçlanan iki kongre düzenleniyor. Hatta bunun için, hani, ben emin olun işi o noktaya vardırmak istemiyorum ama Afet İnan Başkanlığında Türk ırkının antropometrik verilerinin tespiti için, 64 bin kadın ve erkeğin boy ölçüleri, kemik ölçüleri, kafa ölçüleri araştırılıyor. Hani bunun neye tekabül ettiğini söylemek dahi istemiyorum. Ama resmî tarih, hâkim sınıfların bilinmesini istediği tarihtir. Asıl amaç, resmî ideoloji oluşturmaktır. Bu amaçla hafızayıenâm yani toplumsal bellek bir anlamda özellikle resmî tarih tezi içerisine dercedilerek eritilmek isteniyor. Bu yüzden, bakın, antik Yunan'dan beri geçerli olan bir söz vardır: "İktidarlar gizlemesini iyi bilendir." Özellikle ülkeye hâkim olan resmî ideoloji tezi açısından söylüyorum bunu. Hâkim sınıflar binlerce yıllık tecrübelerinden iyi biliyorlar ki toplumun geçmişine hâkim olmadan bugünlere, geleceğine hâkim olunmaz.
Şimdi, bütün bunların neticesinde iki yüz yıl önce, iki yüz yılı aşkın bir süre önce Fransız İhtilali'nden sonra açığa çıkmış olan ulus devlet tezi, sadece ülkemiz açısından ve Orta Doğu açısından söylemiyorum, dünya açısından, gelip toslamıştır ve artık cari kılınabilen bir tez değildir ulus devlet tezi. Devletin, ulus devletin geliştirilmesi, pekiştirilmesi için 1930'larda bunlar yapılmış olabilir. O gün dünyada geçerliliği olan bir yöntemdi bu ama ne dünya ne Türkiye artık 1930'larda değil ve hâkim olan ruh hâli, düşünce hâli, yönetim hâli de Mahmut Esat Bozkurtların hâkim olduğu hâl değildir. Bundan hareketle tarih tezinin ülkede yaşayan, Türk Dil Kurumunun ülkede yaşayan bütün herkesin tarihini araştırmakla yükümlü olduğunu unutmayalım.
Mesela Kürt diliyle ilgili bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz Sayın Bakanım veya böyle bir hakkı var mıdır, yok mudur? Veya AKP iktidarı döneminde 3 ayrı üniversitede açılmış olan Kürdoloji enstitüleri neden açıldı? Bakın, mezunlarının istihdamı yok, işte, seçmeli ders olarak Kürtçe öğretiliyor ama...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan, toparlıyorum bir iki cümleyle.
Neden bu bölümleri açtık? Neden ilk ve ortaöğretimde seçmeli ders olarak koyduk ve buradan mezun olanlar, formasyon alanlar, öğretmenlik hakkı elde edenler neden atanmıyor? Ellerine verilmiş bir sertifikayla Kürtçe bilmeyenlerin derse girip çıktığı, formalite olarak siyasi amaçla kullanılan bir adım olmanın ötesine geçmeyen bir realiteyle karşı karşıyayız maalesef.
Ya kapatın, siz sağ biz selamet ve seçmeli ders olmaktan da kaldırın ya da işlevsel olarak bunu kullanabilmenin çok elzem olduğunu ifade etmek istiyorum. Kürdoloji bölümleri var, öğretmen oluyorlar, Kürt dili öğretmeni oluyorlar, formasyon alıyorlar, atama yok. Kürt dili seçmeli olarak okutuluyor ama derse girenler ilgili bölümlerden mezun olanlar değil. Muhasebe mezunu bile eline verilen bir sertifikayla gidip bu seçmeli derslere giriyor. Söylenebilecek çok şey var ama kısa süre içerisinde bunlarla sınırlı kalayım.
Sorularımı diğer bölümde sormak isterim.
Teşekkür ederim.