| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/286) ve 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/285) ile Sayıştay tezkereleri a)Adalet Bakanlığı b)Anayasa Mahkemesi c)Yargıtay ç)Danıştay d)Kişisel Verileri Koruma Kurumu e)Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu f)Türkiye Adalet Akademisi g)Hâkimler ve Savcılar Kurulu ğ)Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 15 .11.2022 |
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Bakan, Anayasa Mahkemesinin, Yargıtayın, Danıştayın ve kurumların saygıdeğer temsilcileri, Bakanlığın değerli bürokratları, sayın milletvekilleri, değerli basın emekçileri; hepinizi grubum adına selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan önce, önceki gün gerçekleştirilen bombalı saldırıyı kınıyor, bu saldırıda yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Ayrıca, yaralı yurttaşlarımızın bir an önce sağlıklarına ve sevdiklerine kavuşmalarını diliyorum. Bütün kalbimle temenni ediyorum ve umuyorum ki ülkemiz bir daha böyle bir saldırıyla karşı karşıya kalmasın ve ülkemizin içinde ve dışında bu tür saldırılardan siyasal olarak veya başka biçimde nemalanmak isteyen hiç kimse amacına ulaşamasın.
Şimdi, Türkiye'nin en çok tartışılan Bakanlığının, en çok tartışılan konuyu yönetme iddiasında olan Bakanlığın, Adalet Bakanlığının bütçesini görüşüyoruz. Kuşkusuz, bir kişinin beş, on, yirmi dakikada Türkiye'nin adalet sorunu değerli toplu biçimde tartışması beklenemez, beklenmemelidir. Hepimiz gün boyu tartışacak, eleştirilerimizi sunacak, önerilerimizi dile getirecek ama bitirdiğimizde pek çok konuya giriş bile yapamadığımızı fark edeceğiz; ben de bir girizgâh yapmayı umuyorum.
Aslında adında "adalet" olan Adalet ve Kalkınma Partisi katıldığı ilk seçimde biraz da seçim sistemi sayesinde oyların yüzde 34'ünü alarak tek başına iktidar oldu. İktidara geldikten sonra pek çok şeyi değiştirmek istedi. Önemli bir kısmını değiştirdiğini düşünüyorum, bir kısmını ise yargı, hukuka engel, hukuka aykırı bulduğu için değiştiremedi. AKP iktidara geldiğinde bence gerçekten yargının bağımsız olmasını istiyordu çünkü yargıya kendisini cumhuriyetin bekçisi olarak görenlerin egemen olduğuna inanıyor ve bunu yürüttüğü siyaset açısından bir engel olarak görüyordu. Yayımladığı genelgeler ve emirler iptal ediliyor, bunun için yönetmelikleri değiştiriyordu; yönetmelik değişiklikleri iptal ediliyor, pek çok konuda yasal düzenlemeler yapıyordu ama Adalet ve Kalkınma Partisi yargı kararlarına saygılı davranmak yerine bu kararları ortadan kaldırmak için her yolu deniyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi yargıyla çatışarak bu sorunu çözemeyeceğini anlayınca yeni bir strateji geliştirdi, gerçek anlamda yargı bağımsızlığının temelini atmak yerine -ki böyle bir fırsatı, böyle bir olanağı, böyle bir gücü vardı- yargı kurumlarını kontrol etme yolunu seçti. Bunun için başta Fetullahçılar olmak üzere pek çok grupla, cemaatle iş birliği yaptı ve sonunda amacına ulaştı; yargıyı önemli oranda kontrolü altına aldı. Aslında, daha sonra, "FETÖ" denilen cemaatle çatışana kadar Adalet ve Kalkınma Partisi açısından sorunlar çözülmüş gibi görünüyordu; ne adli yargıda ne idari yargıda ne Danıştayda ne Yargıtayda ne Sayıştayda ne Anayasa Mahkemesinin 2008'deki kapatma davasını reddetmesiyle birlikte Yüksek Seçim Kurulunda ne de Anayasa Mahkemesinde ciddi bir sorun kalmamıştı ama cemaat Hükûmetle iktidar yarışına girince yeni bir sorun baş gösterdi. ÇHD Genel Başkanı sevgili Selçuk Kozağaçlı'nın geçen hafta savunmasında da dile getirdiği gibi yargı yürütmeden tamamen bağımsızlaştı. Öyle ya, hâkimler ve savcılar Hükûmetin başındaki Başbakanın, Cumhurbaşkanının, İçişleri Bakanının, Sanayi Bakanının, Avrupa Birliği Bakanının telefonlarını dinliyor; MİT Başkanı hakkında gözaltı kararı almaya hazırlanıyor; Hükûmet üyeleri hakkında yolsuzluk soruşturması yürütüyordu. Evet, yargı Hükûmetten, yürütmeden tamamen bağımsızlaşmıştı ama ortada gerçek anlamda bir bağımsızlık yoktu çünkü yargı cemaatlerin kontrolü altına girmişti.
17-25 Aralıkta başlayan hesaplaşma 15 Temmuzda doruğa çıktı; fiilen hâkimlik, savcılık, Yargıtay, Danıştay, HSK, AYM üyeliği yapan binlerce hâkim ve savcı herhangi bir soruşturmanın veya yargılamanın sonucu beklenmeden, idari kararlarla, evet, idari kararlarla görevden alındı; cumhuriyet tarihindeki en büyük tasfiye hareketiydi bu ama bu da yargıda gerçek anlamda bir bağımsızlık getirmedi. Aralarında Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP'nin il ve ilçe yöneticiliğini yapmış olan; belediye başkan adaylığı, milletvekili adaylığı olan binlerce hâkim ve savcı atandı, bunların büyük bir bölümü yeterli eğitimi almamıştı, avukatlıktan geçenlerin avukatlık deneyimi hâkim ve savcılık için yeterli görülmüştü.
İktidara o kadar bağımlı bir yargı yaratıldı ki iktidara yakın olan hiç kimse yargılanamaz, soruşturulamaz, dokunulamaz olarak görüldü. Hükûmetleri devirecek kadar ciddi iddialar hakkında soruşturma bile açılmazken muhaliflerin üç yıl önce, beş yıl önce, dokuz yıl önce attıkları "tweet"ler, yaptıkları açıklamalar gece yarısı operasyonlarıyla gözaltına alınmalarına, tutuklanmalarına ve hapis cezasıyla cezalandırılmalarına gerekçe yapıldı. Türkiye yargı bağımsızlığı açısından dünyanın en kötü ülkeleri arasında anılır oldu. Bütün dünya, pazarlıkla, Türkiye'de yargının istediği kararı alabileceğine inanıyor. Cumhurbaşkanı kameraların önünde adeta ABD'yle, Suudi Arabistan'la, Birleşik Arap Emirlikleri'yle, Almanya'yla ve pek çok ülkeyle yargı pazarlığı yapıyor. Türkiye'nin dünyadan görünen resmi budur
Şimdi, belli başlı birkaç sorunla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum Sayın Bakan. Bir tanesi -az evvel de söyledim- şu: Hükûmete yönelik, Hükûmet üyelerine yönelik, iktidara yakın kişilere yönelik herhangi bir soruşturma yürütülmüyor. Bakın, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu, 2013 Türkiye yolsuzluk skandalı, 2013-2014 yıllarında yürütülen ve bazı kamu kurum ve kuruluşları ile aralarında 4 Bakanın da yer aldığı kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanma ve rüşvetle suçlandığı soruşturmalar. Soruşturmaların ardından Egemen Bağış Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alındı; İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar Bakanlık görevinden istifa ettiler. 5 Ocak 2015'te Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan oylamada eski Bakanların Yüce Divana gönderilmesi engellendi; hani, şu, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun kahkahalarla "çak" yaptığı oylamaydı bu.
Görevinden alınan Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan'a ait şirketin Bakanlığa, piyasanın üzerinde bir fiyatla dezenfektan sattığı ortaya çıktı; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, fahiş fiyata dezenfektan satışıyla devleti dolandıran Bakan hakkında şikâyet dosyasını işleme koymadı. 10 Temmuz 2018'den 21 Nisan 2021 tarihine kadar Ticaret Bakanı Sayın Pekcan görevini yürütmeye devam etti, nisan ayında Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle görevden alındı ama hâlâ bu konuda bir soruşturma yürütülmüyor.
Organize suç örgütü lideri Sedat Peker onlarca ifşaatta bulundu, yargı harekete geçmedi. Son olarak yaptığı paylaşımlarda, SPK Başkanı ile kardeşi AKP Erzurum Milletvekilinin Marka Yatırım Holdingin sahibi kişiye 12 milyon TL rüşvet verdiğini iddia etmişti. Peker, Sineren'in bu parayı ödeyemeyeceğini söylemesi üzerine, bir arkadaşı tarafından Cumhurbaşkanı danışmanına yönlendirildiğini öne sürdü ama bu iddialarla ilgili olarak da savcılar harekete geçmedi.
Urfa'nın Suruç ilçesinde Şenyaşar ailesinin iş yerlerini ziyaret etmişti AKP milletvekili ve milletvekili adayı İbrahim Halil Yıldız. Aile fertlerine bir saldırı gerçekleşti, Şenyaşar ailesinin 3 ferdi katledildi. Saldırıdan dört yıl dört ay sonra bir iddianame hazırlandı ve o iddianamenin içerisinde de o gün orada olan milletvekili hakkında herhangi bir soruşturma işlemi yok. Gariptir, Valinin, kamu otoritesinin, kamu yöneticilerinin tamamının olduğu bir yerde hiçbir kamera kaydı bulunamadı. Neden? Çünkü olayın taraflarından birisi AKP milletvekiliydi.
Yargıda ciddi bir kadrolaşma sorunu var; -uzun uzun anlatmayacağım ,-Muharrem Bey biraz önce söyledi- bu kadrolaşmanın bir örneği, en önemli örneği, bir hâkimin, hakkında çokça iddia olan bir hâkimin korunurcasına Bakan Yardımcısı yapılmasıdır. Haklarındaki iddialara rağmen pek çok hâkim hakkında soruşturma başlatılmadığını biliyoruz.
Türkiye'de ciddi bir tutuklu gazeteciler sorunu var. Sınır Tanımayan Gazetecilere göre 9 gazeteci tutuklu; Gazetecileri Koruma Komitesine göre sayı 18, Türkiye Gazeteciler Sendikasına göre sayı 38, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneğine göre sayı 59. Bu konuda kesin bir sayı bile verilemiyor ve gazetecilere yönelik operasyonlar, tutuklamalar devam ediyor. Bu yetmezmiş gibi, yakın bir tarihte "sansür yasası" olarak bilinen internet medyası ve sanal medyayı kontrol altına almaya çalışan bir yasayı Adalet ve Kalkınma Partili milletvekilleri, MHP'li milletvekilleriyle birlikte Parlamentoya getirdiler ve o da, o teklif de yasalaştı.
En önemli sorunların başında cezaevlerindeki hak ihlalleri geliyor. Sadece sağlık hakkı ve yaşama hakkı ihlaline uğramıyorlar; darp, tehdit, işkence, tek kişilik hücrede tecrit, çıplak arama, yemeklerin kötü, porsiyonların küçük olması, disiplin cezalarının keyfî biçimde uygulanması, kitap ve yayınların verilmemesi, toplatılması, keyfî ve sık yaşanan koğuş baskınları, keyfî olarak yazılara el konulması, sohbet hakkı, spor ve kültürel faaliyetlerin kısıtlanması, kaloriferlerin yanmaması, anneleriyle birlikte cezaevinde kalan çocukların ihtiyaçlarının gözetilmemesi, kantin fiyatlarının fahiş olması gibi onlarca sorun var cezaevinde. Her ay basında cezaevlerindeki -bakın, hak ihlalleri değil- 60'ı aşkın insanlık dışı uygulamalara ilişkin haber geçiyor.
F ve S tipi cezaevleri var. Tecrit içinde tecrit diyebileceğimiz katmanlı bir tecrit yaşanıyor burada. 3 kişilik koğuşlardan, tek kişilik koğuşlardan oluşan cezaevleri bunlar. Tecridi biz bir insanlık suçu olarak görüyoruz. Hem ruhsal hem de bedensel acı verdiren bir işkence uygulamasıdır bu. Tek kişilik yerde yüksek güvenlikli ve S tipi cezaevlerinde tek tutulan mahpuslar günün bir saatinde başka bir yere havalandırmaya götürülüp sonra da geri getiriliyor. Koğuşun kendine ait bir havalandırması yok. Çamaşırlarını aynı odada, kaldıkları yerde asıyorlar. Bir kişinin yirmi dört saat içinde tek başına tutulması bir işkencedir. Türkiye, uluslararası sözleşmelere aykırı davranmaktadır. Dolayısıyla Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı bu uygulamadan derhal vazgeçmelidir.
İdari ve Gözlem Kurulu kararları var. Bu kararlar o kadar haksız ve hukuksuz ki yani neredeyse aldıkları cezanın tamamının cezaevinde çektirilmesine yönelik uygulamalardan söz ediyoruz. Bir kişi altı yıl üç ay örgüt üyeliğinden hapis cezası alıyor, dörtte 3'ünü yatması gerekiyor; dört yıl sekiz ay. Dört yıl sekiz ay bile büyük bir eşitsizlik çünkü koşullu salıverilmeden yararlandırılmıyor, denetimli serbestlikten yararlandırılmıyor. Dört yıl sekiz ay yetmezmiş gibi altı yıl üç ay yatırılmak isteniyor. Otuz yılını doldurmuş mahpuslar var ve bunların da disiplin cezaları ve benzeri nedenlerle tahliyeleri engellenmeye çalışılıyor. Oysa rüşvetten, yolsuzluktan, dolandırıcılıktan, başka bir suçtan yargılanmış olsa, altı yıl üç ay hapis cezası almış olsa, üç yıl on beş gün; cezasının infazı olacak, iki yıl denetimli serbestlik ile üç yıl şartlı koşullu salıverilmeden yararlandırıldığında on beş gün sonra tahliye edilmesi mümkün. Bir hükümlüyü altı yıl üç ay, diğer hükümlüyü ise on beş gün yatıran bir infaz sistemi var.
Cezaevlerinde yaşamını yitiren çok sayıda mahpus var ve her gün, her hafta mahpuslar yaşamını yitiriyor. Sayısı iki yılda 144... Sadece bu yıl 63 tutuklu ve hükümlü yaşamını yitirdi. 2021 yılında 52 kişi yaşamını yitirmişti. Ayrıca, tahliye olduktan çok kısa bir süre sonra yaşamını yitirenler de var. Tedavi olmaları imkânsız olan bir raddeye geldikten sonra tahliye edildikleri için yaşamını yitiriyorlar.
Cezaevlerinde intihar olayları tekrar gündeme geldi; şüpheli ölümler olarak görüyoruz, yaşam hakkı ihlallerini gündeme getiren bir diğer olgu da bu. Yaşamını intihar etmek suretiyle sonlandırdığı iddia edilen mahpusların cezaevinin hukuk dışı uygulamaları yüzünden intihara sürüklendiğine inanıyoruz. Ayrıca, cezaevlerinde şüpheli şekilde yaşamını yitiren ya da intihar ettiği iddia edilen mahpusların çoğu hukuka aykırı şekilde tek başına hücrelerde tutulan mahpuslardan oluşuyor.
Cezaevlerindeki en büyük sorunlardan bir tanesi de hasta mahpuslar sorunu. Şimdi, sayı o kadar yüksek ki Sayın Bakan yani sivil toplum kuruluşları var, demokratik kitle örgütleri var, insan hakları örgütleri var; bunlar, rapor yayınlıyorlar ve bunların raporlarına göre şu anda 504'ü ağır olmak üzere 1.605 hasta tutsak bulunuyor. Burada resimlerini astıklarımızdan sadece birkaç tanesini okuyalım: Serdal Yıldırım, belden aşağısı felçli, yüzde 98 engelli olarak tekerlekli sandalyeye bağlı olarak yaşıyor, tahliye edilmiyor; Engin Aktaş, 2 eli yok, KOAH hastası, tahliye edilmiyor; Mehmet Emin Özkan, bugüne kadar 5 kez kalp krizi geçirdi, "Cezaevinde kalamaz" raporu olmasına rağmen serbest bırakılmıyor. Resimlerini gördüğünüz bütün mahpuslar yaşam savaşı veriyorlar. Sayın Bakan, bu kişilerin öldükten sonra mı cezaevinden çıkmalarına izin vereceksiniz?
Şimdi, başta da söyledim, Türkiye'nin ciddi sorunlarından bir tanesi tecrit. "Tecrit" dediğimiz şey yani sadece 1 kişilik, 3 kişilik koğuşlarda tutulmasından, yalıtılmasından söz etmiyoruz; yasal, anayasal ve yönetmelikle güvence altına alınmış haklarını kullanamamalarından söz ediyoruz. Bakın, 5275 sayılı yasanın 59'uncu maddesi avukat ve noterle görüşme hakkını düzenliyor; 83 maddesi aile yakınlarının hükümlüyü ziyaretini düzenliyor. Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik var; bu yönetmeliğin 7, 8, 9, 10, 11, 12'nci maddeleri kapalı görüşü; 13, 14, 15, 16, 17, 18'inci maddeleri açık görüşü; 19'uncu maddesi tutukluların müdafi, uzlaştırmacı ve arabulucuyla görüşmesini; 20'nci maddesi hükümlünün avukat, uzlaştırmacı ve arabulucuya görüşmesini düzenliyor. Yasa hükmü de yönetmelik hükmü de çok açık "Hükümlü ile avukatı, meslek kimliğinin ibrazı üzerine, -herhangi bir izne tabi değil- tatil günleri dışında ve çalışma saatleri içinde, bu iş için ayrılan görüşme yerlerinde, konuşulanların duyulamayacağı, ancak; güvenlik nedeniyle görülebileceği bir biçimde, açık görüş usulüne uygun olarak görüştürülür." Peki, gerçekten yasanın ve yönetmeliğin bu hükümleri uygulanıyor mu? Sayın Bakan, İmralı Cezaevinde bunun uygulanmadığı çok açık. Avukatlar ve aileler her hafta Bursa savcılığına başvurarak izin istiyorlar. Bakın, böyle bir izin yükümlülükleri yok; hafta içi mesai saatleri içerisinde sadece cezaevine gidip görüşebilmeleri gerekirken savcılık iznine bağladınız ve savcı da ya cevap vermiyor ya da aradan yıllar geçtikten sonra görüşmelerini bir biçimde yasakladığını söylüyor. On bir yılda, bakın, on bir yılda yalnızca 5 görüşme yapabilmiş Sayın Öcalan, en son avukat görüşü üzerinden de üç yıl geçmiş durumda. İmralı'ya Mart 2015 döneminde nakledilen Sayın Konar, Sayın Yıldırım ve Sayın Aktaş ise bugüne kadar hiçbir şekilde yani yedi yıldır hiçbir şekilde avukatlarıyla görüşememişler. Sekiz yılda yalnız beş aile görüşü; İmralı'da bulundukları süre boyunca Konar ile Aktaş yalnızca 3 aile görüşü; Yıldırım ise yalnızca 2 kez aile görüşü yapabilmiş. Yirmi üç yılı aşkın İmralı tarihinde yalnızca 2 kez telefon görüşmesine olanak tanıdınız; bunlardan bir tanesi Covid dönemiydi, bir diğerini de Sayın Öcalan'ın yaşamını yitirdiğini dair haberler üzerine verdiğiniz. Bu mutlak şekilde tecrittir; 5275 sayılı Yasa'nın, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik'in, uluslararası sözleşmelerin yok sayılması anlamına gelmektedir. CPT raporlarına da konu olmuş bu konuda Adalet Bakanlığının biran önce adım atmasını bekliyoruz. Bakın, Türkiye'de rehin alınan siyasetçiler var yani 2016 yılından bugüne, 4 Kasım 2016 tarihinde HDP'li 12 vekil, 4 farklı ilde yürütülen ayrı soruşturmalar kapsamında fakat âdeta savcılıklarca ortaklaşa yürütülmüş bir operasyonla gözaltına alındılar. Daha sonra Eş Başkanlarımız, temel suçlama 6-8 Ekim olayları, fezlekesi, olan suçlamayla tutuklandılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 20 Kasım 2018 tarihinde Demirtaş'ın Ankara 19'uncu Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davasında siyasi gerekçelerle tutuklu olduğunu tespit etti, 18'inci maddenin ihlal edildiğine karar verdi ve derhâl serbest bırakılmasını istedi; hâlâ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı yerine getirilmiş değil. Yine daha sonra HDP'li vekiller; Aysel Tuğluk, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, başka dosyalardan Kandıra Cezaevinde tutuklu olmalarına rağmen Ekim 2020'de bu dosya kapsamında bir kez daha tutuklandılar. 27 Haziran 2022 tarihinde başlayan periyotta, kimlik tespiti için hasta tutuklu siyasetçi Aysel Tuğluk'un 28 Haziranda görülecek olan duruşmada hazır edilmesine karar verilmiştir. Aysel Tuğluk "Benim özel bir durumum var, hasta olduğum için kendimi ifade edemiyorum, bu hastalıktan dolayı savunmamı daha sonra yapacağım." demişti. 4 Haziran 2020'de vekillikleri düşürülen Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı, HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven ve HDP Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları tutuklandı, vekillikleri düşürüldü.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yarım dakikanız.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Yerel yönetimlere yönelik olarak da hukuk dışı operasyonlar devam ediyor. 19 Ağustostan bugüne, 3'ü büyükşehir, 5'i il, 33'ü ilçe, 7'si belediye olmak üzere toplam 48 belediye başkanımız görevden uzaklaştırıldı; 84 belediye eş başkanımız çeşitli tarihlerde gözaltına alındı; 21'i kadın olmak üzere 39 belediye eş başkanımız tutuklanarak cezaevine hapsedildiler. Hâlen 4'ü kadın belediye eş başkanımız olmak üzere 8 belediye eş başkanımız tutuklu ve onlarca arkadaşımız ev hapsine tutuldu.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son cümlenizi alalım, tamamladınız sürenizi.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Özet olarak, çok sayıda hukuksuzluk var; ben bunların sadece birkaç tanesine değinebildim. Ha, bu kısa süre içerisinde, sekiz ay kalmışken seçime, bunları çözebilecek misiniz, çok umutlu değilim ama emin olun, Adalet Bakanlığının bu konuda atacağı adımları toplumun önemli bir kesimi destekleyecektir diyorum. Teşekkür ediyorum.