| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/286) ve 2021 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/285) ile Sayıştay tezkereleri a)Adalet Bakanlığı b)Anayasa Mahkemesi c)Yargıtay ç)Danıştay d)Kişisel Verileri Koruma Kurumu e)Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumu f)Türkiye Adalet Akademisi g)Hâkimler ve Savcılar Kurulu ğ)Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 15 .11.2022 |
AYHAN EREL (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri, Sayın Bakan, Bakan Yardımcıları, Bakanlığın çok değerli bürokratları ve yüksek yargı organlarının temsilcileri, kıymetli basın mensupları; Adalet Bakanlığı bütçesinin ve bütçenin tümüyle birlikte ülkemize, milletimize, adaletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
İstanbul'da meydana gelen terör olaylarında hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum. Terörün amacı, milletin birliğini beraberliğini bozmak, onlar arasında korku ve panik yaratmak ancak bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da amacına ulaşamayacaktır. Terörü, teröre bulaşanları, terörü destekleyenleri şiddetle, nefretle kınıyorum.
Kişilerin ve milletlerin hayatlarının en önemli erdemi adalettir. "Adalet mülkün temelidir." Bu söz devletlerin varlığının devamının ancak adaletle sağlanacağını ifade eder. Temeli olmayan yani adaleti olmayan devletin uzun ömürlü olması beklenemez. Tüm dinlerin ortak ve merkez değeri adalettir; Tevrat'ta, İncil'de, Kur'an-ı Kerim'de adalet ön plandadır. Şüphe yok ki adaletin bu önemi, onu uygulamakla görevli olan hâkimlerin sırtına çok ağır bir yük ve sorumluluk yüklemektedir. "Adalet, önce devletten gelir çünkü hukuk, devletin toplumsal düzenidir." demiştir Aristo. Yine, suçlunun beraat ettiği yerde yargıç hüküm giyer. Masumu, suçsuzu, haklıyı ezen bir hâkim aslında kendisini mahkûm eder. Hukuk devletinin en temel organı mahkemelerdir. Mahkemelerin yani yargının olmazsa olmazı da bağımsız, tarafsız ve korkusuz olmasıdır. Yargı, bir tür, en güçlü silahsız kuvvettir çünkü yargı gücünü devletten alır, hükmünü de büyük Türk milleti adına verir. Bu nedenle devletin en önemli ve değerli gücü adalet olmak zorundadır. Eğer ülkede bu kuvvet yok edilirse veya bir grubun vesayeti altına girerse, kişisel ve siyasi menfaatlere alet edilirse, kısacası devletin adaleti elinden alınır, işlemez hâle getirilirse, bu temel yapı yok edilirse ortaya çıkacak tabloyu takdirlerinize bırakıyorum. Bir ülkede adalete olan güven kaybolmuşsa devletin tüm birimlerine olan güven ortadan kalkar. Bu bağlamda yargı, devletin onuru, namusu, şerefidir çünkü milletin tek güvencesi, umudu ve geleceğidir. Bu nedenle, toplumsal barışın, temel hak ve özgürlüklerin, dengenin, düzenin, eşit insan haklarının, devlete olan güvenin, Türk milletinin hukuka olan güveninin sönmeyen ışığıdır adalet.
İzmir'in Karaburun ilçesinde yaşanan bir hadisede, bir partinin ilçe başkanını tutuklamaya sevk eden ve tutuklayan hâkimlerin bulundukları İzmir'den Urfa Siverek'e nakilleri yani sürgünlerine dair iddialar, yine, İmamoğlu dosyasına bakan hâkimin "İstenilen talebi yerine getiremem." dediği için bir yılı doldurmadığı hâlde başka bir yere -Samsun'a- naklen tayin edilmesi ve buna benzer yüzlerce iddialar var. Bu iddiaların olması dahi adalete olan güveni yerle bir etmektedir. Adalete olan güven her gün erozyona uğramaktadır.
Siz, Sayın Bakanım, keşke bu kararları nedeniyle yerlerinden edilen hâkim ve savcıların kararlarının arkasında durup "Yargı bağımsızdır; beğenilmeyen kararların üst yargı merci sürgün yerleri değildir, bu kararların itiraz yeri üst mahkemelerdir. Ben savcıların, hâkimlerin verdiği kararların bir hukukçu olarak, bir Adalet Bakanı olarak arkasındayım." deseydiniz. İşte o zaman savcı ve hâkimler kararları nedeniyle kendilerini güvencede hissedebilirlerdi. Siz bu tavrınızla hâkim ve savcılara sahip değil, onların Türk milleti adına vermiş olduğu kararlara sahip olacaktınız.
Çok eski yıllarda İngiltere'de bir gelenek varmış; sıradan bir vatandaş öldüğünde kilisenin çanı 1 kere, bir asil öldüğünde 2 kere, kralın yakını öldüğünde 3 kere, kral öldüğünde de 4 kere çan çalarmış. Günün birinde hak aramak için sığındığı bir mahkeme bir vatandaşı haksız yere mahkûm etmiş ve kilisenin çanı tam 5 kez çalmış. Vatandaş çok merak içerisinde "Kraldan daha üstün kim var ki 4 yerine 5 kez çaldı?" diye merak içinde papaza koşmuşlar "Ey papaz efendi, nedir bu?" deyince papaz yanıt vermiş: "Kraldan önemli bir şey var; adalet öldü." Sayın Bakanım, bugünlerde adalet öldü sözcükleri ne kadar çok konuşulur oldu, öyle değil mi?
Yine bir öykü var: Prusya Kralı II. Frederick 1750 yılında Potsdam'dan geçerken bir yeri çok beğenir ve oranın alınmasını, oraya bir saray yapılmasını emreder ancak saray yapılacak yerde bir değirmen var, sahibi satmıyor. Vatandaşı kralın huzuruna çıkarırlar, adam "Değirmen bana atalarımdan kaldı, ben de çocuklarıma miras olarak bırakacağım. Kral bile olsa değirmen satılık değildir." der. Kral "Unutma ki ben kralım, inat etme, istesem ben burayı bedava alabilirim. Sen hangi cüretle direniyorsun?" deyince değirmenci buna karşılık şu unutulmaz cevabı verir: "Asıl sen unutma, Berlin'de hâkimler var, alamazsın. Hiçbir iktidar, hiçbir güç, hiçbir siyaset kral bile olsa adaletten üstün değildir." Bu haddini bilmez vatandaşa karşı tüm gözler krala çevrilir; kral ne yapacak? Kral daha önce uygulamaya koyduğu reformların sonuçlarını görmekten mutlu olarak tarihe geçen şu cümleyi kurar: "Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir, hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz." Değirmen korunmuş, saray onun yanına yapılmış, kral burada kaldığı zamanlarda "Adalet bana her sabah sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi." demiş. O değirmen hâlâ bir adalet simgesi olarak sarayın yanında duruyor; bugün Almanya'da insanlar rahatlıkla "Berlin'de hâkimler var." diyebiliyor. Son zamanlarda -ki bu, sizinle ilgili değil- adaletin iyi işlemediği, haklıdan yana değil, güçlüden yana kararlar alındığı çok söylenir oldu ve maalesef, üzülerek ifade etmek zorundayım ki vatandaş "Ankara'da hâkimler var." diyemiyor. Bunun için ne yapmak lazım? Defalarca dile getirdim -bu, AK PARTİ için geçerli değil, tüm siyasi partiler için geçerli- bir siyasi partide üst düzey yöneticiliği yapmış, belediye başkanlığı yapmış, milletvekili adayı olmuş, il genel meclisi üyeliği yapmış insanlar, avukatlar arasından hâkim atamaları lütfen yapmayın. Neden? Diyelim ki AK PARTİ'de veya Z partisinde, C partisinde il başkanlığı yapmış bir avukat arkadaşı hâkim yaptığınızda, onun önüne gelen aynı partili bir genel başkan yardımcısının dosyasını incelediğinde, genel başkan yardımcısı yerden göğe kadar haklı olsa bile hâkimin vermiş olduğu karar karşısında vatandaş "E, hâkim Z partili, diğer taraf Z partili, dolayısıyla buradan benim lehime karar çıkması mümkün değildi, benim hakkımı yediler, batsın bu adalet." demek zorunda kalacak.
Yine "Hâkim ve savcılar için coğrafi teminat getirilecek." denildi. Sayın Cumhurbaşkanı benim de katıldığım 30 Mayıs 2019 tarihinde Yargı Reformu Strateji Belgesi'ni açıklarken "Hâkim ve savcılar için coğrafi teminatı getiriyoruz. Coğrafi teminat, hâkim ve savcıların isteği olmaksızın çalıştığı yerden başka bir yere tayin edilememesi anlamına geliyor." dedikten bir gün sonra 3.722 hâkim ve savcının yeri değişiyor; bu sayı içerisinde ne kadarı isteğe bağlı, bilen yok.
Yine, hâkim, savcı atamalarında izlenen usul bakımından yazılı sınav haricinde mülakat ve referans gibi denetlenebilirlikten uzak bir yol izlenmesi başka bir sorundur. Adalet Bakanlığı yılda bir iki defa yazılı sınav yapmakta, yazılı sınavda başarılı olanları mülakata davet etmektedir; ne var ki mülakat objektif değerlendirmeden uzak, bilgi ve beceri ölçmeye elverişsiz. Uygulamada mülakata davet edilenler arasında yazılıda en yüksek puanı alan mülakatta elenirken yazılıda daha az başarılı olanların mülakatta başarılı olarak hâkim ve savcı olması adı "adalet" olan Bakanlıkta maalesef vicdanları sızlatmaktadır. Hukuk devletinde her sınavın, her atamanın güvencesi devlettir. Devlet yönetimine egemen siyasi iradenin keyfî yanlı tutumu bireyin devlete olan güvenini sarsmakta, devlete olan sadakatini sorgulamaktadır. Hâkim ve savcılar dünya görüşüne, düşüncelerine ve ideolojilerine göre değil, nitelikleri ve yetkinlikleri dikkate alınarak seçilmelidir.
Sayın Bakanım, bilindiği gibi, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimin bağımsızlığı bir bütündür. Bu bağlamda, mahkemelerin bağımsızlığı, yasama ve yürütme erkinden emir ve talimat almaması ile mahkeme kararlarının uygulanmasının bu erkler tarafından engellenmemesi demektir. Hâkimin bağımsızlığı ise hâkimlerin tayin, terfi, nakil, azil, disiplin cezası gibi özlük işlemlerinin siyasi organların emir ve talimatları dışında olması anlamına gelir.
Modern demokraside olduğu gibi ülkemizde de hâkimlik teminatının sağlanması ve yargı bağımsızlığının sağlanması adına hâkimlerin özlük işleri HSK tarafından yapılmaktadır. Bunun amacı, siyasi makamların mahkemeleri baskı ve etki altına almasının önlenmesi. Ne var ki kamuoyunda oluşan kanaat, Türkiye Cumhuriyeti son yıllarda modern demokrasiden uzaklaşmış, otoriter bir siyasi irade tarafından dizayn edilen ülke hâline gelmiş; HSK bağımsız ve siyasetüstü bir kurum olmaktan çıkarılmış. Yargı bağımsızlığından ve tarafsızlığından bahsedebilmenin ön koşulu, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü benimsemiş bir hukuk devletinin varlığıdır; Türkiye özelinde hukukun üstünlüğünden bahsetmek imkânsız hâle gelmiştir.
Vatandaşımızda diğer bir kanaat, siyasi iktidara muhalefet eden kişiler, bizzat siyasi iktidarın atadığı hâkimler ve siyasi iktidar tarafından ihdas edilmiş mahkemeler tarafından yargılanmaktadır. Üzülerek ifade edelim ki Türk yargısı, iktidarın beğeneceği ya da istenilen kararı veren hâkimlerin ödüllendirildiği, iktidar taleplerine karşı karar vermeyen hâkimlerin cezalandırıldığı bir yargı sistemine dönüşmüştür. Ülkemizde din, vicdan, fikir ve düşünce hürriyeti, protesto ve gösteri yapma hakkı birçok temel hak ve özgürlükler cezaevi tehdidiyle kullandırılmamaktadır.
Yargının bağımsızlığa kavuşturulması, toplumun sarsılan adalet inancını geri getirmek bir zorunluluktur. Kişileri kanun önünde eşit ve adil yargılamak hukuk devletinin mecburiyetidir. Vatandaşların hak ve özgürlüklerini korumak, ayrımcılık yapmamak, adil düzeni sağlamak devletin sorumluluğudur. İlk derece mahkemesi, istinaf ve temyiz mahkemeleri, HSK, YSK, Anayasa Mahkemesi gibi ülkenin hukuk kurumlarının siyasi makamların baskı ve etkisindeki görüntüden arındırılması gerekmektedir.
Adaletin en kötüsü geç tecelli eden adalettir. Sonunda hüküm isabetli olsa bile geciken adalet zulümdür. Gerçekten geciken adalet, adalet değildir. Bu nedenle mahkemelerin etkililiği ile verimliliğinin artırılması, özellikle yargılama sürelerinin kısaltılması, toplumun devlet hayatı açısından önem arz etmektedir. Adil yargılanma hakkı kapsamında davaların makul sürede karara çıkması vatandaşın temel hakkıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruların başladığı 23 Eylül 2002 tarihinden bu yana verilen ihlal kararlarının yüzde 60'ından fazlası makul sürede yargılanma hakkı ihlalleri olmuştur. İlk derece mahkemelerinde hâkim ve savcılar yargılamayı uzatan işlemlerden dava dosyasına hâkim olamamakta ve dosya sayısının çokluğundan kaynaklı bilirkişi görevlendirmeleri mahkemeleri uzatmaktadır. Çok gereksiz yere duruşmaların ertelenmesi, duruşmaların haddinden fazla ileriye bırakılması, hâkim değişikliği nedeniyle dosyanın tekemmül edememesi gibi durumlar insanlarda adalet duygusunu zedeleyen ortamı meydana getirmektedir. Davanın açılmasıyla ön inceleme tarihi altı, sekiz ay gibi zamana tekabül etmekte olup karmaşık olmayan ve usul işlemlerinden ibaret olan bir davanın ilk derece mahkemelerinde sonuçlanmasının iki ile dört yıl arası uzamakta olduğu görülmektedir. Yargılamanın uzun sürmesini engellemek için ihdas edilen istinaf mahkemeleri yargılamanın kısa sürede sonuçlanmasına katkı sağlamaktan ziyade temyiz edilebilen kararlarda yargılamayı uzatmakta, çelişkili kararlarıyla içtihat birliğini bozmaktadır. Üst mahkeme niteliğine haiz olacak kararlar vermemekte, birçok kararı Yargıtayda bozulan, düzeltilen âdeta 2'nci bir yerel mahkeme görevini görmektedir. İstinaf mahkemesine gönderilmiş bir dava dosyasının incelemeye alınması bir yıldan fazla sürmektedir; bu da adil yargılanma hakkını zedelemektedir. Makul sürede yargılanma hakkı devlet eliyle ihlal edilmektedir. Yargıtay ve Danıştaya giden dosyalar -daha önce de söylediğim gibi- Osmanlı Dönemi'nde Yemen'e giden askerlerimiz gibi "Giden gelmiyor." desem, yeridir.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılmasıyla dünyada dosya yoğunluğunun en fazla olduğu mahkeme Anayasa Mahkemesi olmuştur; âdeta süper mahkeme göreviyle karar vermeye başlamıştır. Anayasa yargısının işlevi Anayasa'da güvence altına alınmış bir hakkın ihlal edilip edilmediğinin denetiminin sağlanması iken her türlü kararın Anayasa Mahkemesi denetimine gönderilmesi ilk derece, istinaf ve temyiz mahkemelerinin vermiş olduğu kararların tatmin edici olmaktan uzak, mahkemelere olan güvenin neredeyse ortadan kalktığını ve hukuka aykırı kararlar verildiğini göstermektedir. Mahkeme kararının denetime tabi olması hukuk devleti ilkesi olsa da her türlü kararın anayasal denetim için Anayasa Mahkemesine gönderilmesi bu mahkemenin suistimaline sebep olmaktadır.
Sayın Bakanım, iki cümle de -süremin yettiği kadar- Aksaray'la ilgili, adliyeden aldığımız bir bilgiyi paylaşmak istiyorum: Sayın Başsavcımız mevcut adliye binamızda atıl alan bırakmadı; neredeyse bütün alanları, boşlukları kullanılır hâle getirdi. Şimdi de sağladığınız ödenekle -teşekkür ediyoruz- bin metrekarelik yeni çalışma alanları ve duruşma salonları kazanmaya çalışıyor. Neredeyse adliyemiz artık -inşallah bir gün uğrarsınız- bahçeye taştı, oralara da ek binalar yapıyor. Bu eklemelerle Aksaray Adliyesi beş altı sene ihtiyaca cevap verir. İnşallah bu sürede yeni bir bina tamamlanır diye düşünüyoruz. Adliyemiz, şu anda, 3 binada hizmet vermekte ve yorucu olmaktadır. Aksaray'da üniversitenin yanında yaklaşık 230 bin metrekarelik bir taşınmaz Bakanlığımıza adliye yapılması için tahsis edildi, burasının bu sene en azından yatırım planına alınır ve iki sene sonra da ihale aşamasına geleceğini düşünüp yapımı da üzerine koyarsak beş altı yıl sonra Aksaray adalet sarayına kavuşur. Onun için, Aksaraylı hemşehrilerimizin bu konuda sizden özel bir isteği var.
Yine Sayın Başsavcımızın -çalışkan Başsavcımızın- girişimiyle, Sayın Çevre Bakanımız Murat Kurum Bey'le Adalet Bakanlığına ait bir arsanın TOKİ'ye verip karşılığında 150 lojman yapılacağı konusunda görüşmüşler, Sayın Bakan bunu sıcak karşılamış. Bu konuda da Adalet Bakanı olarak sizin desteğinizi beklediğimizi belirtmek isterim.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Tamamladınız mı?
AYHAN EREL (Aksaray) - Sürem kalmadı diye orayı araya sıkıştırdım.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Bir dakikanız vardı.
AYHAN EREL (Aksaray) - Tamam, devam edeceğim efendim.
Diğer bir yargı sorunu da İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu ihlal kararlarının iç hukukta uygulanmaması. Uluslararası hukuk kurallarına aykırı davranılması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmıyor. Ben bir hukukçu olarak, Türk Anayasası'nın ve kanunların, düzenlenmiş normların uluslararası hukuk ilkelerine uygunluğu bahsinde bir tartışma görmüyorum; adaletin tesis edilme nedeni olarak hukuk normlarının keyfiyetle uygulanmaması veya kanuna aykırı uygulanmasından kaynaklanan sorunlar görüyorum, yani yasalarımız, Allah'a şükür, tüm ihtiyaçlara cevap verecek durumda, sorun uygulayanlarda.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son yirmi saniyeniz.
AYHAN EREL (Aksaray) - Bunlarla ilgili -arkadaşlar bahsetti- tutuklamayı gerektirecek normlar var, kriterler var ama buna rağmen bazen savcı suçun vasıf ve mahiyetini değiştirip başka ek fezleke, ek görüşler bildirerek maalesef tutuklamaya sevk ediyor.
BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Erel, son cümlenizi alalım.
AYHAN EREL (Aksaray) - Genelde bu gereksiz yere tutuklamalar da vatandaşın adalete olan güvenini sarsıyor diyor, tekrar bütçenizin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.