KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Evet, çok Kıymetli Dışişleri Bakanlığımız, ben de tebriklerimle başlamak istiyorum sözlerime. Allah hayırlı uğurlu etsin diyorum.

Bu teklifin de inşallah kanunlaşıp iki yılda katedilen mesafenin üzerine fersah fersah koyup daha da gelişerek, büyüyerek devam edeceği kanaatindeyim.

Şimdi, arkadaşlar, tabii, ben zaman zaman Sayın Başkanıma da arz ediyordum yani bunları söylememize gerek yok, ben de yedi yıldır bu Komisyonun içerisindeyim, partimin uluslararası ilişkilerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısıyım, NATO PA'nın üyesiyim, AGİT PA'nın üyesiyim, AKPM'nin üyesiyim -iki alt komisyonunda- ayrıca AGİT'te "ad hoc komite" dedikleri bu geçici komite, Terörle Mücadelenin Başkan Yardımcısıyım.

Tabii ki canımız yanıyor, ciğerimiz yanıyor; tabii ki biz etten, kemikten varlığız. İnsan maddi ve manevi varlık yani duygusal yönümüz de var. İşte bir annenin hezeyanlarını biraz önce dinledik, tanıklık ettik. Hepimizin bu tür şeyleri oluyor.

Hepimizin bildiği basit bir demokrasi tanımı vardır; halkın kendi kendini idare etme yöntemidir, yoludur ve burada da vazgeçilmez, çok gerek ve yeter şartların bir tanesi seçimle gelmektir ama idare etmek, seçilmek "İstediğimi söylerim, istediğimi yaparım." şeklinde telakki edilmez. Bu, ders kitaplarında da yazar, biz de yıllarca bunu anlattık. Bizim yönetim tarzımızda uymamız gereken bir normlar hiyerarşisi vardır; bu -en aşağıdan başlarsınız- kanun hükmünde kararname, kanunlar ve Anayasa en yüksek bağlayıcı bir yapıdır. Dolayısıyla hiçbirimizin seçilme zırhına bürünüp de bu normlar hiyerarşisi dışında bir davranış motivasyonu kazanma gibi bir zevkimiz, bir ayrıcalığımız olamaz. Dolayısıyla şimdi -bakınız, ben tabii ki, hakikaten hazırunu, muhataplarımı kastetmiyorum ama- gerçekten, burada seçilmişiz, burası bir tecelligâh; olabildiğince kanuna, Anayasa'ya uygun davranma sorumluluğunu iliklerimize kadar hep hissediyoruz ama şimdi bunu söylerken buraya aidiyetimiz sadece seçilmişlik zırhıyla kaim değil; buraya aidiyetimizin maddi ve manevi olarak olması gerekir. Mesela -somut bir şey, çok basit gelecek ama- birinci aidiyetimiz şu rozeti takmak ya. Ya, ben milletvekiliyim, şu rozeti takayım ya; buraya fiziki olarak ait olduğum belli olsun, millet görsün. İkinci, manevi aidiyetimiz var yani bu ülkenin ali menfaatleri noktasında, bu ülkenin çıkarları noktasında, ulusal ya da uluslararası düzeylerde, gerçekten siyasi bir farklılık mülahazası gütmeden burada dikkat etmemiz gereken hususun bu olması gerekir. Ama maalesef, içeride de dışarıda da gördüğümüz manzara bunun tam aksi yani imkânları kullanma, fırsatlardan yararlanma, sunulan birtakım makamlardan faydalanma ama ülkenin siyasetüstü, ali menfaatleri meseleleri söz konusu olduğunda "Asla ben buraya ait değilim." moduna girmeyi ben kabul edilebilir bulamıyorum. Bunu söylerim her ortamda.

Şimdi gelelim bizim bu Antalya Diplomasi Forumu Vakfı meselesine. Arkadaşlar, bakınız, Dünya Ekonomik Forumu diye bir yapı var değil mi? Belki de bu yola çıkılırken etkilenilen yapının biri de Davos'tu değil mi, Dünya Ekonomik Forumu'ydu? 70'lerde başlayan bir süreç bugüne kadar da yürüdü ama inanın, şimdi bir eleştirel mülahazaya tabi tutsam "Vay be!" dersiniz "Ya, bu ne menem bir şeymiş, bunun ne alakası var?" Dünyadaki mevcut konjonktürdeki sorunlara çözüm üretmeyle alakası yok. Nedir? İşte, bugün, baktığımızda, yüksek meblağlarda üyelik aidatının ödenip katılımcıların dahi çok sınırlı bir elit gruptan seçildiği bir yapıdan bahsediyoruz ve onun için bazı eleştirmenler buna "elitler kulübü" diyor. Peki, en son, geçen sene, mesela benim dikkatimi çeken -bir tarihçinin konferansı- bir konuşma -mesela, "A" oturumuna giren "B" oturumuna giremiyor, "C" oturumuna giren "D" ye giremiyor; böyle de bir antidemokratik tutum var bu yapıda- "Efendim, Türkiye'de kıtlık var, açlık var, onlara kim çözüm üretecek? İşte, Davos'taki bu üyelik statüsüne sahip, yüksek meblağ ödemiş elitler çözüm üretecekler." Bir tarihçi çıktı -iş adamları ağırlıklı; bildiğimiz, dünyanın bu meşhur zenginleri- dedi ki: "Ya, siz vergilerinizi ödeseydiniz dünya zaten bu hâle gelmezdi." Şimdi, burada, sizin yarattığınız soruna çözüm üretme gibi bir çelişki olabilir mi?

Bakın, basit bir eleştiri yaptım. Şimdi, ben değerli üyelerin bu ilgili maddeyle eleştirilerine saygı duyuyorum çünkü mevzuyla alakalı. Efendim, 2 maddelik bir gündemimiz var, bu 2 maddenin dışına çıkmadan bu 2 maddeyle ilgili "Eksik, hata, şöyle olabilir..." Tamam, bunlara açığız ama hepimizin gerçekten içini kanatan bir meselede mevzuyu, olayı tamamen gündemin dışına çıkarmak... Daha önce de Başkana ben bir iki defa itiraz ettim, dedim ki: "Ya, Sayın Başkanım, usulle ilgili... Hakikaten girip söyleyip, çıkıp tekrar gelip böyle provoke edilmeye müsait birtakım söylemlerle bir daha böyle bir şeylerin olmaması gerekir. Bunu baştan uyaralım, söyleyelim, bir sınır getirelim." Yoksa 2 maddelik bu vakıfla ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki yani lehte de söylenecek çok şey var, aleyhte de ama tamamen böyle, oradan hareketle, bu ülkenin değer olarak kabul ettiği yapısal formunu -Allah korusun- temelden sarsacak birtakım meselelere, hazır fırsat elime geçmişken bir iki de oraya sallayayım içgüdüsüyle hareket etmenin ben ne seçilmişlik hukununa ne bu ülke vatandaşlığına... Hele hele bir el sıkma kadar doğal bir şeyi dahi... Efendim, giriyorsunuz, 4 kişi var, masada oturmuşsunuz... Yapmadığımız şeylerden dolayı ayrımcılığa tabi tutulduklarını iddia edenler buna bile tahammül edemiyorlarsa o zaman kendileri zaten karar vermişler, bundan sonra ne sıkılacak el olur ne bakılacak yüz olur ama biz insani bir sorumluluk olarak hareket ettik, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı duygusuyla hareket ettik, bu yüce Meclisin çatısı altında bir birey olarak hareket ettik.

Ben sesimi de gerçekten biraz yükselttim, özellikle heyetten özür diliyorum.

Sayın Bakan Yardımcım, ben ikisine de katıldım. Birinde, Güney Kafkasya oturumunda görev almıştım. Bizim bütün partimize davetiye gelmedi; sanıyorum, sizler konu uzmanlarını belki dikkate alarak bireysel davetlerde bulundunuz. İkincide de ben, yine, Afganistan meselesinde mesela, birçok arkadaşımız olmasına rağmen gittiğimi hatırlıyorum. Ben de sanıyorum ki böyle selektif bir tercih söz konusuydu ama bunu böyle sanki bir ayrımcılık gibi, efendim, bunu "Bazıları çağrılıyor, biz niye çağrılmıyoruz?" şekline dönüştürmek, sorgulamak en ucuz ifadeyle, en basit ifadeyle gerçekten popülizmden öteye gitmez. Keşke bu aidiyet yurtdışı seyahatlerimizde elçilik davetlerine katılım sağlayarak da yapılsa; bu aidiyeti bir görelim ya. "Bu Parlamentonun mensubuyum." deyip sadece imkânlar ,sadece fırsatlar söz konusu olduğunda değil, aynı zamanda olmamız gereken yerde de mevcudiyetimizi sağlayarak gösterebilsek çok mutlu oluruz diye düşünüyorum.

Ben, gerçekten, bu kanunun hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum.