KOMİSYON KONUŞMASI

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Geçen hafta toplantımızdan sonra, çantamı unutmuştum ben burada, tesadüfen öğrenme fırsatım oldu, bizden sonra bir çalışma devam etmiş, sanırım raporlamaya ilişkin bir ön çalışma olabilir. Ona dair bir şey söyleyerek başlamak istiyorum.

Önce, herkesi bir selamlayayım, bütün hocalarımızı, bütün Komisyon üyelerini, uzmanlarımızı ve burada bizim çalışmalarımızı kolaylaştıran emekçileri, herkesi selamlıyorum.

Geçen haftaki o tesadüften sonra, şöyle bir şey söyleyerek başlamak istiyorum: Bizim, muhalefet milletvekillerinin Amasra maden katliamına yaklaşımıyla, Komisyon Başkanlığının, Divanın yaklaşımında bütün bu 9 toplantı, 8 toplantıdır yaptığımız tartışmalarda da gördük ki temel farklar var, önemli farklar var. Dolayısıyla, raporun hazırlanması için sadece Divanın organizasyonuyla, Divanın katılımıyla yapılacak bir rapor hazırlanma sürecinin aslında buradaki tartışmaların genelini ne kadar kapsayacağı konusunda endişelerimi vurgulamak istiyorum.

Geçen hafta ben sözlerimi bitirirken şunu söylemiştim: Keşke, biz buradan ortaklaşarak bir rapor çıkarabilsek çünkü Türkiye'de özellikle 1980'den sonra, neoliberal politikalara geçildikten sonra madenlerde çok ciddi katliamlar yaşandı ve bu maden katliamları tekrar ederek sürüyor. En son Soma'da, artık son olsun, bir daha olmasın demiştik ama işte, devamında çok fazla maden katliamı yaşandı. Ne yazık ki 1 kişi, 2 kişi iş cinayetinde yaşamını yitirirken "Bir şey olmadı, 1 kişi yaşamını yitirdi, 2 yaşamını yitirdi." gibi yaklaşımlar sergileniyor ancak 10'larla, 20'lerle, 40'larla ifade edildiğinde böyle Komisyonlar kurulabiliyor veya böyle tartışmalar olabiliyor. Dolayısıyla, o katliamlardan yeterince ders çıkarılmadığı için ve ilgili Komisyonlar, o bakış açısını terk etmediği için -yani en son Soma Komisyonu kurulmuştu- yani esastan itiraz etme, esastan değiştirme, iş cinayetlerini ortadan kaldırma bakış açısını terk etmediği için yeni katliamlar yaşanıyor. Benim kaygım şu ki Amasra maden katliamından sonra da biz burada bir rapor çıkarsak da muhalefet milletvekilleri olarak şerhimizi koysak da yine sorunlar çözülmeyecek, yine bu maden katliamları devam edecek. O yüzden ortaklaşarak, ortak deneyimlerden ortak kararlar çıkararak yol almamızın bundan sonraki maden katliamlarının önlenmesi için en azından Amasra maden katliamıyla ilgili bu Komisyonun hizmet edebileceğini düşünüyorum. O yüzden de rapor hazırlama yöntemine dair böyle bir kaygımı, eleştirimi iletmek istiyorum; öyle başlamış oldum.

Şimdi, bu maden katliamıyla ilgili olarak, aslında diğerlerinde de olduğu gibi, temelde bizim eleştirmemiz gereken, üstünde durmamız gereken hem teknik meseleler var hem siyasi meseleler var hem sosyal, ekonomik, aslında aynı zamanda bir de ekolojik meseleler var; bunların hepsini ancak birlikte değerlendirdiğimiz zaman bu maden faciasına yönelik tam, bütünlüklü bir rapor çıkarabileceğimizi düşünüyorum. Aynı zamanda, teknik açıdan baktığımız zaman da ve iş güvenliği politikaları açısından baktığımız zaman da özellikle OECD ülkeleri başta olmak üzere, gelişmiş ülkelerde madenlerde iş kazaları, iş cinayetleri çok azaltılmış -buna dair veriler de bize bu çalışmada sunulmuştu- fakat buralarda başarılmış olan şeyin Türkiye'de başarılamadığını görüyoruz. Dolayısıyla, oralarda önlemler alınarak iş kazaları azaltılmışken neden Türkiye'de aynı şekilde devam ediyor, buna bu noktadan da bakmamız gerekiyor.

Şimdi, sunumlarımda da yer vermiştim, özellikle havzayı parçalama, redevans ve taşeronlaştırıcı ya da hizmet alımı sağlayıcı diğer politikalarla birlikte özelleştirilmeye bir vurgu yapmamız gerektiğini düşünüyorum bu raporumuzda. Çünkü bir kamu kurumu olmasına rağmen, TTK'nin, kendi uhdesindeki ruhsat pozisyonu diğer redevanslara ve diğer şirketlere verilerek aslında kendi alanı çok daraltılmış -çok demek de eksik kalıyor- yüzde 97'si taşeron redevansa verilmiş, yüzde 3 gibi çok komik bir kısmı TTK'de kalmış. Dolayısıyla da aslında, TTK'nin bu özelleştirme politikalarıyla bağlantılı olarak sağlık ve güvenlik politikalarını da geliştirdiğini burada görmek gerekiyor.

Bu özelleştirme politikaları tabii ki yeni değil, 1980'lerden bu yana devam eden bir süreç fakat biz biliyoruz ki AKP'li yıllarda, özellikle son yirmi yılda ve özellikle de enerji politikaları üzerine kurulan bu piyasalaşmacı politikalarla da özelleştirmeler çok ciddi anlamda hız kazanmış durumda. Dolayısıyla da bu kapsamda işçi sağlığı, iş güvenliği önlemleri de zayıflamış durumda. Bu özelleştirme perspektifiyle bağlantılı olarak da havza madenciliği terk edildiği için, buralardaki kaynaklar, varlıklar özel sektöre tahsis edildiği için ve aynı zamanda, özelleştirmeyi kolaylaştırmak amacıyla izlenen politikalar da olduğu için bu nedenlerle buralarda yatırımlar da yapılmıyor. Yüzde 3'lük bir alanda, bu kadar küçük bir alanda kurul uzun süre çalışmayacağını herhâlde öngörüyor olmalı. Arama ve işletme, bu tasarrufa göre kendi pozisyonunu alıyor. En önemlisi de işçi sağlığı ve iş güvenliği konusundaki tavizler bu kapsamda oluyor.

Bu çerçevede baktığımız zaman, havalandırma açısından üretim kuyudan ve nefeslikten kilometrelerce uzakta bir mesafede, kuyu dibinde yapılmakta. Üretim yerlerine taşta ve kömürde sürülen çok sayıda taban yolu ve eğimli yollarla ulaşılmakta ve temiz hava kot farkı olan kilometrelerce mesafeden üretim panolarına ulaştırılmaya çalışılmakta. En kötüsü de kirlenen hava yine kilometrelerce mesafede, ocak içinde dolaştıktan sonra nefeslikten dışarı atılmakta. Bu konuda havalandırma sorunu aslında Genel Müdürlük, TTK tarafından çok önce tespit edilmiş.

Ben 2020 ve 2021 faaliyet raporlarına referans verirsem Madencilik Altyapı ve İyileştirme Yatırım Programı açıklanmış ve 2021 yılı sonu itibarıyla toplam yüzde 3,5 gerçekleşme sağlanmış bu projede yani bu proje, İyileştirme ve Altyapı Projesi, TTK tarafından tamamlanmamış, hatta çok minik bir kısmı yapılmış. Bu veriler gösteriyor ki TTK Amasra ocağında havalandırma ve altyapı eksiklikleri bilinmesine rağmen gerekli önlemler alınmamış, güvenli üretim altyapısı oluşturulmamış ve redevansıçı firmanın yükümlülüklerini yerine getirmediğine dair de bazı Sayıştay raporları var özelleştirme politikalarına dair. Üretim yapmadığı hâlde firmanın kuruma herhangi bir ödeme yapmadığı, kurum ve firma arasında hukuki bir sürecin yaşandığı, davanın kurum aleyhine sonuçlanması hâlinde kurumsal zararın söz konusu olduğu gibi birçok şey var, buraya siyaset giriyor, siyaseti bu paranteze alabiliriz. Bütün bunlar yaşanırken kurum, sözleşmeyi fesih hakkını kullanmamış mesela -herhâlde kendi kendine karar vermemiştir burada- yaşanan hukuki süreç nedeniyle zorunlu olmadığı hâlde ruhsatı firmaya devretmiş, bir anlamda sorunu içinden çıkılmaz bir hâle getirmiş diye bir değerlendirme yapabiliriz.

Ocak açıklığı ve kesitlerine ilişkin ciddi ithamlar var, ciddi raporlar var bu konuda yani ocak açıklıkları ve kesitleri -biraz sonra Deniz Bey bu konularda çok daha teknik yeterlilikte açıklamalar yapacaktır, ben buna inanıyorum- bu konudaki tasarruflar havalandırmayı da direkt ilgilendirdiği için... Ve bildiğimiz gibi grizu patlaması da aslında bir havalandırma yani kaynağından uzaklaştırma, kaynağında sorunu çözme sorunu olduğu için havalandırma sorunu burada kendini gösteriyor ve bu havalandırma sorunlarının nasıl çözüldüğüne, nasıl el yordamıyla çözüldüğüne dair soru işaretleri var. Tabii, sorularımıza, teknik sorularımıza bugüne kadar cevap alamadığımızı burada hatırlatmak istiyorum; özellikle Maden Mühendisleri Odasının 15 sorusunun bize cevaplandırılmasını talep etmiştik. Ki bunlar aslında öyle gelişigüzel sorular değil; sadece istediğimiz, uzmanların, bilirkişilerin bu Amasra maden faciasını açıklayabilmek için örneğin güncel ocak planının resmî olarak ellerinde olması lazım, imzalı ve ölçekli olarak; yine güncel havalandırma planının, bu galerilerdeki havalandırmaların, panolardaki havalandırmaların ölçekli ve imzalı olarak olması gerekiyor. Yine, 4-14 Ekim 2022 tarihi aralığına ait ayak hava giriş-çıkışları, patlama bölgesindeki sensörler başta olmak üzere tüm sensörlerin ölçüm sonuçları; yine 4-14 Ekim 2022 tarihi aralığına ait seyyar gaz ölçüm cihazlarının ölçüm sonuçları, havalandırma defterleri; 15 Eylül-14 Ekim 2022 tarihleri arasında yapılan kontrol sondajı ve degaj sondajı kayıtları; 14 Ekim 2022 16.00 ve 00.00 vardiyasına ait ocak tertip planı gibi sayabilirim, burada var; ATEX belgeleri dâhil olmak üzere. Bütün bu verilerin bizim elimizde, en azından önümüzde olması ya da bizde olamayan kısımları olabilir belki ama bilirkişilerde, uzmanlarda olması; uzmanların, bu Komisyonda çalışma yürüten hocalarımızın ve uzmanlarımızın bu belgeler üzerinden raporunu hazırlaması, en azından bu 15 sorudaki belgeler üzerinden ve burada sorulan sorular üzerindeki belgeler üzerinden açıklaması gerekiyor.

Galeri kesitlerinin yarıdan fazla daraltıldığı yönünde bir rapor var. Metan içeren yer altı kömür işletmesinde sağlıklı bir havalandırma yapılması mümkün değil bu kadar daraltıldığı koşullarda, bilirkişi ön raporunda alt kotlarda yeterli havalandırmanın yapılamadığı açıkça belirtilmiş. Bildiğimiz gibi bilirkişi raporu burada birçok kez yani onaylanmadı buradaki bazı katılımcılar tarafından ama şunu hatırlatmak istiyorum: Bu bilirkişi raporu çok sayıda bilim insanı tarafından hazırlandı ve bu rapor, savcılık makamı tarafından, bilirkişi heyetimize teslim edilen dosyadaki muhtelif belgelere dayanarak "bilirkişi incelemesi raporuna ait hususlar" olarak belirtildi; bunu hatırlatmak istiyorum. Yani bu bilirkişiler kafadan hazırlamadılar bu raporu, savcılıktan aldıkları belgeler üzerinden ve faciadan sonra, tabii ki yer altında keşif yapamadılar bizim gibi ama yer üstündeki bölümlerde keşif yaparak bunu sağladılar. Dolayısıyla havalandırma konusu teknik bir konu olup çok iyi hesaplama ve planlama gerektiriyordu. Hava miktarı, hava hızı, metan geliri, kömürün yanmaya müsait oluşu, kömür tozu varlığı... Örneğin burada çok az konuştuğumuz bir konu kömür tozu varlığıydı ama tanıkların ifadelerinde kömür tozu uzaklaştırması ya da bununla mücadele konusunda hemen hemen müessesede yıllarca bir çalışma yapılmadığına dair şahitlikler, tanıklıklar bulunuyor. Bu konular, çalışan sayısı -ki bu da aynı zamanda Sayıştay raporlarıyla belgelidir- gibi parametreler değerlendirilerek uygun galeri kesiti, ihtiyaç duyulan ekipman ve gerekli hava miktarı hesaplanıyor ve bu konu ciddi bir yatırım gerektiriyor. Anlıyoruz ki TTK Genel Müdürlüğü bu yatırımlardan kaçınmış ve müesseseyle ilgili Sayıştay raporlarının da ihtarlarını, uyarılarını dikkate almayarak aslında bu maden faciasına âdeta davetiye çıkarmıştır. Ama biz, bu savcılık fezlekesinde TTK Genel Müdürlüğünün, bütün yetkililerinin isimlerini orada görmüyoruz, hiçbir yetkilisinin ismini görmüyoruz. Sadece Amasra Müessesesi bu maden faciasından sorumlu tutuluyor ki bunun kesinlikle doğru bir karar olmadığı, burada, aslında açıkça önümüzde duruyor.

Tabii ki sadece TTK Genel Müdürlüğünü, Genel Müdürünü, yardımcılarını değil aynı zamanda bu konuda karar verici olan Cumhurbaşkanlığından tutarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığını ve yine denetim görevlerini yeterince yerine getirmeyen Çalışma Bakanlığı ve MAPEG'i de burada sorumlu tutmak gerektiğini vurgulamak istiyorum.

Yine, mevzuata dair eksiklikler burada bulunuyor. Mevzuata dair eksiklikleri hocalarımız, uzmanlarımız çok iyi bir şekilde ortaya koyacaklardır ama ben en temeline bir vurgu yaparak geçeyim. Anayasa'mızda doğal kaynaklarla ilgili olan 168'inci maddede düzenlenen redevansın ya da madenlerin özel sektöre verilmesinin çok istisnai bir uygulama olarak tarif edildiği ama bunun tam tersine bir uygulamanın ve yasal süreçlerin hayata geçirildiğiyle ilgili bir gerçeklik de var; bunun üzerinde durmak gerekiyor. Yani bu maden faciası bir kamu kurumunda olduğu için belki şunu söyleyebilirsiniz: Bakın, kamu kurumunda da maden kazaları olabiliyor ama burada, başta vurguladığım için tekrarlamayayım ama madenlerdeki özelleştirmenin, piyasalaştırmanın bu maden faciasında da TTK kamu kurumu olduğu hâlde onu etkilediğini ve oradaki faaliyetle ilgili kararları direkt etkilediğini biz burada görüyoruz. Bu nedenle Anayasa'mızdaki bu madde başta olmak üzere, uygulanan politikalar gereği bu maddedeki istisnai durum genelleşmiş olup neredeyse tüm madenler gerçek veya tüzel kişiler tarafından işletiliyor. Oysa o 168'inci maddede -şimdi okumuyorum zamanımızı almaması için- bu şekilde ifade edilmiyor.

Bunun dışında başka kanunlarla ilgili de pek çok durum var. Maden Kanunu'nda düzenlenen "daimî nezaretçi" ve "teknik eleman" tanımı ve uygulamaları aynı zamanda sorgulanması gerekiyor çünkü işverenlerin baskısı sonucu -burada da konuşmuştuk yine- bu kavramların içi boşaltılıyor. Yani hem işçilerin iş güvenliği yok hem de iş sağlığı ve güvenliği alanında çalışanların ve nezaretçilerin ve bu teknik elemanların iş güvenceleri yok; itiraz ettiklerinde, eleştirdiklerinde, raporladıklarında işlerini kaybedebilirler; ücretlerini bu yerden alıyorlar; bu paradokstan da uzaklaşmak gerekiyor. Aynı zamanda 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'yla bu OSGB'lerle yapılan iş yerlerindeki denetimlerin de aslında etkin olmadığını yine biz bütün iş cinayetlerinde görüyoruz çünkü buralarda bu OSGB'ler de kâğıt üstünde denetimler ya da kâğıt üstünde çalışmalar yürütüyorlar ve bağımsız kuruluşlar, özel kuruluşlar ama aslında ekonomik ilişkiler nedeniyle bağımsız kuruluşlar değil. Dolayısıyla, aslında işçi sağlığı, iş güvenliği konusunda rol alacak ya da nezaretçi gibi teknik konularda rol alacak kişilerin iş güvenliğini ve özerkliğini öne almamız gerekiyor.

Yine teknik eksikliklerle ilgili bu "ex-proof" aletler, ATEX sertifikalı aletler konusuna mutlaka yer vermek gerekiyor ve açıklık getirmek gerekiyor. Burada adeta şöyle açıklandı: Yani ATEX sertifikası emperyalizmle ilişkilendirilerek bunun sanki böyle sadece bir güvenlik mekanizması değil de, sadece bir bağımlılık ilişkisi olduğu tarif edildi. Ama biz bunun yerine yenisini, aynı özelliklerdeki yeni ekipmanları koyacak endüstriyel yetkinlikte olmadığımıza göre insan sağlığını, işçi sağlığını esas almamız gerekiyor ve bu nedenle de bu sertifikalara sahip olan ekipmanların bu kadar tehlikeli, çok tehlikeli iş yerlerinde muhafaza edilmesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Ocak havalandırması tasarımlarının, havalandırma planlarının doğru yapılması, iş kazalarını önlemenin ön koşuludur. Bunlara uygun ekipman seçimi ve kullanımı için yasal altyapı geliştirilmelidir. Ama bu yasal altyapı daha geriye gitmek için değil daha ileri gitmek için olmalıdır.

Eğitimdeki sorunlardan burada bahsettik. Yine tanık ifadelerinde çokça ifade ediliyor ve bizler de aslında sahadan biliyoruz. İşçi sağlığı iş güvenliği eğitimleri yine kâğıt üzerinde kalıyor, uygulamalı eğitim olmuyor. Yani bu kadar, çok sayıda büyük faciaların yaşandığı, çok sayıda işçi cinayetinin yaşandığı sektörlerde dahi karmaşık maske yapılarının iyi anlatılamadığını, denenemediği için sadece bu faciayla karşı karşıya kalan işçinin ilk denemesini kendi canıyla yaptığını görüyoruz ve maskelerini açamadığı için, açamadıkları için yaşamını yitiren kişiler var bu maden cinayetinde. Bunların tespit edilmesini ve işçi sağlığı ve iş güvenliği eğitiminin yine bence TTK Genel Müdürlüğünün tasarrufları doğrultusunda, hem üretim baskısı hem de zaman baskısı yaratarak işçiler üzerinde, işçilerin iş güvenliği eğitimlerini ücretli zamanlarını kullanarak ve konforlu ortamlarda almalarının, yetkin bir iş güvenliği eğitimi almalarının yerine getirilmediğini düşünüyorum. Bununla ilgili uygulamaların hayata geçmediğini düşünüyorum. Bu konuda yine çok şey söylenebilir, hızla geçmek istiyorum.

Denetim eksiklikleri konusunu da vurguladım. MAPEG, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının denetimlerinde -tartışmalarımızda da vurgulamıştım- çok önemli konuları rapora geçirmediklerini biz gözlemledik. Yani Çalışma Bakanlığı bir forklifti raporuna geçirmiş ama oradaki örneğin Sayıştayın raporladığı çalışan eksikliği, nezaretçi eksikliği ya da havalandırmadaki sorunlar gibi pek çok konuyu, ATEX sertifikalı malzeme eksikliğini, bunları vurgulamamış. Aynı şey MAPEG için de geçerli. Dolayısıyla, evet, MAPEG, Çalışma Bakanlığı gibi birden fazla denetim, denetleyici kurum sorunu belki burada ifade ediliyor, buna da vurgu yapabiliriz ama esasında bu yapıların da denetlemekle ilgili yükümlülüklerini yerine getirmediğini biz görüyoruz. Dolayısıyla bu soruşturmaya katılmalılar, sorumlu olmalılar bu katliamdan.

Örgütlenmedeki sorunlara da değinmek istiyorum. Burada yine sarı sendikacılığı tartıştık; sarı sendikacılığın ne olduğu, yandaş sendikacılığın ne olduğu konusunu tartıştık. Bence bu tartışma çok değerli bir tartışmaydı çünkü Türkiye'de ucuz emek rejimi var ve bu ucuz emek rejiminin dayandığı temel nokta işçiyi zayıflatmak, işçiyi zayıflattıkça sömürü oranını daha da yükseltmek; çünkü teknolojiyle "know-how"la, bilgiyle üretimi yapmak ve buradan bir artı değer elde etmek değil de işçinin alın terini daha çok harcatarak, daha çok emek yoğun çalıştırarak bir sermaye birikim süreci Türkiye'ye dayatılıyor, bu yıllardır böyle. Dolayısıyla, bu, neoliberal politikaların da bir tezahürü, işçi sınıfı parçalanıyor, sendikaları zayıflatılıyor, örgütlenmeleri zayıflatılıyor ve hakları ellerinden alınıyor, işçi sınıfının kazandığı haklar yasalarla ellerinden alınıyor. Böyle bir süreçteyiz. Burada ne olmuş? GMİS diye bir sendika var fakat bu sendikanın başlıca görevlerinden bir tanesi işçi sağlığı, iş güvenliği önlemleri konusunda gerekli uyarıları yapmak, bu konuda gerekiyorsa işçilerin çalışmama hakkını kullanmasına teşvik etmek, yasalardaki haklarını kullanmak; örneğin, grev hakkını kullanmak; şalteri indirerek TTK'yi de, Amasra Müessesesini de, Polyak'ı da, diğerlerini de uyarmak, bunları sarsmak. Dolayısıyla işçinin üretimde inisiyatif almasını, karar süreçlerine katılmasını, kendi yaşamı üzerinde söz ve karar sahibi olmasını sağlayacak mekanizmalar olarak bağımsız sendikalara ihtiyaç var fakat sermayeden ya da devletten, hükûmetten bağımsız sendikalar ne yazık ki Türkiye'de kriminalize ediliyorlar ve çalışma alanlarından uzaklaştırılıyorlar, onların son derece haklı talepleri suçmuş gibi gösteriliyor. Dolayısıyla bu, işçiyi zayıflatan, sermayenin elini güçlendiren ya da neoliberal politikalarının savunucusu, uygulayıcısı olan hükûmetlerin elini güçlendiren örgütlenme anlayışının terk edilmesi, işçilere güç verilmesi gerekiyor. İşçilere güç verirsek inanıyorum ki işçiler kendi hayatlarını tehdit eden konuları mutlaka tespit edeceklerdir ve önleyici olacaktır. Eğer proaktif bir çözüm üretilmesini savunuyorsak işçi sağlığı iş güvenliğiyle ilgili olarak, 6331 sayılı Kanun ilk çıkarken böyle söylediniz yani siz dediniz ki: "Artık iş cinayetleri için sıfır tolerans, sıfır iş kazası olacak çünkü biz proaktif bir yasa çıkartıyoruz." Ama o yasayı da uygulamıyorsunuz, aynı zamanda o yasanın iş yerlerindeki savunucusu olacak ve gerçekten yaşam hakkını koruyacak olan işçinin gücünü tırpanlıyorsunuz. Oradaki iş sağlığı güvenliği kurulları da kağıt üzerinde kalıyor, iş güvenliği uzmanları da zaten parasını patronlardan alıyor. Dolayısıyla bu mekanizmada örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması, sendikaların bağımsızlığına saygı duyulması, sendikal örgütlenmelerin önündeki engellerin kaldırılması, işçilerin üretimde söz, yetki, karar sahibi olması sağlanmalıdır ki biz ancak sadece madenlerde değil bütün iş yerlerinde iş cinayetlerini önleyebilelim.

Yine, büyük bir çürüme olduğunu tespit biz burada. Bu da bizim raporumuza girmeli. Yani aslında Türkiye'de yaşanan çürümenin bir tezahürünü biz TTK müesseselerinde, raporlarda ve tanık beyanlarında izlemiş olduk. O nedir? Siyasi öncelikli, liyakatsiz atamaların olması ve ayrımcılığın, ailelerin bize özellikle vurguladığı ayrımcılığın olması ve yolsuzluğun ve birçok sorunun yaşanması ve bunlara yöneticilerin seyirci kalması ya da bir parçası olmasıyla ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu nedenle Amasra maden faciası mutlaka bu açılardan raporlandırılmalı.

Tabii ki biz raporlarımızda siyasetin buradaki rolünü vurgulayacağız dedik. Aynı zamanda siyasetin, enerji politikalarının da ben sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki buradaki maden kömürü belki sanayi için çıkartılıyor ama genel olarak kömür madenleri Türkiye'de çok yaygınlaştırılıyor ve yerin üstündeki zenginlikler, kamunun olan, halkın olan, toplumun olan zeytin ağaçları, ekosistem, bütün varlıklar bir şirket bir miktar kâr etsin diye o şirkete tahsis ediliyor. Köylünün, yerel halkın çıkarları tamamen yok sayılarak ve hele de günümüzde iklim krizi başta olmak üzere doğal felaketler, özellikle halk sağlığı tehditleri görmezden gelinerek bu madenlere yol veriliyor. Bu politikaların sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

Dün Muğla'dan gelen ekoloji aktivistleri vardı ve Muğla'daki kömür madenlerine dair eleştirilerini dile getirdiler. Bu kömür madenlerinin işçilerin işlerini kaybetmeden, işçilerin gelir güvencesini sağlayarak kapatılmasını talep ediyorlar. Çünkü gerçekten "Yani ne kâr getiriyor bu madenler?" diye baktığımızda, zaten doğal varlıklarımızı yok ettiği için, oradaki ekosistemi tahrip ettiği için o kârlarını kesinlikle düşünmemek de gerekiyor. 21'inci yüzyılda yaşıyoruz çünkü başka enerji kaynaklarına ulaşma imkânları Türkiye'nin zaten var, enerji potansiyeli zaten bu madenlere ihtiyaç duymuyor Türkiye'nin. Bunu sorgulamalıyız.

Öte taraftan, biz bu madenlerle ya da bu termik santrallerle doğayı kirleterek, havayı kirleterek çok sayıda sağlık problemi yaratıyoruz. Bu sağlık problemlerinin insani boyutu ayrı bir trajedi, bir de öbür tarafta maliyeti var. Bu maliyetleri düşündüğümüz zaman kime hizmet ediyor termik santraller? Hangi anlayışa hizmet ediyor? Yani hem halk sağlığını ortadan kaldırıyoruz hem de Türkiye ekonomisine korkunç boyutlarda zarar veriyoruz.

Bakın, bu arkadaşların, Muğla EGEÇEP ve diğer kuruluşların raporları var, bunları çok iyi bir şekilde anlatıyor. Muğla için özel dosya yapmışlar; yine zamanımızı almamak için burada ifade etmiyorum hepsini, çok derin bir dosya. Burada şöyle tarif ediliyor: "Madenlerden adil çekilme." Madenlerden adil çekilme, madenlerin ortadan kaldırılması ama o "adil"in altını doğru olması açısından çiziyorum; çalışanların ve yerel halkların ihtiyaçları doğrultusunda, onları zarara uğratmadan maden çıkış politikalarını bir an önce hayata geçirmeliyiz ki bu da raporumuzda yer almalıdır diye düşünüyorum.

Yine raporumuzda geride kalanlar yer almalı. Kadınlar... Bu örneğimizde, Amasra maden faciasında 42 can yitti. Bunların çoğu evliydi ve hepsi çok gençti; çok küçük, kundakta ya da okula bile gidemeyecek yaşlarda çocuklar bıraktılar arkalarında. Türkiye'de patriarkal bir sistem var; kadınlar kocalarını yitirdiler, eşlerini yitirdiler ve o kadınlara şöyle söylendi, Soma'da da bu söylenmişti: "Ekonomik destek vereceğiz, veriyoruz."

Şimdi, burada iki tane noktanın altını daha çizmek istiyorum: Bir, ekonomik destek vererek maden katliamlarında yaşamını yitiren insanların kayıplarını gideremeyiz yani canın yerini hiçbir şey almaz. Çocuklar babasız kalıyor, anne babalar evlatsız kalıyor ve yalnız kalıyorlar. Biz ne kadar ekonomik güvenceyi yansıtabilsek de tabii ki bu bir sorumluluktur, bunu yapmak gerekiyor ancak bu insanlar hayatta tek başına kalıyorlar. Bu kadınlar Bartın'da, Amasra'da yalnız yaşayacaklar bundan sonra ya da yalnız yaşamamaları için patriarkal baskı altında kalacaklar. Onların üzerinde bir ekonomik kontrol mekanizması aile büyükleri, erkekler tarafından ve çevresi tarafından, akrabaları tarafından daha da artırılacak. Bazı ifadelerde var, kendi avukatlarını bile seçemez durumdalar yani kadınlar avukatlarını bile seçemiyorlar, kayınbabaları "Efendim, gelin anlamaz; biz avukatı şu avukat olsun istiyoruz." diyorlar ve kadının söz hakkı dahi olamıyor. Öte taraftan, yine, burada vurguladık, anne babalar da en yakın dayanaklarını yitiriyorlar, onların da ekonomik olarak desteklenmesi... Ama eşlerden alıp anne babaya vermek şeklinde değil de ayrı bir mekanizma olarak bunu, burada mutlaka düzenlememiz gerekiyor. Eşlerden alıp anne babaya değil eşlere ve anne babaya ayrı ekonomik destekleri sunmamız gerekiyor.

Yani bitirdim demek isterdim ama birkaç şey daha var, bunları söylemeye devam etmem gerekiyor. Öncelikle şöyle toparlamak istiyorum: Biz Türkiye Taşkömürü Kurumunun 2000 ve 2022 arası yatırım programlarını incelemedik, uzmanlarımızın bunları incelemesi gerekiyor. TTK genelinde ve ATİM özelinde 2000 ve 2022 arası yıllık planlanan ve gerçekleşen yatırımların ilgili yılın dolar kuruna göre çevrilerek bir grafiklendirilmesi lazım. Acaba yatırım konusunda bu iddialarımız ne kadar gerçek? Onu görmemiz gerekiyor. ATİM özelinde, 2018 yılında planlanan Havalandırma Modernizasyon Projesi'ne ait ödeneğin kaç kere ve hangi kararlarla revize edildiğinin, revize gerekçelerinin de bu raporda ifade edilmesi gerekir. ATİM'deki mevcut çalışmaların uygulama projesine uygun olup olmadığının tespit edilmesi için son on yıl, son onaylı proje ile mevcut 2022 Galeri Planı'nın karşılaştırılması gerekiyor, onun uzmanlarımıza verilmesi gerekiyor.

MAPEG'in 2022 tarihli ATİM İşletme Projesi'nin havalandırma bölümü var. Bununla ilgili yer altı madenciliğinin dinamik bir yapıya sahip olması nedeniyle yeni çalışma yerlerinin açılması veya eski çalışma yerlerinin kapanması durumunda hava akımı dağılışında değişiklikler olabileceğine dair bilgiler var ve gaz ve toz problemlerinin fazla olduğu ocaklarda yeterli hava göndermek suretiyle gaz ve toz ocak dışına taşınmakta ve ocak havasının toz ve gaz konsantrasyonu tehlike sınırları altında tutulmalıdır. Gaz ve toz patlaması risklerini azaltmada havalandırmanın önemi bilinmesine rağmen yetersiz havalandırmayla üretime devam edilmiş, bunun vurgulanması gerekiyor.

ATİM'le aynı rezervde çalışan "Hattat" isimli özel işletmenin kuyularının derinliğinden burada bahsedilmeli. Yani bizim inceleme yaptığımız ATİM'in kuyu derinliği eksi 250 iken aynı rezerv alanında olan Hattatın -benim öğrenebildiğim kadarıyla- en kısa kuyusunun 570 metre olduğu söyleniyor; üstelik de üretim de yapmıyor bu firma. Bunların değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Orada gördük, gittiğimizde, yer üstünü incelediğimizde ATİM kuyusunu gördük, ATİM kuyusunun çok yakınında Hattat 3 kuyusunu gördük. Yani bir havzada nasıl böyle bir şey olabiliyor? Neden Amasra ATİM'in kuyusu bu kadar, eksi 350'lere kadar üretim inmişken yerinde duruyor, eksi 250'de duruyor, bu tasarruflar neden böyle veriliyor? Bunların burada iyice açıklanması gerekiyor.

Kömür tozu ölçümleri ve alınan önlemlere dair incelemelerin rapora yansıması gerekiyor. Son altı aylık dönem içerisinde yapılan denetimlerde üretim alanlarında patlayabilir ve solunabilir toz ölçümleri yapılmış mı? Bu raporda yer alması gerekiyor. Ölçüm sonuçları mevzuat sınırlarının üzerinde mi? Bunların yapılması gerekiyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSB) tarafından yapılan son ölçümde ikinci kartiye toz ölçümü mevzuat sınırının üzerinde olmasına rağmen bu durum denetim raporunun sonuç kısmına yazılmamış. Bunun hiçbir yaptırımı olmayacak mı diye soruyorum. Bundan bahsedilmesi gerek bu raporda.

Ocakta bir tahlisiye ekibinin olup olmadığını ve acil durumlarda ekipmanların ulaşılabilirliği sorgulanmalı. Çünkü biz oraya gittiğimizde aslında aklımıza gelmedi, dediler ki: "Patlama olduğunda tahlisiye ekibinin konumlandığı yer kuyuya 500 metre mesafede başka bir yerde." Ama keşke biz o anda orayı da görelim deseydik Başkan, oraya da gitseydik ama gitmedik. Bize yeni yapılan yeri gösterdiler ama gördük ki, zaman o kadar önemli ki orada çünkü o maskeler sadece yarım saat, kırk beş dakika yaşamı koruyabiliyor. Tahlisiye ekibinin burada olup olmadığı bile soru işareti, bununla ilgili ciddi sorular var. Bu konunun iyice bu raporunuzda yer alması gerektiğini düşünüyoruz.

Kozlu, Karadon, Soma katliamlarından ders alındı mı? Bu, raporumuzda olmalı diye düşünüyoruz. Kozlu, Karadon, Soma katliamlarında hazırlanan bilirkişi raporlarında tespit edilen madencilik kusurları neydi, Amasra'da tekrar eden sorunlar, durumlar neler? Bunları kıyaslayabiliriz. Ben şimdi yapabilirim ama çok yoruldunuz, o yüzden yapmıyorum; elimde var ama bu konuda bir kıyaslama yaptığımızda hem savcılık fezlekesi hem de diğer bilgiler doğrultusunda aynı handikap içerisine düşüldüğünü, aynı hataların yapıldığını görüyoruz. Uzmanlarımızdan ricamız, bu konulara da yer verilmesidir.

Son cümlem şu: Savcı fezlekesi temel olarak bilirkişi raporuna dayandırılmış. Bunu olumlu buluyorum fakat eksikleri var çünkü bilirkişi raporunda da belirtiyor ve bizim yaptığımız araştırmalarda da gördük ki aslında meseleler sadece Amasra'yla sınırlı değil, aynı zamanda ve hatta özellikle siyasetle ve TTK Genel Müdürlüğüyle, oradaki tasarruflarla bağlantılı ve çok direkt olarak bağlantılı. Dolayısıyla şöyle olmalı: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, TTK Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü, TTK Genel Müdür Yardımcısı, savcılıkta sorumluluğu tespit edilecek olan diğer TTK yetkilileri de bu fezlekenin içerisinde, savcılık fezlekesinin içerisinde olmalıdır. Bizim raporumuz da buradaki yetkililerin sorumluluğuna ve siyasetin sorumluluğuna mutlaka ve mutlaka vurgu yapmalıdır.

Başka eksiğimiz var mıydı diye bakıyorum. Evet, hepimizin gözü aydın, bitti.

Teşekkür ediyorum.

OTURUM BAŞKANI POLAT TÜRKMEN - Evet, Serpil Hanım teşekkür ediyorum.

Deniz Bey, buyurun.

DENİZ YAVUZYILMAZ (Zonguldak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Çok özür diliyorum, bir dakika...

Bir de bu Komisyonun mutlaka Amasra Müessesesinin altına inmesi gerekiyor, bunu vurgulamayı unuttum. Yaptığımız gözlem yeterli değil. Bütün bu bilgiler nasıl eksikken rapor düzenlemek mümkün değilse yerin altına inmeden Amasra maden katliamının neden gerçekleştiğini bilmemiz de mümkün değil. Ben TTK'nin bize sunduğu gerekçeleri kabul etmiyorum. Gerekirse bir bilirkişi görüşü almamız gerekiyor ve ne yapılması gerekiyorsa hızla harekete geçip Amasra Müessesesindeki katliamın yaşandığı ocağın havasının temizlenmesi, soğutulması işlemlerinin tamamlanmasının ve bu Komisyonun bu madene inerek gözlemlerini yapmasının ve raporunu da burada edindiği bilgilere dayandırarak yapmasının hayati derecede önemli olduğunu düşünüyorum ve yine bir kez daha söylemek istiyorum ki ben bu masada TTK yetkilileriyle birlikte bu konu üzerinde çalışmanın da çok ciddi handikapları olduğunu gözlemledim.

Tekrar teşekkür ederim.