KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sağ olun Sayın Başkanım.

Çok değerli milletvekillerimizi, Dışişleri Bakanlığımızın Saygıdeğer Bakan Yardımcısını ve ilgili Bakanlıklarımızdan da bugün Komisyonumuza katılım sağlayan herkesi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Tabii, önemli ve tarihî günlerden geçtiğimiz anlara tanıklık ediyoruz. Belki sıcağı sıcağına bunun ne anlama geldiğini bugün bu şartları yaşayan siyaset, bürokrasi ve devlet insanları göremeyebilir ama tarihe, bir elli yıl sonrasından bugünlere bakıldığında, bu sıcağı sıcağına geçen günlerde hangi ülkenin ne gibi bir irade koyduğu yaşanan gelişmelere ve koşulların da nereye doğru ilerlediği sorusu gerçekten önem arz edecektir.

Ukrayna ve Rusya arasında geride bıraktığımız yıl 24 Şubatta başlayan savaş şüphe yok ki sadece iki ülkenin kendi güvenliğini değil, Karadeniz Bölgesi'ni değil, Avrupa'yı değil, aynı zamanda küresel mimarinin genelini, küresel güvenliğin kendisini doğrudan etkileyen neticeler doğurmuştur ve bu sadece güvenlikle alakalı alanla da sınırlı kalmamıştır; enerji politikaları olsun, gıda, tarım politikaları olsun ve dolayısıyla küresel ekonominin kendisiyle alakalı pek çok gelişmeyi etkilemiştir ve bu durum da dünyanın mevcut hâliyle kendi denge arayışına matuf olduğunu da göstermiştir. Bu şartlarda iki ülke arasındaki ateşkesin tesisi, beraberinde barışın sağlanabilmesi için pek çok ülke mücadele de etmiştir. Ancak şimdiye kadar Türkiye'nin yüksek düzeyli sergilediği gayret ve nihai olarak yine geride bıraktığımız yıl Antalya Diplomasi Forumu'ndan sonra iki ülkenin Dışişleri Bakanlarını bir araya getirdiğimiz toplantıyla beraber, yine müzakere heyetlerinin İstanbul'da yapmış olduğu görüşmeler sonrasında çok makul bir iklim yakalanmıştı fakat bu makul iklim öyle görünüyor ki Ukrayna'da savaşın devam etmesini arzulayan taraflar münasebetiyle olumsuz bir yöne doğru seyretti gitti.

Şimdi, ben, burada, Türkiye'nin mevcut pozisyonunu Saygıdeğer Komisyon üyelerimize bir kez daha hatırlatmak istiyorum yüksek müsaadelerinizle. Türkiye, bir taraftan bu savaşta bir an evvel ateşkesin sağlanması için üstün gayret sarf etmiştir. Savaşın ve Ukrayna işgalinin başladığı ilk anlarda insani yardım koridorlarının oluşması ve sivillerin tahliyesiyle alakalı pek çok ülkeden daha sorumlu, daha sağduyulu, daha üstün bir şuurla hareket eden anlayışı ve fiiliyatı yansıtmıştır. Bunu ardından da -yine biraz önce ifade ettiğimiz gibi- iki ülkenin ateşkes sağlayabilmeleri için diplomasiyi çok yüksek tesir yaratabilecek bir alanda faaliyete geçirmiş, bu anlamdaki gayretleriyle de hem Ukrayna hem Rusya'yla aynı anda görüşebilen, müzakere edebilen ve iki tarafın şartlarını da dinleyip iki tarafa da hatta yeri geldiğinde şartlar sunabilen bir yetkide olduğunu göstermiştir. Bunlar ülkemiz adına memnuniyet vericidir. Zaman zaman burada da bu koşulların nasıl geliştiğiyle alakalı -sağ olsun- Dışişleri Bakanlığımız, Ukrayna-Rusya savaşıyla alakalı gerekli bilgilendirme ve sunumu da zaten Meclisimize yapmıştır. Ancak savaşın ve çatışmaların giderek derinleşmesi ve bu derinleşmeyle birlikte dünyanın geri kalanını etkileyen -bunların başında da gıda krizi geliyor- gıda krizinin yaşanmasıyla birlikte tüm ülkelerin gündemine bir başka konu daha girdi. Tahıl koridorunun hayata geçmesi anlamında da ülkemizin kolaylaştırıcılığı, ara buluculuğu ve yine fiilî olarak bu süreci yönetmesiyle birlikte Birleşmiş Milletlerle beraber, Rusya ve Ukrayna arasında sağladığımız mutabakatla birlikte dünyanın bir gıda krizi yaşamasının önüne de geçmiş olduk.

Bütün bunlar olurken tabii, soğuk savaştan kalma, hatta daha öncesinden, İkinci Dünya Savaşı'nın akabinden, bu anlamda pek çok ülkenin verdiği bazı taahhütler var. Türkiye de bir NATO üyesi olarak NATO'ya verdiği taahhütler kapsamında, bu zamana kadar politikalarını şekillendirmiştir; her ne kadar NATO'ya verdiğimiz ve NATO'ya sağladığımız güvenlik katkısının eş değerini, bir mukayese yaptığımızda eş değerini NATO'nun Türkiye'ye aynı saygınlıkla göstermemiş olmasına rağmen. Zira, bugün, bakıyorsunuz, millî güvenliğimize yönelik tehdit oluşturan terör örgütlerinin neredeyse tamamını NATO üyesi ülkelerin desteklediğini görüyoruz. Evet, NATO'ya üye olduğumuz ve NATO'nun kurulduğu dönemlerde bu terör örgütlerinin kendileri belki fiiliyatta yoktu ama -bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin millî güvenliğine saygı noktasında- özellikle Birinci, İkinci Körfez Harekâtı sonrası ve Orta Doğu'da yaşanan gelişmeler ve Türkiye'de FETÖ terör örgütünün bu anlamda bazı NATO üyesi ülkelerle yakın diyaloğu olması, hatta -daha böyle yaygın bir tabir kullanabiliriz bununla ilgili- bu ülkelere kanalize olmuş olması gerçeği karşımızda bulunuyordu. Şimdi, çöken bir küresel güvenlik mimarisi, bu anlamda Avrupa'nın karşı karşıya kaldığı yüksek düzeyli krizler ve NATO'nun da bunlardan yüksek düzeyde etkilenmesine mukabil, NATO tarafından NATO'nun iki önemli ortağı olduğu ifade edilen İsveç'in ve Finlandiya'nın NATO'ya üye olarak alınmasıyla alakalı bahiste de Türkiye kendi hassasiyetlerini çok açık, net bir şekilde daha evvel ilan etmişti.

İki ülkenin NATO'ya üye alınması öncelikli olarak şu soruyu elbette ki sorma hakkını bize doğurmuştu: Ukrayna-Rusya arasındaki savaşı sonlandıracak mı yahut iki ülkenin üye olarak NATO'ya alınması Avrupa'nın kendi güvenliğine ne derece bir katkı sağlayacak? Bu anlamda, hem NATO hem genel bünyede yaşanan tartışmalar iki ülkenin üye alınmasının NATO'ya, NATO'nun kendi güvenlik mimarisine katkı sağlayacağı neticesini doğurduğu gibi, Türkiye de 3'lü memorandumla, ilk defa, NATO'da müttefik olduğu ülkelere kendi millî güvenlik ölçülerinin -esasında budur, şimdi, orada 2 tane terör örgütünün adı zikrediliyor, PKK ve FETÖ zikrediliyor ama- 21'inci yüzyılın koşullarında kendi millî güvenliğiyle alakalı ana hassasiyetlerinin ne olduğunu bir bakıma NATO'nun protokollerine sokmayı başarmıştır; olaya bu açıdan bakmak lazım. Yarın öbür gün başka başka terör örgütleri çıkabilir; doğru, çıkabilir ama bunun, bu noktada, Türkiye'nin hassasiyetlerini nasıl şekillendirdiğiyle alakalı bir sürecin miladı olması elbette ki önemlidir. Bize göre, 3'lü memorandumla yani hem İsveç'le hem Finlandiya'yla imzaladığımız bu 3'lü memorandumla iki NATO üyesi ülkenin NATO'ya üye olma şartının "PKK'ya ve FETÖ'ye destek vermeme" olduğu artık kayda geçmiştir, zapta geçmiştir. Nasıl ki Washington Mutabakatı kapsamında NATO kendi kendine "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için." anlayışını yansıtmak istiyorsa bu şartlarda da Türkiye'nin kendi millî güvenlik hassasiyetine saygı göstermek mecburiyetinde olduğunu kendi bünyesinde tartışmış, kendi bünyesinde bunu karara bağlamış, koşullandırmış ve kayda geçirmiştir. Saygıdeğer milletvekilleri, bu da büyük bir diplomatik başarıdır, bunu da kayda geçirmek lazım; bu anlamda da ben cidden Hükûmetimizi tebrik ediyorum, kutluyorum.

Şimdi, Finlandiya'nın bu taahhütleri yerine getirmiş olması da önemlidir. Bu taahhütleri yerine getiriyorsanız Türkiye'nin diğer ilgili anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getireceğinin de gösterilmesi anlamında önemli bir başlangıç oluyor.

Pekâlâ, İsveç... Buraya Sayın İsveç Dışişleri Bakanı da geldi, kendisi Dışişleri Komisyonumuzla da görüştü. Dışişleri Komisyonumuzda da kendisine pek çok konu açıkça ifade edildi, Türkiye'nin hassasiyetleri açık ve net bir şekilde söylendi. Evet, İsveç terörle mücadeleyle alakalı önemli bir adım attı, bir yasa tasarısını geçirdi ama neticesi gelmedi, bir. İkincisi, burada güvenlik kuruluşlarımızı, Emniyetimizi, Jandarmayı, Millî İstihbaratı temsilen çok değerli isimler var. Bizler Türk milletinin temsilcileri olarak, Parlamento üyeleri olarak da İsveç'e, bilhassa PKK terör örgütüne orada nasıl finansal destek sağlandığını ve bu finansal desteklerde de bizzat İsveç'in kendi kamu kaynaklarının kullanıldığını örnekleriyle ifade ettik. Konu sadece yurt içinde ve yurt dışında PKK terör örgütünden ele geçilen İsveç yapımı bazı silah sistemleri değildi. Yahut konu sadece Türkiye'den dışarıya karşı giden -tırnak içerisinde- ne yazık ki kendi ülkesine hasım çevreler kendisini -onların ifadesiyle söylüyorum- rejim muhalifi olarak adlandırıyorlar; rejim muhalifi oldukları için değil... Mesela, bilhassa bunlardan bir tanesinin 15 Temmuzdan çok değil bir hafta önce açık ve net bir şekilde bu hain darbe girişimine kendi sosyal medya hesabından ifade eden "tweet"leri, bilgileri paylaştığı için burada ilgili yargı kuruluşlarımız tarafından soruşturmaya tabi tutulduğunu söyledik. E, bunlar da bizim gözetmemiz gereken hassasiyetler. Cumhuriyetimizin 100'üncü yılını yaşıyoruz, Allah'a hamdolsun yüzyıl öncesine göre çok daha güçlüyüz. Yüz yıl öncesine göre Türkiye, artık barışı şekillendirebilen, koşulları yönlendirebilen hatta ve hatta küresel düzeyde aynı şekilde istikrar ve barışı tesis edebilme kudretini gösterebilen bir ülke konumuna ulaşmıştır; bu, hepimiz için önemli bir başarıdır.

Gelinen aşamada da İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyelik bahsinde bugün görüştüğümüz, Finlandiya'nın NATO'ya üye alınıp İsveç'in bu şartları karşılamadığı için şimdilik beklemeye tabi tutulması da sadece bizim açımızdan değil Avrupa'nın ve dünyanın barış ve istikrarı açısından da önemli bir milat olarak değerlendirilmelidir çünkü dediğimiz gibi "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için." anlayışı yansıtılmak isteniyorsa yahut arzu edilen Avrupa'nın yahut dünyanın barışıysa o zaman yapılması gereken, herkesin karşılıklı güvenlik anlayışına saygı duyulmasıdır ve inşa edilebilecek bir barış iklimi varsa da bu karşılıklı güven iklimine saygı duymanın öneminin gösterilmesi gereklidir diyorum.

Ben çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkanım, bu, herhâlde bizim son toplantımız. Ne olacağını Allah bilir. Beş yıllık süreyi geride bırakıyoruz.

AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Vatandaş bilir, Allah bilmez.

İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Hayır, 27'nci Dönemin, efendim, son toplantısı. 27'nci Dönemin Dışişleri Komisyonunun herhâlde son toplantısı, bir daha toplanır mıyız bilemiyoruz.

BAŞKAN AKİF ÇAĞATAY KILIÇ - Yok, öngörümüz bugün son olması, bunu sonunda dile getirecektim.

İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Olmayacaksa ben düzeltmeyle birlikte bunu da hatırlatmak istiyorum. Saygıdeğer milletvekillerimizin hepsine beş yıllık süre zarfında sağladıkları katkı için çok teşekkür ediyorum. Biz de milletimizden aldığımız yetkiyle ülkemize hizmet noktasında burada çok değerli müzakereler yürüttük, değerli ziyaretlerimiz oldu; o yüzden, ben, hassaten hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum, hayırlı olsun diyorum.