| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/286) ve 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/285) ile Sayıştay tezkereleri a)Tarım ve Orman Bakanlığı b)Orman Genel Müdürlüğü c)Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ç)Türkiye Su Enstitüsü d)Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 31 .10.2022 |
RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz.
Bakan değişti, yalnız, Tarım ve Orman Bakanlığında felsefe değişmemiş. Hâlâ "Tarım kadınlara bırakılmayacak kadar önemli bir konudur." felsefesi devam ediyor. Yalnızca 1 kadın genel müdürümüz var aramızda, onun haricinde maşallah futbol takımı gibisiniz.
Oysa tarım eylemi ilk organize tarıma geçtiğimiz binlerce yıl öncesinden bu zamana kadar ağırlıklı olarak kadınların emeğiyle ortaya çıktı ve biliyorsunuz, antropolojik veriler neolitik toplumda emmer ve einkorn buğday cinsini ilk toprağa atanların da kadınlar olduğunu söylüyor. Bizim toplumumuzda da şu anda -elimde somut bir veri olmamakla birlikte aşağı yukarı söyleyebilirim ki- kadın emekçi sayısının erkeklerden daha fazla olduğunu tahmin ediyorum. Dediğim gibi, değişmeyen bir durum var.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın Bakan biraz hızlıca Sayıştay raporlarından bahsetti ve geçti ama yani Sayıştay raporları böyle ev yıkar cinsten raporlar. 45 tane tespit var, bunların bir kısmı tablo eksikliği, bazı şeylerin eksikliği yani teknik biçimde mütalaa edilebilecek bazı şeyler ama onun dışında birtakım şeyler var ki... Mesela, ihalesiz alımlar var, gelen paranın muhasebeleştirilmemesi var, cezai işlemlerin muhasebe kaydına dâhil edilmemesi var. Bunlar çok ağır şeyler yani buradan bakarak Tarım ve Orman Bakanlığında, usulsüzlük, ihaleye fesat karıştırmayla başlayın, pek çok şeyi iddia etmeniz mümkündür.
Şimdi, benim anlamadığım mesele şu: Bunu geçen sene konuştuk -Pakdemirli zamanında- ondan önceki sene konuştuk, ondan önceki sene konuştuk kardeşim, ya bu iş bu kadar zor mudur? Burada hile, hurda yoksa yani teknik olarak yanlış yapılmış şeylerse Bakanlık bunu düzeltmek için niye çaba sarf etmez? Ya, bu ne kadar tuhaf bir şey. Ve yıl içerisinde defalarca Bakanlığınızla ilgili usulsüzlüklere ilişkin bazı görevden el çektirmelerin, bazı soruşturmaların da açıldığını biliyoruz. Şimdi, yani bu Sayıştay raporları ortadayken rahat bir Bakanlık çalışması gerçekten sürdürülebilir mi? O sebeple ben bunu çok yadırgıyorum, çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Sadece Tarım Bakanlığı açısından da mesele böyle değil. Bence -hani Anayasa Mahkemesini kapatmaya çok niyetli biri vardı- bu Sayıştayı da toptan kapatıp rahatlamak lazım yani bunlara uyulmayacaksa; ki Sayıştayın kamu adına çok önemli bir vazife yaptığını hepimiz biliyoruz. Geçelim.
Şimdi, bir büyüme hikâyesini yıllardır dinliyoruz. Bu büyüme hikâyesi hacmen tarım alanındaki harcamaların artmasından kaynaklı. Şimdi "büyüme" deyince büyümede -hep söylüyorum- bu kapitalistler böyle sihirli bir fetiş cümle gibi, bir kelime gibi bunu kullanırlar. Oysa "büyüme" diye biri size söz ettiğinde bu büyümenin istihdam yaratıp yaratmadığını, toplumsal gelir dağılımı uçurumunu izale etmeye, bu problemi çözmeye dönük bir sonucun olup olmadığını sorar. Mevzuya bu zaviyeden bakıldığında büyüme zor değildir yani kamu eliyle çok rahat büyüyebilirsiniz. Bugün 3 liralık olan bütçenizi yarın 5 liraya çıkartırsınız, harcamalar artacağından dolayı büyürsünüz. Bu büyümenin tarım alanında çalışan insanların refahını, huzurunu, geleceğe daha güvenle bakmasını sağlayan bir tarafı yok. Ne var peki? Burada ağırlıklı olarak bizim gördüğümüz ve izlediğimiz şeyler, burada bir siyasi tercih var yani Bakanlığın bütçesi oransal olarak 133 milyar olmakla birlikte, o oransal olarak az artmış ama bu "cari transferler" adı altında 54 milyar diye geçen şeyin bir kısmının küçük ve orta ölçekli, geçimlik tarımla iştigal eden kesime yani bu alanın emekçilerine gittiği düşünülürse, bu, buradaki verilecek desteklerin kahir ekseriyetinin aslında çok uluslu tarım tekellerinin eline geçeceği, çok uluslu işte, gübredir, efendim, tohumdur, buna benzer yapıların eline geçeceği çok belli. Dolayısıyla, bu büyüme meselesini bence... Bu büyüme denen şey ne kadar kalkınma yaratıyor, onunla beraber ele almak gerekir.
Bir süreden beri inceliyorum, tarım alanında kalkınan bir tarafımız yok. Tam tersine, kırsala doğru gittiğinizde yani "Aman Allah!" demeyen, "Süt ineklerimi satıyorum." demeyen kimse yok. Geçen hafta Haymana'nın köylerindeydik, 70 tane süt ineği olan vatandaş dedi ki: "40 tanesini kesime gönderdim, 30 tanesiyle de bakacağız duruma; devam edebilir miyiz, edemez miyiz, belli değil." Niye diye sorduğumda "Ağabey, yani litresine 8,5 lira para veriliyor, ben bununla almam gereken yemi alamıyorum. E, yani uzaktayız, bunun nakliye gideri şu bu bunun üzerine eklendiğinde bizim bu işin altından kalkmamız mümkün değil." dedi ki en az 10 lira ve üzerinde bir fiyatın açıklanması süte bu açıdan olmazsa olmaz kabilinden.
Bizim temel olarak gördüğümüz problem şu: Sizin bir felsefe hatanız var yani şahsen sizi kastetmiyorum Sayın Bakan yani bu zamana kadar süregelen tarım aklını kastediyorum. Bu akıl ne kadar demokratik ve kamucu planlamadan uzaklaşırsa o kadar çok tarım alanını spekülatif dalgalanmaların etkisi altına bırakıyor. Yani yıllardan beri, cumhuriyetin kurulduğu dönemden bu zamana kadar geçen dönemde tarımda esas olan şey, sizin de birkaç defa vurguladığınız bu regülatör mekanizmaların olmasıydı. KİT'ler bunun için vardı değil mi? KİT'ler bunun için vardı ama 80'den sonra Özalizmle beraber, neoliberalizmin memleketi 24 Ocak kararlarıyla beraber Özalizmin ülkeye girmesi, Erdoğan'ın da bu anlamda Özal'ın çok iyi bir takipçisi ve öğrencisi olması hasebiyle 2000'den sonra daha da hızlı bir biçimde bu tarımsal KİT'lerin tasfiyesini gördük. E, şimdi, tarımsal KİT'lerin tasfiyesi demenin pratik karşılığı şuydu: Uluslararası sermayenin arzuları, istekleri, talepleri doğrultusunda yerli çiftçiyi sahipsiz bırakmaktı. Nitekim o zamandan bu zamana, 80'den başlayarak ama özellikle son yirmi yıllık zaman dilimi içerisinde kırsalın bu kadar vahşi biçimde tasfiye olmasının temeli, tam da devletin aradan çekilip çiftçiyle sermaye gruplarını karşı karşıya bırakması oldu. Şimdi, çiftçi borsada oynayan bir borsa oyuncusu gibi hangi ürün kaç para ediyor, gübre kaça çıkmış, sütümü satarsam kaç para alırım? Sürekli bunun hesabını yapar bir biçime evrildi. Böyle olunca da uluslararası alandaki dalgalanmalar kısa süre içerisinde Türkiye'de tarımsal nüfusun önemlice bir kısmının kırlardan kentlere doğru... Tabii, çıkarmış olduğunuz Büyükşehir Yasası'nın da burada son derece olumsuz etkisi var yani köyleri perişan etti deyim yerindeyse. Bunun sonucunda da böyle bir durumla karşı karşıya kaldık. Şimdi, bu felsefe yanlış olunca bunun üzerine kurduğunuz her şey yanlış oluyor. Dünya Ticaret Örgütüne bu memleketi yönetenler gitti -94'tü yanlış hatırlamıyorsam- üye oldular. Dünya Ticaret Örgütünün direktörü bile dedi ki: "Yahu siz gelip bunun altına imza atıyorsunuz da kardeşim, bu anlaşmada ne yazıyor, siz hiç baktınız mı, hiç okudunuz mu bunu?" Türkiye gibi gelişmemiş ülkelerin tarımsal sektörlerinin emperyalizme, uluslararası sermayeye bağlanmasını en rasyonel -sermaye açısından söylüyorum- yöntemiyle Dünya Ticaret Örgütünün kurulması... Bugün Toprak Mahsulleri Ofisinin niye yeterli alım yapılmadığını falan konuşuyorsak herhâlde bu konuşmalara ta oradan başlamak gerekiyor. Dolayısıyla, burada mesela Sayın Bakan -önceki Bakanı da bu konuda çok eleştiriyordum- yani bir Tarım Bakanından ziyade bir iktisatçı gibi bakıyor, öyle anlatıyor. Oysa tarımsal süreçlere ekonominin, salt ekonominin gözünden bakılmaz, aynı zamanda sosyal bir bütünlüktür bu. Orada yaşayan insandır, malı davarı olan, onun peşinde sabahtan akşama kadar dolaşan insandır, çamurun içerisinde üretim yapan insandır. İşin bu tarafını görmeden siz büyüklükler üzerinden bir şey anlatıyorsunuz ve kusura bakmayın yani bu büyüklükler de doğruyu bir sis perdesinin arkasına saklamak için kullanılan büyüklükler. Bu büyüklüklerin ne insanların gelirini ne refahını artıran bir tarafı var. Memlekette buna ilişkin pek çok sorun var. Mesela hiçbir bakan, çiftçi ya da tarımsal örgütlerden bahsetmez. Niye bahsetmez, biliyor musunuz? Çünkü bu akıl der ki: "Ya, zaten biz gerekeni yapıyoruz. Mesela çiftçilerin kooperatifleşmesine ne gerek var?" diye bakar. Çünkü kadim devlet geleneği bizim neye ihtiyacımız olduğunu senden benden çok daha iyi bilir. Çiftçilerin yan yana gelip de bir kooperatif kurması, bir sendikada örgütlenmesinin bir anlamı olmadığını; tam tersine, kendi iktidarı açısından bir risk unsuru olduğunu düşünür bu anlayışlar. O sebeple de hiçbir bakan "Ya, kooperatifler için de bir şey yapalım kardeşim." demez.
Bakın -size vermeyi düşünüyorum Sayın Bakan- biz bir kooperatifler yasası yazdık. Bu kooperatifler yasası içerisinde temel tespitimiz bir defa şu: Mazot, gübre, girdiler; bunların her biri bir meseledir ama Türkiye'deki çiftçilerin, kırsal kesimin en temel sorunu örgütsüzlüğüdür, yan yana gelerek bir güç teşkil edememesidir. O sebeple 3 tane bakanlık tarafından koordine edilen 3 mevzuatı bir kenara bırakarak bunu tek bir mevzuat hâlinde indirdik. Bu olmadığı koşullarda, parçalı, dağınık bir biçimde, sürekli ve sürekli çiftçilerin bundan muzdarip olduğu, gidişatın çiftçilerin lehinde olmadığı bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Bu genel girişten sonra...
Şimdi, bir defa, çiftçi sayımızda hem ÇKS'ye göre hem SGK'ye göre hem TÜİK'e göre -tek tek bunları söylemek istemiyorum ama- çok ciddi bir azalış var. Siz az önce konuşurken çiftçilerin öneminden bahsettiniz ama bu azalış çiftçinin ne yazık ki mutlu olmadığının zaten çok açık bir göstergesi.
Tarım sektöründe çalışan insanların, çiftçilerin olağanüstü bir borç yükü var. Bu, geldiğimiz noktada, şu anda 240 milyar civarının üzerine çıkmış durumda. Az önce ifade ettiğim gibi, sütte ciddi problemlerle karşı karşıyayız. Ama bence en temel sorunlardan bir tanesi şu: Altı aydır dünyada gıda fiyatları düşüyorken bizde niye artıyor? Niye artıyor bizde bu gıda fiyatları? Bunun bir izahı var mı? Bence var, bence var izahı. Bu izahın geri planında olan esas şey Erdoğan'ın ekonomi dehası. Yani geçen sene bu zamanlar 7 lira civarındayken mazotun litre fiyatı "Faiz sebep, enflasyon sonuçtur." diye para politikası araçlarını kullanmayı reddederek, Merkez Bankasını boşa düşürerek, hayat pahalılığıyla mücadele fonksiyonunu bir kenara bırakarak doların hızlıca yükselmesine sebep oldu. Bunun sonucunda da mesela üre gübre 2020'de tonu 1.800 lirayken şu anda 14.250 liraya çıkmış; yüzde 691 artış. 20.20 gübrede yüzde 584 artış var. Tek tek söylemeyeyim bunları. Ama şimdi bunları konuşmak gerekiyor. Yani biz faili olmayan bir süreçten falan bahsetmiyoruz ki bu işin öznesi bizatihi Recep Tayyip Erdoğan'ın ekonomi politikasıdır. Doları bu kadar patlatırsan dışa bağımlı olan her şeyde fiyatlar bu kadar artmaya başlar, arttıktan sonra da geçmiş olsun. Ondan sonra da "Biz aslında şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz." diye anlatır, devam edersiniz.
Tarımda ciddi bir ithalatçılığımız var. Yani gıda, meşrubat, alkolsüz şeyleri bir kenara bırakacak olursak orada dış ticaret hadleri dikkate alındığında ithalatçı olduğumuz çok net görülüyor. Hele daha sektör bazlı bakacak olursak, mesela yağlı tohumlar falansa söz konusu olan şey perişan vaziyetteyiz. Bu işi öyle ifrata vardırdık ki artık klişe hâline geldi. İşte saman ithal ediliyordu, bilmem neydi. Pakdemirli o zaman "Paramız var da ithal ediyoruz kardeşim." demişti; ben de ona "Param var ki ithal ediyorum bakanlığı." demiştim o zaman. Mesela, Kanada bakliyat tohumlarını bizden almışken şu anda Kanada'dan ciddi miktarda mercimekten nohuta kadar ithalatımız var. Şimdi, bunları, Türkiye tarımı adına kabul edebilmek mümkün değil dolayısıyla bu gidişat şöyle bir sonuç yaratıyor: Üreten ürettiğinden kazanamıyor ama raflara gelindiğinde arada inanılmaz bir fiyat farkı meydana geliyor. Mesela, Ziraat Odaları Birliğinin raporuna göre üretici ile market arasındaki fark 8 kattan daha fazla artmış durumda ve G20 ülkeleri içerisinde gıda enflasyonunun en yüksek olduğu yer ne yazık ki Türkiye. Az önce söyledim, dünyada bir azalış trendi varken Türkiye'de fiyatlar giderek artıyor, güya tarımda iyi olduğumuz hâlde böyle bir durum var.
Türkiye'de ne yazık ki gıda egemenliği hayale döndü çünkü ne ekeceğimize, nasıl ekleyeceğimize karar verenler bizler değiliz artık, borsada oynar gibi; dünya piyasaları. İkincisi, gıda güvencesi ciddi risk altında. Rusya'dan gelecek olan sıvı yağı, önüne kırmızı halı serdik; bando, mızıkayla karşıladık yani bu durumlardayız.
Gıda güvenliğiyse son dereceli sıkıntılı. Biz zaten geçen sene mesele üzerinde çalıştık. Türkiye'de gıda güvenliği açısından çok temel nitelikte olan ve kullanılmaması gereken pek çok pestisitin kullanıldığını gördük, hatta yediği nardan dolayı hayatını kaybeden iki yaşındaki Saliha'nın ailesiyle o dönemde görüşmüştük. Bizatihi, satılamayan şeyleri ben satıcılara giderek tezgâh altında temin edebildim. Bunların içerisinde klorpirifos gibi çocuklar açısından, ergenler açısından son derece patolojik sonuçlar yaratan şeyler de var, tarım zehirleri de var.
Konuşacak şey çok tabii ama zamanım biraz azaldı. Buradan çok temelli bir meselemiz olan mevsimlik tarım işçilerine geleyim. Şimdi, bu mevsimlik tarım işçilerine ilişkin çok laf ettik şimdiye kadar. 2017 yılında Binali Yıldırım'ın bir mevsimlik tarım işçileri genelgesi vardı, hatırlayacaksınız. Bu genelge bakanlıklara, valiliklere gönderildi. Ben ondan sonra merak ettim çünkü o zamandan bu zamana kadar sürekli işte, kara yollarında hayatına kaybeden çok sayıda mevsimlik tarım işçisi -ne bileyim- işte, çok kötü koşullarda yaşayan mevsimlik tarım işçisi; çadırında yangın çıkan mevsimlik tarım işçisi; faşist saldırılara muhatap kalmak durumunda olan mevsimlik tarım işçisi; hatta can kayıplarını, bunların hepsini tek tek yaşadık. Sonra dedim ki ya, bu genelge aslında fena bir genelge de değil yani uygulansa Binali Yıldırım'ın şu genelgesi fena bir genelge de değil, pek çok sorunu çözmeye aday bir genelge. Tek tek bütün bakanlıklara soru önergesi yazdım, dedim ki: Bu konuda sizin bakanlığınıza verilen vazife şu, bu konuda ne yaptınız. 11 soru önergesi yazmışız, 2 tane bakanlıktan kısmen cevap gelmiş, onun haricindekilerin bu genelgenin hiçbir hükmünü uygulamadıkları son derece açık. 1 milyona yakın sayıda insan, ağırlıklı olarak Urfa olmak üzere, Mardin, Antep, Diyarbakır'dan yollara düşüyor, hâlâ yollardalar, hatta hâlâ soğan sökümündeler Ankara'nın muhtelif yerlerinde. Ve bu insanlar, insani olmayan koşullarda yaşıyorlar. Yani bu memlekette her şeye kaynak var, her şeyin bir biçimiyle çözümü mümkün ama mesele bu insanlar olduğunda... Hem bu insanlar olmasa tarımsal hasıla yerle yeksan olacak hem çok kötü koşullarda yaşıyorlar; sosyal güvenceleri yok, çocuklarının eğitim garantisi yok, yaşadıkları yerler insani koşullarda olmayan yerler. Şimdi, iktidar, bakanlıklar bunları görmemek için çok özel bir çaba sarf ediyorlar. Gerçekten ne diyelim! Yani takdire şayan(!) Biz, Halkların Demokratik Partisi olarak, bu meselelerin, Türkiye'deki tarımsal problemlerin çözümünün iki temel ayağının olduğunu düşünüyoruz.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yarım dakikanız.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Bunlardan bir tanesi, bu zamana kadar uygulanagelen tarımdaki neoliberal politikalardan vazgeçmek yani tarımı piyasanın dalgalanmalarına bırakmamak ve demokratik ve kamucu bir planlamayla bu işi sürdürmek. İkinci mesele de özellikle, Kürt illerinde güvenlikçi siyasetten kaynaklı ciddi bir biçimde yayla yasakları var, mera yasakları var. İnsanlar alanları terk edip başka yerlere gelmek zorundalar. Bu mevsimlik tarım işçilerinin çok büyük bir kısmı köyü yakılan insanlar. Bu Kürt meselesinin demokratik ve siyasi bir biçimde çözülmesi lazım. Bu iki mesele çözümlenmeksizin bizim tarım alanında işlerimizin yerine gelmesi ne yazık ki mümkün değil değerli arkadaşlar.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Başkanım, bu "Kürt illeri"ni düzeltebilir misiniz?
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Konuşma bitsin, ben konuşacağım.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Onunla birlikte yapılması gereken kuşkusuz çok fazla şey var; bunlardan bir tanesi de insanların...
UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Böyle bir tavır yok yani.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Sana göre yok.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Ben konuşacağım arkadaşlar, bir tamamlasın.
Süreniz doldu, lütfen son cümleleri alalım.
UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Bu ayrımcılık yani!
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Ayrımcılık yapıyorsunuz, bölücülük yapıyorsunuz; bunları söyleyince de karşı çıkıyorsunuz, sonra inkâr ediyorsunuz.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Bakın, mesela şu Tarım Kredi borçlarının küçük ve orta ölçekli köyler açısından kamu borcu hâline getirilmesi lazım, genelgenin uygulanması lazım.
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Ne diyorsunuz anlamadım.
UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Siz ne demek istiyorsunuz onu anlamadım.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Gayrisafi millî hasılanın yüzde 1'i oranında uygulanması gereken şeyin uygulanması lazım.
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Yargıya intikal edince de feryat ediyorsunuz.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Mazot için ÖTV ve KDV muafiyetinin uygulanması lazım, süt için bahsettim.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Bir dakikayı aştınız.
Rica ediyorum son cümlenizi alalım.
RIDVAN TURAN (Mersin) - İmara açılan yerlerin iptal edilmesi lazım.
Dediğim gibi, yirmi dakikada söylenecek şeyler ancak bu kadar; belki daha sonra, daha ayrıntılı olarak konuşabiliriz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli arkadaşlar, şimdi bir sonraki konuşmacıya...
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Ayrımcılık, bölücülük!
UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Bunu söyleyemezsiniz!
DİRAYET DİLAN TAŞDEMİR (Ağrı) - Niye diyemiyor?
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Bir müsaade eder misiniz Uğur Bey.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Ne oldu, niye celalleniyorsunuz?