KOMİSYON KONUŞMASI

RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Termodinamiğin yasalarından bir tanesidir "Hiçbir şey yoktan var olmaz, vardan da yok olmaz." diye. Edilen laflar da yok olmuyor ya da olmayan laflar da gaipten gelmiyor.

Şimdi, siyasette ben mümkün mertebe müzakere yanlısı bir insanım; bunu -aşağı yukarı- buradaki, görevime başladığımdan beri Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri görmüştür fakat sabahtan bu yana çeşitli biçimlerde süren tartışmalar benim en sonunda canımı burnuma getirdi ve bir cevap verme ihtiyacını hissettim.

Şimdi, öğleden önce, AKP sıralarından bir vekil CHP'yle yaptığı polemikte "Siz bize ne itiraz ediyorsunuz? Sağınızdaki bölücülere bakın." dedi bizi kastederek. Şimdi, arkadaşlar, biz hakaret etmeyi, küfretmeyi bilmiyor değiliz; ben bayağı biliyorum bunları ama bunu yapmıyorsak bu bizim siyasi üslubumuzdan ve tarzımızdandır. Ben bunların hepsini uygun biçimde cevaplayabilirim ama biz böyle bir dil kuracaksak ve bu Meclis bundan sonra ilanihaye böyle gidecekse bu Komisyonun barışının tehlikeye gireceğini söylemek isterim, bu uygun bir şey değildir.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Hiçbirimiz öyle yapmayalım, hepimiz üslubu korumakta sorumluyuz.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Başkan, araya girme lütfen, kurban olayım, gözünü seveyim.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Yanlış yapan varsa da bundan elbette dönmeli, düzeltmeli.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Bakın, istersiniz tutanakları, ona göre devam edersiniz ama benim sistematiğimi lütfen bozmayın.

Buna ilişkin cevap veremediğimizden değildir. Mesela ben diyebilirim ki: "Bu, ahlaksızcadır, etik dışıdır! Bu sensin! Sen FETÖ'yle bilmem ne yaptın! Sen FETÖ'cüsün." Bunların hepsini diyebilirim ama demiyorum, dikkat edin. Bu, siyasi adapla ilişkili bir meseledir. O sebeple karşıdaki arkadaşlarımızın bize yönelik bütün bu salvolarının cevapsız kalmayacağını bilmelerinde mebzul miktarda fayda var ama benim uygun gördüğüm bir şey olmadığını da tekrar söyleyeyim.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Rıdvan Hocam, kiminle ilgili konuşuyorsun? Uğur mu?

RIDVAN TURAN (Mersin) - Ardından, diğer bir vekil arkadaşımız dedi ki: "Ben konuşmamın sistematiğini değiştirdim. PKK Avrupa'da şunu yapmış, bunu yapmış, onu yapmış. Uyuşturucu şu..." Bilmem ne, falan filan. kurban olayım yani git, bak, Kandil'in yolunu biliyorsunuz, nasıl gidildiğini de biliyorsunuz; gidin, oradakilerle konuşun. Bizimle niye konuşuyorsunuz bunu ya? Bak, bizimle bunu konuşmayın. Siz bizimle bunu konuşmayın ama biz mesela, Süleyman Soylu'nun yanındaki baronları kiminle konuşalım? İddiaları, Yalıkavak Marina'yı biz kiminle konuşalım? Benim seçim bölgeme, Mersin'e gelen tonlarca uyuşturucuyu, kokaini, muz kolilerinin arasına saklanmış olanları ve bunun hangi menzile varacağını bildiği hâlde bilgi vermeyenleri biz kiminle konuşalım? Bizi PKK falan yönetmiyor arkadaşlar, biz Türkiye Cumhuriyeti devletinin altındayız, burada bu hükümler geçerli ve bizi yönetenler Cumhur İttifakı'dır. Biz, tabii ki eleştirilerimizi oraya yönelik yapacağız. Bizim her yaptığımız eleştiriyi ve her yaptığımız itirazı muhayyel bir terör kavramının arkasına saklamak ne işe yarıyor? Ha, yapabiliriz, böyle de gidebiliriz ama şunu açık söyleyeyim: Yani bu üslubun bu memlekete tırnak ucu kadar bir faydası olmaz, bu bir kör dövüşüdür, bu bir kör dövüşüdür, buradan mantıki ve anlamlı bir sonuç çıkmaz. O nedenle herkes ettiği lafın anlamına varsın, ettiği lafı kulağıyla duysun. Zannetmesin ki biz küfür ve hakareti hiç bilmiyoruz, bunları hiç anlamıyoruz. Biz bunlardan anlıyoruz ama siyasi üslubumuz ve nezaketimiz gereği bunları serdetmeyi doğru bulmuyoruz. Bu bir kenarda dursun, gerekirse daha sonra bu konuda çok uzun konuşabilirim.

Şimdi gelelim Bakanlık meselesine. Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan konuştu, iyi de konuştu yani epey uzun konuştu ve okuyarak, aynı zamanda konuşarak devam ettiği için epey zaman aldı ama ben Norveç gençlik bakanı konuşmuş gibi hissettim bütün bu konuşmalar içerisinde. Çünkü bu memlekette gençliğe ilişkin aslında bir bakandan benim kişisel olarak beklentim şudur, bakan der ki: "Ya, biz şunu yapamıyoruz kardeşim. Gelin muhalefetle beraber yapalım." Baş göz üstüne ya, neyse beraber yapalım ama dün Tarım Bakanı konuştu memleket dört dörtlük, bugün Gençlik Bakanı konuştu memleket dört dörtlük.

Arkadaşlar, bu memlekette ciddi bir genç israfı sorunu var. Bakın, ben tıp doktoruyum, kendi fakültemden mezun olmuş gençleri takip ediyorum. Bizim 89 girişliler olarak böyle bir şeyimiz var, bakıyoruz kim ne yapıyor diye. Bizim fakültedeki çocukların çoğu bu memleketi terk ediyor. Niye yapıyor acaba bunları? Yani bu süfli bilmem neler sebebiyle yapılan şeyler midir? Ya, bir Cumhurbaşkanı kendi vatandaşına bu kadar hakaretamiz davranabilir mi? Niye biliyor musunuz? Çünkü bu memlekette kendisine ilişkin gelecek göremiyor. Gençlik, Bakanın anlattığı gibi havada asılı bir kategori değil, gençliğin ayakları var ve bu gençlerin ayakları sınıfsal bir zemine basıyor. "Gençlik" dediğiniz şey bir kategori olarak... Çok uzun yıllar gençlik mücadelesi vermiş, hani gençken -o zaman saçlarım yerindeydi tabii- uzun yıllar gençlik mücadelesi vermiş birisi olarak söylüyorum, gençlik, sınıfsal, ulusal ve cinsel olarak bir kimlik edinme sürecidir. Siz öyle bir gençlik tahayyülünde bulunuyorsunuz ki spor, güzel aktiviteler, şunlar bunlar...

Bu memlekette genç işçiler en ağır iş kollarında çalışıyorlar ve bunlarda iş kazası oranı ortalamanın çok üstünde. Buna ilişkin Sayın Bakan, herhangi bir çalışmanız var mı ya? Bu insanlar, bu gençler patır patır ölüyor çünkü gençte şöyle bir şey var: "Bana bir şey olmaz." duygusu var. İş sağlığı güvenliği ilkeleri yeterince uygulanmadığından dolayı bu insanlar patır patır ölüyorlar. Köylü gençlik diye bir şey kaldı mı Sayın Bakan? Köyde üretim yapan yaş 55'tir ya şu anda. Kendi köyümden biliyorum, köyün gençlerinin hepsi Batı'ya geldi, Batı'da enformal sektörde, orada, burada çalışıyorlar. Şimdi, köylü gençlik diye bir şeyi konuşmak gerekmiyor mu? Bu çocuklar, köyde kalanlar evlenemiyor bile yani orada var olan durumlardan kaynaklı olarak.

Üniversiteli gençler... Üniversiteli gençler inanılmaz bir ideolojik baskı altında. Ya, bırakın şu üniversiteli gençliğin yakasını. Dedi ki sabah buradaki vekillerden birisi: "İşte, terörle iltisaklı olan..." Bir dakika, "terörle iltisaklı" ne demek? Sen böyle uzaktan bakınca iltisaklı olup olmadığını anlayabiliyor musun? "Yargı kararı" diye bir şey var mı? Bu memlekette çok sayıda genç sırf sosyalist olduğu için, sırf bir sosyalist gençlik hareketinin üyesi olduğundan dolayı yurtlarından atıldılar, öğrenim hakları ellerinden alındı. Burada bir yargı kararı var mı? Yok. Ama gelmişiz, günün sonunda diyoruz ki: "Gençler için biz şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz."

Gençlerin durumu şöyledir: Arkadaşlar, Türkiye, bugün, sayenizde Dünya Sefalet Endeksi'nin başına yerleşti. Şu anda Türkiye, Dünya Sefalet Endeksi'nde enflasyon oranı, artı, işsizlik açısından bir numarada; arkamızda Arjantin nal topluyor, çok çok gerimizde. Şimdi, bu memleketi bu kadar yoksullaştırmışken ve bu kadar muhtaç hâle getirmişken gençlerin konfor sahibi olduğunu, gençlerin çok iyi olduğunu anlatmak lafügüzaftan başka bir şey değildir; daha ağır laflar var da etmiyorum; böyledir yani boş bir laftır bu, boş bir laftır! Ülkede inanılmaz bir yoksullaşma var. İnanılmaz bir yoksullaşmanın neticesinde genç olmayanlar, bütün gelecek kaygılarını, bütün üretim planlarını, bütün israflarını hep gençler üzerinden realize ediyorlar. Bu memlekette tasfiye olan, yok edilen bir şey varsa onlar tam da gençlerdir.

Ben geçen bir gençle konuştum. Almanca kurs almış, gidiyor Almanya'ya. "Gitme, bizim burada ihtiyacımız var." dedim. "Ağabey, sen 'Gitme.' diyorsun bana. Sen bana bu memleket için gelecekte ne vadediyorsun? Bir tek adam iktidarı var. Ben genetik alanında çalışıyorum, genetik ve mikrobiyoloji alanında çalışıyorum. Bana Evrim Teorisi'ni yasaklayan bir anlayış var. Ben bu alanda çalışamıyorum, sen bana ne söylüyorsun!" dedi. "Vallahi, düzelecek, düzelecek." dedim.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yirmi saniyeniz.

RIDVAN TURAN (Mersin) - Daha başka bir şey söyleyemiyorum.

Ama günün sonunda şunları ifade etmek gerekiyor: Yani bu böyle tozpembe bir alan değil, bu alan genç işsizliğiyle, gençlerin potansiyel olarak bir suç unsuru olarak görülmesiyle, devletin gençlere verdiği desteğin her an adım adım azalmasıyla, kendi gencini "dindar" ve "kindar" yani tarikatların ve cemaatlerin yurtlarında gençlik üretimine dönük bir planlamanın dışında ne yazık ki bir şeyle karşı karşıya değiliz ve bundan çok üzgünüz.