KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli vekiller, değerli bürokratlar ve katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarı, önce yumruk vurup ardından yara bandı verme tasarısı. Yani, yirmi yıllık iktidar döneminde çeşitli süreçleri yaşayan ve ağırlıklı bir eğilim biçiminde de giderek geniş kesimleri yoksullaştıran iktidar şimdi, son düzlüğe gelindiğinde buna benzer birtakım tedbirler uygulanmak suretiyle seçimi önceden kazanma niyetinde fakat -tabii muhtelif arkadaşlar da ifade ettiler- memleketin sorunu yara bandıyla çözülebilecek bir sorun olmanın çok ötesine geçmiş artık. Memleketin çok yapısal iktisadi problemleri var, makroekonomik problemleri var ve bunlar 51 liralık yemek katkısını işverene vergi istisnası sağlamak suretiyle ya da KYK borçlarını birtakım dolayımlara bağlamak suretiyle falan çözülecek durumda değil.

Bir defa, sizinle bütün iktisadi yaklaşımlarda ayrışıyoruz, neredeyse anlaşabildiğimiz hiçbir şey yok. İki şey üzerine temellendiriyorum; birincisi, zaten dünyada artık tartışma konusu olmaktan dahi çıkmış, 2008 yılında çökmüş neoliberal politikaları bir Neoosmanlıcı kılıf içerisinde yıllardan beri topluma yediriyorsunuz, deyim yerindeyse. Bu, felsefi olarak çöktü; devletin piyasalara müdahale etmeyeceğini, piyasanın görünmez elinin her şeyi çözeceği yaklaşımını zaten 2008'de gördük; Amerikan vatandaşının vergisiyle o devasa finans şirketleri kurtarılırken bunu gördük. Şimdi, siz bitmiş ve tükenmiş bir şeyi burada bir tür ahbap çavuş kapitalizminin içine sararak uyguluyorsunuz, bunu bir yandaş ekonomisine dayayarak uyguluyorsunuz.

Artık dünyada kamu yeniden canlanma eğiliminde, "kamuculuk" diye bir şey var. Yani yıllardan beri uluslararası sermayenin "Özelleştirin kardeşim, çalışma hayatını deregüle edin, sendikaları ortadan kaldırın, işçileri örgütsüz bırakın." yaklaşımının artık gelinen noktada refahı sağlayamadığı, geniş kesimlerin istihdamını sağlayamadığı, daha önemlisi kalkınmayı sağlayamadığı çok açık. Şimdi, siz bize yirmi yıldır bunu uyguladınız ve son düzlükte de diyorsunuz ki: "Ya, biz bunları yaptık ama son olarak da şunları yapalım, aynı zihniyetle, aynı perspektifte devam edelim." Bu artık tedavülden kalkmış bir şeyi rağbet göreceği umuduyla piyasaya sürmek gibi bir şeydir ve buradan bir çıkış yok. O sebeple bu politikaların tümü tartışma konusudur; bütün özelleştirmeler, bütün kamulaştırmanın dışındaki yaklaşımlar, KİT'lerin tasfiyesi, deregüle çalışma rejimleri, esneklik, kuralsızlaştırma -bunlar biliyorsunuz, neoliberalizmin putlarıydı- bunların hepsi artık tartışılmayacak kadar tarihin çöp sepetine gönderildi.

Şimdi, dedim ya, memleketin makroekonomik problemleri var. Son düzlükte sizden beklentimiz şu olabilirdi: Ya, bu makroekonomik problemlere -hani, iktidarda kalırız ya da gideriz ayrı mesele- öyle bir girizgâh yapalım ki bizden sonrası da buradan devam etsin ve bu makroekonomik problemler adım adım çözülsün. Dış ticaret açığı almış başını gidiyor yani tarihî zirvelerde. Bu kur korumalı mevduatın da üzerine bina olduğu, o kısmen, "Çin de böyle yaptı da bak, ne kadar büyük bir ekonomi oldu." aklıyla gündeme gelen yaklaşım neydi? Türk lirasının değersizleşmesi, rekabetçi hâle gelmesi, bununla birlikte muazzam bir biçimde ihracatın patlamasıyla seyredecek bir şeydi. Ne oldu günün sonunda arkadaşlar? İhracat patladı, ithalat 3 kat daha fazla patladı. Bunun bir izahatının olması gerekmez mi yani çıkıp da ya, bu bir arızi mesele midir, yol kazası mıdır yoksa bu teori baştan sonra sakat bir teori midir, bunu ifade etmek gerekmiyor mu?

Bununla birlikte ne oldu? Hani, muhtelif konuşmacılar söyledi ya: "Ya, dünyada bir kriz ortamı var, Avrupa'da bile enflasyon almış başını gidiyor." Bu neye benziyor, biliyor musunuz kıymetli arkadaşlar? Sırf kuş olduğundan dolayı deve kuşu ile ne bileyim işte, böyle, bir serçeyi kıyaslamaya benziyor. Evet, orada da enflasyon var ve oradaki enflasyon da onlar açısından problem ama bize göre daha rasyonel maliye politikaları ve para politikalarıyla bunun üzerinden iyi kötü geliyorlar. Memlekette ise durum başka yani uluslararası alandaki krizin Türkiye'ye teması ve Türkiye'de krizi tetiklemesi diye bir şey yok. Burada bir Erdoğan etkisi var, bu Erdoğan etkisi "Faiz sebep, enflasyon sonuçtur."la başladı, kurları zıplattı, dolayısıyla enerji maliyetimizi katladı, ithalatımızı daha da pahalı hâle getirdi ve günün sonunda geçen sene bu vakitler dolar 8 lirayken şimdi geldi 18 küsurlara; 18,50'ye geldi. Yani şimdi Erdoğan etkisini konuşmadan ekonomiyi konuşmak mümkün müdür? Şöyle bir şeye inanmamızı bekliyor musunuz gerçekten ya... Dünyada büyük jeostratejik riskler var. Var mı? Var kardeşim. Küresel iklim değişikliği var mı? Elbette var. Peki, memlekette bu niye katmerli bir biçimde tezahür ediyor? Savaşan ülkelerde dahi enflasyon bu düzeyde değilken memleket niye Arjantin'in dahi üstünde bir enflasyonla mücadele etmek zorunda kalıyor? Bakın, enflasyon falan yok artık, biz de bir yaşam maliyeti krizi var, bunun adını doğru koymak gerekir. Yaşam maliyeti krizi yani yüksek enflasyona yedeklenmiş bir reel ücretlerin erime durumuyla karşı karşıyayız; reel ücretler hızla erirken, enflasyon artışıyla beraber özellikle yoksullarda, işçilerde, emekçilerde, köylülerde çok daha büyük toplumsal tahribatlara sebep oluyor. Bu yaşam maliyeti krizine ilişkin...

(İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu'nun Plan ve Bütçe Komisyonu salonuna gelmesi)

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Çok affedersiniz...

Herhâlde geçiş problemi yaşıyoruz. Belki şu köşeyi boşaltabiliriz Sayın Vekilimize. Buraya geçemedi de tekerlekli sandalyeden dolayı vekilimiz, orada bir yer ayarlanırsa...

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, engellilere uygun bir salon yapılırsa...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Maalesef, bu geçmişte yapılmış bir salon, böyle bir sıkıntı var anlaşılan; evet. Belki gelecekte bir düzenleme yapılması gerekir, doğru.

DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Bence bu dönem yapalım.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Yetişirse neden olmasın, doğru.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Engelli arkadaşların, Sayın Başkan, bütün Meclisin mimarisine ilişkin ciddi eleştirileri var ve çok haklı.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Genel bir çalışma yapılmasında fayda var, doğru.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Benim de 2015'te bacak tendonum kopmuştu, şu ana girişten giremedim yani tekerlekli sandalyeyle...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Biraz eski bir yapı tabii, yeniden, dediğiniz gibi, belki bütüncül bir gözden geçirilmesi lazım engelliler için.

Buyurun devam edin Sayın Turan.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Bir yaşam maliyeti krizinden bahsetmek lazım yani basit bir enflasyondan falan bahsetmiyoruz; bir tarafta yüzde 80'lere, TÜİK'e göre bile... Yanlış hatırlamıyorsam, yüzde 86,4 açıklandı enflasyon, TÜİK'e göre. Diğer tarafta, reel ücretlerin hızla eridiği bir şeyle karşı karşıyayız. Bu kimleri vuruyor? Bu yoksulları vuruyor, asgari ücretliyi vuruyor, işçiyi vuruyor, yoksul köylüyü vuruyor yani en alttakileri çok daha fazla etkileyen bir şeyle karşı karşıyayız.

Tabii, işsizlik verileri geçtiğimiz haftalarda açıklandı, orada bir iyileşmeden bahsediliyor ama mesela, şunun izahı yok: İŞKUR'un bizatihi işsizleri kaydetmek suretiyle tuttuğu istatistiki veriler ile TÜİK'in anket usulü tuttuğu veriler arasında ciddi bir fark var; İŞKUR diyor ki: "İşsizlik artıyor." Biz de bunu görüyoruz piyasadan, alandan, sokaklardan; işsizliğin arttığını görüyoruz. Bir büyüme fetişizminin arkasına takılmışsınız "Ekonomi büyüsün." diye çünkü ekonominin büyümesi, seçim dönemine doğru size toplumsal meşruiyeti ya da rızayı biraz daha artıracak bir konfor ortamı sağlayacak. O sebeple "Ya, kardeşim bu memlekette bu kadar makro ekonomik sorunlar var, yaşam maliyeti krizi var, işsizlik var, yoksulluk var." diyoruz ama siz diyorsunuz ki: "Elhamdülillah büyüyoruz." E, büyüyorsunuz da bu büyüme nasıl bir büyüme yani gerçekten istihdam sağlayan, gerçekten katma değerli mal üretimine dayalı bir büyüme mi, yoksa kamu kaynakları tarafından zorlanarak ortaya çıkartılan bir büyüme mi? Hadi, bunun bir izahını yapmak gerekiyor değil mi? Şimdi yasa konuşuyoruz. Günün sonunda, değerli arkadaşlar, dedim ya, temel felsefemiz farklı, bakış açımız farklı; burada bile o kendini çok hissettiriyor. Siz, işverene... Yemek için söyleyeceğim: Bir defa, 51 liralık günlük bir yemek ederinden bahsediliyor yani komik, bir işçi için 51 lira.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Müdahale etmiştim, o yüzden bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Toparlıyorum Başkan.

İkincisi: Varsayımınızın hatası şu: Siz işverene istisna sağladığınızda ya da vergi indirimi sağladığınızda, bundan işçinin faydalanacağını zannediyorsunuz. Bu yanlış, işçinin faydalanabilmesi için o desteği direkt işçiye vermek gerekir.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Düzenleme de o.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Madem zamanım doldu, şunlardan bahsetmek lazım: Bir şey yapılıyorsa kardeşim, çiftçi borçlarını affedin ya, küçük ve orta ölçekli çiftçi borçları kamu borcu olsun. Mesela, Kredi Yurtlar Kurumunun kredilerini bu kadar dolayıma bağlamaya gerek yok, affet gitsin. Niye söylüyorum bunu? Burası, kamu, bir arpalık olduğu için değil ama kamu kaynaklarından sermayeye milyarlarca lirayı aktarırken hiç gözünüzü kırpmadığınızı biliyoruz değil mi? E, bunları niye yapmıyorsunuz? Mesela, niye yoksul ailelere asgari ücretle orantılı temel gelir güvencesi desteği sağlamıyorsunuz?

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum, süreniz doldu, son bir cümle alabilirsek.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Son cümlem de şu olsun: Dedim ya, önce yumruk vurdunuz, şimdi yara bandı veriyorsunuz. Ya yumruğu vurmayacaktınız ya da bilin ki yara bandıyla bu meseleler çözülemez, yapısal meseleler hâline dönüşmüş.