| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4471) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 5 |
| Tarih | : | 15 .06.2022 |
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, şunu söyleyerek başlayalım. Dünyada genel olarak temel hak ve özgürlüklerin korunması ile kamu düzeninin korunması arasında bir denge aranır ve bu dengede de işte, bir yandan toplumların huzur ve güven içerisinde yaşaması hedeflenir, öte yandan da aynı oranda hak ve özgürlüklerin korunmasının, bireysel olarak insanların kendilerini demokratik bir ortamda özgürce ifade edebilmelerinin önünün açık olması gerekir.
Şimdi bizde şöyle bir temel problem var yani bu kanunun içeriğine gelmeden evvel, toplumda ve bizdeki en büyük çekincelerin sebebi Türkiye'de... Ben birçok konuşmada da söyledim "Türkiye'de yargı, ideal düzeydeydi, tamamen bağımsızdı ve AKP iktidarı döneminde bu hâle geldi, bağımlı bir ilişki hâline geldi." şeklinde bir iddiada değilim ama şöyle bir gerçek var; yargının siyasallaşması Türkiye'de hep bir tartışma konusuydu, bu, bütün cumhuriyet tarihinden itibaren baktığımızda hep tartışılır, konuşulur ama son dönemde yargının araçsallaştığı bir dönemin içerisine geldik yani yargı mevcut iktidarın rahatsız olduğu, işine gelmediği, sıkıntı gördüğü, kendi iktidarının devam etmesi gerektiği için faydalı gördüğü iş ve işlemlerde taraf hâline gelmiştir. Şimdi buradaki fark büyük bir farktır. Bugün yani şunu çok net söyleyebilirim: Mesela, bu gazeteciler, basın özgürlüğü açısından baktığımızda ya da vatandaşlar arasında iktidarı destekleyen ya da desteklemeyenler olarak ayırdığımızda hukukun eşit bir şekilde, iki tarafa eşit şekilde uygulanmadığı çok net ortadadır. Bu, açılan davalardan, hakaret davalarından, işte, emsal kararlardan... Yani kimse şunu iddia edemez Türkiye'de: Efendim, "Çubuk'ta mahkeme tarafından verilen karar, Genel Başkanımıza yönelik o, sistemli, planlı saldırı sonrasında verilen karar iktidara mensup bir genel başkana karşı işlenseydi bile aynı suç, aynı şekilde cezalar verilirdi." gibi iddiada bulunamaz. Bugün muhalif kimliği bilinen bir gazetecinin söyledikleri ile mevcut iktidar yapısını destekleyenlerin söylediklerinin hukuk önünde aynı şekilde değerlendirildiğini söyleyemez. Böyle onlarca örneği biz yaşadık. Buradaki kanuna gelinceye kadar da gerek Dijital Mecralar Komisyonunda gerekse ki bu süreçte zaman zaman, aralarda fikrimizi beyan ettiğimizde, sizler sorduğunuzda, "Acaba maddede bir düzenleme olur mu?" "Bir bakacağız, değerlendireceğiz." gibi açıklamaların aslında yine bir yere oturmadığını görüyorum çünkü genellikle buradan zaten ana komisyon olarak yirmiye yakın toplandık, yirmi ayrı kanun teklifini görüştük ve bunların neredeyse böyle önemli sayılabilecek bir hususta ben bir değişiklik yapıldığına pek şahit olmadım; çok istisnadır yani belki bütünü içinde zaman zaman imza sahipleri tarafından, zaman zaman komisyon tarafından ortaya çıkan duruma göre ufak tefek değişiklikler olabiliyor ama bunlar böyle esaslı işler olmuyor genellikle. Dolayısıyla bu en tartışmalı madde yapılan onca itiraza rağmen, günlerce yapılan konuşmalara rağmen aynı yerde duruyor.
Şimdi, dezenformasyon meselesi dünyada, tabii, tartışmalı yani internet ortamının, sosyal medyanın bu denli geliştiği ortamlarda çeşitli düzenleyici işlemlere ihtiyaç duyuluyor yani yakın tarihli böyle Avrupa'da düzenleme yapılan şeyler de var. Yani bizim özellikle orman yangınları, işte, ne bileyim, salgın zamanında yapılan bazı açıklamalar ki o zamanlar daha işin başında, belli düzeyde, hele hele yanlış bilgi verildiyse büyük tartışma yarattığı, panik yarattığı da olmuştur şüphesiz; bu da işin başka bir kısmıdır. Bunları biz "Yok, hiç böyle bir şey olmuyor, olmayacak." anlamında söylemiyoruz ama şimdi resmin büyüğüne bakarak konuşmak lazım. Mesela, şu anda, siyasetçiler olarak ya da gazeteciler olarak "Ya, arkadaş, işte, bir cami asla yakılmamıştır Gezi protestoları zamanında, kimse kimseye saldırmamıştır. 'Başörtülü bacıma saldırdılar.' söyleminin gerçekliği yoktur. Kamera görüntüleri bilmem kaç yüz cumadır ortada yoktur, açıklanacağı, söyleneceği yoktur." dediğinde; e, peki, ne diyecekler? Ya, koskoca Cumhurbaşkanı yalan mı söyleyecek? Dezenformasyon kapsamında değerlendirilebilir. Bunu pekâlâ söyleyen herhangi bir gazeteci, vatandaş vesaire, değil mi yani? "Bilginin doğru olup olmadığına, bir bilginin, işte, gerçekliğine, yalanına kim karar verecek?" dediğimizde, burası, mevcut hukuk durumumuzu, mevcut sistemimizi, yürüyen, işleyen örnekleri gördüğümüzde ciddi çelişkili bir alan.
Bir örnek var, araştırma yaparken gördük bunu. Yani mesela Fransa'da seçime yakın zamanda dezenformasyonla ilgili bir kanun değişikliği yapılması mecliste çok ciddi tartışmalara sebebiyet olmuş, hemen seçime yönelik bir hazırlık olduğu değerlendirilmiş.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Üç ay kala yapıldı.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Bu, evet, üç ay kala yapılmış ve orada da çeşitli şekillerde işte veto etmiş, parlamento tartışmış bunları, konuşmuş, demiş ki: "Bu, seçime yönelik yaptığınız bir hazırlık." Dolayısıyla, mesela, bir yönüyle baktığımızda, burası oldukça problemli çünkü ben yani şu histe değilim. Emin olun, Türkiye'de milyonlarca insanın bir temsilcisi olarak bunu söylüyorum, milyonlarca insan da hukukun eşit uygulanmadığından ciddi rahatsız ve sosyal medyada özgürce eleştiri getirdiğinde, hiç hakaret etmeden aslında doğru bilgiyi ortaya koyduğunda bile soruşturmaya uğrayabileceği endişesine sahip. Bu kanunun gelmesinden bugüne kadarki gerek kamuoyunda yaptığımız görüşmeler, bize gelen mailler, gazeteci temsilcileriyle yaptığımız konuşmalar... Yani bu paniğin, bu endişenin sebebinin kök nedeni aslında bağımsız ve tarafsız bir yargının olmayışında düğümleniyor. Şimdi kanunun özeline gelince de üç yıla kadar hapis cezası, nitelikli hâlinde de bunun arttırılması; böylesine bir kanunun ilk defa yürürlüğe girdiğini düşündüğümüzde çok büyük bir hata olur. Yani ben hani niteliği itibarıyla bu kanundaki birçok şeye karşıyım ama arada konuştuğumuzda da arkadaşlarımıza da söyledim yani hiç olmazsa, buradaki bir işleyişi görmek adına, önce para cezası tartışılabilir, başka şeyler değerlendirilebilir çünkü bizim incelediğimiz örneklerde de neredeyse hiçbirinde -böyle çok istisnai belki kaçırdıklarımız vardır ama- böylesine yüksek hapis cezalarına yönelik bir şey tespit etmedik, görmedik; böyle örnekleri olanlar anlatabilir de bizim konuşmalarımızdan sonra.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Almanya beş yıl.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Nasıl?
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Almanya beş yıl.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Anlatabilirsiniz benim konuşmamdan sonra ama Almanya'yla ilgili sizin izahınızdan sonra da ben de kendi bildiklerimi söyleyeyim yani hangi suçlarda bunu yapmışlar, getirmişler. Bizdekinden farkı nedir?
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Nefret suçu.
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Sadece nefret değil orada.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Bire bir, sadece nefret değil ama sınırlandıkları alanlar var.
BAŞKAN ABDULLAH GÜLER - Siz konuşmanızı yapın Sayın Emre, Sayın Yıldız cevap verecektir.
ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Yani bizimki gibi değil, buradaki iş gibi değil.
Dolayısıyla şimdi bu işin bir de şöyle bir noktası olacak. Şimdi, bizde vatandaş gazeteciliğinin kıymeti var. Yani nedir o kıymeti? Ya, vatandaş -atıyorum yani- bir hayvana eziyeti ilgilendiren bir şey olduğunda paylaşabiliyor, dile getirebiliyor ve bunun bir şekilde faydasını görüyor; bir kadına karşı şiddet vakasında bunu paylaşıyor, bunun faydasını görüyor; bazen yargıya yönelik karşılaştığı bir haksızlığı dile getiriyor, haykırıyor ve bunun faydasını görüyor. Yani şimdi burada sansür işin tek kısmı değil, otosansür de işin başka bir noktası hâline gelecektir; bakın, bu da ciddi bir endişe. Yani haklı olduğunu da düşünebilir, belki bundan toplumun faydası olacaktır ama paylaşım yapmakta çekineceği bir ortamı görmüş olacak. Siz önümüzdeki dönem içerisinde sadece sosyal medyada yaptığı paylaşımlarla ilgili bir otorite tarafından "Yalan." denilerek peşpeşe gözaltıların geldiği ki burada, mesela, cezanın -bizim milletvekillerimizden Rafet Bey bahsederken yani hani kademeli olarak insanlar düşüncelerini bahsediyor- hiç olmazsa, bu, gözaltı sınırının altında kalan bir şey olması bile bir şeydir hani ama peşpeşe gözaltıların geldiğini düşünün, o daha sonradan dava açılmasa, açılsa beraat etse bile, şimdi, ortada şöyle bir sonuç ortaya çıkacak: İnsanlar, ne olursa olsun, kendi hak ve özgürlüklerinden kamu yararı kriterinin dışında bir şekilde bunlardan feragat edecektir. Kaldı ki şimdi, biz de çok yakın bir zaman içerisinde gerek "kamu düzeni" kavramı gerek genel sağlığı ilgilendiren kavram, "kamu güvenliği" kavramı, buralarda Türkiye'nin işte kahir ekseriyeti bir ittifak içerisinde değil, herkesin burada değerlendirmesi çok farklı yani birçok olayda "kamu düzeni" denilerek yapılan işlerde biz ayrı şekilde düşünüyoruz, gerek işte yakın zamanda uygulanan işlemlerde, işte, kanun hükmünde kararnamelerde, Cumhurbaşkanı kararnamelerinde, bunlarda birçok yerde ayrı düşünüyoruz. Dolayısıyla bu durum yani şu ifade, mesela "sırf halk arasında endişe, korku, panik yaratmak amacı" burada özel kast belirleniyor; bunun tespiti ve bu bilginin de yine, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili olup olmadığı nasıl tespit edilecek sorusu hakikaten çok kritik ve önem arz eden sorular.
Ve şunu da tabii söylemek lazım. Şimdi, demokrasilerde insanların enerjisini boşalttığı yani bazen kızgınlığını paylaştığı, işte, yazdığı ama yani bu, tabii, her zaman yüzde 100 kaynak belirtilerek, bir yere atıf yaparak bir bilgi paylaştığında, efendim, bir araştırmaya falan atıf yaparak olacak şeyler değildir. Bu, aynı zamanda, o toplumdaki belli bir birikimin de boşalmasına sebebiyet verir yani basın özgürlüğünün bir anlamıyla böyle çok büyük bir karşılığı olduğunu görürsünüz. Bugün dünyanın demokrasi açısından hani nispeten böyle bir ideal, demokrasi ülkesi olarak gösterebileceğim bir ülke yok benim ama nispeten iyi örnekleri gördüğümüz ülkelerde bunun ciddi faydaları olduğunu görüyorsunuz yani o toplumların gelişmesi, insanların kendini özgür hissetmesi, özgür yazı yazabilmesi, konuşması, bir endişe duymaması gibi kavramların büyük şeyi vardır. Bizim Adalet Komisyonunda görev yaparken... Biz, tabii, dile getiriyoruz; buradan kimler geldi, kimler geçti, bizlerin de bir süre sonra elbette görevimiz bitecek ama şu var: Türkiye'de yapılan yanlış uygulamaların, çıkarılan kanunların, etraflıca düşünülmeden, belki o günün sıcaklığıyla, belki kısa vadede edinilecek bir fayda gözetilerek çıkarılan kanunların uzun vadede Türkiye çok ciddi zararlarını görmüştür. Üzerinden zaman geçmiştir, çeşitli kanun, düzenlemelerle... Sizin iktidarınız döneminde de olmuştur Sayın Başkan yani sizin iktidarınız döneminde getirilen kanunların bir kısmı çok kısa süre içerisinde tekrar geri çevrilmiş, yeniden düzenlenmiştir; böyle örnekler de vardır ama ortada yaşanan mağduriyetler, o, mağduriyet olarak kalmıştır. Buradaki mesela cezanın sınırı itibarıyla baktığımızda da çok rahat, her türlü ertelemenin, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, bütün bunların dışına çıkarabilmeye müsait bir sınır olduğunu görüyoruz. Türkiye'nin taraf olduğu anlaşmalar, çeşitli AİHM kararları, bütün bunlarla ileride baktığımızda, ciddi tazminat ödeme riskleri vardır. Türkiye'nin AİHM tarafından karşılaşılan mahkûmiyetleri gerçekten az değildir yani bu milletin vergileriyle çok ciddi tazminata mahkûm kalmaktadır. İlk geneli hakkında değerlendirirken şunu söylemiştim yani "Herkes bize düşman da biz böyle alıyoruz." gibi değerlendirdiğimizde şu sorunun cevabını veremiyoruz: Neden en çok başvurulardan biri bizden gidiyor yani başvuruda neden ilk 2'deyiz? Bu kadar AİHM'in yargı yetkisini tanıyıp da o havuzun içerisinde yer alan ülkeler açısından neden en fazla başvuruyu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yapıyor? Demek ki gerek sosyal medyadaki içerik çıkarmayla ilgili talepler gerek bunların oransal sayısı, istatistiki bilgilere baktığımızda bu alandan da Türkiye'nin ciddi şekilde tazminat ödeme riskleri vardır.
Son olarak şunu söyleyeyim: Bir süredir Adalet Komisyonunda çıkarılan yasalara, getirilen düzenlemelere -yani biz bunu bu yasama döneminin çoğunda yaşadık- bakıyorsunuz, işte, spor yasası altında getirilen şeyler taraftar protestolarından sonra geliyor; bakıyorsunuz, derneklerle ilgili düzenleme geliyor, hemen peşine sivil toplum kuruluşlarının ve Dernekler Kanunu'nda, işte, örgütlenmeye balta vurabilecek, kayyum atamanın önünü açacak düzenleme geliyor; bir bakıyorsunuz, "Avukatlarla ilgili bir paket açıklanacak." deniliyor, baroların bölünmesine ilişkin bir şey geliyor. E, toplamda da peyderpey gelen düzenlemelere baktığımızda o açıklanan büyük hedeflerin gerek İnsan Hakları Eylem Planı gerekse, işte, Yargıda Reform Strateji Belgesi'nde belirtilen hedeflerin, amaçların tamamen dışında bir gündemle ilerleniyor. Buradaki konuşulan şeyi de bunun devamı niteliğinde görüyoruz. Biz şu ana kadar yaptığımız itirazlarda, evet, mesafe alamadık ama henüz Komisyondan da geçmiş değil, kanunlaşmış da değil, sağlıklı bir şekilde düşünüp bunun, en tehlikeli madde olarak gördüğümüz bu maddenin tekliften çıkarılmasını öneriyoruz.