| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Tekirdağ Milletvekili Mustafa Şentop, MHP Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, AK PARTİ Grup Başkanı Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, AK PARTİ Grup Başkanvekili Tokat Milletvekili Özlem Zengin, AK PARTİ Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, AK PARTİ Grup Başkanvekili Çankırı Milletvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu, AK PARTİ Grup Başkanvekili Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, MHP Grup Başkanvekili Manisa Milletvekili Erkan Akçay, MHP Grup Başkanvekili Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül, BBP Genel Başkanı Ankara Milletvekili Mustafa Destici ve 326 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4779) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 19 .01.2023 |
RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Çok teşekkür ederim.
Kıymetli Başkanım, Kıymetli Komisyon üyesi milletvekilleri, milletvekili arkadaşlarım, kamu kurumlarımızı, bakanlıklarımızı temsil eden kıymetli misafirler, sivil toplum örgütlerinden gelen çok kıymetli misafirlerimiz; tabii oturumun açılımından bu yana birçok kıymetli milletvekilimizi, farklı partilerden görüşleri dinlemiş olduk, istifade ettik. Konuşmaları dikkatli bir şekilde dinledim, dinlediklerimden anladığım kadarıyla ilk defa başörtüsü yasağı ve zulmüyle alakalı hadiselere şahitlik edenler olmuş ki dinlediklerinden çok üzüldüğünü, yeni şeyler öğrendiğini ifade edenler oldu; bazen de "keşke"ler duyduk, bu da çok güzel bir şey, kıymetli bir şey. 2008'deki Anayasa değişikliğine, o "411 el kaosa kalktı." manşetlerinin konusu Anayasa değişikliğine "Keşke mahkemeye götürmeseydik." denmiş olmasına şahitlik etmek kıymetli. Bu açıdan Komisyonumuzun çalışmasını, bu oturumunu çok değerli buluyorum. Bütün katkı sunanlara teşekkür ediyorum.
Tabii, meselenin insan hakları açısından, kadın hakları açısından, on yıllarca devam eden yasağın teknik ve sosyolojik boyutuyla alakalı birçok mülahaza yapıldı, istifade ettik. Ben de Kıymetli Başkanım, açıkçası, hem Meclis tutanaklarına hem de ilahi tutanaklara geçmesi açısından birkaç hususu burada kıymetli hazıruna ifade etmek istiyorum.
141'inci, 142'nci, 163'üncü, 169'uncu maddeler... Şimdi, bir kısmı artık hafızalarımızda. Bunlar neydi? Düşündüğümüz bazı maddeler vardı hayatımızın parçası olan ve şu anda onlar geride kaldı. Biraz evvel Sayın Subaşı şunları söylediler: "Devlet o zaman hâkimdi ve Meclis, siyaset bir şeyler yapamıyordu." Şimdi, şunu görmüş oluyoruz ki o devlet anlayışı da değişmiş oldu. Gençlere sorulduğunda "Devlet ne için var?" diye "Benim için var, bana hizmet için var." diyorlar, milletimizin tamamı da bu hissiyat içinde. Gerçekten, o günkü o ceberut, vatandaşa tepeden bakan, vatandaşını tanımlamaya çalışan devlet anlayışının geride kalmış olduğunu görüyoruz; bu da çok kıymetli. Bu millet, tabii, her şeyin daha da güzelini hak ediyor, en mükemmelini hak ediyor, o noktada şüphe yok.
Kronolojiden bahsedildi, yasak kronolojisi. Ben de yine hem Meclis tutanakları hem de ilahi tutanaklara geçmesi açısından 1960'larda ilk kayda geçen yasak üzerinden bazı şeyleri ifade etmek istiyorum.
1967'de, Nesibe Bulaycı, üniversite talebesi olarak başını açmak zorunda bırakılıyor. Kayıtlara geçen başka bir hadise, ilahiyat fakültesinde öğrenci olan Hatice Babacan'ın ilahiyat fakültesine yani İslami ilimler, Allah'ın emirlerinin öğretildiği fakültede başörtülü olarak, öğrenci olarak devam etmesine izin verilmediği için protestolar ilk o dönemde başlıyor. 1972'de, Avukat Emine Aykenar, barodan atılıyor başörtülü olduğu gerekçesiyle. 1977-1978'de İzmit imam-hatipte 215 öğrenci, imam-hatip öğrencisi başörtülü oldukları gerekçesiyle mahkeme karşısına çıkartılıyor. 1979'da başörtülü kadınlar ve sakallı erkeklerin üniversite imtihanına girmeleri yasaklanıyor. Tabii, 80 darbesi, benim de çok net hatırladığım 80 darbesi sürecinde, Millî Güvenlik Kurulu kararıyla, Kenan Evren'in liderliğinde yapılan darbenin akabinde yasak, literatüre de Kılık Kıyafet Yönetmeliği'yle geçmiş oluyor.
Tabii, bu dönemde çocuk olarak benim de şahitlik etmiş olduğum, St. George Lisesi mezunu olan, İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı mezunu olan annemin, Erzurum Atatürk Üniversitesinde başörtülü olarak hocalık yapmasına engel konulması. İlginçtir ki kendisinin dersleri elinden alınıyor, işte birçok psikolojik baskı neticesinde mesleğine veda etmek zorunda kalıyor; 40'lı yaşlarda, mesleğinin doruğunda istifa etmek durumunda bırakılıyor, sonrasında da Fazilet Partisi kapatma davası gerekçesinde, daha doğrusu, dava dilekçesinde ismi yer alıyor. Bu da ilginç bir hadise.
Tabii, yasakla mücadelede, o dönem mücadele eden çocuklar, kız çocukları, kadınlar, birçok farklı formül üretiyorlar, inançları ile akademik gelecekleri arasında, meslekleri arasında bırakılmış oluyorlar, peruk ortaya çıkıyor, peruk formülü ama bazı yerlerde peruk formülü de işe yaramıyor "O peruk gerçek mi değil mi?" diye -kadın bedeniyle alakalı ne kadar acı bir şey, insanın şahsi alanına müdahaleyle alakalı ne kadar acı bir şey- "Peruk gerçek mi değil mi?" diye kontrol eden hocalar kızların, kız öğrencilerinin üniversitelerde saçlarını çekerek kontrol eden ve peruğun da yasaklandığı bir dönemde yaşıyoruz. Ancak tabii, 80'lerde her üniversitede farklı uygulama yapılıyor; Ankara'da bazı üniversitelerde yasak uygulanırken İstanbul'da bazı tıp fakültelerinde uygulanmıyor.
84'te Özal döneminde yasak kaldırılmaya çalışılıyor ama maalesef bu da başarılı olmuyor. Bu süreçte Sayın İhsan Doğramacı'nın formülüyle başörtüsü "kötü" ilan ediliyor, "türban" kelimesi o arada ortaya çıkıyor. Türban daha modern "Türbanlılar girebilir." deniliyor. Bu arada, tabii, dünya tarihinde, modernleşme süreçlerinde kadınların kılık kıyafeti üzerinden kendini tanımlayan bir modernleşme süreci var. Tabii, bunlardan bahsetmeyeceğim, sosyal bilimler alanına fazla da müdahale etmemek için, konunun dışına çıkmamak için. Bunu da biliyoruz dünya tarihinde olduğunu ama burada da modernite, ilerilik, çağdaşlık, kılık kıyafet ve başı örtülü olmamak üzerinden tanımlanıyor ve "türban" kelimesi bu manada bir hayat kurtarıcı oluyor çünkü o, annelerin örttüğü "başörtüsü" denilen başörtüsü, sonradan başörtüsü ki iyi, türban kötü oluyor ama o süreç içerisinde üniversitede yasak var "Türbanlı girebilsin, başörtülü giremesin." İğne, çengelli iğneyle bir mücadele başlıyor; asker evladını ziyaret etmek isteyen, -hatta daha önce bir "çarşaf" kelimesi de geçti- evladını şehit vermiş çarşaflı bir anne evladının tabutunun yanına giremiyor. Bunlar, benim söylediklerim uydurulmuş hikayeler değil, tamamı belgeli, akademik kitaplardan, çalışmalardan, tezlerden alınan... Bununla alakalı çok tezler yazıldı, tabi bu konuyla alakalı. Bu söylediklerimin tamamı belgeli.
1987'de türban da yasaklanıyor; tamam yani aynı kimlikte sakal yasağı da var tabii ama sonra bakılıyor ki birçok genç erkek artık sakal bırakmaya başlıyor, daha geniş bir alana yayılıyor, muhafazakârlıkla alakalı değil ama işte, erkeklerin yüzündeki tüylerle, kıllarla, kadınların başlarıyla uğraşmaya devam ediyor sistem ve ne kadar acıdır ki aynı düşüncedeki birçok erkek ya da başında örtü olmayan kadın temsil edilebilirken başını örtmeyi seçen kadınlar "Siz bunu siyasi amaçla örtüyorsunuz." denilerek yine, işte, tabii, oryantalist bir tanımlama; kendini tanımlama hakkı yok "Siyasi amaçla değil, şahsi tercihim." denilse de her ne amaçla örtüyor olursa olsun ama "İnancımdan dolayı örtüyorum." dese de "Hayır, siz bunu siyasi amaçla yapıyorsunuz." diye... Biraz evvel söylendi hani "Kimse karışmıyordu." diye ama o karışılanlardan birisi olarak biliyorum; yaşandı ve birçok insan var, sadece bir örnek.
Tabii, Refah Partisiyle beraber 28 Şubat döneminde ilginç tabirlerle tanışıyoruz; çok mutlu oluyorum gençler bu kelimelerin hiçbirini duymamış, bilmiyor. "Öcü" yani bizzat şahit olduğum "gerici" "geri kafalı" "yarasaya benziyor" "yarasa" bunu söyleyen de siyasi bir liderdi o dönemde, "takunyalı" "yobaz" "çağ dışı" "örümcek kafalı"...
FETİ YILDIZ (İstanbul) - Karafatma.
METİN GÜNDOĞDU (Ordu) - Karafatma.
RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Evet, "karafatma" evet, karafatma aslında bana göre iltifat ama o zaman hakaret anlamında söyleniyor ve "kamusal alan", "özel alan" böyle kavramlarla karşılaşıyoruz ve sokakta yürürken Ankara'da 80'li yılların sonunda Ankara Kolejinde öğrenciydim, hafta sonu başörtülü olarak sokakta yürürken eğer hakarete uğramıyorsak "Allah Allah! Biz görünmez mi olduk?" hissiyatına kapılıyorduk, endişeye düşüyorduk. "Siz İran'a gidin." cümlelerini duymalar, cumhurbaşkanlarının ağzından "Suudi Arabistan'a gidin." "Başını bağlayanlar gitsin." "Ajan, provokatör." En üst seviyede bu cümlelerle muhatap oluyorduk.
Tabii, aslında, ben bahsetmeyi belki de çok düşünmüyordum tarihi açıdan önemli ama "Merve Kavakcı" ismini çokça duyduk. Şundan da memnuniyet duydum: Demek ki o yaşanandan, o yaşanan, bizi dünya âleme rezil eden o görüntüden utanç duyulması da ümit verici bir şey geleceğe dair. 2 Mayıs 1999'da Türkiye Büyük Millet Meclisinde adı konulmamış bir darbe yapılmıştır. İstanbul birinci bölge seçmeni olarak benim de oy verdiğim bir milletvekiline, maalesef, şöyle bir konuşma yapılmıştır: "Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de, hanımların giyim kuşamına, başörtüsüne, özel yaşamlarında -yani evdeyken, başlarını örtmek zorunda olmadıkları- hiç kimse karışmıyor, ancak, burası, hiç kimsenin özel, yaşam mekânı değildir, burası, devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine -Türkiye Büyük Millet Meclisinden bahsediyoruz- uymak zorundadırlar. Burası, devlete meydan okunacak yer değildir." -Tabii, geçenlerde de Mecliste duyduk- "Dışarı! Dışarı! Dışarı!" tempolarıyla -benim ses tonumla değil- kadın-erkek milletvekillerinin, siyaseti temsil eden kadın erkek milletvekillerinin "Dışarı!" tempolarıyla böyle bir tablo Türkiye Büyük Millet Meclisinde benim oy verdiğim bir milletvekiline, birçok insanın oy verdiği, oy veremeyen birçok insanın da desteklediği bir kadın milletvekiline söyleniyor ve bir kadına haddi nasıl bildirilir, bir anneye had nasıl bildirilir, ona yetmez çocuklarına had nasıl bildirilir; bunu maalesef dünya âlem görmüş oluyor.
28 Şubat sürecindeki söylenenlerden bahsettim. Bu ülke milletvekillerinin, cumhurbaşkanlarının, hatta misafir cumhurbaşkanlarının eşleri hangi kılık kıyafette acaba diye, ona göre davetiye gönderen cumhurbaşkanları gördü. "Karısının kılığı kıyafeti nedir?" diyen cumhurbaşkanları gördü.
Sonradan şu tartışmayı yaşadık: "Meclis Başkanının karısı başörtülü olabilir mi?" "Karısı başörtülü olan bir insan layıkıyla Meclis Başkanlığı yapabilir mi?" Bu cümleyi de duyduk ve biz uluslararası alanda gerçekten göğsümüz kabara kabara söylüyoruz, Türkiye Cumhuriyeti'nde kadınlar, kendinin gelişmiş olduğunu söyleyen birçok ülkeden önce 5 Aralık 1934'te birçok dünya ülkesinden, güya gelişmiş Avrupa ülkesinden önce seçilme haklarını mücadeleyle elde etmişlerdir; o kadınlara selam olsun. Bu gurur vesilesidir, yurt dışında gururla söylüyoruz ama bir de bunun, madalyonun karanlık bir utanç vesilesi yönü var; o da Türkiye'de kadınların tamamı hiçbir ayrım gözetilmeksizin seçilme ve hizmet edebilme haklarını tamamıyla, tam manasıyla 7 Haziran 2015'ten sonra kullanabilmişlerdir.
Tabii, bu süreçte, 2013'te başörtülü, başını örtüp Meclise gelen milletvekillerinin olması, bu noktada bütün partilerin bunu daha önceki gibi had bildirme hevesiyle değil, güzel bir şekilde karşılamış olması güzel bir şey ama o günkü konuşmalara tekrar bakalım, tekrar tepeden, oryantalist bir dil; "Başını örtünce sanki insan haklarını savunuyor mu?" diye söylenen, kurulan bazı cümleler de var.
28 Şubat döneminde tabii, El Ele Eylemi yapılmıştı.
Toparlayacağım Kıymetli Başkanım, sabrınızı zorlamayacağım.
El Ele Eylemi, dünyada eşi benzeri görülmeyen, 11 Ekim 1988'de, eşi benzeri görülmeyen, hukuk çerçevesinde yapılan zarif bir eylemdi. Bütün dünya sivil toplum hareketinde bu kadar zarafetle, nezaketle, sabırla yapılmış bir eylem yoktur. Bu, iddialı.
RECEP ÖZEL (Isparta) - 1998.
EYÜP ÖZSOY (İstanbul) - 1998.
RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - 98, affedersiniz, 88 dedim, doğru haklısınız; 11 Ekim 1998; 28 Şubatın arkasından... Çok haklısınız, teşekkür ederim düzeltme için. Ve bu El Ele Eylemi ki el ele tutuşup sadece sessiz protesto edenlerin çoğu yargılanma, -Devlet Güvenlik Mahkemelerini de unuttuk Allah'a şükür- yargılanırken idamla yargılananlar var aralarında, ülkelerinde nefes aldırılmayanlar da var. 2000'lerin başında Marmara İlahiyatın önüne ve İstanbul'da Kadıköy İmam-Hatibin önünde küçük çocuklara ve ilahiyatlı gençlere destek vermek için gittiğimde, orada korna çalmak bile ceza alma sebebiydi, önce ceza yazılıyordu, maddi ceza; sonra da hapis cezası gelebiliyordu arkadan.
Şunu söyleyeyim toparlarken: İnsanların hayatları altüst oldu ve birazdan duyabiliriz belki buna "Mağdur edebiyatı" vesaire deniliyor. "Kapanmış bir yara" deniliyor. Evet, yara kanamıyor ama insanın ruhları için "gaz odası" diyor çok sevdiğim bir akademisyen. İnsanların hayatı altüst oldu. Sadece kendi ailemden örnek vereyim, dört nesil, anneannemin nesli, annemin nesli, benim neslim, çocuğumun neslinin yaşadığı bir şey. Tabii, Şule Yüksel Şenler'i Allah rahmet eylesin, yâd etmeden olmaz. Tevhide Kütük... Acaba Metin Bostancıoğlu ne düşünüyor Neslihan Dönmez'le alakalı? Küçücük bir kız çocuğu. Binnaz Tuğ Allah rahmet eylesin, Meliha Yalçıntaş Allah ömür versin, Fevziye Nuroğlu, Aynur Mısıroğlu, Doktor Hümeyra Ökten, mücadele etmiş hanımefendiler; başka isimler de var. O dönemde işte, yasakçı zihniyet, biraz evvel bahsettiğim devletin en üst makamında olup "Bunlar oraya buraya gitsin." diyenler de var. Acaba o gün Mecliste "Dışarı!" diye alkış tutanlar bugün ne düşünüyor? Çok merak ediyorum.
BAŞKAN YUSUF BEYAZIT - Kanunu değiştirelim diye düşünüyorlar bugün Sayın Kavakcı.
RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Evet, inşallah.
Demin de söylediğim gibi, o zarif mücadeleyi edenlere selam olsun.
Şu söyleniyor, işte, Kavakcı ismi üzerinden belirli şeyler söyleniyor. Sadece bu hadise dünya literatürüne geçmiş oldu. Daha önce, o güne kadar yapılan ayrımcılık kurumsal bir ayrımcılıktı, kızlar işte, üniversiteye kapıdan alınmıyor, onun için giremiyor, eğitim hakları ellerinden alınıyor ama sonradan "disiplin cezası" vesaire "Başarısız oldu." "Sınıfta kaldı." şeklinde ifadeler kullanılıyordu. Tabii, Mecliste yaşanan o hadiseden sonra bu kurumsal ayrımcılığın net bir politika olduğu anlaşıldı. O günleri geride bıraktık.
Ben son olarak, tabii, rahmetli Erbakan Hoca'yı da buradan yâd etmek istiyorum, çok büyük mücadele verdi, onunla beraber birçok mücadele veren kahramanlar var, gizli kahramanlar var. Sayın Cumhurbaşkanımıza da teşekkür etmek istiyorum çünkü 2015'te, Mecliste ilk olarak bu kadına haddi bildirilmek istendikten on altı sene sonra ant içmiş, hizmet etmeye çalışan bir milletvekili olarak şükranlarımı sunuyorum.
Teşekkür ediyorum, sağ olun Başkanım.