KOMİSYON KONUŞMASI

ZEYNEL ÖZEN (İstanbul) - Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, değerli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sunumunuz için de teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, her şey çok güzel de bizim Türkiye olarak bir karar vermemiz gerekiyor yani 18 Martta Avrupa Parlamentosunda yaptığımız görüşmelerde bu kendini gösterdi. Bu AB uyum projeleri... AB, bir değerler topluluğudur, kıstasları var. Biz bu kıstasları yerine getirmekten ziyade, sorunu tespit edip sorunu çözme yerine -iç sorunlarımızda olduğu gibi- sorunun etrafında dolanıyoruz yani orada benim -gördüğüm- izlenimim şu oldu: Biz Gümrük Birliği Anlaşması'nı yenilemek istiyoruz, vize serbestisini sağlamak istiyoruz ama onlar da açıkça bize söylediler -arkadaşlar, siz de oradaydınız- bu bir bütünlüktür, bu kıstasları yerine getirmeniz gerekiyor yani ben burayı kabul ederim, burayı etmem; bunu yapmak istiyorum, bunu imzalamak istiyorum ama bunu imzalamak istemiyorum... Bu kabul edilmiyor. Türkiye'nin her şeyden önce karar vermesi gerekiyor gerçekten. Biz istiyoruz diyoruz ama gereklerini de yerine getirmiyoruz, getirmediğimiz için de -Sayın Müdürüm istatistikleri gösterdi- aşağıya doğru gidiyor çünkü biz hukukun üstünlüğü ve temel insan hakları konusunda hep geriye gittik ve bu görüşmeler neredeyse durma noktasına geldi. Yani bugün bu fonları görüşüyoruz, biz de bu fonların çok yararlı olduğunu düşünüyoruz, alınmasından yanayız, destekliyoruz ama bu fonların nasıl kullanıldığı da çok önemli yani amacına uygun kullanılmalı.

Şimdi, Anayasa Mahkemesinin temel haklar alanında etkili olması için, Anayasa Mahkemesinin, hukukun üstünlüğü ve temel haklar sektörünün gelişmesi için 4 milyon 950 bin avro yardım yapılıyor. Anayasa Mahkemesini ne hâle getirdik? Anayasa Mahkemesini biz siyasilerin üyelerini seçtiği duruma getirdik. Yani Yargıtayın kendi içinden yeterliliğine göre kendisinin seçmesine müsaade etmedik; siyasi bir kurum hâline getirdik ve bununiçin de yer yer, her kesimde Anayasa Mahkemesinin kararları tartışılıyor veya "Yok hükmündedir." deniliyor. Şimdi, iç hukukta böyleyken biz Avrupalılara bunu nasıl anlatırız? Öbür tarafta, temel insan hakları... Temel insan hakları konusunda biz 2010'lardan daha geriye gittik. Şu anda içeride tutuklu olan gazeteciler, siyasetçiler, akademisyenler, KHK'lerle ihraç edilen bilim adamlarımız, şimdi, biz bunlara bakmadan... Oraya da yine 4 milyon 950 bin avro yardım yapılıyor. Şimdi, arkadaşlar, bu fonları amacına uygun kullanmıyoruz ki. Dediğim gibi, bir sürü siyasetçi içeride, bir sürü belediyeye kayyum atanmış. Belediyelerin, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için de 4 milyon 950 bin avro alacağız ama yerel yönetimlerin hepsine kayyum atıyoruz, kayyum atayamadığımızın da yetkilerini kısıtlıyoruz. Yerel yönetimler böyle mi güçlenecek?

Diğer taraftan, hukuk ihlalinde gerçekten de dünyada 1'inciyiz. Başkanımın da ili olan Urfa'da Şenyaşar ailesi; resmen bir katliam yaşandı, kameralar önünde yaşandı bu, dört yıl sonra soruşturma açılıyor. Bu nasıl hukuk arkadaşlar? Kanıtlar, şeyler dört yıl toplanmıyor, soruşturma açılmıyor; bugün açılıyor, daha yeni. Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymuyoruz, ne Selahattin Demirtaş ne Kavala kararlarına ne Aleviler hakkında. Şimdi, bu hafta Alevilerle ilgili, cemevleriyle ilgili bir yasa teklifi Mecliste görüşülüyor ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu konuda, hem zorunlu din dersleri hem cemevleri hakkında karar verdi, Türkiye kararlara uymadığı için uyarı aldık. Şimdi, yine sorunu çözmek yerine, cemevlerini kültür ve turizme... Sanki folklorik bir yapı olarak şimdi öyle yasalaştırmak istiyoruz arkadaşlar; bunun için de fonlar alıyoruz, paralar alıyoruz ve sorunu çözmüyoruz, sorunun etrafında dolaşıyoruz. İşte, dediğim gibi, bugün, bizim belediye başkanlarından görevde olan yok; hepsine kayyum atandı. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi için biz para alıyoruz ama yerel yönetimlere, o, halkın seçtiği iradeye de el koyuyoruz; sonra da bunu terörizmle, bölücülükle motive etmeye çalışıyoruz. Arkadaşlar, bundan vazgeçmeliyiz. Yani orada da gördük, Avrupa Parlamentosu, Avrupa parlamenterleri, Avrupalılar Türkiye'de ne olup bitiyor, bizden de iyi takip ediyorlar. Orada sordukları sorulara cevap veremedik. Bu, bir ülke için kabullenilecek bir durum değil. Onun için, ülkemizi Avrupalılar dediği için değil, halkımızın çıkarları için halkımızın daha demokratik, daha refah yaşaması için demokrasinin geliştiği, eşit yurttaşlığın olduğu bir ülke hâline getirmek bizim görevimiz. Avrupalılar söylediği için değil, bunu yapmak zorundayız. Bunu yapmazsak, getirdiğimiz fonları amacına uygun da kullanmazsak bize bir faydası yok; iyidir bu fonlar.

Şimdi, daha yeni, iki gün önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Figen Yüksekdağ ve 13 milletvekilimizin dokunulmazlığı kaldırıldığı için -iç hukukta da bitti bunun şeyi- Türkiye'yi tazminata mahkûm etti. Bu, bir ülke için övünç meselesi mi yani? Bu, bir ülkenin demokrasisi için, hukuku için utanç meselesi arkadaşlar. Niye biz bunları iç hukukta halletmiyoruz? Niye bunları iç hukukta halletmiyoruz?

Şimdi, ben spesifik olarak öbürlerinin hepsine girmeyeceğim yani bu fonların yerinde kullanılıp kullanılmadığı... Elimde bir Sayıştay rapor var, ben bu Sayıştay raporunu okuyacağım; Sayıştay'ın raporu. Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu tarafından, AB'den gelen IPA fonlarıyla oluşturulan bir proje var; bu proje kapsamında köylüye verildiği belirtilen hibe miktarı Türk parasıyla 8,5 milyar TL. Sayıştay bu Kurumu denetlemiş ve denetleme neticesinde ilginç verilere ulaşmış. Denizli ve Afyonkarahisar illerinde zanaatkârlık ve katma değerli ürünler ürettiği belirtilen ve dokumacılık, taş işleme, cam eşya üretimi alanında faaliyet gösteren işletmelerin bir kısmını gidip yerinde görmüş; meğer köylüye dokuma tezgâhları hibe edilsin diye verilen paralar Denizli Organize Sanayi Bölgesi'ndeki fabrika sahiplerine verilmiş yani, el sanatları, küçük üreticiler filan değil. Amaç, kâğıt üstünde, hem o kırsal bölgede öteden beri üretilen ve toplumun kültürel mirası olma niteliğinde önem arz eden ve bölgeye özdeş, hatta belki bu yönüyle çoğunlukla coğrafi işarete konu ürünlerin yok olmasını önlemekti yani bu fon onun için veriliyor. Sayıştay "Ne yapıyorsunuz siz?" diye Kuruma sormuş, Kurum ise cevabında "Üretimi çeşitlendirmek ve istihdam yaratmak istiyoruz." demiş, Sayıştay ise "Verilen destekle kurulmuş tesis ve tesiste yapılan üretim arasında en küçük bir benzerlik bulmak ya da illiyet bağı kurmak mümkün değildir." cevabını vermiş.

Aynı tespitleri başka bir işletmeye giderek çeşitlendirmiş. Yine, Denizli ve Afyonkarahisar ilinde taş işleme alanında rastgele işletmeleri incelemiş. Yapılan incelemede, ocaktan gelmiş tonlarca ağırlıktaki büyük mermer ve traverten blokların kesilerek bunların inşaatta yer ve duvar kaplaması olarak kullanılan mermer, traverten plakalara dönüştürüldüğü görülmüş; hatta bilgisayarlı hassas kesim cihazı (CNC) takım tezgâhlarında, -başta geometrik tasarımlar olmak üzere pek çoğu yurt dışından alınan- villa ya da otel inşaatlarına özel siparişler için çalışıldığı anlaşılmış. Şimdi buradan sizlere soruyorum: Nerede köylü, nerede emeğiyle geçinen tezgâhtar kadınlar?

Sayıştay başka bir işletmeyi daha incelemiş. Denizli'de cam eşya alanında faaliyet gösteren işletmede karşılaşılmış, "web" sayfası ya da katalogları bulunmayan firmaların belli bir ürün çalışmadığı fakat sipariş usulü çalışarak 16 bin çeşit ürüne ilişkin siparişleri karşıladığı belirlenmiş; yani, dile kolay, 16 bin çeşit! Hâlihazırda, üretim ürünlerinde, bu 16 bin çeşit sipariş ürünleri arasında şarap kadehi, viski şişesi, vazo tarzında ürünler olduğu görülmüş. Firmanın ham madde üretimi yapmadığı; üretilmiş cam eşya üzerinde kesme, rodaj, marka basımı ve nihayet parlatma gibi işlemleri yaptığı; müşteri profili incelendiğinde ise Paşabahçenin aralarında olduğu büyük markalara fason üretim gerçekleştirdiği anlaşılmıştır arkadaşlar. Zanaatkârlara verilecek fon nereye veriliyor? Yani bildiğimiz endüstriyel üretim yapmışlar; hâliyle, Avrupa Birliğinden alınan fon asıl amaçlanan yerde kullanılmamış. Maliyeti bile köylüye yük. Bunun da tabii ki köylüyle, üretimle alakası olmayan bir nedeni var çünkü burası yandaşları sınavsız atama yaparak kamu görevlisi yapma kurumuna dönüşmüştür.

Kısmi zamanlı uzmanların özel bilgi ve uzmanlığa ihtiyaç duyulan işlerde çalıştırılması öngörülmüşken, mevzuatta öngörülen vasıfları taşımayan kişilerin kısmi zamanlı uzman olarak çalıştırıldığı belirlenmiş; geçici olması gereken bu çalışmanın süreklilik arz eden bir istihdam biçimine dönüştürüldüğü tespit edilmiştir. Sayıştay tam olarak şunları söylüyor: Sayısı 61 olan kısmi zamanlı uzmanların hemen hiçbirisi ilgili yönetmenliğin 20'nci maddesinde öngörülmüş olan şartları gerek eğitim gerekse iş tecrübesi yönüyle taşımamaktadır. Yani neticede, AB'nin bu IPARD Projesi bahanesiyle 61 kişi sınavsız kamu görevlisi yapılmıştır. Torpilli olmayan gariban vatandaşsa hâlâ KPSS çalışmaya devam ediyor. Bu AB fonlarıyla yapılan usulsüzlükler memleketin neden bu hâle döndüğünün örneğidir.

Arkadaşlar, tek bir konuda spesifik bir bilgi verdim size. Biz fonları böyle kullandığımız sürece bu fonların bizim ülkemizin bir hukuk devleti, temel insan haklarına uyan, çağdaş, çevreyi önceleyen bir yapıya ulaşmasını sağlaması mümkün değil.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.