| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | Giresun Milletvekili Cemal Öztürk ve 106 Milletvekilinin; Afet Yeniden İmar Fonunun Kurulması ile Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4987) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 09 .03.2023 |
RIDVAN TURAN (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, ben de sözlerime başlarken kaybettiğimiz bütün vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet ve ailelerine başsağlığı diliyorum. Acı hâlâ devam ediyor, bölgeden henüz gelmiş olduğumuz için söyleyebilirim, ne yazık ki hâlâ yaralar sarılabilmiş durumda değil.
Şimdi, bu konuştuğumuz fona ilişkin temel itirazlarımız var. Öncelikle ilk itirazımız, bu fon, bütüncül bir finansal akla sahip değil, öncelikle bu deprem için öngörülmüş bir fon. İkincisi de deprem meselesini bir bütün olarak ele almaya, deprem olmadan da önleyici tedbirleri yani bizim "koruyucu hekimlik" diye kavramsallaştırdığımız tedbirleri almaya dönük bir yaklaşıma sahip değil. Oysa Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğu düşünüldüğünde ve nüfusumuzun yüzde 98'inin deprem bölgelerinde yaşadığı göz önüne alındığında, yapılması gereken, anlık tedbirlerden ziyade, uzun erimli, bütüncül, süreğen ve sistematik tedbirler almak olmalıdır. Bunun bir tarafı finansaldır, şu anda finansal kısmını konuşuyoruz; diğer tarafı da kamuya ilişkin diğer hizmetlerle ilişkilidir. Dolayısıyla burada çok önemlice bir eksiklik söz konusu, hem süreğen olmaması hem de kısa vadeli olarak ele alınması biçiminde.
Diğer bir eksikliği, bunun bütçe içerisinde telakki edilmemiş olması ve bir fonla tarifleniyor olması. Türkiye bir fonlar mezarlığına döndü. 1980'den bu zamana kadar denetim dışında işler yapmanın yöntemlerinden bir tanesi... Tabii hepsi için söylemek mümkün değil bunu ama...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Buyurun.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Son gelinen noktadaysa Varlık Fonunun ne düzeyde denetlenip denetlenmediğini hepimiz biliyoruz. Varlık Fonunu denetleyecek dışarıdan denetçilerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlendiğini biliyoruz. Dolayısıyla güvenli olmayan bir alanda devasa kaynakların biriktiği ve bunun nasıl kullanılacağının da teklifte tam olarak net biçimde ele alınmadığı görülüyor. Özellikle bu 5 Bakanlık ve Strateji ve Bütçe Başkanlığının bu fonun denetlenmesinden, sevk ve idare edilmesinden sorumlu olması başlı başına bir problem. Niye problem? Zira, biz zaten bu Bakanlıkların aklına güvenmiyoruz çünkü bu akıl esasen sarayın aklı, sarayın inşaatçı aklı neyse bu Bakanlıklarda da o var. Yani yirmi yıldır zaten bu Bakanlıklar eliyle ormanlık alanlar azaldı, bu Bakanlıklar eliyle imar rantı olağanüstü bir değer hâline geldi; iktidar, AKP buradan elde ettiği kaynaklarla siyasetini finanse etti. O sebeple, şimdi, böyle bir yönetim kuruluna bu fonun denetimini bırakmak ve İhale Kanunu, İmar Kanunu gibi önemli kanunlara da teklif içerisinde atıfta bulunmamak bize şunu çağrıştırıyor: Bu 11 ilin, bunlar diledikleri gibi bu fonu kullanmak suretiyle, 5'li çete başta olmak üzere -ki ihaleleri de almaya başladılar patır patır- kendi inşaatçı akıllarına, inşaata dayalı sermaye birikim rejimine peşkeş çekileceği doğrultusunda. Bunlar yapılmayabilirdi yani birazdan izah etmeye çalışacağım kamusal başka tedbirlerle bunların hakkından gelmek ya da bunları engellemek mümkün olabilirdi ama görüyoruz ki bu bilinçli bir tercih. Yani burada bütünsel olarak deprem meselesine yaklaşan, afet meselesine yaklaşan, bunun olmaması için hangi türden tedbirlerin alınmasını tartışan, bunu kamuyla birlikte tartışan bir akıldan ziyade, yaklaşan seçimler de dikkate alındığında bir an evvel konutların yapımına başlandığının -bitirilemeyecek biliyoruz- kamuoyu tarafından görülmesine ve iktidarın üretemez olduğu rızayı tekrar üretmesine dönük olarak bir çaba var, bu net; fon da bunun adımlarından ve ayaklarından ne yazık ki bir tanesi. Özellikle, tabii, Kızılay, Başkentgaz ve Ensar üçgeni çok tartışıldı, böyle bir background da olduğundan dolayı böyle bir fon çalışmasına, böyle bir teklife güvenmemek için elimizde son derece fazla verinin olduğunu düşünüyorum. Peki ne yapılması gerekir? Yani para lazım mı? Lazım. Gerçi 114-115 milyar lira ne oldu, toplanabildi mi, toplananı ne oldu, bunu bilmiyoruz. O acayip gösteriyle kamu bankalarının, Merkez Bankası dâhil olmak üzere, tarihe yazılacak matraklıkla, bir cebinden alıp diğer cebine koyarken, aslında iyi kötü denetim altında olan kaynakları denetimsiz bir alana çektiğini hepimiz gördük. Bunlarda iyi niyet falan arıyor değiliz ama şunu da soruyoruz yani: Bu 115 milyar lira para ne oldu? Ne oldu bilmiyoruz, belki önümüzdeki dönemde ne olacağını görürüz. Şimdi, burada, dedim ya, bu olmayabilirdi, bu yapılmayabilirdi. Bu bir bilinçli tercih, inşaatçılık lehinde kullanılan sermaye birikimini inşaat temelli olarak artırmayı, sermaye temerküzünü temel almayı hedefleyen bir yaklaşım bu fakat bu, derde derman olmaz. Derde derman olması için bir defa uzun erimli bakalım. Mesela, niye böyle anlık bir fon kuruluyor da bir afet veya kentsel dönüşüm bankası kurulmuyor? Daha sistematik, süreğen, bugünün işini değil bundan sonranın da sorunlarını çözecek olan, Türkiye'de yalnızca deprem değil ki -buna benzer pek çok şeyle karşı karşıya- çığından seline kadar bin tür musibet var, bunlarla da iştigal edecek ama burada elde ettiği kaynakları da kentsel dönüşümü sağlamaya yönelik olarak kullanacak bir banka niye düşünülmez? Mesela, Japonya -yanlış değilsem- 2014 yılında, Sayın Başkan, bir afet bakanlığı kurdu; Japonya'dan daha mı az risk altındayız? Biz öneriyoruz, doğru olan şey bir afet bakanlığının, afet ve kentsel dönüşüm bakanlığının kurulmasıdır. Bu bakanlığın sadece işinin bu olması gerekir ve bununla birlikte kurulacak olan bir afet ve kentsel dönüşüm bankası da bu işin finansal ayağını oluşturur. Peki, kaynakları nereden toplar böyle bir banka? Öncelikle artan oranlı bir servet vergisinin salınması gerekir. Olağanüstü kârlar var, yüzde 1.000'lere varan sermaye kârları var ve bu kârlara sadece bakıyoruz, onlar bağış yapıyor, sonra da vergilerini bağışlıyoruz onların. Bu var ya çok -kötü kelime kullanmak istemiyorum ama- acayip bir riyakârlık, başka bir şey değil. Doğru olan, bu sermaye kârlarının, işte, 100 tane evi olanın elde etti rantın, bunların vergilendirilmesidir. Ya, dünyada kapitalizmi en fazla savunanlar bile, patronlar bile -Davos'ta tartışıldı- artık diyorlar ki: "Ya, bizi niye vergilendirmiyorsunuz kardeşim?" Bizim bu kâğıdı yazanlar diyor ki: "Biz kaynakları bağışlardan ve yurt dışından bulacağız." Yurt dışından kara kaşımıza, kara gözümüze mi verecekler bu parayı? Bu, sonuçta, son tahlilde, vatandaşın, yoksulların, dolaylı vergi ödeyenlerin daha fazla sömürülmesi anlamına gelmeyecek mi? O sebeple, mutlaka, bir defa artan oranlı bir servet ve rant vergisini temel almak gerekir, böyle bir bankanın kaynakları açısından çok önemlidir. Yine, olağanüstü kamusal israflar var, saray başta olmak üzere her gün milyonlarca lira ödeniyor. Ya, 50 bin insanımız enkaz altında kalmış, hayatını kaybetmiş ve bir öncelikse... Böyle itibar falan değil biliyor musunuz, şu anda itibara harcanan her kuruş itibarsızlığın katlanmasına sebep oluyor böyle bir konjonktürde. Sarayın bu dizginsiz harcamalarının kesilmesi lazım. Silahlanmaya ve militarizme ayrılan kaynakların böyle bir bankanın finansmanında kullanılması lazım. Böylece Türkiye bir afet planlamasına sahip olmuş olacak. Yani 1959'da çıkarılan yasadan bu zamana bir yasa var ama bunlar çoğunlukla, yarayı sarmaya dönük tedbirler almışlar yani şey değil, proaktif davranma yaklaşımı yok. 1999 öncesinde Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'yla da daha ziyade, biraz böyle Dünya Bankasının da yönlendirmesiyle mesele yalnızca finansal bir mesele olarak görülmüş ve anlaşılmış; o devam ediyor, hâlâ bu şekilde devam ediyor. Oysa kamusal tedbirlerle ve böyle ikili bir öneriyle bu işin altından kalkmak mümkün. Temel soru bugün şudur: Bu enkaz kimin üzerinde kalacak, ihale kime kalacak? Enkaz bu ülkedeki milyonların finansmanıyla kaldırılacaksa yani daha doğrusu yoksulun finansmanıyla kaldırılacaksa yazıklar olsun, bu da ekonomik başka bir deprem anlamına gelir, daha büyük yaralar ortaya çıkartır. O sebeple bunları mutlaka böyle bir kamusal perspektifle ele almak gerekir, böyle bir kamusal perspektifle yeniden değerlendirmek gerekir çünkü bu deprem denen şey bugünlük yarınlık bir mesele değil, ilanihaye devam edecek, dünyanın canlılığı sürdüğü sürece devam edecek. O sebeple bu konudaki felsefemizi bir defa değiştirmemiz lazım, depremin finansmanını geniş kesimlerin üzerinden sermayeye doğru yönlendirmemiz lazım, daha kamucu tedbirlere ihtiyacımız var.
Bir başka söyleyeceğim şey şu... Ne kadar zamanım kaldı çok bilmiyorum ama.
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Bir dakikadan fazla var.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Şimdi, şöyle, ya, bizim burada AKP'yi eleştirmemizin temel sebebi şu: Bakın, bir depremin enkazından çıktınız. Yani şunu gördünüz 99 depreminde: Bu ülke gayrisafi millî hasılasını... Hadi, can kaybını falan zaten konuşmanın hiç şeyi yok ama olağanüstü bir ekonomik enkaz yarattı, bunu tecrübe ettiniz ve Türkiye tarihinde hem izafi olarak hem total olarak en fazla kaynağı siz kullandınız, tek tek saymayayım kaynakları, en fazla kaynakğı siz kullandınız. Bir depremle daha karşı karşıyayız ve gelinmiş, deniyor ki: "Vallahi, elden gelen yapıldı, yapılmadıysa da bu, muhalefet sayesinde oldu." Ya, şöyle bir insafsızlık olur mu? HDP tek başına demiş ki: "Bu bir cinayettir. İmar affı imar barışı diye tarif edilen, şirin hâle getirilmeye çalışılan bir cinayettir." Hatip diyor ki: "E, siz niye bunu 5 kişiyle dediniz?"
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ABDULLAH NEJAT KOÇER - Evet, Rıdvan Bey, tamamlayın lütfen.
RIDVAN TURAN (Mersin) - Son birkaç cümlem.
Kardeşim, yirmi iki yıldır bu memleketteki imar sürecini, rantları sevk ve idare edenler siz değil misiniz, kendi siyasetinizi buradan finanse etmediniz mi? Bu yokmuş gibi ve bu kadar can kaybının sorumluluğunu hiç hissetmeden, hiç hissetmeden bize dönmüş diyor ki: "Siz niye 5 kişiyle 'hayır' dediniz?" Oysa o, bizim kurumsal görüşümüzdü.
Halka, özellikle depremzede halkımıza bu anlayışı havale ediyorum ve "El hayaü minel iman" diyorum, başka da bir şey demiyorum.