KOMİSYON KONUŞMASI

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan ve ekibi, diğer milletvekili arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlayarak başlamak istiyorum.

Kıymetli arkadaşlar, çok gündem var, yirmi dakikada mümkün mertebe ana başlıklarla Halkların Demokratik Partisinin bütçeye dair, dış politikaya dair görüşlerini ifade edeceğim.

Başlarken şunu söylemek istiyorum: Geçen gün değişik siyasi partilerin dış ilişkiler temsilcileriyle birlikte Almanyalı bir vakfın aracılığıyla Avrupa Birliğinde, Avrupa Parlamentosunda, Avrupa Komisyonunda bazı görüşmeler yaptık fakat biz bu görüşmeleri yaptıktan sonra, işte, Türkiye'de bir kızıl kıyamet, yandaş medyada "İşte, muhalefet Brüksel'de toplandı." "İşte, HDP, İYİ Parti bilmem yan yana geldi, bilgiler sızdı." "Sızdı." dedikleri de Türkiye Raportörünün kendi sayfasından paylaştığı resmî fotoğraf yani "Bilgi sızdı." dediği. Böyle rezalet bir basın vardı fakat acı olan şu: Komisyon üyesi kimi insanlar da bunun üzerine yorumda bulanabildiler, 1 defa arayıp sormadılar "Nedir, neyin nesidir?" diye.

SALİH CORA (Trabzon) - Nedir?

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Bizden önce bu Brüksel'e gidiş, yani Avrupa Parlamentosunda muhalefet dış politika temsilcilerinin yaptığı ziyaret. Bizden önce Sayın Faruk Kaymakcı oradaydı sanırım, hatta bizden önceki toplantıda Nacho Sanchez Amor sizinle görüşmüş, sizinle olan toplantıdan sonra gelip muhalefet dış politika konusunda ne düşünüyor?

(AK PARTİ sıralarından gürültüler)

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Ya, bir susun, lütfen, sonra konuşun. Bakın, daha konuşamadım.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Yok ya, anlamadık.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Bekleyin ya. Salih Bey, bir bekleyin ya...

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Ne dediğini anlamadık.

GARO PAYLAN (Diyarbakır) - İnsicam bozulmasın.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Değerli Arkadaşlar, hatibi dinleyelim, herkes sırası geldiğinde fikirlerini söylesin, karşılıklı konuşmayalım, rica ediyorum.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Süremizden gitmesin Başkan, bu insicamı sağlayın, konuşalım, her defasında böyle ya.

YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Çok gergin başladın.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Bismillahirrahmanirrahim ya.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Buyurun, siz sunumunuza dönün, lütfen; Hişyar Bey, lütfen.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Neyse... Kıymetli arkadaşlar, şöyle söyleyelim: Yani Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosuyla Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin durumu, bunun nasıl düzelebileceğine dair herkes kendi fikirlerini paylaştı. Bazı akademisyenler de vardı fakat ilginç olan şuydu: Bir haber yapılmış, 20 tane yandaş kanaldan medyada aynı haber, aynı başlık, aynı yalan ve iftiralarla... Çünkü mesela Selin Sayek Böke'nin orada olduğu söylenmiş, 20 kanal söylüyor bunu, Selin Hanım yok, hiç gelmedi oraya ya. Ya, bu kadar "copy paste" böyle korkunç bir durum.

Biz tabii ki, HDP'nin dış ilişkiler alanındaki fikirlerini içeride, dışarıda her ortamda anlatmaya devam edeceğiz, hakikatli bir şekilde söyleyeceğiz. Bunun niye önemli olduğunu birazdan anlatacağım size çünkü nezaketle Sayın Bakan ifade etti, birçok konuda düşüncelerini paylaştı ama oradan bakınca Türkiye'deki manzara pek de Sayın Bakan'ın söylediği gibi görünmüyor, birkaç somut örnek vereceğim çünkü.

Kıymetli arkadaşlar, oraya girmeden Amerika'yla ilişkiler -böyle tane tane, hızlı bir şekilde geçeyim- Biden'la görüşme hâlâ yok, bekleniyor, olmayacak muhtemelen seçimlerden önce. F-35 yok, o, programdan çıkarıldı. S-400'ler hâlâ kullanıma açılmadı bildiğimiz kadarıyla değil mi Sayın Bakan? Herhâlde daha açılmadı. F-16 modernizasyonu konusunda git gel, git gel, heyet üstüne heyetler gidiyor ama bu konuda herhangi bir ilerleme söz konusu değil, aynı zamanda Halkbank davası, Rıza Zarrab vesair vesair; alabildiğine devam ediyor yani o anlamda toparlanan bir şey yok.

Avrupa Konseyinde Kavala ve bizim Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın davaları, bu kararlar hâlâ uygulanmadı, hâlâ ciddi bir tartışma devam ediyor. Bu Hükûmet -Sayın Çavuşoğlu dâhil- AİHM kararı kesinleşirse uygulanacağını söylemişti, kesinleşti, Büyük Daire kararı oldu, yine uygulanmıyor, iki yıldır bekliyoruz.

40 milletvekilinin dokunulmazlığının Anayasa'ya aykırı bir şekilde, AİHM'ye aykırı bir şekilde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı bir şekilde kaldırıldığı söylendi, bunun için tazminat ödendi 40 milletvekiline yani o şekilde dokunulmazlıkların kaldırılamayacağına hükmetti. Bugün 8 Kasım, hâlâ içeride, cezaevinde olan İdris Baluken ve uzun süredir tutuklu bulunanlara yönelik bugün de AİHM'nin bir kararı olacak, muhtemelen Hükûmet buna da kulağını kapatacak.

Sayın Bakan, siz özellikle Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin Başkanlığını da bir dönem yapmış birisi olarak Türkiye ile Avrupa Konseyi arasındaki bu ilişkiler hakkında ne düşünüyorsunuz? Artı, 2016, 2018 ve 2021 CPT Raporları bir türlü açıklanmıyor. Bunun gerekçesi nedir? İçinde çok fazla işkence belgesi mi var, nedir, niye açıklanmıyor? Yani altı yıldır, 2016'daki dosya verilmiş. Biz geçen yıl CPT Genel Sekreteriyle de görüştük "Biz bütün raporlarımızı yazdık, Hükûmete verdik. Normalde usulen altı ay içerisinde açıklanması lazım." Altı yıl geçmiş aradan saklanılan nedir? 2016, 2018, 2021 CPT Raporları...

Devamla, Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerde, kıymetli arkadaşlar, katılım müzakereleri zaten donmuş durumda. Gümrük birliğinin esamesi okunmuyor, bazı görüşmeler olsa da somut ilerleme yok. "Vize liberizasyonu" dendi, vize serbestiyetiyle insanlar serbestçe Avrupa'ya gidecekti, az önce Ünal Bey anlattı, vallahi biz de Halkların Demokratik Partisi olarak vize başvuru merkezine dönmüş durumdayız çünkü her vize başvurusu yapan reddedilince partilere geliyor, biz de elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz ama örtük bir ambargo söz konusu. İktidar partisi Vekili Ziya Bey bunu getirdi; biz bunu, raporu Avrupa Konseyinde de, orada da tartıştık, destekledik. Şu an Türkiye'de yapılan bütün başvurulara yönelik biz artık örtük bir ambargonun olduğunu, bu konuda Hükûmetin bir şey yapması gerektiğini, bu konuda kesinlikle ortaklaşmamız gerektiğini... Çünkü herkes çok olumsuz şekilde etkileniyor. Hatta öğrenciler çok fazla bize geliyor. Mesela, doktora öğrencisidir, kabul almış ama bir türlü gidemiyor. Biz bir ortak çalışmayı Avrupa Konseyinde yapabildik, en azından bu konuda ortaklaşabildik. Bu, çok önemli bir mesele, bunun üzerine birlikte gitmemiz lazım.

Yalnız, Avrupa Birliğiyle yaptığımız görüşmelerde, kıymetli arkadaşlar, şöyle çok önemli bir noktanın altını çizdiler bu Ukrayna-Rusya meselesinde. Biz Türkiye'nin taraf olmamasını destekliyoruz Halkların Demokratik Partisi olarak yani bu savaşın tarafı Türkiye değil, bu konuda biz destekliyoruz. Tahıl koridoru konusunda emek sarf eden -başta Bakanlık olmak üzere- herkese teşekkür ediyoruz. Çok iyi bir noktada tahıl koridorunun açık tutulması için çünkü bu, nihayetinde yoğunlukla yoksul ülkeleri vuracak, Afrika'yı vurabilir, açlık olabilir, yeni göçler yaşanabilir. Bu konuda bu yapıcı rolde kesinlikle ısrar etmek lazım. Bu konuları takdir ediyoruz Sayın Bakan.

Yalnız, çok fazla yaptığımız bütün görüşmelerde bir gündem sürekli dikkatimize sunuldu, o da: Avrupa Birliği ülkeleri yaptırımların Türkiye tarafından uygulanmaması konusunda aslında -tırnak içinde söylüyorum- belli bir anlayışa sahipler. Zaten Türkiye'den yaptırımların uygulanması beklenmiyor yani Türkiye'nin Rusya'yla ilişkileri, Türkiye'nin hâlâ devam eden ara buluculuğu vesaire fakat temel olarak söylediği şu: "Yaptırımları uygulamak değil, yaptırımları delmeyin." diyorlar. Kavram olarak kullandıkları: "Circumvent" etmeyin yani dolaylı bir şekilde "undermine" etmeyin "bash" etmeyin -İngilizce söylüyorum- kullandıkları kavramlar bunlar. Yani şunu söylemeye çalışıyorlar: "Evet, bir noktaya kadar anlıyoruz hem reel politik gereği hem komşusunuz hem bir sürü mesele var ortada, Karadeniz'de ama bir şekilde dünyanın değişik taraflarına dağılmış kara Rus parasının Türkiye'ye girişine müsaade etmeyin." diyorlar. Bu konuda açıktan söyledikleri var, muhtemelen size direkt söyledikleri de var yani Maliye Bakanları gidiyor, geliyor, bir sürü tartışma var. Bu, niye önemli? Yarın öbür gün İran'daki o yaptırım delmeler gibi... Bakın, bir Rıza Zarrab davası var, bütün dünyaya Türkiye'nin konuşulduğu hâle bakın. 20 milyar dolar yaptırımlar delinerek bir şekilde İran rahatlatılmış. Şu an çok daha büyük, katmerli olanının burada yapıldığına dair ciddi tartışmalar var. Biliyorsunuz yani yatını kapan, kredi kartı kullanamayan zenginler demirlediler burada. Artık balya balya paralar mı var, nakit para mı getiriyorlar, ne getiriyorlar, bilmiyoruz.

Bu, şu açıdan çok önemlidir: Bakın, bir örnek vereceğim size, savaşlar oluyor Türkiye'nin etrafında. Türkiye bu savaşları çıkarmıyor, kimse bunu söylemiyor. Bazı savaşlara yanlış müdahil oluyor -birazdan onu da anlatacağım Suriye konusunda- fakat bu çıkan savaşların kiri pası, ne varsa hepsi Türkiye'ye geliyor. Birkaç örnek vereyim, örnek veriyorum size: Rus oligarklar paralarını kapıp buraya geliyorlar, kimse bunu inkâr etmiyor. Artı, geçen gün ara buluculuk yapıldı, kıymetli arkadaşlar, Ukrayna ile Rusya arasında. Azov taburunun 5 komutanı buraya geldi, savaşın sonuna kadar burada kalacak. Ukrayna şu an haklı bir savaşta, biz çok fazla bir şey demiyoruz. Bunlar Neonazi, faşist komutanlar, bunun da altını çizelim. Azov taburu komutanı geliyor, oligark buraya geliyor -mülteciler fukara, yerleri yurtları parçalanmış- Suriye'den 3,5 milyon mülteci, Afganistan'dan yüzbinlerce mülteci buraya geliyor, Sırp mafya liderleri İstanbul'da öldürülüyor, cesetler çıkıyor. Ya, Türkiye nasıl bir ülkeye döndü? Türkiye'de vatandaşlar kendisini güvende hissetmiyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kendisini güvende hissetmezken Rus'un oligarkı, işte Ukrayna'nın Azov taburu komutanı, bilmem Sırp'ın mafya lideri, bilmem Suriye'nin savaşını yürüten bütün çete örgütleri liderleri Türkiye'de kendisini güvende hissediyor. Bu konuda çok ciddi düşünmek lazım. Bu, ileride herkesin başını çok fazla ağrıtacak bir mesele kıymetli arkadaşlar.

Devamla; NATO-İsveç arasındaki ben bu meseleye de kısaca bir girmek istiyorum kıymetli arkadaşlar. Şu an bildiğim kadarıyla Macaristan ve Türkiye dışında İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya girişi konusunda parlamenter ratifikasyonu yapmayan kalmadı. Macaristan "Yapacağız." dedi, tarih sanırım hâlâ belli değil, bir Türkiye kaldı. Türkiye de buna "İsveç ve Finlandiya terörle mücadele konusundaki hassasiyetlerimize cevap verene kadar yapmayacağız." diyor, böyle bir politikasını sürdürüyor. Bugün Başbakan gelmiş buraya birtakım tartışmalar, pazarlıklar dönüyor.

Ben sadece Sayın Bakana şunu söyleyeyim: Sayın Bakan, bu insanlar talep ediliyor ya, biri benim dayım rahmetli Doktor Sıraç Bilgin, şu talep ettiğiniz listede olan isimlerden biri. 80'lerde -tıp doktoru- Türkiye'de siyaset yapmış, Türkiye KDP'sinin önemli isimlerinden biri vakti zamanında. Sonra bırakmış gitmiş, kalamamış, tutunamamış, İsveç'e yerleşmiş. 2014 yılında öldü, 15 kadar da kitabı var. İstediğiniz insanlardan birisi o, bari ölüsü rahat etsin, karışmasınlar yani bari istihbaratı doğru düzgün toparlasınlar. Sıraç Bilgin, İsveç'te yatıyor. Buraya getirip ne yapacaksınız? İkincisi; Ragıp Zarakolu, 75 yaşında. Türkiye'nin, dünyanın bildiği çok ünlü bir yayınevi sahibi. Bu arada Kürt de değil ha Türk, adalı yani. Ragıp Zarakolu 75 yaşında, terör diye isteniyor. Buradan sadece Ragıp Zarakolu'na çok selam sevgilerimizi iletiyoruz.

Kürt meselesi NATO kapılarında, İsveç'te, Finlandiya'da çözülmeyecek, burada Ankara'da çözülecek. Eninde sonunda çözülecek ve Madrid'de değil, Brüksel'de değil, Washington'da değil, burada kardeşçe çözülürse biz aşarız ama aksi hâlde "Efendim, şöyle yapın. Terör destekçisi..." Bütün Kürt meselesini bir terör, güvenlik meselesine indirgeyip... Bu Kürt meselesi iyice bir uluslararası karakter de kazanıyor sayenizde yani bu yanlış politikalar sayesinde. Şu an NATO'sundan Amerikası'na herkesin bir parmağının olduğu bir meseleye döndü Kürt meselesi. Bu, kardeşlik hukuku çerçevesinde, bu topraklarda, bu coğrafyada çözülmesi gereken bir meseledir. Aksi hâlde daha çok fazla NATO, Brüksel, orası, burası gidilir, gelinir ve bir sonuç alınmaz. Hoş onların bu meselenin çözülmesine dair de çok iyi niyete sahip olduklarını düşünmüyoruz.

Kıymetli arkadaşlar, son bir şeye daha girmek istiyorum. Bu konuya bu şey meselesinden sonra... Azeri-Ermeni meselesi, o konuda da çok küçük bir şey söyleyeyim. Halkların Demokratik Partisi olarak Azeri ve Ermeni halklarını 2 kardeş ve komşu halk olarak görürüz. Bu meseleye tek millet 2 devlet üzerinden biz bakmıyoruz; eleştirebilirsiniz, biz bakmıyoruz. Türkiye'nin bu... Bunu niye söylüyorum? Geçen gün Putin, Soçi'de her 2 lideri de çağırdı, Soçi'de toplantıya başkanlık etti. Gönül isterdi ki Azeriler ile Ermeniler arasındaki bu husumeti kalıcı bir şekilde çözebilecek o iradeyi Türkiye ortaya koysun ve belki de ev sahipliğini Kars'ta, Erzurum'da yapsın; ikisini de oraya davet etsin, bu mesele burada çözülsün. Şu an Rusya el yükseltmiş durumda. O coğrafyanın, Güney Kafkasya'nın kaderi Rusların 2 dudağının arasında kalmış ve Türkiye, evet, girdi, savaşa taraf olarak girdiği için... Belki de hani Rusya'da Rusya ile Ukrayna arasında yapmaya çalıştığınızı, Bosna'da yapmaya çalıştığınızı -söylüyorsunuz ya- Hırvatistan'da, Kosova'da yapmaya çalıştığınızı belki bu noktada yapmak çok daha farklı bir pozisyonu ortaya çıkarabilirdi.

Sayın Bakan, şu ana kadar hani reel siyaset biraz böyledir. En azından bu noktadan sonra Türkiye'nin bütün gücünü, imkânını, kaynağını, kapasitesini bu meselenin kalıcı bir barışa ulaşması için harcaması gerektiğini düşünüyoruz HDP olarak. O konuda bütün çabalara da destekçi olacağımızı söylüyoruz; daha fazla kan akmasın. Bu iki kardeş halk -biz "halk" üzerinden bakıyoruz, "millet" "devlet" üzerinden gerçekten bakmıyoruz, bunlar kardeş halklardır- aralarında meseleler var ve Türkiye, bu coğrafyanın önemli, büyük devletlerinden birisi olarak bu meselenin çözümü için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.

Kıymetli arkadaşlar, zamanım azaldı, son olarak şunu söyleyeyim: Normalleşme tartışmaları var kıymetli arkadaşlar, Mısır, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri -darbe finansörü olarak suçlanmıştı- Suud "katil" demişlerdi fakat Cumhurbaşkanı en üst düzeyde burada kendisini karşıladı, gönderdi Kaşıkçı'nın katilini. Buna şahit olduk. "Hatta Esad'la da görüşebilirim." dedi. Normalleşme meselesini bir noktaya kadar anlayabiliriz, reel siyasettir, pragmatizmdir, olur olabilecek şeyler yalnız on yıldır "Katil Esad" deyip bu ülkenin bütün kaynaklarını o savaşın içerisinde tükettikten sonra en azından Esad'la görüşme niyetiniz varsa hadi biz teröristiz(!) bizi geçin de bir ana muhalefet lideriyle, bir Meral Hanım'la, diğerleriyle bir konuşun, Cumhurbaşkanı konuşsun. Esad'la bile konuşabilecek Cumhurbaşkanı -onun tabiriyle söylüyorum, özür diliyorum- "Bay Kemal" ve "Meral Hanım" veyahut da diğerleriyle konuşamıyor mu? Hep diyorsunuz ya "Dış politika siyasetüstü bir alan olmak durumunda." eğer öyleyse böyle köklü politika değişiklikleri varsa olacaksa bunun gerekçelerinin bu halka anlatılması lazım. On yıl sonra ne oldu da "Esad olsa görüşebilirim." Neye istinaden görüşüyorsunuz? Bu halka, bu muhalefete, bu topluma bir açıklama yapma sorumluluğunuz yok mu?

Son olarak, kıymetli arkadaşlar, Süleymaniye'den Afrin'e kadar Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt meselesinde uyguladığı güvenlikçi politikalar yüzünden dünya kadar suç işleniyor. Bakın, size bir iki örnek vererek gidiyorum, tane tane, somut somut, hiç kimse öyle şey yapmasın bekleyin lütfen bitireyim sonra cevap verin bana. Süleymaniye'de yakın zamanda en son örnek Nagihan Akarsel, Konyalı Cihanbeyli Kürt bir kadın öldürüldü, suikast sonucu öldürüldü. Bunun üzerine Bağdat Büyükelçisi Alirıza Bey bunu sahiplenen bir açıklama yaptı Sayın Bakan, dedi ki: "Biz operasyonları sınır ötesinde de yaparız, PKK odaklı, iltisaklı herkes hedefimizdir." Bahsettiğimiz, cebinde Türkiye vatandaşı kimliği bulunan Konyalı Cihanbeyli şuradan 150 kilometre ötede bir Kürt kadın buraya getirildi, defnedildi. Hoş defnedilirken polis defnine bile katılınmasına müsaade etmedi birçok kişinin ya. Ondan önce de Mehmet Zeki Çelebi öldürüldü Sayın Bakan, Süleymaniye'de suikast sonucu. Ben şimdi size soruyorum Sayın Bakan, bu iki suikast konusunda en nihayetinde 2 tane, Türkiye vatandaşı kimliği taşıyan insan sizin Irak nezdinde, Kürdistan bölgesel yönetimi nezdinde herhangi bir girişiminiz oldu mu? Nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları suikastle Süleymaniye'de öldürülüyor? Ve şu ana kadar en azından ben Dışişleri Bakanlığından tek bir açıklama duymadım. Bu konuda bir izahat bekliyoruz.

Devamla, Zaho'da, biliyorsunuz, "sınır ötesi operasyon" adı altında yapılan bombardımanlarda en son bu yazın sanırım aralarında çocukların da olduğu 9 kişi öldürüldü. Irak Hükûmeti, Türkiye'yi suçladı. Türkiye suçlamaları reddetti ve Sayın Bakan "Bu katliamın açığa çıkarılması için Dışişleri Bakanlığı olarak biz üzerimize düşeni yapacağız." dedi. Bu konuda herhangi bir gelişme var mı çünkü Irak yetkilileri "Türkiye tarafından herhangi bir destek almadık." diyorlar, bunun aydınlatılması için. O konuda ikinci bir izahat bekliyoruz.

Üçüncü olarak, bu yakın zamanda yine yaz boyunca oldu, hani buradaki, Cudi'deki ormanlar kesiliyor, yetmiyor gibi Babatlar, korucular ve birtakım işte çete güçlerin sayesinde ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin ordusunun himayesinde Güney Kürdistan bölgesindeki ağaçlar kesilerek Türkiye'ye getiriliyor satılıyor bunun belge belge, ton ton görüntüsü var yani sınırlardan getirip o ağaçları satıyorlar. Daha önce gördük Afrin'de zeytin çalmaları gördük de yani Kürdistan bölgesel yönetiminden ağaçların çalınıp Türkiye'ye getirilip satılması; ya bu nasıl bir şeydir, bu nasıl bir talan ekonomisidir? Çünkü bunlar uluslararası suç kategorisine giren durumlar.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yarım dakikanız.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Bir tanesi daha, şu an Suriye'deki baraj sularının kesilmesi yüzünden kolera salgınları artıyor. Dün İnsan Hakları İzleme Örgütünün bir raporu var, kolera salgını artmış durumda su olmadığı için.

Özür diliyorum Sayın Başkan, müdahale olduğu için sadece bir dakika toparlamak için istiyorum, uzatmayacağım.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümleler, rica ediyorum.

HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Tamam, hemen bitiriyorum.

Son olarak sadece şu soruyu sorayım, orada kapatayım, fazla uzatmayayım ben de; Sayın Bakan, daha önce de sordum, sizden istediğimiz cevabı bir türlü alamadık: Heyet Tahrir el-Şam İdlib'de şu an Türk parasını da kullanarak bir ekonomi yönetiyor, şu an hâlâ orada ve yakın zamanda Afrin'e doğru bir saldırıya geçti, genişledi ve Türkiye'den bu konuda biz bir tavır, sert bir tutum falan görmedik. Nedir Heyet Tahrir el-Şam'ın Afrin'le ilişkisi? Siz Heyet Tahrir el-Şam hakkında yani terör örgütü olarak Türkiye'nin kodladığı Heyet Tahrir el-Şam hakkında ne düşünüyorsunuz; özellikle Afrin'e doğru genişleme ve ileride olabilecek bir İdlib tahliyesinden sonra Afrin'in tamamen onların denetimine bırakılması konusunda? Bu yönlü tartışmalar da var.