| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) a) Millî Eğitim Bakanlığı b) Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı c) Yükseköğretim Kurulu ve üniversiteler |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 11 .02.2016 |
AHMET YILDIRIM (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakan, değerli bürokrat arkadaşlar ve basın emekçisi arkadaşlar; hepinize iyi bir gün diliyorum.
Sayın Bakan, bütçemizin şimdiden bütün bakanlığımıza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın Bakan, tabii, rakamların dili çok farklı. Rakamları nereden okuduğunuz sizi gitmek istediğiniz sonuca götürür. Siz olumlama istikamette bakarsanız, evet bu rakamlar size çok çok artmış hep 2002 miladı üzerinden olumlulanmış gibi gelebilir. Ben de rakamlara farklı bir noktadan bakayım. Evet, iktidarınız döneminde giderek... Bütçe içerisindeki payı bu yıl 13,38 olacak. Bu, artış önceki yıllara göre. Ama ben de şuradan bakıyorum: Takdir edersiniz ki Sayın Bakan, 657'e tabi memurların neredeyse yarısı Bakanlığınızda.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) - Üçte 1'i.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Üçte 1'inden fazla, yüzde 40 civarında. Bakın, Bakanlık bütçesinin de personel giderleri 69,07; bir de sosyal güvenlik prim giderleri 10,62; toplamda 79,7'si personel gideri. Ya, zaten bu anlaşılabilir bir durum Sayın Bakan. Yatırım ne? Eğitimi yatırımı. Sermaye gideri 8,23. Yani, bütçemizin kahir ekseriyeti personel giderleri. Yatırımın payı 12'de 1 civarında. AKP'nin iktidarı döneminde şöyle bir grafik var: Bu da, bakın, bütçenin toplamı içerisindeki eğitim yatırımlarının payını gösteriyor. 2002'de yüzde 17,18 iken -ki 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelmiş, o yılı bitirdikten sonra 2013 bütçesini iktidarınız hazırlamış- bugün 8,23'e düşmüş. Bir dönem yüzde 4'lere kadar düşmüş, daha sonra 2014'te 9,32; son iki yıldır yine düşüş var Sayın Bakan. Haklı olarak siz kendi grafiklerinizi üzerinden olumlayabilirsiniz ama biz de buradan görmek durumundayız.
Bir diğer husus, sadece gelişmiş ülkelerin değil gelişmekte olan ülkelerin de içerisinde olduğu OECD ülkelerindeki öğrenci başına düşen eğitim harcamalarının tablosu var bizde. Ben İspanya'yla, Avusturya'yla, Almanya'yla, Fransa'yla kıyaslamayacağım Sayın Bakan. Üzerimizdeki ülkeler: Meksika, Şili, Kore. Bunlar bizden fazla pay ayırıyor, dolar bazında. Nedir OECD'nin ortalaması? 10.220 dolar -öğrenci başına düşen- bizde ise 3.514 dolar. Gelinen nokta bu. Hani, övünelim ama biraz da realiteyi buradan görelim.
Bir diğer husus, Sayın Temizel değindiği için ben biraz hızlı geçeceğim. Şu tablo da Sayıştay raporlarından alındı, 2014. Bakın, bütçe ödeneğimiz 55,7 milyar dolar ama yıl sonu gerçekleşen ödeneğimiz 39,9 milyar dolar. Gerçekten merak ediyoruz, aradaki fark nereye aktarılıyor Sayın Bakan? Bunu bize izah ederseniz çok seviniriz.
Bir diğer husus, okullara dönük saldırılara dair tavrımızın ortak olduğunu bir eğitimci bir akademisyen olarak ifade etmek isterim, bunda beis yok ama -birazdan arkadaşıma da söz sırası geldiğinde gösterecek- isteriz ki bizim rahatsız olduğumuz bir hususta siz de rahatsız olun, o da şu: Okulların karargâh olarak kullanılması. Gidip okulda elinde tebeşir, yüzü maskeli özel harekâtçının "Eğitim sırası bizde, konu, itaat" resimlerinden de yine aynı rahatsızlığı duymalıyız Sayın Bakan. Bakın, elimizde rakamlar var. Direkt ilgili müdürlüklerden ve Adrese Dayalı Kayıt Sistemi'nden çıkardığım öğrenci verileri. Şimdi, Cizre'de 104 okul 1.950 öğretmen -iki buçuk aydır eğitim yok- Dargeçit'te 46 okul 450 öğretmen, Nusaybin'de 89 okul 1.331 öğretmen, Sur'da 130 okulda 1.361 öğretmen, Silopi'de 68 okul 1.739 öğretmen. Bunların hepsini çıkartabiliriz. Sayın Bakan, toplam öğrenci sayısı 120 bin; ilk, orta ve lise, 120 bin öğrenci. Bazıları on beş gün, bazıları yirmi gün ama bu 120 binin 70 bini iki buçuk aydır eğitim görmüyor. Sadece sömestir tatiliyle başlatmış olduğunuz bir telafi programı var yani sokağa çıkma yasakları ellinci gününü bulduktan sonra başlatmış olduğunuz. Hatırlarsınız, biz, Nusaybin'de TEOG sınavının yapılamayışından kaynaklı sizden bir ricada bulunmuştuk, siz de ilgilendiniz ama gelin görün ki Sayın Bakan, öteki TEOG sınavına işin şurasında elli küsur gün kaldı ve bunlar iki buçuk aydır eğitim görmüyorlar. Bu 120 bin öğrencimizin, Sayın Bakan, bakın 11 bini TEOG'a girecek, 8 bini 12'nci sınıfta, LYS'ye birkaç hafta sonra girecek ve 2.500'ü de -diğerleri resmî rakam, 2.500 rakamı da bizim tahminimiz- liseden mezun olmuş ve buralarda birkaç hafta sonra LYS'ye girecek olan öğrenciler. Burada durum ne? Telafi. Bakın, telafiniz için söyleyelim, sizin kullandığınız cümle, bir televizyon programında: "Millî Eğitim Kanunu'na göre yüz seksen iş gününde öğrencilerimize eğitim-öğretim hakkı tanınmak zorunda, bu da bizim sorumluluğumuzda, telafi edeceğiz." Çok çok küçük bir kısmını telafi etme süreci yaşıyoruz şu anda Sayın Bakan. 120 bin öğrenciden, sizin özellikle vermiş olduğunuz rakamlardan hareketle söylüyorum, sadece ve sadece 11.716 öğrenci, yüzde 10'u bile değil telafi eğitimine tabii tuttuklarınız, hani bir kısmı Batman'da, Midyat'ta, vesaire... Yüzde 9'u telafi eğitiminde, geri kalan yüzde 91'i orta yerde yok. Maalesef çatışmanın, silahın, ateşin, ölümün, kanın adı da, kokusu da ağır, hepimizi yaralıyor Sayın Bakan. Ama üzüntülerinizi belirttiğiniz noktalar oldu, teşekkür ettiğiniz noktalar oldu. Silopi'de 6 öğrenci, Cizre'de 15 öğrenci, Sur'da 5 öğrenci, Nusaybin'de 4 öğrenci, toplamda 30'un üzerinde öğrenci hayatını kaybetti.
SALİH CORA (Trabzon) - Okulun önüne karne günü bomba atan kim onu da anlatın.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Siz konuşun, ben sonra devam edeyim beyefendi.
Buyurun!
SALİH CORA (Trabzon) - Okulun önüne karne günü bomba atan kim onu da anlatın.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Karne günü yaralı var, ölüm yok.
BAŞKAN - Lütfen devam edin Sayın Yıldırım.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Yok, arkadaşımız bitirsin sözünü.
SALİH CORA (Trabzon) - Bahsedin, ondan da bahsedin.
NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Onu kimin yaptığı belli değil. Sen Diyarbakır'da...
AHMET YILDIRIM (Muş) - Ben, kimin yaptığını önemsemeksizin üzüntümü ifade ediyorum ve bunu Sayın Bakanla konuşuyorum. Bırakın, Sayın Bakan cevaplayacak.
NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Kendi güvenlik güçlerinizin yaptığı...
BAŞKAN - Lütfen, herkese sıra gelecek.
Sayın Yıldırım, lütfen devam edin.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Yani, olunca, örgüt öldürünce üzülmeyeceğiz öyle mi, bunu mu söylüyorsunuz? Ben ayırım koyarak ifade ettim mi Allah aşkına? "Öldüler" dedik, "öldüler" canlarımızdan birer parça olarak gittiler. Ben buradaki hiç kimsenin de bu işe sevindiğine inanmıyorum.
Sayın Bakan, bir diğer husus, özellikle daha sonraki konuşmalarda arkadaşlarımız ifade ederler ama bakın, iktidarınızın on iki yılında bütün eğitim kurumları -ilk, orta, lise, yükseköğretim- "paralel" olarak adlandırdığınız bir cemaate terkedildi neredeyse, teşvik edildiler, Dershaneler, özel öğretim kurulları bırakıldı; birazdan YÖK'e geleceğim, üniversiteler terk edildi onlara, bütün akademisyen alımlarında belirleyici oldular onlar. Bir şekliyle siyasi ihtilaf yaşandı ve bunun da en önemli vuruşma alanı eğitim kurumları oldu, mağdurları öğrencilerimiz oldu. "Temel lise" ve "hazırlık okulları" kavramlarını asla bir akademisyen ve eğitim fakültesinde yirmi yıl çalışmış biri olarak kabul etmem mümkün değil. Bunlar okul değiller, okulun eğitim ve öğretim ayağını siz de iyi bir akademisyen olarak iyi bilirsiniz Sayın Bakan, bunlar sadece öğretim kurumudur, sadece dershanedir temel liseler. Motor hareketlerine katkı sunacak çocuklarımızın hiçbir faaliyeti yoktur. Hani, "Bina altları okullara dönüştü." diyoruz, ben buna "merdiven altı" diyorum. Sağlıklı değil Sayın Bakan. Beden eğitimi dersleri yok, sosyal faaliyetler, sanatsal faaliyetler yok. Buralar sadece sınavlara dönük olarak, yarış atı gibi çocuklarımızı kullandığımız öğretim kurumlarına dönüştü. Bir cemaatle, rövanşist duygularla, bir siyasi iktidarın hesaplaşmasının ceremesini milyonlarca çocuğumuz çekiyor. Sağlıksız eğitim kurumları, üstelik devletten bir kısım katkı payı alınarak, velilerimiz cebinden vererek neymiş özel okula gidiyor sözüm ona. Yok böyle bir şey çünkü bina, fiziki yapı, öğretim içeriği müfredatı eğitim-öğretim kurumu değil, sadece öğretim kurumu olarak işlemeleri sonucunu doğuruyor.
Şimdi, Sayıştayla ilgili bölümü geçeceğim, ana dille ilgili bir iki cümleye değineceğim Sayın Bakan.
Bakın, bazen siyasi iktidarın temsilcileri çıkar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET YILDIRIM (Muş) - Sayın Başkan, isterseniz beş dakika uzatın bana, sonra beş defa uzatmayın artık.
Şimdi, Sayın Bakan, bakın, sadece seçmeli ders olarak belli yerlerde eğitim var ve okul idarecileri tarafından -bilginiz olmayabilir, bir şikâyetimdir- seçilmemesi ve önemsizleştirilmesi için velilere ve öğrencilere baskı var. Bir de, bakın, 21 tane seçmeli ders içerisinde ağırlıklı olarak ne seçiliyor? Az önce Sayın Temizel dile getirdi, Osmanlıca, Kur'an-ı Kerim ve bölgede Kürtçe. Düşünebiliyor musunuz, Allah aşkına, asla karşı değilim, Müslüman yurttaşlarımız ve öğrencilerimiz Kur'an-ı Kerim dersi görebilir, hiçbir beis yok ama inancınız, kutsal kitabınız ile ana diliniz arasında sadece bir tercihte bulunabilirsiniz. Dininiz mi, diliniz mi? İkisi birden olmaz, ikisi birden seçilmez. Bu kadar büyük bir paradokstur bu durum Sayın Bakan. Bunların istihdamı, mezun olan öğretmenlerin atanmayışı vesaire ayrı bir şey.
Birkaç dakika da YÖK'le ilgili söyleyeyim.
Bakın Sayın Saraç on bir yıldır YÖK'ün yönetiminizdesiniz.
YÖK BAŞKANI PROF. DR. M. A. YEKTA SARAÇ - Yok.
AHMET YILDIRIM (Muş) - İlk olarak 2005'te atanmadınız mı Bakanlar Kurulu kontenjanından? Bir buçuk yıldır da Başkanısınız. Başkanlığınız da çok manidar bir atamayla oldu. Nasıl manidar? Hiçbir sorun yok ve bugüne kadar kamuoyu ve yükseköğretim camiası, eğitim camiası neden bir önceki YÖK Başkanının görev süresinin yüzde 75-80'i tamamlanmış, son bir yılı kalmışken görevden alındı bilmiyor. Hangi gün? 6 Kasım 2014 günü Sayın Çetinsaya görevden alındı. Alınabilir, yasaya göre yapıldı ama keşke iki cümle de bir gerekçe belirtilseydi. Oradan aldın Başbakan Başmüşaviri yaptın. Bitti mi yani, bu kadar mı? 6 Kasım nedir? Faşist bir darbenin, 12 Eylül darbesinin üniversitelerin üzerine karabasan gibi getirdiği bir YÖK'ün kuruluş yıl dönümünde. Bence özellikle o gün seçildi. 6 Kasımda Sayın Çetinsaya görevden alındı, bugüne kadar biz akademisyenler, üniversite personelleri veya bir bütün eğitim camiası, ülke, neden alındığına dair bir gerekçeyle yüzleşmedi.
Devam edelim. Bakın, hiçbir zaman zaten üniversiteler için hayırlı olmamış bir kurumdur bu YÖK. 2001'de kurulduğunda Adalet ve Kalkınma Partisi kaldırılacağını söylüyordu, bütün darbe ürünü kurumların kaldırılacağını söylüyordu. Daha sonra, Erkan Mumcu kısa bir süre Bakanlık olacak "YEK" olacak, eş güdüm kurumu olacak, o olacak, bu olacak ele geçirilince, siyasallaştırılınca, iktidarın hizmetine sokulunca tadına varıldı, güçlendirilmeye başlandı. Bizim çıkarsamamız muhalefet olarak bu Sayın Başkan ve bir akademisyen olarak. Ya değilse, sadece sizin döneminizde kötü bir kurum olmuş değil YÖK, evvel ahir böyleydi, kuruluşundan beri böyleydi çünkü üniversitelerin üzerine karabasan gibi çökmüştü YÖK. Ve şunu söyleyeyim: Ama hiçbir zaman bugünkü kadar siyasallaşmadı YÖK, bugünkü kadar ideolojize edilmedi. Bakın, 11 Ocak günü bir hafta boyunca portalı açık olan ve 1.128 akademisyenin imzasıyla bir deklarasyon yayınlandı. Beğeniriz beğenmeyiz, katılırız katılmayız; buna katılmayanlar düşünsel düzlemde cevap verebilirler, akademisyenler, siz, hepimiz, katılmayanlar cevap verebilirler ama idari ve hukuki bir süreç başlatılamaz. 12 Ocak günü Cumhurbaşkanı sabah bunu kınadı, sert bir açıklama yaptı, "hain" dedi -affederseniz, hepinizden özür diliyorum- "alçak" dedi, öğlenden sonra hemen emir telakki eden YÖK Yürütme Kurulu toplandı, aynı gün ve soruşturmalar başladı ve bu tablo ortaya çıktı. Evet, öğretim üyelerinin evi TEM polisleri tarafından basıldı, terörle mücadele polisi tarafından. Utandım, bir akademisyen, bir yurttaş olarak utandım ben, ülke bunu hak etmiyor diye düşündüm. Bakın, Sayın Saraç, ben yirmi iki yıl önce akademisyenliğe başladığımda Dicle Üniversitesinde bir tuğgeneral bizim rektörümüzdü, OHAL vardı, Tuğgeneral Sedat Arıtürk rektördü. Bir buçuk yıl çalıştım, İstanbul Üniversitesine ve Ankara Üniversitesine master, doktora yapmaya kadromla birlikte gittim, döndüğümde bir albay rektördü, Albay Mehmet Özaydın çünkü GATA'dan profesörlük "title"ı alıp geliyorlardı aday oluyorlardı, OHAL'in baskısıyla rektör...
Emin olun, o dönem de çalıştım, bugünkü kadar öğretim üyeleri, akademisyenler, yardımcı öğretim elemanları baskı altında olmadılar. Doçentlik jürileri bu kadar siyasallaşmadı. Akademisyen alımları bu kadar siyasallaşmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Ek süre veriyorum.
AHMET YILDIRIM (Muş) - Bütün inancımla söylüyorum, o gün bu kadar baskı görmedik biz, mobbingler bu düzeyde değildi. Çok siyasallaştı ve ben düzeltilmesi, demokratikleştirilmesi gibi bir şey önermeyi zül sayıyorum.
Bakın, yanınızda Sayın Atar oturuyor, değerli bir anayasa hukukçusudur. İçinize siniyor mu? Yazılarınızı okuduk, sivil bir anayasa hazırlanması hususundaki değerli düşüncelerinizi takip ettik. Anayasa hazırlık süreçlerine katkı sunmaya çalıştınız. Bugünkü üniversiteler ve YÖK tablosu, akademisyenlerin bu kadar terörize edilmesi içinize siniyor mu bu üniversiteleri yöneten bir kurumun başındaki biri olarak. Bir akademisyen, siyasetçiliğimi bir kenara bırakarak söylüyorum, bir yurttaş olarak maalesef içime sinmiyor, çok huzursuzum. Üniversiteler çok fazla ideolojize oldu, kamplaştı düşünceler arasında.
Son olarak şunu söyleyeyim, özellikle bölge üniversiteleri için söyleyeyim, cemaatler arasında parselize edildi. Dicle Üniversitesine verin Gülen Cemaatinden birini, Batman Üniversitesine verin Kırkıncı Cemaatinden birini, Şırnak Üniversitesine verin başka bir cemaatten birini. Fakülteler arasında eleman alımlarına yansıyacak kadar Değerli Bakanım, bunları yaşadık. Ve tek tornadan çıkmış gibi bazıları çok kolay girebildiler, çok kolay ilk girişlerinde doçentlik sınavlarını alabildiler. Hani, ÖSYM'nin de bir ara paralelin etkisi altına girdiğini söyledik, evet ben inanıyorum buna. Çünkü 3 defa doçentlik sınavına, ÜDS'ye girmiş biri hiç 40 alamıyor ama bir girişinde de 91 alabiliyor. Ne kadar siyasallaştı? Merkezî sistem sınavı yapan bir kurumda yani böyle bir şey olabilir mi, bir akademisyen olarak çok aklım ermedi. Bir doçent adayı 3 defa sınava girecek hiç 40 alamayacak, bunun çok örneği var tabii, daha sonraki, 4'üncü girişinde 91 alacak. Bunu herhâlde dil bilimciler daha iyi takdir edecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bütçenizin hayırlı olmasını diliyorum.