| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop, MHP Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, AK PARTİ Grup Başkanı Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, AK PARTİ Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin, AK PARTİ Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu, AK PARTİ Grup Başkanvekili Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, MHP Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay, MHP Grup Başkanvekili Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, BBP Genel Başkanı Ankara Milletvekili Mustafa Destici ve 326 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4779) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 19 .01.2023 |
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, katılımcı arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu konu, geçmişte gerçekten travmalar yaratmış, genç kızlarımızın eğitim hakkını neredeyse elinden almış çok önemli bir olaydır. Ama burada birbirimizi suçlamak yerine o günün koşullarına baktığımız zaman, siyasetin sorun çözücü...
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Sayın Subaşı, herhâlde mikrofonda sorun var, bir yan tarafa geçebilir misiniz.
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Şimdi, geçmişte siyaset kurumunun vesayet altında dar alanda birçok sorunu çözemediği bir gerçektir ve gerçekten de bu konuda Türkiye'de on beş yirmi yıl süren ciddi bir travma yaşanmıştır. O günleri çok iyi hatırlıyorum. Ne yasamızda ne anayasalarımızda bu konuyu yasaklayıcı hiçbir hüküm olmamasına rağmen, o günün egemenleri baskılar sonucunda 1989 yılında ilk defa Anayasa Mahkemesi kararına, hüküm fıkrasına değil ama Anayasa kararının metnine dercetmişti. O zaman o davayı da Kenan Evren açmıştı ve o günün devlet egemenlerinin yargıya olan vesayetinin de etkisiyle böyle bir karar çıkmıştı. Bu karar Türkiye'de birçok şeyi değiştirdi ve artık "Yargı kararı var." diye siyaset kurumlarını da etkiledi, eğitim kurumlarını da etkiledi, on beş yirmi yıl süren bir travma yaşanmasına neden oldu.
Özlem Hanım çok da güzel ifade etti, dedi ki: "O travma AKP'yi yarattı." Yani o on beş yirmi yıllık süreç, mağduriyet süreci gerçekten AKP iktidarını yaratmıştır. Yine, Özlem Hanım'ın çok doğru bir sözü: "Anlaşılmak istiyorduk ama anlaşılmıyorduk." Yine, o günleri hatırlarsak televizyonlarda o günün egemenleri, generalleri kendi ailelerinin, annelerinin, anneannelerinin nasıl baş bağladıklarını anlatırlardı fakat okula giremeyen, eğitim hakkını kullanamayan genç kızlarımıza kimse "Bunu niye kullanıyorsunuz, niye takıyorsunuz?" sorusunu soramazdı çünkü devlet güçlüydü, devlette egemen güçlerin belli bir etkisi vardı ve Türkiye'de laiklik kavramı farklı yorumlanıyordu.
Tümüyle siyasi partileri burada suçlamanın bir anlamı yoktur diyorum çünkü siyaset çok dar alanda yapılabiliyordu yani siyaset kurumunun laikliğin egemen olduğu, etkin olduğu kurumlarda çokça söz hakkı olmadığı gibi -o günleri hatırlarsak- Kürtlerle ilgili de bir söz söyleme hakkı yoktu. Hatta o zaman Mehmet Ağar Diyarbakır'da "Dağa kimse çıkmasın, siyaset yapın düz ovada." dediğinde, ertesi gün Genelkurmay Başkanının "Haddini bil!" diye çıkış yaptığını hatırlarım. Hâlbuki bir siyasetçi doğru konuşur, yanlış konuşur ama bir siyaset adamı, bir parti lideri Türkiye'nin her konusunda konuşabilmeli, fikirlerini söylemeli; doğru ya da eğri, çözümlerini ortaya koyabilen aktörlerdir. Ama düşünün, o günkü tanımda bu sözü daha o gün boğulmuştu ve haddi bildirilmişti. Birçok yanlış yapılıyordu ve siyaset kurumu yerine yargı, yasama da baskı altındaydı. Siyaset de dediğim gibi dar alanda yapılıyordu. Yine, Sayın Kavakcı'nın Meclise girdiğindeki tepkileri hatırlıyoruz ama Antalya Milletvekili Nesrin Hanım'ın da MHP tarafından başının açıldığını da hatırlıyoruz yani o günün partileri çözümlerde doğrusu çok etkin olamıyordu.
Sonuçta, o yargı kararı, Anayasa Mahkemesi kararı Türkiye'nin o günlerini belirlemişti ama o genç kızlarımıza da kimse "Bunu niye örtüyorsun?" dememişti. O Anayasa Mahkemesi kararında da "Bu, cumhuriyete karşı bir duruştur." "Cumhuriyete karşı bir kalkışma sayılabilecek..." şeklinde birtakım etkili cümleler de alınmıştı. Peki, bu cümleler nereden alınmıştı? Bola döküm yazı ifade eden anayasalarımızdan alınmıştı. Bizim sürekli Anayasa'ya her şeyi yazma merakımız yüzünden tafsilatlar yazma, kanun yapma gibi anayasa yaptığımız için, o anayasaları da uzlaşma yerine darbeciler yaptığı için sürekli devleti güçlendirmişler ve devlet egemenlerini güçlendirmeye dönük anayasalar yapılmıştı.
Şimdi, gerçekten anlaşılmak istiyorduk, dediği gibi, anlaşılamadık. O gün Hrant Dink'i de anlamak istemedik, Alevileri de anlamak istemedik -yine anlamak istemiyoruz- Kürtler de "Sorunumuz var." dediğinde -terörü bir kenara koyuyorum, o kolluk güçlerimizin fedakârlığı ve kahramanlığı asla yadırganamaz, o konudaki etkinlikleri de bugün Türkiye'nin en büyük güvencesidir- Kürtleri de anlamak istemedik; yine, egemenler etkili olurdu. O günün siyaset ve vesayet anlayışından sonra bugünlere geldik, bugünlerde de başka türlü bir vesayet çıktı; Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi. Şimdi, bu sistemin gücü yine siyaset alanını daraltmış, hem Meclisin hem yargının hem yasamanın gücünü ve siyaset yapma alanını daraltmıştır, bu defa da başka haksızlıklar ortaya çıkmıştır.
Geçmişte, benim dönemimde Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaparken Sayın Erdoğan'ın ceza alması beni de derinden etkilemişti, gerçekten büyük bir haksızlıktı ama yine de şimdi hep suçladığımız CHP'nin büyük bir feragat ve fedakârlıkla demokrasi adına o günün mağduru olan Tayyip Erdoğan'ı korumak adına, siyaset yapma imkânını sağlamak adına yaptığı fedakârlığı da görüyoruz. Yani partilerin o günün yasaları ya da dayatmaları sonunda yaptığı hatalar olduğu gibi, demokrasi ve siyaset adına yaptığı yararlı ve demokrasiye katkı sağlayan önemli hizmetleri de olmuştur, her partinin eksileri olduğu gibi artıları da olmuştur. Ama bugün bizim yapmamız gereken birbirimizle kavga etmek yerine, hele hele böylesine çok önemli konuları siyasete alet etmek yerine gerçekten birbirimizi anlamak, dinlemek ve mağdurlarımızı, mağdur olanları gerçekten "Niye mağdursun?" "Sen ne diyorsun?" "Sıkıntın nedir?" diye anlamak zorundayız.
Daha geçtiğimiz aylarda, Alevilerin cemevinde... Bugünkü koruma tedbirlerine baktığımız zaman "Her alanda her şekilde koruyalım." dediğimiz başörtülü kadınımızı... Diğer tarafta "Ben de bu inançtayım." diyen bir kimseye, İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına rağmen, Anayasa gereği tanımamız zorunluluğuna rağmen "Hayır, bu, ibadetgâh değildir." diyebiliyoruz. Neden? Çünkü bugünün egemenleri, hukuku yorumlarken böyle yorumladığı için.
Biz, evrensel hukuka uygun demokratik bir hukuk devletini oluşturmak zorundayız. Bugün İngiltere'de kanun yok, anayasa yok ama sistem tıkır tıkır işlerken biz neleri yazarsak yazalım Anayasa maddesinin geçerliliği bile kalmıyor. Bugün "'3'üncü dönem Cumhurbaşkanlığı olamaz.' keyfiyeti var." demesine rağmen bütün hukuk hocalarının, Cumhurbaşkanımız "Hayır, ben 3'üncü dönem değil, 2'nci dönem..." dediği zaman bunu tartışabilecek, karar verebilecek baskı altında olmayan bir bağımsız kuruluş yok yani bugünün egemeni böyle dediği zaman o öyledir. Tarafsızlık yemini eden Cumhurbaşkanımız dünyanın en taraflı Cumhurbaşkanı olduğu zaman "Sen niye Anayasa hükmüne uymuyorsun?" diyebilecek denetleyici bir güç yok. Yani bugünün egemeni ya da egemen sınıfı yine siyaset alanını, Meclisi, yargıyı, yasamayı vesayet altına almıştır, geçmişteki mağduriyetler yerine başka mağduriyetler ortaya çıkmıştır.
Şimdi, bu 24'üncü madde ve 41'inci maddedeki konu, Cumhuriyet Halk Partisi liderinin "Dilerseniz, bunu şu hâliyle bir kanunla tam güvenceye alalım." demesinden kaynaklanmıştır ve gerçekten birçok arkadaşımız ifade etti "Türkiye'de böyle bir sorun kalmamıştır." diye. Biraz önce de söylediğim gibi, kısıtlayıcı hiçbir hüküm yoktur zaten; sadece yine bazı yargı organlarının üzerindeki vesayet nedeniyle aldığı yanlış kararlardan, yanlış yorumlardan çıkmış yorumlar vardır. Bizim hiçbir hukuk kuralında bunu engelleyici şey yok. Ama belli ki Sayın Kılıçdaroğlu "Siz gelirseniz yeniden bu yasaklar mı gelir?" endişesine karşı, helalleşme çerçevesinde muhafazakâr kesimle de "Hayır, ben samimiyim, gerekirse kanuna bağlayalım." gibi bir adım atmıştır. Şimdi, bunun karşısında siyaset yapılmıyorsa, Anayasa hükümlerini çok rahatlıkla öteleyen bir iktidar, seçimlere üç ay kalmışken "Ben şu Anayasa'yı bir güzel düzelteyim." dediğinde doğrusu muhalefeti ikna etmesi kolay değildir. Ama buna rağmen, bakın, partiler karşınıza -24'üncü maddede- "Gerçekten muhafazakâr çevrede hâlâ kaygı, kuşku ve endişe varsa gelin bunu düzeltelim." diyebilmektedir. Böyle iyi niyetle benim partim, İYİ Parti çıkmıştır, demiştir ki: "Şu düzenlemelerle, düzeltmelerle sizin bu Anayasa teklifinize 'evet' diyelim."
Bunun yanında, hiç orta yerde yokken Türk Medeni Kanunu'nda ve Nüfus Hizmetleri Yasası'nda bunlar çok açıkça belliyken; geleneklerimizde ve aile kavramında böyle bir tehlike, yakın tehdit, hiçbir şey de yokken; bir tek başvuru bile yokken böylesine önemli bir konunun yanına bunu da takıp "Bunu da Anayasa'ya yazalım." demek kadar saçma bir şey olamaz. Böyle bir şeyle, bunlarla toplumu bu kadar sorunun ve zorluğun içinde meşgul etmek kadar da saçma bir şey olamaz.
Madem ki Cumhuriyet Halk Partisi lideri böyle bir teklifte bulundu, Cumhurbaşkanımız da böyle bir karşı teklifle "Daha da genişletelim, güçlendirelim." dedi... Gerçi bir şey güçlenmiş olmuyor bizde. Dediğim gibi, Anayasa hükümlerine uyma diye bir şey yok zaten, hatta terfi eden hâkimler var; Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan, İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uymayan kişilerin terfi ettirildiğini de görüyoruz. Demek ki sorun yasalarda değil, zihniyette ve bir demokratik devlet yaratamadığımızda. Bugün demokratik bir devlet yaratabilsek birbirimizi hem çok daha iyi anlarız hem kamplar arasındaki bu perdeler kalkmış olur; sorunlu kesimlerimizin, sorunlu insanlarımızın, topluluklarımızın sorunlarını anlayarak, çözerek... Ben hâlâ iddia ederim, şu Meclis çatısı altında çözemeyeceğimiz hiçbir sorun yoktur ama neden çözemiyoruz? Yeterli demokrasi anlayışımız, yeterli insan hakları kavramımız yok ve "Benim kampıma ben bunları sağlarım ama diğer kampa böyle kuşkulu bakarım, hatta potansiyel suçlu gibi bakarım." anlayışımız yüzünden biz bu güzelim toplumu maalesef bir türlü huzurlu kılamıyoruz. Oysa devletin görevi olarak daha en başta "Toplumun huzur ve refahını sağlar." yazar. Bizde hangi iktidar, hangi devlet bu toplumun bütün hâlinde, sözlerimizin dışında, "Biriz, bütünüz, beraberiz." sözlerinin dışında, gerçekten bu toplumu tümüyle kavrayarak, bütün kampları tek kamp sayarak, refah ve huzurunu... Ben kırk yıllık siyasi hayatımda gözlemlerim, daha bu yolda bir adımımız yok, demokratikleşme konusunda yeterli bir adımımız yok. Ama bakıyoruz, çağdaş toplumlar; evrensel hukuka uygun, demokratik, gelişmiş toplumlar hukuk bile yazmadan, yasa bile yazmadan, metin dahi yapmadan... Japonya'yı biliyorsunuz, bir galip ülkenin anayasasıyla idare edilirler; İngiltere'de anayasa bile yok. Biz "Şunu da yazalım, bunu da yazalım." derken Türkiye'de bizim Anayasa'daki laf kalabalıklarından kaç tane darbe gerekçesi yaratıldı? Bizim Anayasa'daki şu maddelerden, şu yazıdan, şu lafzından darbeyi çıkarmışlardır, darbe yapılmıştır. Her darbe de devleti güçlendirerek toplumu zayıf düşürmüştür, siyaset alanını daraltmıştır. AK PARTİ'nin kapatılması da yine Anayasa'da bulunan birkaç cümleden çıkarılarak "O partiyi kapatıyorum." denmiştir. Şimdi, önümüzdeki süreçteki kapatma davalarında da göreceksiniz yine gerekçeleri; baskı altındaki hâkimler ve savcılar Anayasa'dan, oradan buradan, bunlardan yararlanarak gerekçe uyduracaklardır. 21 Anayasası'nda kalabalık yoktur ama Türkiye mucizeler yaratmıştır, bir devlet yaratmıştır, bir cumhuriyet yaratmıştır, bir Anayasa yapmıştır ve -yerel yönetimlerle ilgili şeyleri saymazsak- 10-11 maddeyle mucizeler yaratmıştır. Biz "Onu da yazalım, bunu da yazalım, bunu da Anayasa'ya koyalım." Biz zihniyetlerimizi değiştirmeliyiz, insanların özgürlüğünü tanımalıyız ve partilerin, siyasi partilerin siyaset alanını genişletmeliyiz ve birbirimizi daha anlayışla kavramalıyız. Siyaset yapıyoruz diye hele... Şimdi, referandumu tercih etmez misiniz veyahut da Cumhurbaşkanımız tercih etmez mi? Çok tercih eder. Ama ne kadar yazıktır ki temel haklar referandum konusu olamaz. Diyelim ki referandum yaptık, "hayır" çıktı, kadınların başını mı açacaksınız? Peki, "hayır" çıktı, LGBT'lilere evlilik müsaadesi mi vereceksiniz? Bunlar referandum konusu olur mu? Anayasa konusu olur mu?
Ben sonuç olarak, fazla uzatmak istemiyorum, diyorum ki: 24'üncü maddede partimizin teklifi son derece anlaşmaya uygun. Gerçekten, muhafazakâr çevrelerin bu konuda endişesi hâlâ devam ediyorsa onların bu şeyini bitirelim, partilerin bu konudaki tartışmalarını bitirelim; önümüzdeki seçim döneminde gerçek sorunlara eğilelim, onu çözmeye gayret edelim.
Öbür konu, 41'inci madde ise... Türk geleneğinin, aile yapısının bu kadar sağlamlığı varken "Yok efendim, sağlam değil, çürüktür; bunlara karşı, tehdit ve tehlikeye karşı bir önlem alalım, yazalım..." Onu yaz, bunu yaz; bunlar, kendimizi kandırmak, oyalamaktan başka bir şey değildir diye düşünüyorum.
Çok vaktinizi aldıysam özür diliyorum.
Teşekkür ediyorum.