| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/286) ve 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/285) ile Sayıştay tezkereleri a)Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı b)Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü c)Meteoroloji Genel Müdürlüğü ç)İklim Değişikliği Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 09 .11.2022 |
ZEKİ HAKAN SIDALI (Mersin) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, Sayın Bakan, Sayın Bakan Yardımcıları, bürokrasimizin değerli temsilcileri, çok kıymetli basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İktidarınızın yirmi yıllık politikaları yüzünden en temel yaşam hakkı olan barınma hakkı dahi ayrıcalık hâline geldi, gerçek bu. 2010 yılından bu yana Merkez Bankası Konut Fiyat Endeksi yayınlanıyor. Endekse göre, o günden bugüne gelir ile konut fiyatları arasındaki makas, keskin bir şekilde açılmaya devam ediyor. On iki yılda ortalama konut fiyatları 12 katına çıkmış. Peki, gelir bu kadar artmış mı? Artmamış.
İnsanları en temel hakkından mahrum bırakan bir iktidarın şehircilik politikası sorunludur. İktidarınızdan önce, mesela memurlar, emeklilik ikramiyesiyle "3+1" ev alabiliyordu. Şimdi ise rayici daha düşük bir semtte en fazla artı 1'i yani 1 odasını alabiliyor. Maaşlı çalışanların çok büyük çoğunluğu, bir ömür çalışsa bile bir ev alamıyor. Ülkemizde konut satışlarıyla övünebilirsiniz. Doğru, konut satışları artıyor ancak ev sahipliği oranı düşüyor. Bir küçük grup, tapu üstüne tapu dizerken; çalışan, emekli ise kira kontratı yapacak bütçesine göre bir ev dahi bulamıyor. İktidarın çözümü nedir? Konut kredisi vermek. Aylık geliri 5.500 lira olan insanlara, 14 bin lira, 28 bin lira taksitle kredi vermeyi gerçekten bu sorunun çözümü olarak görüyor musunuz? Ülkenin neredeyse yarısının asgari ücretle çalıştığı, geri kalan yüzde 25'ininse sadece asgari ücretten yüzde 25 fazla gelirinin olduğu bir ekonomik ortamda çözümünüz, barınma problemine değil, sadece beton lobilerine yönelik bir çözüm.
Sayın Bakan, uzun yıllar Emlak Konut Genel Müdürlüğü yaptı, bu işin mutfağından gelen birisi olarak vatandaşın bu konudaki sıkıntılarını iyi biliyordur, palyatif bile sayılamayacak bu tarz çözümlerle de bir arpa boyu yol gidilemeyeceğini de çok iyi biliyordur. Bu sebeple artık Bakanlığınızın ülkemizde giderek artan konut kriziyle alakalı çözüm stratejinizi vatandaşların da büyük bir merakla beklediğini sizlere tekrar hatırlatmak istiyorum.
Bu çerçevede merak ettiğiniz bir başka konu da tabii ki TOKİ projeleri. Şimdi, 250 bin konut projesinin müjdesini verdiniz fakat vatandaş neyi aldığını veya ne kadar ödeyeceğini de bilmek zorunda, öngörülemez artış miktarlarıyla bu işin yürütülemeyeceği ortada. Vatandaşlarımızın anayasal bir hak olan barınma hakkına erişimini makul düzeye çekmelisiniz. Bu süreci vatandaşı mağdur edecek, taksit miktarı gittikçe artan ödemelerle değil, erişilebilir ve karşılanabilir ödemelerle yürütmelisiniz. Finansman modeli, dolayısıyla böyle gerekli bir model ortaya konulmadan bu proje sadece bir seçim vaadi olarak kalacaktır.
Devlet adına bir sosyal konut projesi yapıyorsunuz. Sayın Bakan "Bu projenin garantisi Cumhurbaşkanı Erdoğan'dır." diyor. 2019 yılında "50.000+100.000" toplamda 150 binlik bir sosyal konut müjdesi de vermiştiniz. Son projenin de garantisi kabul ettiğiniz Sayın Cumhurbaşkanı da "Bir, bir buçuk yıl içinde bitecek." demişti. Aradan üç yıl geçti ancak birçoğunun proje alanında yeller esiyor, bir kısmının ihalesi daha yeni yapılıyor. Yani, vatandaşın anahtar teslim alma hayali yine başka bir bahara kaldı. "Rahatsızlık." dediniz; rahatsızlık yaptıklarınızda değil aslında, yapamadıklarınızda. Anlaşılan artık önceliğiniz son proje olacak ki 2019'da sözleşme imzaladıklarınız unutuldu, onların ne olacağı meçhul. "Onların garantisi Cumhurbaşkanıdır." demediğiniz için mi önemsemiyorsunuz? Böyle olmadığını umuyorum. Kendi projelerinizin arasında bile ayrıma mı gidiyorsunuz, merak ediyoruz.
81 ilde 221 proje gerçekleştireceğinizi söylemiştiniz. Bazı illerde TOKİ konutlarının arsa temininin dahi yapılmadığı söyleniyor; vatandaşlar bilgi almaya çalıştıkça geçiştiriliyorlar, öteleniyorlar, yok sayılıyorlar. Projelerde yaşanan gecikmeler ve doğan mağduriyetlerden dolayı, mesela 64 bin vatandaş TOKİ'ye dava açmış durumdaymış. Örneğin, projenin Mersin ayağıyla ilgili neredeyse her gün bir vatandaşımızdan ben yeni bir telefon alıyorum, yeni bir şikâyet alıyorum. Bu yapılan, sosyal konut inşa etmek değil, vatandaşlarının ev sahibi olabilme hayallerini yıkmaya doğru evriliyor; bu konuda da sizi samimiyetle uyarmak isterim çünkü bu, gerçekten doğru bir yol değil, insanların umutlarını kaybettirmemelisiniz. Bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey o umut.
Şimdi de yeni 250 bin konutu iki yılda bitireceğinizi söylüyorsunuz. Vatandaşlarımız endişeli. Biraz evvel söylediğim gibi "Bizim projeyi bitirmeden yenisine mi başlayacaklar?" diye soruyorlar. Bu soruyu aslında hepimiz çok merak ediyoruz. Ben kendime göre küçük bir hesap yaptım. Aradan geçen üç yılda 150 bin konutu bitirememişken iki yıl içinde 250 bin konutu yani toplam 400 bin konutu nasıl bitireceksiniz?
TOKİ'nin yılda 58 bin konut yapabilme kapasitesi varken bunu kâğıt üstünde 128 bine çıkarmışsınız. "Kâğıt üstünde" diyorum çünkü bunun sahaya bir yansıması yok, mevcut düzende de tutturabilme ihtimali yok. Yani buradan da anlaşıldığı gibi konut değil, hayal satıyorsunuz; ev sahibi değil, maalesef dert, endişe sahibi yapıyorsunuz. Mesela, konuşmanızda "Karabük'ten Mersin'e" dediniz, bu konuyla ilgili -son- şu soruları da sormak istiyorum: Mesela, Mersin'de yürütülen TOKİ projeleri ne aşamada? Projelerin zamanında teslim edilmemesiyle alakalı Mersin'de açılan dava var mı, varsa bunun sayısı kaç? Mersin'deki projeler ne zaman sahiplerine teslim edilecek? Dolayısıyla, hani "Acelemiz vatandaşlarımızın mutluluğunu sağlamak içindir." demiştiniz ya, Mersinlileri mutlu etmek istiyor musunuz?
Evet, kıymetli milletvekilleri, TOKİ'den de yeşil binalara geçersek yeşil binalar bölgenin iklim ve koşullarına uygun, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmiş, atık üretmeyen malzemelerin kullanıldığı, ekosistemlere duyarlı yapılar; bunu hepimiz biliyoruz, öğrendik. Bakanlığınız tarafından da 2014 yılında Yeşil Bina Yönetmeliği yayımlandı, binalara yeşil sertifikalandırmalar yapılıyor. Bu doğrultuda da TOKİ tarafından yapılan konutların da ne kadar yeşil ve ne kadar çevreci olduğunu hepimiz merak ediyoruz. Eğer değilse, bir yandan binalara yeşil sertifika verip, vatandaşları sürdürülebilir yaşamaya teşvik edip diğer yandan da bu konsepte kendinizin uymaması hangi gerekçeyle açıklanır? Aslında bu konu sizin samimiyet testiniz. TOKİ'ler yeşil bina olarak yapılıyorsa samimisiniz; ya değilse, ya yapılmıyorsa bakacağız.
Kıymetli milletvekilleri, konu çevre, iklim krizi olunca iş yeşil binalarla da bitmiyor. Ülkemizde korunan alanların dünyayla kıyaslandığında çok az olduğunu biliyoruz. Avrupa genelinde korunan alanların ülke yüz ölçümüne göre oranı ortalama yüzde 26, ülkemizde ise maalesef yüzde 9'u geçmiyor. Yani hem koruma alanlarının yüz ölçümüne göre oranımız düşük hem de koruma yalnızca kâğıt üstünde. Bir kurumun koruduğuna diğer kurum maalesef maden arama ruhsatı veriyor yani bir taraf koruyor, öbür taraf maden arama ruhsatı veriyor. Böylece korunan alanlar da aslında talana açılmış oluyor.
Bunun en son örneğini yine Mersin'de Silifke Göksü Deltası'nda gördük. Ramsar koruma alanı olan deltanın sınırına tersane yapılmak isteniyor; 2 kez ÇED raporu iptal edilmesine rağmen sulak alanın sınırları ısrarla daraltılmaya çalışılıyor. Yani bir yandan karbon salımını artırıyor, diğer yandan da onları yutacak olan yutak alanların yok edilmesine göz yumuyorsunuz. Bu çok başlı yapının da önüne geçmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi Küresel İklim Değişikliği Araştırma Raporu'nda korunan alanların yönetiminin tek elde toplanması için hep beraber bu Meclisin üyeleri gerekli düzenlemelerin yapılmasını önermişti, hep beraber düzenledik bunu. Peki, bu konuda bir çalışma var mı? Onu da merak ediyoruz.
Hükûmetiniz, yeşil diplomasi alanında OECD ve G20 ülkesinden beklenmeyecek şekilde maalesef pasif. Unutmayın, yeşil diplomasi, ülkemizin bölgesel ve küresel saygınlığının ve rekabet gücünün artırılmasında, farklı iklim finans kaynaklarına da erişmesinde ve iklim krizine uyum sürecinde çok önemli fırsatlara sahip.
İklim krizi konuşurken memleketim Mersin'in kıyılarına uzanalım, Akdeniz, küresel ortalamadan yüzde 20 daha fazla ısınıyor, biliyorsunuzdur. Kıyılarında da bu 510 milyon insanın yaşadığı Akdeniz, uygarlığın beşiğiydi -tümü için söylüyorum bunu- şimdi ise balıkları tükenmiş, kıyıları bozulmuş hâlde, maalesef korunmuyor. Akdeniz'de mesela toplam 1.150 tane deniz koruma alanı var, bunların çok büyük çoğunluğu sadece Türkiye'de değil birçok ülkede kâğıt üstünde koruma alanı. Tamamen korunan alan sayısı 80 yani Akdeniz'in sadece binde 4'ü. Bu deniz koruma alanlarına yapılan her 1 dolarlık yatırımın 10 dolar olarak geri dönüşü olduğu söyleniyor, aslında bizim açımızdan da bir fırsat sunuyor. Ayrıca, karbondioksidin çok büyük çoğunluğunu da denizlerin emdiğini hepimiz biliyoruz. Bu sebeple deniz çayırları ve algleri korumak da hayati ve ekonomik bir önem taşıyor.
Akdeniz dâhil tek sorun kirlilik değil, iklim krizinin etkisiyle son yirmi yılda Akdeniz'de yine deniz suyu sıcaklığı 1,4 derece, deniz seviyesiyse 6 santimetre yükselmiş. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde uzmanlar gelecek on yılda bir 6 santimetrelik daha yükselme bekliyorlar. İşte tam bu simülasyonlara göre, gene Mersin Limanı başta olmak üzere, Anamur ve Bozyazı ilçe merkezlerimizin, Göksu delta ovası ve Çukurova'nın önemli bir kısmının deniz sularıyla kaplanma riskiyle karşı karşıyayız. Bu olumsuz durumun Mersin için çok ciddi ekolojik ve ekonomik tehlikeler yaratacağı ortadayken Bakanlığınızın ne çalışmaları var, onu da bilmek isteriz.
Bir de tabii, hava kirliliği var. Hava kirliliği ne durumda? Dünya Sağlık Örgütü kılavuz değerlerinin yaklaşık 4 katı üzerinde seyrediyoruz. Örneğin, doğrudan akciğeri etkileyen partikül madde 2,5; yoğunluğu 2020 yılında 18 ölçülürken 2021'de 20 olmuş. Yani bu tehdit tüm dünyada her geçen yıl artmaya devam ediyor. Bizde PM2,5 kaynaklı hava kirliliğine bağlı erken ölüm riskimiz artıyor, hatta bunun mesela trafik kazalarından 7 kat daha fazla riskli olduğu söyleniyor. Türkiye nüfusunun yüzde 60'ından fazlasını kapsayan 38 ilde yapılan hava ölçümü raporları yayınlandı tarafınızdan. Rapora göre bu şehirlerdeki her 100 bin erken ölümden 64'ünün PM2,5 kirliliğine maruz kalmaktan kaynaklandığı da ortaya çıktı. Bu şehirlerde bu miktar Dünya Sağlık Örgütü limitlerini karşılasaydı erken ölümler ne olacaktı? Yüzde 75 oranında azalabilecekti. Yani vatandaşlarımız yüzde 75 oranında daha az hayatlarını kaybedeceklerdi. Peki, neden hayatlarını kaybediyorlar? Çünkü hava mevzuatında biz henüz PM2,5 için bir limit değer ortaya koymamışız. Ya, dünya koymuş, biz koymamışız. Eğer bu limit gerçekçi ve uluslararası standartlara uyumlu bir şekilde belirlense bu toplumsal ölümlerin gerçekten önüne geçebileceğiz. "Bu konuda bir yönetmelik hazırlıyoruz." dediğinizi sıklıkla duyuyoruz; evet, iki yıldır hazırlığına devam ettiğiniz ama bitiremediğiniz, dolayısıyla hazır olmayan dış ortağım hava kalitesini yönetim yönetmeliği çalışmamızı biliyoruz ama sadece biliyoruz, uygulamak zorundayız. Oradan gördüğünüz limit değerininse gene Dünya Sağlık Örgütünün kılavuzunun tam 6 katı olduğunu biliyoruz; korkunç bir şey. Yani insan sağlığına hiçbir fayda sağlamayacak, erken ölümleri önleyemeyecek bir yönetmelik üzerine çalıştığınız gözüküyor. İnsan hayatına mal olmasının yanında bir de tabii insanların, hayatını kaybetmeyen insanların da sağlığına mal oluyor.
Mesela, Türkiye'deki Kronik Kömür Kirliliği Raporu'na göre termik santrallerin neden olduğu hava kirliliğinin yarattığı sağlık sorunlarının ülkemize mali faturası -diğerlerinin kastetmiyorum- 53 milyar lira; bu da toplam sağlık harcamalarımızın yüzde 27'sine eşit. Yani bu santraller, resmen enerji değil, hastalık üretiyorlar. Kömürlü termik santral emisyonlarından kaynaklanan sağlık ve iklim maliyetlerini enerji üretim maliyetlerine eklediğimizdeyse hepiniz korkunç rakamların ortaya çıktığını göreceksiniz. Hesabı yanlış yapıyorsunuz; bu, sadece bu Bakanlık açısından değil, Enerji Bakanlığını da ilgilendiren bir mevzu. Bu maliyetler hesaplanmadan yapılan herhangi bir maliyetin ülkemize fayda getirmeyeceği aşikâr.
Çevreye dair tüm kirliliğin temelinin tabii, enerji sektörü olduğunu, ağırlıklı oranda enerji sektörü olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Artık yenilenebilir enerjiden elektrik üretmek fosilden daha ucuz hâle geldi. Bulunduğumuz coğrafya itibarıyla adeta bir rüzgâr ve güneş cennetiyiz; birinde Avrupa'da 1'inci, birinde Avrupa'da 2'nciyiz ama siz hâlâ kahverengi ekonomiyi ihya edecek yatırımların önünü açıyorsunuz. Fosil yakıtlara bugün teşvik değil, aksine vergi getirmemiz lazım; buradan doğan gelirleri de yenilenebilir enerjiye aktarmalıyız ki gerçekten samimiyseniz enerji bağımsızlığında, o enerji bağımsızlığını kendi kaynaklarımızla elde edelim. Önemli fırsatları da kaçırıyoruz.
Tüm bunlar olurken mesela, bizde bunlar olurken dünya yeşil dönüşüme hazırlanıyor. Geçici enerji krizi evet var dünyada ama bahaneniz veya bahaneniz olamayacak... Çünkü kaybettiğimiz vakit hem insan hem de finansman açısından ülkemizi olumsuz yönde etkiliyor. Kendi isteğimizle geçmemiz gerekirken- küresel baskıyla yenilenebilire geçtiğimizde gelecekte fosil yakıt üreten santraller artık elimizde atıl varlık olarak kalacak ve biz bunlara cidden hâlen devam ederek yatırım yapıyoruz. Yani ekonomik ömürlerini tamamlamadan durdurmak zorunda kalacağız bu yatırımların çoğunu. Sürdürülebilirliği motto hâline getirmek ise hem enerji hem maliyetleri düşürecek hem de hep söyledik, herkes söylüyor, temiz ve refah sağlayacak bir geleceği aslında vatandaşlarımıza da sunmamızı sağlayacak.
Kıymetli milletvekilleri, zaman bayağı daralıyor. Sadece iklim ve çevre politikalarını değil; ekonomi, sanayi, eğitim, istihdam piyasaları, vergi, dış ticaret, sosyal koruma politikalarını da kökünden değiştirmemiz gereken bir iklim çağına yeni bir iklim rejimine giriyoruz. Bu durum "Yeşil Kalkınma Devrimi başlatıyoruz." demekle çözülecek kadar basit değil. Bakın, geçen sene, 2022 bütçesini Yeşil Kalkınma Devrim bütçesi olarak ilan etmiştiniz ancak bütçede ne yeşil gördük ne de kalkınma gördük.
Sayın Bakan yaptığı bir açıklamada emisyon ticaret sisteminin kurulmasına yönelik çalışmaların devam ettiğini ve 2024 yılında hazır olacağını ifade etmiş. Sayın Bakanın verdiği tarihten de anlaşılacağı üzere, ETS seçim sonrasına kalacak; iyidir, biz yaparız. İktidarımızda Türkiye'nin en kârlı şekilde faydalanacağı, elde edilen gelirlerin doğrudan şirketlerin yeşil dönüşümüne katkı sağlayacak şekilde tesis edileceği bir sistemi biz inşa edeceğiz, böylece enerjideki bağımsızlığımızla hızla gerçekleşecek. Yeşil Mutabakat çerçevesinde yine Avrupa'nın uygulamaya alacağı sınırda karbon düzenlemesinin ülkemiz için bir kriz vesilesi değil, bir kalkınma vesilesi olarak kullanılmasını sağlayacağız. Buradaki maliyetleri senelerdir konuşuyoruz, geçen sene de konuştuk; Mecliste, Genel Kurulda da konuştuk dolayısıyla biz tekrarlayacağız, umarım duyarsınız.
Paris Anlaşması'nın Mecliste onaylandığı günün bir sonuç değil, başlangıç olduğunu ben söylemiştim şahsen. Sadece iklim ve çevre değil, ekonomi, sanayi, eğitim, istihdam piyasaları, vergi, dış ticaret, sosyal koruma politikalarını da kökünden değiştirmemiz gerekiyor. Bu konuda biz de her türlü desteği -eğer acilen yapmaya samimiyetle niyetliyseniz- veririz. Burada dolayısıyla anahtar kelime "planlama" olmalı; kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar hızlıca yapılmalı ve bu çerçevede ilerlenmeli fakat söylem ve eylem uyumsuzluğunuz ciddi ve gerçekçi bir planlama yapılmamasının göstergesi.
İklim Şûrası toplanmış mesela, 217 karar almış, Meclis araştırması komisyonu raporunu oy birliğiyle kabul etmiş ancak kararları da önerileri de uygulayan yok. Örneğin şûrada 27'nci Taraflar Konferansı öncesine kadar uzun dönemli enerji planı, uzun dönemli iklim stratejisi hazırlayacağınızı belirtmişsiniz, şu anda Taraflar Konferansı devam ediyor, strateji ve planı gören yok. Az evvelki açıklamanızı dinledim, ona göre iklim eylem planı ve ulusal katkı beyanını COP27'de kamuoyuyla paylaşacakmışsınız Sayın Bakan; sevindim, üzerine konuşuruz. İklim krizi mücadelesinin, iş birliğinin öneminin sürekli vurgusunu yapıyorsunuz, keşke bu mücadeleye hep beraber hazırlandığımızı iddia ederken de benzer iş birliğine açık olsaydınız, o zaman sizleri samimi, ciddi ve inandırıcı bulabilirdik ama maalesef her şey Meclisin gıyabında oluyor. Şimdi ise sadece iddialı ve gerçekçi olmanızı ve 2030 için mutlak azaltım sözü vereceğinizi temenni edebiliyoruz, aynı temenniyi iklim ve su kanunları için de taşıyoruz.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yarım dakikanız.
ZEKİ HAKAN SIDALI (Mersin) - Yıllardır "İklim kanunu çıkarıyoruz." diyorsunuz maalesef, şimdi Sayın Bakanın ağzından duyduğumuz son tarih de bu yılın sonu oldu. Bu sene böyle bir kanun çıkacağını hiç zannetmiyoruz ama çıkarsa da ülkemizin ve dünyamızın geleceğini etkileyecek böyle bir kanunun bir oldubittiyle çıkmasını istemeyiz. Karşılıklı görüşme, istişare her zaman faydalıdır; sizin için de faydalı olacağını düşünüyorum. Muhalefet partileri, iş dünyası, akademi, STK'lerle istişare edilen bir kanundan bence çok daha verimli bir sonuç alacaksınız Sayın Bakan.
Ben bu vesileyle Genel Kuruldan önce bu bütçenin vatanımıza, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Size de sabrınız için teşekkür ediyorum Başkanım.