KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan Yardımcımız ve değerli bürokratlar, basınımızın değerli temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de çok kıymetli konuşmalarıyla bu kanun teklifine katkı koyan değerli milletvekili arkadaşlarım gibi önemli gördüğüm bazı konulara değineceğim ama her şeyden önce, Komisyonumuzda çok kıymetli görevler yapmış, Gazi Meclisimize emek vermiş, yaşamı boyunca özellikle tarım konusunda mücadele etmiş Adıyaman Milletvekilimiz Sayın Yakup Taş'a Allah'tan rahmet diliyorum, kederli ailesine başsağlığı diliyorum.

Aynı şekilde, yaşadığımız bu depremler dizisi felaketinde yitirdiğimiz bütün canlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum; ulusumuzun başı sağ olsun diyorum.

Aynı şekilde, bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Aslında bu bir tartışma konusu -az önce değerli vekilimle de konuştuk- aslında bütün kadınların günü; mücadele ve eşitlik haklarını en azından ifade edebilmelerine imkân veren, daha çok vurgu yapmalarına imkân veren bir gün. Bu günü bir kez de ben anmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, tabii, özellikle birinci parti olan yani iktidar partisi olan, siyasal iktidarın Meclisteki temsilcisi olan değerli milletvekili arkadaşlarıma sesleniyorum: Bugünkü bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini sizler getirdiniz, gereğini de yapmanız gerekir diye düşünüyorum. Bunu derken şunu kastediyorum: Bir kanun teklifi geldi tabii ki, bu kanun teklifini sunan çok kıymetli aslında Meclisteki 3 komşum burada, aynı koridoru birlikte paylaştığımız çok kıymet verdiğim, değer verdiğim milletvekili arkadaşlarım Sayın İlyas Şeker olsun, az önce İbrahim Bey oradaydı, Sayın Selahattin Minsolmaz ayrıca ve onlarla birlikte 206'ya yakın kıymetli milletvekili arkadaşımızın imzasıyla gelen bir teklif. Tabii, bütün milletvekili arkadaşlarımızın emek vermiş olduğunu düşünmüyorum, destek mahiyetinde kanun teklifine imza attılar ama ben şunu gördüm: Biliyorum ki bu teklifin içerisindeki metinler noktası, virgülüne kadar aynen, bundan bir iki ay öncesinde Bakanlığınız tarafından bir taslak olarak çeşitli kurum, kuruluşlarla görüşe açılmış bir tasarıydı, o tasarı benim de elime geçti; hatta o dönemde basına onunla ilgili görüşlerimizi de ifade ettik, şimdi Komisyonumuza geliyor ama Bakanlığın bir teklifi olarak, bir kanun tasarısı olarak değil; artık, bu yeni sistemin bir teklifi olarak milletvekili arkadaşlarımız...

Tabii, Sayın Bakan Yardımcımız da geçmiş dönem milletvekilliği yapmış bir kardeşimiz, hatta ben şu anda Plan ve Bütçe Komisyonu ve NATO PA üyesiyim, aynı yollardan geçtiğim bir değerli geçmiş dönem milletvekilimiz, hâlen milletvekili olarak anmak isterim; hukuk fakültesi mezunu ama bu göreve yeni geldiğini de biliyorum, başarılı olmasını yürekten diliyorum; tabii, bu teklifi getiren milletvekili arkadaşlarımızın savunmaları esnasında da Bakanlık olarak gerekli katkıyı koyacaklarına da inanıyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonumuzun en son ne zaman toplandığına baktım, 7 Temmuz 2021 tarihinde, neredeyse iki yıla yakın bir süredir Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu herhangi bir kanun teklifiyle toplanmamış durumda yani önüne gelen bir kanun teklifi yok.

BAŞKAN YUNUS KILIÇ - Geldi de biz mi toplanmadık?

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Tutanaklarda en son tutanak tarihi 7 Temmuz 2021 yani bugüne kadar tarımı, sektörü ilgilendiren hiç mi kanun maddesi, teklifi olmadı Komisyonun toplanmasına neden olacak? Çok sayıda oldu da en azından ben Plan ve Bütçe Komisyonundan biliyorum, hele hele ormanla ilgili çok sayıda düzenleme oldu, hatta bugün Orman Kanunu'ndaki bazı düzenlemelere baktığımızda Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülüp oylanmış, geçmiş birtakım değişikliklere rağmen onun üzerine ek düzenlemeler getirilmiş durumda.

Anayasa'ya uygunluk değerlendirmesi yine yok her komisyonda görüşülen her kanun teklifi gibi. Sayın hocam, değerli kıymetli hocam İbrahim Hocamız zaten bu konuya girdi. Etki analizi yok yani bu kanunla getirilen cezai unsurların, parasal, maddi unsurların ve aynı zamanda ekosistem ve çevreye yönelik etkilerin değerlendirilmesi anlamında bir metin görmedim.

Gözlerim yaşardı, ben 2015 yılı Haziranından beri Mecliste bu onurlu görevi elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum, şimdiye kadar ilk defa bir komisyonun tali bir komisyondan da görüş aldığına ve görüşün de komisyona iletildiğine şahit oluyorum. Hatta yine gözlerim yaşardı, Plan ve Bütçe Komisyonunda yarın görüşülecek olan bir kanun teklifi bugün Bayındırlık Komisyonunda da görüşülecekmiş. Ne oldu birden böyle tali komisyonlara havale edilen bir yasama faaliyetinde... Diliyorum bunun devamını biz...

İBRAHİM ÖZDEN KABOĞLU (İstanbul) - Son haftalarda da olsa...

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Evet Hocam, son haftalarda da olsa... Nükteli konuşmalarım için de maruz görün tabii ki. Bunu da belirtmek istiyorum.

Çevre Komisyonu raporuna -hemen girmişken- baktım, Çevre Komisyonu raporunu incelemiştir herhâlde bütün vekil arkadaşlarım. Komisyonun görüşü, son cümlesini okuyacağım, tümcesinden bir iki şey okuyacağım, diyor ki: "...yapılan görüşmelerin ardından aynen benimsenen 10'uncu, 12'nci, 16'ncı, 21'inci, 25'inci, 29'uncu ve 36'ncı maddelerle birlikte genel uygunluk görüşünün esas komisyona bildirilmesi..." Şimdi, Çevre Komisyonu sadece 10'uncu, 12'nci, 16'ncı, 21'inci, 25'inci, 29'uncu ve 36'ncı maddeleri aynen kabul ettiğini beyan ediyor, buradan çıkan sonuç, diğer maddelerle ilgili aynen kabul beyanı yok Çevre Komisyonunun bu görüşünde. Çünkü Meclis Başkanlığı "Sadece bu maddeleri görüşün." diye tali komisyon olarak havale ederken teklifin tümü üzerindeki görüşler ortaya konar ama Çevre Komisyonu kendine almış belli maddeleri "Onları aynen benimsiyoruz. Genel uygunluk görüşü." demiş. Buradan ne anlayacağız? Çevre Komisyonu, bu 7 madde dışında diğerlerini aynen benimsemiyor mu? Bu konuda ne düşünüyor Komisyonumuz merak ediyorum, ilginç tabii. O Çevre Komisyonu da ne yapacağını bilememiştir, ilk defa tali komisyon olarak bir görev almış da nasıl bir rapor yazacak, nasıl bir görüş bildirecek?

Şimdi, değerli arkadaşlar, genel gerekçenin ilk tümcesinin sonunda "planlamaların zorunlu hâle geldiği" ifade edilmiş. Yani şimdi bu torba kanun teklifiyle mi ilk defa planlamaların zorunlu hâle geldiği anlaşıldı? Yani daha önce planlamaların hiç zorunlu olduğu düşünülmüyor muydu? Bu teklifin genel gerekçesinde "planlamaların zorunlu hâle geldiği" gibi bir ifade kullanılmış, ilginç geldi bana. Çünkü doğru aslında, planlamaktan, planlı çalışmaktan bir rahatsızlık olduğunu görüyoruz siyasal iktidarın iç çalışmalarında. Çünkü planlama keyfekeder, işte bir tek kişinin otoritesi, bir kişinin hırsı, ihtirası, insafı ve arzularıyla doğru bildiği yanlışlara göre karar alma imkânı bulamadığı için planlı bir yönetim anlayışı, planlama da ters geliyor. Devlet Planlama Teşkilatının bile ortadan kaldırılması bunun bir göstergesi, bunu da siyasi bir yorum olarak ifade etmek isterim.

Şimdi, bakın, değerli arkadaşlar, arz ve talep durumuna göre üretim yine gerekçede ifade ediliyor. Tabii serbest piyasa koşullarında arzı belirleyen talebin durumudur; talebin esnekliği, arzın esnekliği. Ekonomide hepimiz bununla ilgili gerekli eğitimi aldık. Arzın belirlenmesinde ve fiyat üzerindeyse uygulanan politikalar etkilidir. Yani siz baskıcı politikalarla, dayatmacı politikalarla arzı belirlemeye çalışırsanız buradan serbest piyasa kurallarına aykırı bir işlem yapmış olursunuz birincisi. İkincisi buradan memnuniyet sahibi bir üretim ve üretici kesimiyle buluşamazsınız, tam tersine böylesi politikalar yanlış olur. Destekleme politikalarının amacı da arzı regüle etmektir. Piyasaya olan arzı düzenlemek desteklemeyle, teşvikle, primle, bu politikalarla olur. Nasıl ki ihracatı teşvik veya sanayiyi teşvik anlamında yapılan uygulamalar gibi tarımsal üretimde de teşvik politikaları aslında arzı regüle etmek, belirlemek amacıyla yapılır yoksa bu düzenlemelerle -ki getirilen maddelerde de görüşülecek- bu pek mümkün değil. 9 ayrı kanunda değişiklik var, yine bir torba kanun, onu da görüyoruz bu şeyde.

Şimdi, Anayasa'nın maddelerine aykırılık... İbrahim Hocam ifade etti ama ben de bir iki cümle haddim olmasa da İbrahim Hocamın yanında ifade etmek istiyorum. Bakın 48'inci maddede çalışma ve sözleşme hürriyetinden bahseder yani "Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir, özel teşebbüsler kurmak serbesttir. Devlet, özel teşebbüsleri millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır." der. Ama biz burada üreticiye, özel teşebbüs hürriyeti olan, sözleşme hürriyeti olan üreticiye, zorla sözleşmeye zorlayıcı hükümler getiriyoruz. Bunlar zaten maddede ifade edilecek.

Gine Anayasa'nın 35'inci maddesi mülkiyet hakkından bahseder: "Herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir." der. Burada kanunla sınırlama değil, mülkiyet hakkının gasbı gibi bir durumla da karşı karşıya kalıyoruz.

Gine Anayasa'nın 169'uncu maddesi ki bunun altını çizerek, dikkatinizi de özellikle çekerek ifade etmek istiyorum. 169'uncu madde bu "ormanların korunması ve geliştirilmesi" başlığı altında bir madde ve aynen şunu ifade ediyor değerli arkadaşlar: "Devlet," virgül, bakın, arkasından gelecek "ormanların" diye devlet ormanları değil, "devlet, ormanların" yani burada devlet ormanları, hususi ormanlar hepsini kapsar. "Devlet, -virgül-ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır." Devamında da devam ediyor: "Bütün ormanların gözetimi devlete aittir." Ama bu torba yasada biz özel, hususi ormanları 3 hektardan küçükse, birbirine komşu da olsa bunları ayrı ayrı ve orman tanımı dışına çıkartan bir düzenleme getiriyoruz. Anayasa'nın bizatihi bu hükmüne yani "ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi"ne aykırı. Ormanları korumuyor, ormanları genişletmek değil, yok eden, daraltan bir uygulama yapıyoruz; bu da bizatihi Anayasa'ya doğrudan, açıktan aykırı bir hüküm.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu torba kanunla bazı kurumların görev, yetki ve sorumluluk alanlarında da tanımlı olmayan görev veriyoruz. Sayın Bakan Yardımcım burada veya Bakanlığımızın görevli yetkilileri burada. Toprak Mahsulleri Ofisinden bir yetkili var mı bilemiyorum salonda.

BAŞKAN YUNUS KILIÇ - Var, var; arkanızda var.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Sayın Genel Müdür Yardımcım, size de sormak isterim. Şimdi, bakın, Toprak Mahsulleri Ofisinin Cumhurbaşkanlığı kararıyla, kanun hükmünde kararnameyle yürürlüğe giren ana statüsü burada. Ana statüsüne baktım, Toprak Mahsulleri Ofisine herhangi bir ürünün yetiştiriciliğine dair, onun işlenmesine dair bir görev, yetki, amaç ve faaliyet konusu tanımlı değil. Ama burada, biz bu kanunla bu kenevirlerin yetiştirilmesiyle ilgili Toprak Mahsulleri Ofisine görev tanımlıyoruz: "Bunu yetiştirebilir." "Bunu yapabilir." diyoruz, yapmazsa da "Gerekirse yaptırabilir." diyoruz. Kaldı ki kenevir zaten ürün olarak Toprak Mahsulleri Ofisinin ürün portföyünde olmayan bir ürün, Cumhurbaşkanı kararıyla girebilir portföye. Sayın Cumhurbaşkanının talimatıyla Toprak Mahsulleri Ofisi herhangi bir ürünü, herhangi bir şekilde bu işlemi yapabilir ama TMO'nun amaç ve faaliyet konularında ben bunu göremedim, varsa beni bilgilendirirseniz sevinirim. Bu incelediğim önümdeki TMO'yla ilgili düzenleme. Şimdi, tabii sadece TMO değil, bunun dışında başka yetki çakışmaları, çatışmaları da var.

Torba kanunla Bakanlığımız aslında kendini inkâr ediyor. Yani 2001 yılında yeni uygulamaya geçmiş ÇKS, Çiftçi Kayıt Sistemi 2001 yılından beri Tarım Bakanlığının bünyesinde, uhdesinde bugüne kadar gelmiş bir sistem. Yirmi bir yıl, yirmi iki yıldır sizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidarı döneminde bu ÇKS sistemi; şimdi, ÇKS sistemini eleştiriyorsunuz. Yok efendim yüzde 60, yüzde 63 kayıtlılık oranı olmuşmuş, bu sistem yürümüyormuş, kendimize yeni sistemler, kayıt sistemi geliştirmeye çalışıyormuşuz. Ya arkadaşlar, var olan bir sistemi diğer -işte söyleyiverin- sistemlerle yani konum belirlemeyle ilgili, haritalamayla ilgili bütünleştirmek istiyorsanız ÇKS'nin altyapısını ve ÇKS'yi geliştirmek, büyütmek, yüzde 100 oranında çiftçinin katılımını sağlamak amacıyla hangi önlem alındı, bu yeterli veriyi temin edememesi, destekleme sistemi için yeterli veriyi temin edememesinin nedeni hiç sorgulandı mı? Bunu düzenlemek yerine... Kaldı ki geçici 2'nci maddede kanun yürürlüğe girdiği tarihte yürürlüğe giren bir madde yani 25 Nisan 2006 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlandığı tarihte yürürlüğe girdi. On yedi sene önce bu ÇKS'yle ilgili kanun da yürürlüğe girdi, bu on yedi sene içinde ne yapıldığını sorgulamak gerekir diye düşünüyorum.

Şimdi bir başka konu...

BAŞKAN YUNUS KILIÇ - Toparlayalım Hocam, lütfen.

KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Toparlayacağım.

Madencilik faaliyetiyle yok edilen, talan edilen, büyük tahribata neden olunan ekosistemin sözde rehabilitasyonunun maliyetinin ne kadar yüksek olduğunu hepimiz biliyoruz. Yani bu madencilik faaliyetinin en büyük sorunlarından bir tanesi şirketler açısından, madencilik faaliyetini yürüten işletmeler açısından faaliyet sonrası rehabilitasyon. Üzerindeki bu büyük maliyetten, yüksek maliyetten hep kaçınmak, sakınmak isterler; buna çok şahit olduk sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın birçok ülkesinde. Dolayısıyla bunu belediyelere bedeli karşılığı yaptırmak konusunda 2010 yılında getirilmiş düzenlemeye şimdi bir ek getiriyoruz; ihale yoluyla özel sektöre de verilebilir. Aslında bu biraz sulandırmak, "O maliyeti, işte, o işletmelerin üzerinde oluşacak maliyeti belki de daha az, düşük seviyeye nasıl getiririz"in bir düzenlemesi, kabul edilebilir değil.

Ormanları koruyalım derken orman içinde izinsiz, ruhsatsız yapılar var. "Bunların ihtiyaç hâlinde ormancılık faaliyetinde kullanılması" denilerek yıkılması yerine el değiştirmesi. Yıkılması gereken orman içi ruhsatsız bir yapıya, ormana zararlı etkisi olan bir yapıya "Ben bunu kullanırım, yıkmayayım." demek o yapının o ormana, o ekosisteme olan olumsuz etkisini ortadan kaldırmıyor. Bu da bir çözüm değil, yine Anayasa'ya aykırı bir durum ortaya çıkıyor.

Bu 3 hektardan küçük hususi orman alanlarından bahsettim, bunun da Anayasa'ya aykırı bir durum olduğunu düşünüyorum.

Hususi ormanlarda ağaçların belirlenmesi, planlanması, damgalanması için görevli memurlara ödenekleri hususi orman sahiplerince ödenecek yani harçları falan filan. O zaman bu, şu ilişkiye girer: Haşa! Ben orman memurlarımızı bu konuda zan altına sokmak istemem ama bu kanun buna açık bir ortam yaratır. Özel şirketleri orman memurlarına "Şunu işaretleme, şunu işaretle." "Şunları şunları şunları işaretle, benim daha çok keresteye ihtiyacım var." diyebilir veya olmadık şeyler olur. Bu, yapı denetiminde de müteahhit-yapı denetim firması arasındaki ilişkiler açısından da gıda sektöründe gıda kontrolü ve özel sektör ilişkileri açısından da hep eleştirilmiş bir konudur, ben sakıncalı olduğunu vurgulamak istiyorum.

Sayın Başkanım, sabrınıza sığınarak birkaç cümleyle daha bitireceğim. Orman yangınlarında yangına neden olanlara ağır ceza getiriliyor. İtirazım yok, getirilsin, çok büyük cezalar, ağır cezalar. Peki, müdahalede geciken kamu idaresine gelen bir yaptırım var mı? Bunu göremiyorum. Devlet yani Bakanlık, tarım arazilerinin hisselilik, parçalılık ve mülkiyet itilafları, göç ve benzeri nedenlerle atıl durumda diye el koyma kolaycılığına kaçıyor, oysaki esas olan, hisselilik sorununu çözmesidir, parçalılık sorununu arazi toplulaştırmasıyla çözmelidir, mülkiyet itilaflarını hukuki düzenlemelerle çözmelidir. Göçe neden olan, çiftçiyi tarımdan, sektörden, tarlasından, hayvanından uzaklaştıran ekonomik, sosyal ne neden varsa bunları çözmelidir ama bunları çözmek yerine burada araziye el koymayı yeğliyoruz bu kanunla. Kanunda üreticiyi üretimde tutmak yerine baskıyla özgürce üretim kararı verebilme hakkı da elinden alınıyor ve hatta hiç bilmediği üretime, ürüne; daha önce yapmadığı bir üretime zorlamakla bir planlama da yapılmış olmaz, üreticinin gene toprağıyla ve hayvanıyla duygusal bağını koparmış olursunuz.

Aynı şekilde, kanunda bir yandan sözde "Sözleşmeli üretimde irade serbestisi esastır." deniyor. Güzel, sözleşmeli üretimde irade serbestisi esastır ama hemen arkasından bir "ama" eklenmiş. Ama bu iradesine ipotek koyacak olan şöyle bir cümle geçiyor: "Arz güvenliğinin sağlanması veya üretimin iç ve dış talebe uygun olarak ayarlanması amacıyla..." diye sözleşmeye zorluyorsunuz. O zaman o iradesinin serbestliği diye bir şey kalmaz. Sen "Arz güvenliğini sağlamamız gerekiyor." deyip sözleşmeye zorlarsın "Üretimi iç ve dış talebe uygun olarak ben ayarlıyorum." diyerek zorlarsın. Ya, planlama böyle olmaz değerli arkadaşlar. Bu kanun teklifiyle getirilen genel gerekçenin ilk cümlesine, "Planlamaya gerekli görülmüştür." cümlesine tamamen ters düzenlemeler olduğunu görüyorum. Bakanlığımızın bu kanunla bir de emlak işine girmesi gibi, rayiç bedeli belirleyip dilediğine kiraya vermesi gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz.

Torba kanunlara genel olarak karşıyım ama bu kanunda da, bu torba kanunda da birbiriyle çelişkili, Anayasa'ya aykırılık teşkil eden, kendi içinde gerekçesine aykırı, uygun olmayan, planlama ilkelerine uygun olmayan ve hatta görünen yüzüyle bir şeyleri korumaya, işte, ormanı korumaya, tarımsal üretimi artırmayı sağlamaya çalışırken aslında tam tersini yapan uygulamalarla karşı karşıya olduğumuzu görüyorum.

Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Maddeler üzerinde daha detaylı görüşebiliriz.

Başarılar diliyorum.