KOMİSYON KONUŞMASI

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, Değerli Bakan Yardımcıları, bürokratlar, basın emekçileri, Meclis çalışanları; bütün herkesi saygıyla selamlıyorum.

Evet, sağlık... Tabii, Sayın Bakan, siz de sözünü ettiniz biz bütçeyi görüşüyoruz. Aslında, Türkiye'deki bütçenin mevcut durumu ne, yaşam ne, ona bakmak lazım. "Sağlık" dediğimiz tanımından yola çıktığımızda, sadece fiziksel olarak bir hastalık, ruhen iyileşmiş olma hâli değil, sosyal açıdan da siyasal açıdan da tam iyilik hâlinde olması lazım. Bir ülkede kutuplaştırmanın, giderek şiddetin arttığı, giderek yoksulluğun, işsizliğin, arttığı, giderek insanların çaresiz bir hâle dönüştüğü bir dönemde sağlıktan söz etmek çok zor. Siz de belirttiniz, hastaneler var, hastanelerde banyolar var, tuvaletler var, yataklar var, yataklar temizleniyor ama insanların evinde içme suyu problemi var, insanların deterjan almasında sorun var, insanların barınmasında sorun var. Çocuklar okulda bayılıyorlar, çocuklar sabahleyin okula giderken kahvaltı için ne verilecek, bunlar düşünülüyor; servis ücreti nasıl ödenecek o düşünülüyor. Ülkede yarı nüfusun büyük çoğunluğu asgari ücretle geçiniyor, asgari ücret açlık sınırının altında. Siz çocuk hekimisiniz ve büyük bir emek harcamışsınız, asistanlığından beri dışarıda çalışmışsınız, öğrenciliğinizde çalışmışsınız, sağlığın ne olduğunu daha iyi biliyorsunuz. Sağlığın olmazsa olmazları var ve bu, halk sağlıkçılarının sürekli gösterdiği bir tablodur. Karşımızda halk sağlığı hocamız da oturuyor, işsizlik varsa, yoksulluk varsa, kötü çalışma koşulları varsa, güvencesizlik varsa siz bütün hekimleri gönderseniz çözüm bulamazsınız. Siz korumayı, önlemeyi öncelikli olarak almazsanız, tedaviyi öncelikli olarak alırsanız ve bu tedavi edici hizmetler de performansa dayalıysa, hasta müşteri gibi görülüyorsa hastaneler de işletmeye dönüşüyor. Müşteri-işletme arasındaki çalışan herkes de giderek o çarkın içinde -performanssa, primse- bir şekilde eziliyor, çalışma barışı bozuluyor. Böyle bir sağlık ortamındayız. Diğer bir ortam ne? Ya, sağlık ortamında, baktığımızda, vergiler adil toplanmıyor, en dipte olanlar, en yoksul olanlar en fazla vergiyi verenlerdir; en çok kazananlar, en çok zengin olanlar en az vergi verenlerdir. Bu da tümüyle sağlıksız ve giderek de tümüyle toplumun aleyhine dönüşmektedir, yoksulların aleyhine dönüşmektedir, bölgeler arası eşitsizliğe dönüşmektedir. Yani siz çok iyi biliyorsunuz, burada verileri açıkladık, hâlâ Türkiye'nin belli bölgesinde "yeşil kart" diye tanımlanan bir başlık altında insanlar sağlık hizmeti alıyor ve onlar tümüyle zaten özel sektörden yararlanamıyorlar. Ve öyle bir hâlde ki Türkiye'deki sağlık şeyini özetlemeye çalışacağım.

Bir diğeri: Yeni Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle aslında, siz ve arkada oturan ekip politika belirleyemiyor çünkü yeni sistemde Cumhurbaşkanlığı belirliyor, bütün her şeyi Cumhurbaşkanlığı Strateji Başkanlığı ve onlar veriliyor, bir nevi size kalıyor. Deseniz ki: Şunları, şunları yapalım. Cumhurbaşkanı... "Yapamazsınız." denir. Nitekim yaşadık. Bir yasa gelmişti özlük haklarıyla ilgili, Cumhurbaşkanı tak diye bir şey yaptı, geri çekildi, sonra bir şekilde düzeltilmeye çalışıldı; bunları görüyoruz. Veya siz hekimlerle ilgili, meslek hastalığıyla ilgili burada çok kez bazı şeyleri söylediniz, yaşama geçmedi; organizasyon, koordinasyon açısından geçmedi. Bazı şeylerde sizin -yeni sistem nedeniyle- Bakanlığın öngördüğü, yapması gereken şeyler uygulamaya geçmiyor. Sistemin tek elden yönetilmesi, aslında sağlığı da tümüyle etkiliyor ve bütçe bu şekildeyken, ülke fotoğrafı bu şekildeyken sağlıktan söz etmek imkânsız oluyor.

Peki, sağlığa erişim nasıl? Hastanelerde kuyruk yok, dışarıda kuyruk çok. Hastanede de Sayın Bakan, kuyruk yok ama telefonda kuyruk çok, sanal kuyruk çok. Bizim -Mecliste şu andaki bütün arkadaşlar var, iktidardakiler de burada- her gün telefonlarımız susmuyor randevu alınsın diye ve ek randevu sistemi geldi. İnsanlar telefon başında neredeyse telefonlarını kıracak düzeye geldiler ve ulaşamıyorlar. Ulaştıklarında, nitekim, bir hafta sonra, iki hafta sonra, üç hafta sonra aldığında ne oluyor ulaştığında, on dakikada, beş dakikada, kimi yerde... Siz gerektiğinde eğitim de verdiniz. Hekim veya çalışan tetik istiyor hastayı muayene etmeden, tetkikler geldikten sonra bakıyor. Böyle bir özellik, böyle bir lüks yok. Performans olduğu için bu şekle dönüştü. Önce anamrez, dinlemek, muayene ama bu on dakikada olmaz, beş dakikada olmaz, bir kadın doğumda olmaz, bir gözde olmaz, bir kulak-burun-boğazda olmaz, bir çocukta olmaz. Eğer bunu dayatırsanız işte o zaman müşteriye dönüşür, zorlanır. Randevu almazsa ne olur? İsmi şudur: "Parmağını göster, özele git." Neredeyse kamu hastaneleri önüne trafik levhası gibi levha asmak lazım, sıra bulamadıysa 500 metre ileride de özel hastane var veya 1 kilometre ileride özel hastane var, buna dönüşüyor. Velev ki randevu aldı, ultrason için gün alınıyor, tomografi için gün alınıyor. Hele hele ki -birazdan söyleyeceğim- her hastane, şehir hastanesi başta olmak üzere birçok hastane, kamu-özel iş birliğiyle özele dönüşmüş zaten. Özellikle üniversite hastanelerinde görüntüyü özel şirketler çekiyor. Dicle Üniversitesinde -ben örnek vereyim- radyolojide 6 hoca var, 20 asistan var, özele sevk etmişler daha önce, aynı gün değil, işte bir hafta, on gün sonraya randevu verdiklerini... Bir günde 1 kişi orada çekim yapıyor, rapor okuyor. O raporla nasıl tümör ameliyatına girecek, nasıl tanı koyulacak, nasıl müdahale edilecek? Sağlıktan söz ediyoruz, insan yaşamından söz ediyoruz. Bakın, Dicle Üniversitesini söyledim.

Sizin özel kalem, belki size de bilgi ulaşmıştır... Ortopedideki hasta beş gün boyunca orada ameliyat olmuyor ve "11'inci kattan kendimi atacağım..." Özel kaleminizi arıyor. Mesai dışı çalışma nedeniyle hocalar ameliyathaneyi bile full çalıştırıyorlar para aldıkları için, vatandaşa çalışmıyor. Kamuda da böyle... Kamuda ne olmuş? Eğitim hastaneleri başta olmak üzere cepten para alanlar... Sizin denetimleriniz sadece performansta veya verimlilikte. Mortalite ölçülüyor mu, morbidite oranları ölçülüyor mu? Hayır, bunlar yok. Ve ne? Sağlıkta çalışanların çoğu mutsuz. Böyle bir fotoğrafla karşı karşıyayız.

Peki, Türkiye'deki bu ortamda enflasyona baktığımızda, döviz oranlarına baktığımızda, yaşam şartlarına baktığımızda, tümüyle hastalanılacak bir ortam söz konusu. Eğer siz bu hükûmette, bu yeni sistemde bir sağlık bakanıysanız diğer bakanlıkları da uyarmanız lazım; Tarım Bakanlığından, Çevre İklim Bakanlığından, birçok yeri uyarmanız lazım. Bu ülkede, ne olursa olsun bu şartlarda sağlık yürütülemez. Çalışma Bakanlığına da söylememiz lazım, birçok yere de söylememiz lazım. Bu eşitsizlikle Maliye Bakanının gözlerine bakarak bu iş düzelmez, gitmez; açken, yoksulken bu işler düzelmez. İnsanlar... Siz diyorsun ki: "Hastanemizde banyo, tuvalet var." ASM'lerde banyo, tuvalet sorunu var, aile sağlığı merkezlerinde var. Hastane dört dörtlük olsun; siz, koruyucu hizmetlerin verildiği yeri, birinci basamak hizmetini merdiven altında tutarsanız ve oraya giden elektrik faturasında "ticari kurum" yazarsa, "işletme" yazarsa, orada çalışan hekim maaşı dışında, çalışacak ekip arkadaşlarının geçimini düşünüyorsa... Artış yaptınız; hekime 5 bin-7 bin lira, hemşireye 500 liralık artış yaptınız. Nasıl hemşire ile hekim beraber orada çalışabilecek? Bunlar olduğunda, işte, tümüyle sizin dışınızda bir sıkıntı çıkıyor.

Okullardan söz ettik. Siz çocuk hekimisiniz. Eğer çocuklar iyi beslenemiyorsa, iyi şartlara ulaşamıyorsa siz bölmüş oluyorsunuz, makası açmış oluyorsunuz, o çocuğun geleceğiyle de oynamış oluyorsunuz. Ve ülke öyle bir hâle geldi ki eğitimde, sağlıkta parası olan her şeyden yararlanabiliyor; şu anda, Türkiye'de, kanserli olan hasta istediği yerde ameliyatını olabiliyor, parası olmayan hasta olamıyor, ilaç alamıyor. Ve ne oldu son dönemde Sayın Bakan, biliyorsunuz, dava açıyor, hekim diyor ki: "Git dava aç, yürütmeyi durdur ki ilaç alasın." İlaç yok, şubat ayına yaklaşıyoruz, ilaç yok. Birazdan bunları söyleyeceğim. Böyle bir ortamda sağlık nasıl yönetilir?

Ve en büyük efsane; şehir hastaneleri, şehir hastaneleri. Ya, şehir hastaneleri... Siz de söylediniz, artık bu yeni sistemde kamunun olması lazım. Her gün cebimizden para çıkıyor, her gün cebimizden para çıkıyor, bütün yurttaşların cebinden para çıkıyor; kirasına gidiyor, dövize endeksli malzemelerine gidiyor, oradaki mutfağına gidiyor, otelcilik hizmetlerine gidiyor; birçok paramız gidiyor, bu para hepsinden gidiyor. Bir hesaplama yapılmış 2021 yılında, bir dakikalık şehir hastanesi masrafıyla, yanılmıyorsam, 8 tane ASM açılabiliyor; bir dakikalık... 8 tane ASM açılabiliyor, aile sağlık merkezi. Biz, o merdiven altlarından çıkarıp koruyucu sağlık hizmetlerini bu ülkeye versek, birinci basamaktaki bu hizmeti oturtsak ne olurdu? Ama siz çok iyi biliyorsunuz, elini kolunu sallayan eğitime gidiyor, üniversiteye gidiyor. Hani basamak sistemi? Hani basamak sistemi? Yok. Ve telefonların başında kilitlenmiş insanlar. Ve aile sağlığı merkezlerindeki hekimler artık, rapor yazmaktan, telefon açmaktan, takip etmekten bıktılar, usandılar, tükendiler. Ve bu çerçevede, biz fotoğrafa baktığımızda, giderek büyük problemler çıkıyor. Nedir? En büyük pay, tedavi edici hizmetlere gidiyor -az önce Sayın Bekaroğlu da söyledi- koyucu sağlık hizmetlerindeki bütçe giderek azalıyor. Rakamlar hiç sorun değil, saha öyle görünüyor, bunu istatistiklere de vurduğumuzda Sayın Bakan, öyle oluyor. Yani siz şehir hastanelerine ayırdığınız parayı, kirayı, tedavi edici hizmetlere ayırdığınız parayı düştüğünüzde ve personele giden parayı ayırdığınızda... Ki personel arasında ciddi bir eşitsizlik söz konusu, çok ciddi bir eşitsizlik söz konusu; siz sağlıkta ekip hizmetini bozarsanız, sağlığı da bozmuş oluyorsunuz. Kapıda hasta taşıyandan, araçla, ambulansla hasta getirenden... Geçen yıl Bakanlığın önüne gelen ambulans şoförünü hatırlayın, çaresizliğini Ankara'da, başkentte, merkezde göstermişti. Öyle bir şekilde siz çalışma ortamını da bozarsınız. Öyle bir ekip hizmetinde, bunların hiçbirisi gitmez ve koruyucu sağlık tümüyle yok olur. Nitekim söylendi; bu ülkede kuduzdan dolayı birisi yaşamı yitiriyorsa, eğitimimizde sadece tedavi edici hizmetleri öncelikli ele aldığımız için hepimizin utancı olması lazım, ayıbı olması lazım. Ve kuduzdan ölümün ne olduğu ortada. Ve şu anda, kadınlar feryatla bağırıyor, bizler feryatla bağırıyoruz: "Aşı, aşı; kanseri önlemek için." hiçbir ses çıkmıyor ama başka zaman övünüyoruz, diyoruz ki: Uçakla hasta götürüyoruz. Şehir hastaneleri var. Şu anda, sağlık çalışanları yüksek riskte; 250 lira para vermeden aşı olamıyorlar, grip aşısı olamıyorlar birçok yerde. Öyle bir uygulama vardı. Biz şimdi aralık ayına gireceği, hâlâ bu çözülmemiş. Az önce "85 yaş üstüne bir şeyler yapacağız." dediniz ama her gün milyonlarca insanın gidip geldiği yerde biz, sağlık çalışanlarını motive etmezsek, koruyamasak bu olur mu? Ve böyle bir süreçle karşı karşıyayız.

Vatandaşların zaten beslenmelerine, nasıl geldiklerine hiç girmiyorum ama sonuçta bu bütçe, vergileriyle, dağılımıyla, diğer Bakanlıklarıyla, tümüyle insanların sağlıksız olması için her türlü çabayı harcıyor. Siz ve ekibiniz ne kadar çaba harcarsanız harcayın o Bakanlar orada olduğu sürece bu iş bitmez.

Bir diğeri: Biz sermayeye gidiyor, saraya gidiyor, şatafata gidiyor, yolsuzluğa gidiyor, savaşa gidiyor, çatışmaya gidiyor ve şiddete gidiyor dediğimizde itirazlar yükseliyor. En büyük güvenlik, sağlıktaki güvenliktir. Siz, sağlıkta güven ortamı, erişilebilir, eşit, ücretsiz bir sağlık hizmeti sunarsanız birçok problemi çözersiniz ama bundan söz ettiğinizde hemen kıyamet kopuyor. Ana dilde sağlık hizmeti dediğinizde kıyamet kopuyor. Şu anda meme kanseriyle ilgili bir Kürtçe sunum yapılsa ne olur, sigarayla ilgili yapılsa ne olur? Meme kanseri... Ben onkologlarla konuştum, en büyük problem, pandemi döneminde bu taramaların birçoğu kesildi, annelerde özellikle okuryazarlık oranı çok düşük, o yüzden biz "Ana dilde eğitim" diyoruz. Yani bunlar yapılsa kıyamet mi kopar? Bunların hiçbirisini... Meme kanseriyle ilgili bir an önce başlatılması lazım.

SAĞLIK BAKANI FAHRETTİN KOCA - Pandemide yapıldı.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Pandemide... Onu söyledik, konuştuk sizinle. Pandemide, pandemi için ısrarlarımız oldu, o konuda teşekkür de ettik. 112'de de var, evet. Memede de yapın veya birçoğunda yapın, sigarada da yapın; biz de destekleyelim onları.

Şimdi, bir diğeri Sayın Bakan: Biz, bu bütçeyle beraber şehir hastaneleri efsanesinden artık vazgeçelim, siz de söylediniz. Gelin, kamulaştıralım bunları, hiçbir şek olmaz. Hani Cumhurbaşkanı her seferinde diyor ya "Yaparız, ederiz." Biz, HDP olarak söylüyoruz, diyoruz ki: Bugün buradan çıktığımızda şehir hastanelerini kamulaştırın. Madem ki bütün dünyaya kafa tutan bir Türkiye var, en başta bunu yapın, bütün hepimiz de sizinle beraber duralım. Bundan sonra açılacak bütün hastaneler de kamunun olsun, ücretsiz sağlık hizmeti verilsin, eşit, erişilebilir olsun.

Yani birçok kentte hastaneler şehir dışında, şehir içindeki insanlar hastaneye ulaşamıyor. Ambulans gidemiyor, yetişemiyor. Ankara'da en büyük övülen Bilkent Hastanesi... Bizim milletvekili arkadaşımız kaza yapmıştı, sizler de takip etmiştiniz, Halil Bey de, sağ olun destek de olmuştunuz. Ankara'daki Bilkent Şehir Hastanesinde diş, çene filmi çektirmedim ben bir arkadaşımıza; yoktu. Acillerde doğru düzgün bir hizmet yok. Ama odalarda, evet. Odalar da zaten gitmiş.

Bir de şöyle bir şey var Sayın Bakan: Bir ülkede hastaneye müracaat çoksa koruma yoktur. Bakanlıklarınız döneminde, sizden önce de... Şimdi Sayın Bekaroğlu Akdağ'ı çok andı, hep övünüyordu "Hastanelere başvuru arttır, hastanelere başvuru arttı." İnanın başka bir ülkede "Hastanelere başvuru arttı." diye bir bakan söylerse istifa etmesi lazım. Önemli olan hastaneye başvuru sayısının artması değil, azalmasıdır, azaldığı zaman iyi hizmet veriliyordur. Siz, o zaman koruyorsunuz, önlüyorsunuz ama bu ülkede hep hastanelerden söz ediliyor; bu doğru bir şey değil, korumak lazım, bununla ilgili çalışma yürütmek lazım.

Bütçeyi söyledik, koruyucu sağlığı söyledik; bunlarla ilgili hiçbir düzenleme yok ve geldiğimiz aşamada şiddet yasasıyla ilgili... Ya, bu şiddet niye çıktı Sayın Bakan? Yani siz de hekimlik yaptınız, ekibiniz de yaptı, çok zor şartlarda da yaşandı. Bekaroğlu'nun söylediği sosyalizasyon dönemi, Nusret Fişek dönemi, sağlık ocakları dönemi; hepimiz yaşadık. Şiddet, Sağlıkta Dönüşüm'le başladı, müşteri-işletme ilişkisiyle dönüşümü başladı, hedef gösterilmekle başladı ve giderek arttı. Şu anda beyaz kod uygulamasının sayılarını siz açıklasanız... Giderek arttı ve şiddet, cinayete dönüştü.

SAĞLIK BAKANI FAHRETTİN KOCA - Beyaz Reform'dan sonra yarı yarıya düştü.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Neden sonra?

SAĞLIK BAKANI FAHRETTİN KOCA - Beyaz Reform'dan sonra.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Bakanım, gün sonunda topluca bir cevaplandırma imkânı olacak.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Beyaz Reformdan sonra...

Sayın Bakan, size gelen verileri söyleyeyim ben. Şimdi, sokaktayız, bire bir hekimlerle buluşuyoruz biz, hekimler hâlâ bu sorunu gündeme getiriyor ve cinayet işleniyor ve sözlüyle ilgili zaten artık buraya kadar dolmuş, kimse onları gündeme getirmiyor. Çünkü bu süreç çok hasta, çok para olduğu sürece devam edecektir, gidecektir.

Bir de hekimler üzerindeki baskı, liyakatsiz atamalar, ikide bir, iktidar tarafından şu başhekimi değiştirelim, şu yöneticiyi değiştirelim, şunu yapalım gibi çeşitli mevzuatlar yapılıyor.

Sayın Bakan, yerel yönetimlerden söz edildi, bölgede zaten kayyumlar var ama bölgede bütün sağlık yöneticileri bir kayyum gibi. Neden, biliyor musunuz? Bölgenin özelliklerin bilen yöneticilerin çoğu yok, bölge kökenli yöneticiler yok. Buna bir dikkat edin. Bakın, Diyarbakır'da, Batman'da... Ben 2 ili size söylüyorum, Diyarbakır, Batman'ı beraber açtılar. Diyarbakır Gazi Yaşargilin yöneticilerinin -siz bile bıkmışsınız ki- ikide bir değiştikleri, mahkeme kararlarıyla, bunlarla ilgili.

Bir diğer problem Sayın Bakan -bu on dakikayı da söyledik- İlaç meselesi, şubat ayına gidiyoruz. Yurttaş artık eczaneye gittiğinde reçete gösterince ne kadar fark vereceğim... Tylol Hot şurup 29 lira 66 kuruş; 16 lira fark veriyor, 16 lira fark veriyor.

Kanser ilaçları, birçok ilaç yok ve giderek... Enjektörde devlet "0,17 kuruş" diyor, eczane 2 liraya satıyor. Bunları nasıl önleyeceksiniz?

Eğitim; eğitim diye bir şeyi yok ettiniz, vakıf üniversiteleri veya tıp fakülteleri... Siirt'te, Ağrı'da tıp fakültesi açmakla eğitim verilmez. Zaten mezun olanlar artık mezuniyete yakın Almanca çalışıp yurt dışına gitmeye çalışıyorlar. Bu bizim gerçeğimiz "Gitsinler." "Gidiyorlar." demekle olmuyor.

Son yapılan düzenlemeyle üç aylık düzenleme, altı aylık düzenleme geçici bir duruş sergiler. Özelden kamuya geçişi artırır, belki randevuları düşürür ama Sayın Bakan, yedi ay sonra tekrar önümüze gelecek, sekiz ay sonra tekrar önümüze gelecek. Çünkü geçmişte bizim hep söylediklerimiz önümüze geliyordu. Hekimlerin örgütlenmesini savunması lazım.

Ve eğitim öyle bir hâle geldi ki siz...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son bir dakikanız.

NECDET İPEKYÜZ (Batman) - Şimdi, üniversite hastaneleri boşalıyor kimse gitmiyor ve giderek bu süreç daha da kötüleşiyor. Ücretsiz bir sağlık hizmetinin verilmesi lazım. Bütün bunlarla beraber OECD'ye göre bizim başvuru sayılarımız artmış, hekimlerin çalışma koşulları kötüleşmiş, sağlık şartları kötüleşmiş; bunların hepsini söyleyebilirim. Son dakikaya girdiğimiz için şimdi Cevdet Bey tolerans da tanımayacak ama şehir hastanelerini söyledim.

Bir de son olarak, aslında, demokratik teamül şudur: Çok ses dinlemek bu işi geliştirir. Şimdi, kim ne derse desin, bilim insanı olmak ayrı bir özelliktir. Hekimlerin andında mevcut; hekimler insan haklarına saygılı olmak zorundadır, savaşa karşı olmak zorundadır, tümüyle sosyal sorunlardan yana olması lazım. Türk Tabipleri Birliği, ismi dışında, bu konuda Türkiye'de önemli bir kurumdur. Türk Tabipleri Birliği, Nusret Fişek ismi geçti "İdama hayır." dedi "Savaşa hayır." dedi; açlık grevleri, cezaevleri gibi birçok konuda çalışma yürüttü ve şu anda Şebnem Korur Fincancı -Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı, aynı zamanda adli tıp uzmanı, adli tıp profesörü- Bosna Hersek 'te kalktı, toplu mezarları açtı Birleşmiş Milletler adına. Bahreyn'de işkence görenlerin cenazesini çıkartmak için çarşaf giyip gidip orada mücadele etti.

Bugün, Türkiye'de sendikaların, meslek birliklerinin sesine çok ihtiyaç duyduğumuzda, sağlıklı günleri hep beraber kurmamız gerektiği dönemde bunların hedef alınması sadece kurumları değil, ülkeyi de sağlıksız ortama sürükler. O nedenle, sağlıktan tasarruf edilemez, özgürlükten tasarruf edilemez. Sağlık ve özgürlük bu ülkenin geleceğidir, barış bu ülkenin geleceğidir.

Teşekkür ediyorum.