| Komisyon Adı | : | ÇEVRE KOMİSYONU |
| Konu | : | Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker ve Kırklareli Milletvekili Selahattin Minsolmaz ile 203 Milletvekilinin Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4972) (Tali Komisyon) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 07 .03.2023 |
MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Teşekkür ediyorum Başkanım.
Ben de bütün katılımcıları, arkadaşları selamlıyorum. Hepsine hoş geldiniz diyorum.
Öncelikle, Başkanım, bu Komisyonda, tali komisyonda görüşülecek olan maddelerin önceden bize bildirilmesini...
BAŞKAN MUHAMMET BALTA - Geldiği anda bildirdim.
MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Gelmedi, bildirmediniz.
BAŞKAN MUHAMMET BALTA - Geldiği anda bildirdim.
MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Yani biz ne zaman hangi maddeye çalışacağımızı önceden bilelim.
Bir diğeri de esasen burada katılımcı arkadaşlar kendilerini tanıttılar, bürokratlar burada ama bu meselenin doğrudan parçası olan sendikalar, demokratik kitle örgütleri, ekoloji örgütleri burada yok. Oysa, ormanlar, ekolojik denge, sular, deprem; bu konularda hayatlarını bu meselelere vakfetmiş bilim insanlarının, ekoloji örgütlerinin söyleyeceği çok şey var ama her zamanki gibi yine ya şirketler konuşuyor ya da şirketlerin taleplerini buraya taşıyan iktidar partisi ve bürokratları konuşuyor. Bir kere, bu, yaptığımız bütün tartışmalara aslında çok net ışık tutan bir mesele.
Ben, tartışılan bu maddelerin buraya gelmesini ve bir tali komisyon olarak, Çevre Komisyonu olarak bizim dâhil olmamızı da esastan eleştirdiğimizi belirteyim çünkü bütün bu tartışmaların merkezinde Çevre Komisyonunun olması gerekir. Yani atılan her adımın çevre ve ekolojik dengeyle uyumu meselesi en kritik meselelerden bir tanesi. Şimdi, bakın, biz en son toplandığımızda yine tali komisyon olarak toplanmıştık. Bütün bu Komisyona hatırlatmak istiyorum; hatırlarsanız, o zaman gelen bir madde vardı. Madde şuydu, diyordu ki: "Dolgu alanlarında yani sahillerdeki dolgu alanlarında yer altı otoparkları yapacağız." Madde buydu, hatırlıyorsunuz hepiniz. Biz o maddeye şunu söyledik arkadaşlar: "Bunu buraya getirmek için ya şaka yapıyor olmak gerekir ya da başka bir şey var, bunu başka tanımlamak lazım. Bu coğrafya deprem coğrafyası, bu deprem coğrafyasında sahili hem dolduruyorsunuz, yetmiyor hem de buraya, doldurulan alana yer altında otopark yapıyorsunuz. Bu, katliama davettir." diye uyardık. Kim duydu? Hiç kimse duymadı, madde buradan geçti. Şimdi, ne oldu?
Şimdi, depreme herkes üzülüyor, değil mi? On binlerce canımızı tarifi mümkün olmayan bir acıyla kaybettik; daha ne kadar insanımızı kaybettiğimiz belli değil. Milyonlarca insanın, 12-13 milyon insanın da hayatı kararmış durumda; yaşadıkları coğrafya açısından, aile açısından, psikolojik açıdan, her boyutuyla 12,5-13 milyon insanın yaşamı kararmış durumda, tabiri caizse yaşayan ölülere dönmüş durumdalar bu insanlar. Peki, biz o zaman "Ey AKP, beton ekonomisiyle doğayı ve insanı kurtaramayız. Doğa ve insan sağlığına rağmen bir kalkınma modeli ölümdür, cinayettir." dediğimizde burada, bu Komisyonda ve başkaca alanlarda bize "servet düşmanı" diye söylendi, "her şeye muhalefet eden insanlar" olarak eleştirildik, her biçimde kara propagandaya maruz kaldık. Şimdi ne oldu? Ne oldu? Dedik ki: "Yapmayın, yapmayın, bu kentleri betonlara döndürmeyin, bu halkın paralarını şirketlere hortumlamayın; bu coğrafya deprem coğrafyası." Ama ne oldu? Şimdi fıtrat oldu, kader oldu, başka hiçbir şey yok, deprem neredeyse unutulmuş durumda. İşte o gün yaptığımız eleştiriler, ormansızlaşma, küresel iklim krizi, her türlü kirliliğin ve yolsuzluğun sürdüğü inşaat ekonomisi ve buna emir erleri gibi davranan iktidar bloku, yaptığımız her eleştiriyi savuşturma telaşında olan Komisyon pratiği de buna dâhil olmak üzere söylüyorum, hiçbiri dinlenmedi. Ne oldu? İşte yaşanan ortada. Şimdi, yeniden... Bakın, bunlar olmasına rağmen -bir Bakanımız var, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanımız var; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı mı yoksa müteahhitler bakanı mı olduğu belli değil- daha ölüler kaldırılmamış, daha binalar kaldırılmamış, kaldırılan binalardan yansıyan görüntüler dehşet verici ama Bakanımız yeni inşaat ihaleleriyle meşgul. Dedik ki: Ya, bu Bakanlığın işi bu değil, bu Bakanlık mümkünse betonun karşısında her türlü şeyi didik didik etmeli ve müteahhitler bizim Bakanlığımızın karşısında -yine tabiri caizse söylüyorum- tir tir titremelidir ama nerede, nerede! Biz konuşuyoruz ama iktidar parmak işleyişiyle süreçleri yürütüyor.
Şimdi, bakın, deprem ve beton ekonomisinin nelerle sonuçlandığı görüldü. Bizim Komisyonumuz... Evet, şimdi önümüzde seçimler var, durumlar değişebilir ama burada konuştuklarımız sonraki komisyonlar açısından elbette kayıtlara geçiyor. Burada, bunlara sessiz kalan herkes bu yaşananların doğrudan sorumlusudur.
Bakın, birazdan ormanları maddeler üzerinde konuşacağız. Bakın, değerli arkadaşlar, Türkiye'de yangınlar sebebiyle kaybolan, yok olan ormanların 4 katından fazlası nasıl yok oluyor biliyor musunuz? Bizim, bu şirketlere Komisyonumuzda ve Genel Kurulda el kaldırıp indirip verdiğimiz yetkiler, çıkardığımız kanunlar vasıtasıyla yok oluyor yani ormanlar yanarak değil, 4 katı, 5 katı fazlası bu şirketlere verdiğimiz resmî izinler vasıtasıyla yok oluyor. Peki, bizim Komisyonumuz bununla, Orman Bakanlığımız bununla ilgili mi? Hayır, değil. Bakın, mesela, buraya şöyle bir kanunun geldiğini görmedim ben: "Orman vasfını kaybeden yerlerin tekrar orman vasfını kazanması için ne yapabiliriz?" Böyle bir şey geldi mi buraya ya da Türkiye Büyük Millet Meclisine ya da iktidar partisinin böyle bir derdi oldu mu hiç? Olmaz. Orman vasfını kaybeder gibi oldu mu hemen orayı inşaata nasıl açarız, bunun derdine düşer. Yani burada biz sadece hukuksuzluğun, ihlalin, doğa suçunun, ekokırım suçunun işlenmesine hemen yasal bir kılıf uydurma telaşındayız.
Bir şey daha söyleyeyim: Bakın, şimdi, bu rehabilite meselesini çok söyledik, çok, defalarca söyledik. Şu ana kadar Türkiye'de rehabilite edilmiş tek bir maden sahası yok, bir tek yok ve Türkiye'nin yüz ölçümünün yarıdan fazlası resmî olarak maden sahası ilan edilmiş durumda, yüz ölçümünün yarısından fazlası. Hani, böyle, vatan, millet, toprak edebiyatı yapanlar var ya, işte, o vatan, millet, toprak, bayrak edebiyatı yapanların pratiği bu; ülkenin topraklarını yerli yabancı, Kanadalı, İngiliz -fark etmez- şirketlere parsel parsel sattılar, satmakla kalmadılar bir de zehirlediler. Şimdi, işte, maden meselesi böyle. Şimdi biz burada neyi konuşacağız? Orman vasfını kaybeden yerlerin durumunu konuşacağız, kaybolan ormanları konuşacağız.
Bir şey daha söyleyerek bitireceğim. Bizim en baştan anlaşamadığımız bir mesele var, iktidarla en baştan anlaşamadığımız bir mesele var, kimsenin anlaşamadığı bir mesele var, diyoruz ki: Orman vasfını kaybeden bir yer orman olmaktan çıkmaz, orası toplam ekosistemin bir parçasıdır ve "orman" dediğiniz şey de yüzlerce, belki binlerce yılda oluşmuş bir ekosistemdir ama iktidar şöyle söylüyor: "Ben ormanları kesiyorum ama işte, şuraya da orman dikiyorum, ağaç dikiyorum." Diyoruz ki: Oraya diktiğiniz şeyler ağaç, orman değil, ona orman denilmez. Yol kenarına, refüjlere diktiği fidanlara dahi "orman" diyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Değil, bilimsel olarak değil. Mesele, esastan, bizce şirketlerin... Yani "Ülkeyi şirket gibi yöneteceğim." demişti AKP Genel Başkanı. Evet, şirket gibi yönetmek ne demektir? Kâr etmek için yönetmektir. Bir devlet şirket değildir ve devlet şirketlerin koalisyonuna dönüştüğünde işte sonuç ortada; on binlerce insan hayatını kaybeder, sonrasında "Bu fıtrattır, kaderdir." denilerek bu süreç normalleştirilmeye, sıradanlaştırılmaya çalışılır.
Son olarak şunu da ekleyeyim: Bakın, deprem bölgesindeyiz, her taraf deprem riskiyle karşı karşıya ama bu ülkede hâlâ 2 tane nükleer santral yapılmaya çalışılıyor, 2 tane nükleer santral. Nükleer santralde yaşanacak herhangi bir arızanın sonuçlarını anlatmaya gerek yok ama hâlâ ve hâlâ... Örneğin, Akkuyu'da yapılıyor, sözüm ona, yerli enerji ihtiyacından kaynaklı, oysa tesis tümüyle Rusya'ya ait. Neresinden bakarsanız tutarsızlık, neresinden bakarsanız ilkesizlik, adına ne derseniz deyin. Dolayısıyla, Komisyonumuzu -belki son kez- bir kez daha eleştirmek, bir kez daha uyarmak istiyorum: Yapacağımız şeylerde tutarlı olmak gerekir, hizmet ettiğimiz yerin de halk ve doğa olması lazım, şirketler değil.
Teşekkür ediyorum Başkan.