KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok kıymetli Başkanım, Sayın Bakanım, Bakan Yardımcılarımız ve Millî Eğitim camiasının çok kıymetli bürokratları, Komisyonumuzun çok değerli üyeleri; ben de sözlerimin başında hepinizi sevgi, saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Üyesi olduğum Komisyonun bütçesini görüşüyoruz. Hepimizin diline pelesenk olan bir ifade vardır: "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." Aslında bu öz deyişin amaçlanan anlamı sadece insanı bir fiziki varlık olarak hayatta tutmak değil, insanı maddi ve manevi bir bütün olarak yani ruh ve beden bütünlüğü içerisinde ele alınması ve bunun için bir şeyler yapılmasının gerekliliği ifade edilmektedir. Dolayısıyla, en küçük yerleşim birimi köyden beldeye, oradan ülkemize ve dünyaya kalıcı bir huzur, barış, güven ve refahın temininde olduğu gibi, Allah korusun, her türlü kötülüğün de kaynağında biz insanların olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle, yerelden ulusala ve evrensele sağlıklı, sıhhatli, verimli ve üretken nesiller yetiştirmenin yolu da adını "yaşam boyu" veya "beşikten mezara olması gereken" diye adlandırdığımız eğitimden geçmektedir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin 2023 yılı bütçesinin en büyük dilimini eğitime ayırması, olması gereken, yerinde bir karardır çünkü merkezinde insan kaynağı vardır.

Sayın Komisyon üyeleri, bir meselenin daha iyi anlatılması ve anlaşılması için çeşitli yöntemler kullanılabilir. Etkin yöntemlerden biri de mukayeseli anlatımdır, ben de mukayeseli bir yöntemle kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağım, özellikle eğitim camiamızla ve bugüne kadar yapılanlarla ilgili. Bakanımızın verdiği rakamları yeniden telaffuz ederek ne konuşmamı ne de sizleri tekrara boğmadan, açıkça görülen gelişmenin, iyileşmenin ve ilerlemenin birkaç ana başlığına değinmeye çalışacağım. Somutlaştırmak gerekirse bu aziz milletimizin her ferdi adına özlediğimiz ve talep ettiğimiz eğitimde fırsat eşitliği konusunda gözle görülür bir gelişmenin tanıklarıyız aynı zamanda. Yani "fırsat eşitliği" derken ne anlıyoruz? Eğitimde fırsat eşitliği deyince otuz yıl eğitimcilik yapmış bir kardeşiniz olarak ben, eğitim girdilerindeki bölgesel, kişisel ya da mazeret ne olursa olsun hiçbir öncelik tanımaksızın aynı imkânların sunulmasını anlıyor ve öyle tanımlıyorum. Eğitim girdilerinin yurdun her bir köşesinde eşit bir biçimde sağlandığını çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. Bunun somut göstergesi hızla artan okul sayısı ki bu 70 binin üzerinde, yanılmıyorum değil mi Sayın Bakan?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI MAHMUT ÖZER - Evet.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Öğrenci sayısının 20 milyonun eşiğine dayandığına, toplam öğretmen sayısının 1 milyon 140 bin civarında olduğuna ve toplam derslik sayısının da 749.454 olduğuna resmî ağızlardan tanıklık ettik. Bu nedir? Bu bir gelişim, bu bir büyüme, bu ihtiyaçların giderilmesi noktasında atılan bir adımdır. Zaten sorunlar bir gecede çözülseydi bu mucizevi bir şey olurdu, bu da insana özgü bir şey değil zaten. Biz burada insanlar olarak, insanın yapabileceği kapasiteyi dikkate alarak söylemeye çalışıyoruz.

Buna ilaveten, okul ihtiyaçlarının giderilmesinde velilerden dolaylı yollardan talep edilen -bu benim çok dikkatimi çekti çünkü hakikaten kanayan bir yaraydı, bizim çocukluğumuzdan veliliğimize kadar süregelen bir sorundu, bunu apolitik bir mülahaza olarak dikkatlerinize çekmek istiyorum- yardımların artık en yetkili ağızdan yasaklanması, alınmaması konusundaki beyan çok esas alınacak bir beyan ve inşallah uygulamada da bir aksaklık görmeyeceğiz. Eğitimin her evresinde yani öğrenciliğimizden hocalığımıza, oradan veliliğimize kadarki süreçte yine bizi rahatsız eden çok klasik bir sorun vardı, neydi? Ders kitaplarının temini. Hatta temin edemez ikinci el kitapçıları dolaşırdık, üst sınıfları dolaşırdık, işte şu bu, herkesin anlatacak bir sürü hikâyesi var bu bağlamda. Yine, ders kitaplarının ücretsiz temini sonrası benzer kaygıların bu sefer yardımcı kaynak kitaplarda görülmesiyle bunun da gündeme alınması ve yine, gerçekten Bakanlığımız tarafından temin edilmesi, 85 milyonu hiçbir siyasi mülahazaya neden olmadan rahatlatan bir uygulamadır; bunu da gerçekten takdire şayan buluyorum.

Mukayeseli devam etmek gerekirse dikkatlerimizi ilgiyle çeken diğer uygulama da eğitim yaşının çok aşağılara çekilme sürecinin kademeli olarak yapılması. Gerçekten, artık, gelişmiş Batı toplumlarına baktığımızda, eğitim yaşının 2'lere kadar indiği bir süreçte, bizim de bunu okul öncesinde ve ana sınıfları bağlamında aşağılara çekmemizi ve buna katılımın gerçekten yüzde 90'ların üzerinde olmasını da ayrıca sevindirici ve yerinde bir karar olarak görüyorum.

Eğitimde diğer önemli bir mukayeseli atılım da mesleki eğitimde çok açık ve net bir şekilde görülmektedir. Şimdi, sanayiden turizme yani bacalıdan bacasız endüstriye varana kadar gerçekten bugüne kadar biz siyasi figürlere de zaman zaman şikâyetler olduğu gibi, bakanlık yetkililerine de sektörlerden şikâyetler geldi. Neydi bu? Yetkin, yetişkin, aranan, arı, üretken bir eleman temini konusunda... Ve yok olmaya yüz tutmuş bir mesleki eğitimin, bir anda yeniden, gerçekten kademeli olarak bir gelişim sürecine girdiğine, biz, bu talepte bulunan sektörlerden gelen geri dönüşlerden anlıyoruz. İnşallah, bu daha da gelişecek, daha da büyüyecek yani mesleki eğitim olmaksızın bir ülkenin kalkınması asla düşünülemez, bunu böyle düşünenlerin hakikaten hatalı oldukları kanaatindeyim. Sadece okullardaki gelişim süreci değil, buna paralel olarak sanıyorum çıraklık, kalfalık ve ustalık eğitimleri de paydaşlarla iş birliği hâlinde geliştirilerek gerçekten etkin bir konuma getirildiler.

Saygıdeğer milletvekilleri, diğer önemli bir husus, 19'uncu yüzyıl sanayi toplumunun sosyal ve psikolojik bunalımına neden olan bir faktör vardı. Elbette ki bilgi bilimi, bilim teknolojiyi, teknolojide sanayiyi geliştirmişti ve bir anda dünyada bir sanayi toplumu önder ülkeler çıktı ortaya ama bununla beraber, bunun yan etkileri de çok açık ve net bir şekilde ortaya çıktı. Bunlar neydi? Özellikle köylerden, taşradan kentlere büyük göçler ve beraberinde sosyopsikolojik bunalımlar, buhranlar, sosyal anlaşmazlıklar. Bunlar hepinizin malumu, birçok romanlara da vesile konu oldu yani bir anda bir İngiliz, Alman, Fransız klasik 19'uncu yüzyıl romanlarına bakarsanız örneklerini görürsünüz. Şimdi, bu sosyal bunalıma neden olan, sanayileşmeden ötürü göçün önlenmesi noktasında biz de kaygılıydık çünkü aynı süreç sanki bizde de yaşanacakmış gibi görünüyordu. Yani köyler boşalıyordu, köydeki o hayat, o toplum düzeni şehre aktarılırken Allah korusun beraberinde bir sorun yumağı da götürüyordu. Ne dedik? Dedik ki: Bunun hesabı yapılmaksızın topluma ait olduğu yerde sağlıklı, zinde ve nesilden nesile aktarılacak bir yapının temini, teminatı ve devamı gereklidir. Bunun sadece sosyal boyut olarak katkısı yok; tarıma da hayvancılığa da sosyal ilişkilere de ve gerçekten eko düzenine de büyük bir katkısı olması nedeniyle gerekli görmüştük ve kapanan okulların yeniden, sadece eğitim amaçlı değil -ben birine katıldım ve tanıklık ettim- yani bir okul düşünün köydeki her bağlamda ihtiyaca cevap verecek, her yaşta, her cinsiyete mensup insanlara talep ettiği bağlamda bir şeyler verecek konuma gelmesi de ayrıca, yerinde gerçekten takdire şayan bir durumdur.

Şimdi, tabii, LYS konusunda aslında biz bu toplantılarda gerek Genel Kurulda, gerekse bütçe görüşmelerinde yıllarca konuştuk, doğru bir sorundu yani her LYS sınavı sonrası tercihlerdeki aksaklıklar, tutarsızlıklar, A mahallesinden B mahallesine ya da istenmeyen illere falan... Bu sene inanın size de aynı şekilde yani olmadı demiyorum belki ama o kadar minimize edildi ki yüzde 99'lara varan bir memnuniyet söz konusu. Bu da gerçekten yeni bir gelişim, ben bu konuda da tebrik ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, yeni nesillerin mimarları olan öğretmenlerimizin sağlıklı, sıhhatli eğitim ortamında mesleklerini icra etmeleri, gerçekten sağlıklı nesillerin oluşma nedenleridir aynı zamanda çünkü öğretmenimiz huzurlu, sağlıklı, güvenli olmazsa onun yetiştireceği yeni nesillerin de aynı şartları haiz olması çok da beklenen bir sonuç değil.

Şimdi, mukayeseli anlatmaya devam edeceğim. Bu aralar çok sorunsal hâle getirilen, böyle çok fazla popülize edilen, politize edilen bir meseleye oradan geçeyim istiyorum. Biz, tabii, tarihî belleğimizi çok iyi tutmalıyız. Bu her şey için geçerli yani sosyal konular için de geçerli, politik ekonomik konular için de geçerli. İnsan hayatında geçmişi bilmeden geleceğe yön vermenin çok zor olacağı kanaatindeyim. Dolayısıyla, biz Türk eğitimini de tartışırken yani geçmişe bakarak, efendim "flashback" tarzı bir teknikle "Ya, dün ne idi, bugün nasıl?" diye bakmanın daha sağlıklı bir değerlendirme olacağı kanaatindeyiz.

Şimdi, efendim, düne kadar terörün musallat olduğu bölgelere tayini çıkan öğretmenlerimizin hâletiruhiyesini biliyoruz, ailelerimizle yaşadık, eğitimci olarak yaşadık. Tayini çıkan bir yavrumuzun annesinin babasının ruh hâlini unutamıyoruz, verdiğimiz şehitlerimizi unutamıyoruz. Burada 3-5 üye artırımı için böyle popülize, dramatize edip günü kurtarma hesabı yapmayacağız. Biz milleti temsil ederek burada, onların kalıcı, nihai çözümlerine vesile olmak zorundayız. Düne kadar neydi? Tayini çıkan öğretmenlerin birçoğu gitmiyordu can güvenliği endişesiyle, gidenler de gitmek zorunda kalanlar da Aybüke gibi, Necmettin gibi, benim ranza arkadaşım Fevzi Katar gibi "Gitmek zorundayım, Tunceli Pertek yatılı okulunda öğretmenim, tehdit alıyorum ama Kamilciğim gitmek zorundayım, 11 nüfusun umudu benim." dediğini dün gibi hatırlıyorum ve gerçekten 5 öğretmenle lojmanın önüne çıkarılıp katledildiler, bunlar eğitim şehitlerimizdi.

"Öğretmene bir şey yapılmadı." Öğretmene nasıl bir şey yapılmadı ya? Elbette ki öğretmenlere ne yapsak azdır, -biz eğitimciyiz- ne yapsak azdır ama öğretmenin itibarını da bin liraya teşmil ederek, bin liraya indirerek... Ben bunu -şimdi önümde- bu Meslek Kanunu'na müracaat eden yüzde 95, 500 küsur bin öğretmene büyük bir saygısızlık olarak addediyorum, cevabını onlar versinler. Bin lira için mi yaptınız müracaatınızı? Programa yüzde 97, bin lira için mi katıldınız? Bu sınava girmek için yüzde 98, bin lira için mi "Evet." dediniz? İnanın, dolaylı olarak kendime de bir zül saydım, hakaret saydım. Asistan oldum, master yaptım, doktora yaptım, doçentlik sınavlarına girdim, bin lira için yapmadım, 2 bin lira için yapmadım. Hepimiz için geçerli bu; doktorluk yaptık, ihtisası bin lira için mi yaptık, 3 bin lira için mi yaptık? Böyle bir aşağılamayı, böyle bir hakareti ben öğretmen camiası adına reddediyorum, kabul etmiyorum. Talep ortada, eksikler olabilir, insanız, beşeriz, hatadan münezzeh değil hiç kimse ama iyi niyet sorgulanmasın burada. Burada, ülke adına, eğitimciler adına, çok iyi niyetle hazırlanmış bir kanundan bahsediyoruz, siyasi ikbal, popüler birtakım günübirlik başarılar adına gerçekten bunu itibarsızlaştırmanın hiçbir anlamını ben göremiyorum.

Tabii ki, eksiklerimiz var, şimdi sayayım, reel olarak sayılmadı bunlar belki. "Ders ücretleri artırılsın." Artırılsın tabii, artırmak zorundayız, artıracağız, artırılmalı. 500-600 bin kadro bekleyen yavrumuz var, bu çocukları konuşmuyoruz ya. Bunlar için imkânlar yenilenmeli, kadrolar açılmalı. Evet, bazı sınıflarda hâlâ sınıf sayıları yüksek, azaltacağız, azaltmak zorundayız. İyileştirilen fiziki koşulları daha da iyileştireceğiz. Okulsuz hiçbir belde olmayacak. Köyde 1 öğrenci de olsa 1 öğretmen olacak çünkü öğretmen aynı zamanda kanaat önderi o köyde, sosyal dokunun teminatı öğretmen. Sözleşmeli öğretmenlerin düne kadar 4+2'ydi bölgedeki kalış süreleri, hep beraber karar verdik, birlikte 3+1'e indirdik, ülkenin şartları buna müsaitti. İnşallah, daha da aşağılara çekelim hatta öyle bir hâle gelsin ki -bu bizim idealimizdir- daha çok talep olsun, tercih konusu kalksın ortadan ama ülkenin şartları ortada, reel politik de şartlara göre tutum ve tavır takınmayı gerektirir.

Efendim, bazı ücretli öğretmenlere kadro imkânı tanındı, çok sevindiler, bayram ettiler ama bazıları kadük kaldı; bunları konuşalım, bunlar için talepte bulunalım, bunları söyleyelim, Sayın Bakanımız da notunu alır, imkânları doğrultusunda bunların iyileştirilmesi için atılım yapar, biz de takipçisi oluruz, yoksa öğretmenin sorunu yok değil. 3600 bunlara bin lira vermek için çıkarılmadı. Öğretmenin itibarının yükseltilmesi lazım çünkü 1 harf öğretiyor yani esirin, kölenin dahi bağışlanmasına karşılık olan bir öğretim kutsiyetinin bu kadar maddi bir kazanıma teşmil edilmesi beni cidden çok rahatsız etti, çok üzüldüm çünkü aynı zamanda kendimi de bir öğretmen olarak görüyorum.

Sözün kısası, yapılanlar gerçekten takdire şayandır. Bütçe görüşüyoruz, en büyük bütçenin Millî Eğitimde olması tesadüfi değildir, olması gerekendir ama eksiklerimiz var mıdır? Vardır, bunların da tamamlanması adına hep birlikte elimizden geleni yapmak zorundayız.

Bir iki cümleyle de -iki, üç dakikam kaldı- üniversiteler mevzusuna gelmek istiyorum. Tabii sürekli bir Boğaziçi ve ötekileri, diğerleri gibi mukayeseler yapılıyor, buna da üzülüyorum çünkü yani sanki Türkiye'de bir tane üniversite varmış gibi. Geçen ödül dağıtımı oldu, hatta uluslararası yayın listelerini biz de takip ediyoruz; inanın, Anadolu'nun bağrından öyle babayiğitler çıkıyor ki, şimdi nefis yapmayacağım ama Boğaziçilinin benim üniversitemde doktorasını yapamayıp geri gönderildiğini biliyorum ama ben Anadolu'dan bugün Boğaziçi reklamı yapanların Erzurum'daki üniversitenin adını dahi bilmezken "Erzurum Üniversitesi" dediği bir üniversiteden gidip gerçekten Allah'a şükür şu anda birçok Batı üniversitesinde kaynağı okutulan bir hoca hâline geldik. Şimdi...

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Erzurum değil, Atatürk Üniversitesi.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Atatürk Üniversitesi. Birileri "Erzurum Üniversitesi" diyordu kasıtlı olarak, bilmiyorlardı orada bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de bizim köyümüz, en çok da onlar savunuyorlardı. Doğuya, Zap suyuna ağıt yakıyorlardı ama Zap suyundan bir defa, bir balık tutmayı dahi denememişler. Dolayısıyla, burada hamasetten ziyade ülke bir bütündür, bütün üniversiteler bizimdir, gerçekten bunların kalkınması için hep birlikte gerekli katkıyı sağlamalıyız.

Sayın YÖK Başkanım, bütün üniversitelere aynı imkânların tanınması... Bir de bakın, "Eleştiri yok." diyecekler ama var işte eleştiri yani hocayım, biz ısrarla diyoruz ki: Kontenjanlar geldiği gibi yani imkâna göre, doğal değerlendirmeye göre sunuluyor, hâlâ bize şikâyet geliyor: "Ya, bizim bölümde 30 kişi öğrenci kapasitesi yetiştirecek bir imkân var, bunu ne olur 60, 50, 40, yapmayın." Yapılmasın, bu çünkü ileride yığılmalara neden oluyor ve sorun olarak sizin önünüze geliyor tekrar, bizim önümüze geliyor. Bu konuda gerçekten daha sıkı bir tedbir istiyoruz.

Yine, tabii denklik konusunu herkes ifade etti, o da çok önemli bir şey, ne olur bir kılavuzda denkliği olan yabancı üniversitelerin isimlerini bir an önce ilan edelim, topu atın üzerinizden yani bu deklare edilsin, gönderecek veli ve gidecek öğrenci bilsin "Bak çocuğum sen şu üniversiteyi istiyorsun ama oranın denkliği yok, ona göre gardını al, daha sonra da talep etme."

Kadroların dağıtımı konusunda... Tabii kalkınmada öncelikli bölgelerimiz var yani oralara birazcık pozitif ayrımcılık da istiyoruz. Bütün Doğu ve Güneydoğu'daki üniversitelerimize de kadro konusunda bir iyi niyet göstergesi babında bir katkı bekliyoruz.

Bu, ÖSYM soruşturmasıyla ilgili de hakikaten bizim de anlayamadığımız belki bir iki cümleyle izah edersiniz...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yarım dakikanız.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Buyurun Hocam.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - İzah ederseniz çok iyi olur yani görevden hemen alınan, kusuru bulunmayan bir ÖSYM Başkanına tekrar soruşturma açılması talebiyle bir istekte bulunulması da biraz çelişkili bir durumdu. Eğer ben yanlış biliyorsam bağışlayın lütfen, bu konuda da kısa bir açıklamada bulunursanız teşekkür ederim.

Ben bütçemizin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Son bir cümle, Andımız'la ilgili bir şeyi söylemekten ziyade bir şey yapmak önemlidir. İsmail Bey, ben dün on saatlik bir uçak yolculuğuyla Moğolistan'a gittim, ata toprağında bir müze temeli, Bilge Tonyukuk temelini attım ve on saat uçakla döndüm gece ikide. Biz sadece söyletmeyeceğiz, davranmayı da isteyeceğiz, oraya uygun davranacağız, ilmimizle amel edeceğiz.

İSMAİL KONCUK (Adana) - Şimdi yapalım diyorum.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Yapalım, yapalım ama davranalım.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Evet, teşekkür ediyorum.

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Öyle bir oraya bir buraya olmaz. Bir söyleyerek mahkemede, karakolda farklı söylemler olmaz.

Teşekkür ediyorum.