| Komisyon Adı | : | (10 / 462, 1737, 1908, 2372, 4832, 5448, 7097, 7098, 7099, 7100, 7101, 7102, 7103) |
| Konu | : | 1.- Tarım ve Orman Bakanlığı Su Ürünleri Genel Müdürlüğü 2.- Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü 3.- Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi 4.- Sinop Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi 5.- Su Ürünleri Mühendisleri Derneği 6.- Su Ürünleri Yetiştiricileri Üretici Merkez Birliği 7.- DSİ Genel Müdürlüğü Etüt, Planlama ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı 8.- Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 9.- Bodrum ve Milas Su Ürünleri Yetiştiricileri Üretici Birliği 10.- Burdur İç Su Ürünleri Yetiştiricileri Üretici Birliği 11.- Kayseri İç Su Ürünleri Yetiştiricileri Üretici Birliği 12.- Milas İç Su Ürünleri Yetiştiricileri Üretici Birliği 13.- Muğla Alabalık Yetiştiricileri Birliği Temsilcisi 14.- Trabzon İç Su Ürünleri Yetiştiricileri Üretici Birliği |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 6 |
| Tarih | : | 03 .04.2023 |
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle burada bizlerle birlikte olan bütün konuklarımıza ve değerli arkadaşlara merhaba demek istiyorum.
Sayın Başkan, ben -biliyorsunuz- Halkların Demokratik Partisinden buraya katılıyorum ve bizim partimizde cinsiyet eşitliği çok önemlidir ve doğrusu ben Rıdvan Bey'den sonra düğmeye basmıştım, mikrofona.
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Ben bir ara açtım, sonra kapattım.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bir kapatmıştınız evet.
Bizde şöyle işliyor bu sistem: Kadınların sesi bu tip ortamlarda pek duyulmadığı için, kadın katılımları da eşitsiz olduğu için bizde eşit temsil var ve dolayısıyla bir fermuar sistemiyle sözler de bu şekilde veriliyor. Nasıl ki biz buraya bir kadın, bir erkek milletvekili olarak geliyorsak; sözleri kullanırken de aslında divandan doğru fermuar sistemi işletiliyor ve sıraya bakılmadan bir kadın, bir erkek sırası veriliyor, dolayısıyla son derece demokratik bir ortamdan beslendiğim için mikrofonumun kapatılması ve en sona bırakılmamı da size...
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Sona bırakmadık, 2 kişi daha var.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Evet, evet, peki, sondan 2'nci, 3'üncü mü oldum?
Neyse yani sonuçta biraz böyle size bir nazire yapayım dedim.
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Evet, teşekkür ediyorum.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Şimdi, belki hemcinslerim için de bu bir katkı olur.
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Biz cinsiyet ayrımı için zaten yapmadık hem de Hasan Hocam "Fikirlerde de ayrım işim olmaz." zaten diyor.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Yani tarihsel olarak hani kadınların görünürlüğü, kadınların eşit temsili açısından bu gerekli diye düşünüyoruz, bizler böyle düşünüyoruz; bunu da burada vurgulamak istedim. Zaten burada Milletvekili olarak 2 kadın milletvekili varız dolayısıyla...
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - 3'sünüz.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Şu anda öyle herhalde 2, şu anda katılanlar olarak söyledim. Peki, böyle başlamış olayım.
Şimdi ben de Genel Müdür Turgay Bey'e teşekkür ederim sunumundan dolayı. Doğrusu o büyük bir heyecanla sunumu anlatırken böyle son derece gerildim ben de. Hani nedir? Biz burada balıkçılık ve su ürünleri sektöründe yaşanan sorunları konuşmak için buradayız. Alana bütünsel olarak bakmak yerine, sadece balıkçıların ve su ürünleri üreticilerinin perspektifinden ve daha fazla nasıl sermaye biriktirebiliriz, nasıl daha fazla alanları balık çiftliği yapabiliriz, nasıl mavi vatanın bir başka versiyonunu, bir başka kılıkta geliştirebiliriz; böyle yayılmacı, işgalci ve sadece sermayeye odaklı, kâra odaklı bir sunum oldu.
Bu, niyetinden bağımsız olabilir, belki bunun arka planında başka şeyler vardır ama ben bunu zaten Turgay Bey'e mahsus bir şey olarak da görmüyorum. Genel olarak, özellikle son yirmi yılda neoliberal politikalar Türkiye'de çok sınırsızca uygulanıyor ve sanki bu doğa, bu ekosistem böyle hiçbir şekilde zarar görmez, yara almaz, geri dönüşsüz bir şekilde yok olmazmış gibi... Nasıl ki maden ocakları her yerde mantar gibi, kömür ocakları, işte, taş ocakları, işte, ne bileyim, sınırsızca ekolojiyi tahrip eden bir birçok şey, birçok ekonomi politikası sınırsızca nasıl yaygınlaşıyorsa denizlere de böyle bir yaygınlaşma hamlesi ve bunu daha da artırabilmek için yapılması gerekenleri konuşuyormuşuz gibi bir şey var ama böyle olmaması gerektiğini düşünüyorum. Yani Tarım Bakanlığının ve Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğünün perspektifi daha bütüncül olmalı ve burada hem doğamızı, ekosistemimizi koruyabilmek için hem de aslında ekonomide de demokrasinin savunulması, sağlanması için bir yaklaşım sergilenmesi gerekiyor çünkü bu alan sadece balık üreticilerine, o gemi sahiplerine, o teknolojilere, ekipmanlara sahip olanların çıkarlarını değil, bütün toplumun çıkarlarını gözetmek zorunda. Hatta bugün hayatta olmayan, gelecekteki çocuklarımızın, torunlarımızın, ileriki kuşaklarının da faydasını, çıkarını düşünmek zorunda fakat tam da -Genel Müdürümüzün söylediği gibi- son on yılda denizlerde çok hızlı bir endüstrileşme olduğunu söyleyebiliriz. TÜİK'in verilerine göre bile, on yılda yüzde 100 artan işte bu üretim çiftlikleri ve diğer versiyonları var. Dolayısıyla, bütün bunlara karşı daha da hızlanıp, daha da hırslanıp, daha da yayılmak değil, daha temkinli olmak zorundayız.
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Kaç hektara yayıldığımız aslında önemli orada.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Daha ölçülü olmak zorundayız ve doğamızı, ekosistemimizi korumak, kollamak zorundayız. Ve özellikle küçük üreticileri, balıkçılık sektöründe, su ürünleri sektöründe canı yanan birçok üretici var. Geçimini buradan sağlamak şeklinde yıllardır, belki babasından, dedesinden bu mesleği öğrenmiş ama buradaki endüstrileşme ve sermaye birikimine sahip olan rekabetten kaynaklı olarak gelirlerini kaybeden insanlar da var. O yüzden, bütünlüklü bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bir de şöyle bir yön var, çok çok önemli burası da, yani bu şu anda bile denizlerimiz son derece ciddi yara almış durumda, kirlenmiş durumda, alarm veriyor, bununla ilgili pek çok somut veri de var. Kıyılar, işte o eşsiz -hani bir taraftan da sektörler birbirini baltalıyor, bir taraftan turist- turizm sektörünün çok övünerek bahsettiği o kıyılar, öbür taraftan da bu balık çiftlikleri tarafından istila edilmiş durumda ve burada yaşanan ciddi sorunlar var. Bu sorunlara dair çözüm önerileriniz nedir? Bunlara dair birçok uygulama var, birçok ihlal var, bir çok muvazaa var. "ÇED gerekli değildir" raporlarını arkadan dolanmak için yapılmış birçok yasal düzenleme de var. Bakın, yasal düzenlemeleri yaparak -2020'de, sanıyorum- ÇED raporlarını arkadan dolanan uygulamalar da var. Bütün bunları ortadan kaldıracak önlemlere ihtiyaç var. Bizim bunlar üzerinde konuşmamız lazım.
Bakın, dezenfektanlar, antibiyotikler, vitaminler bu balık üretiminde kullanılan bu tür şeyler "Kimyasal kullanılmıyor." deniyor, ama aslında illegal şekilde kimyasal da kullanılıyor. Gece özel kullanıldığı iddia ediliyor, öyle söyleyeyim. Bu kirletici ve insan sağlığına da zararlı olan maddelerle üretilen balıkların, bu gıdaların -gıda hâline dönüşüyor daha sonra- bunların hepsinin kontrolünün ve denetiminin gerekli olduğu açık ve bu konudaki endüstrileşmenin etkileri kontrol edilmek zorunda. Bir kere üreticilerin ekoloji bilincine sahip olarak donatılması gerekiyor ki biz nitelikli üretimler de yapabilelim ve bu anlamda fark da yaratabilelim. Yine, bu üretimler sucul biyoçeşitliliği de tehdit ediyor. Su kaynaklarının sürdürülebilirliğini de -sizin tabirinizle- tehdit ediyor. İçerideki iç sularda da dâhil olmak üzere yani ülkenin menfaatleri için, hani "Mavi vatan hâline getirmeliyiz." diyorsunuz ya, ülkenin menfaatleri derken, ülkenin menfaatleri sadece bu gemilerin sahipleri, bu endüstriyel tesislerin sahipleri değil ki ülke, ülke hepimizin, hepimiziz. Ülke o kıyılarda doğan köylülerin de ülkesi. O denizlerden faydalanan balıkçılıkla, yerel üreticilikle, geleneksel şekilde yapılan üretimle... Onların da ülkesi değil mi? Ülke hayatta kalmaya çalışan, bütün coğrafyamızda yaşayan herkesin ülkesi dolayısıyla kimin faydasına diye baktığımız zaman, bu sunumda bu çeşitlilik yok yani herkesin faydası yok. Herkesin faydasının olmadığı, özellikle de toplumun faydasının olmadığı, hatta toplumu baltalayan meselelerin sürdürülebilir çalışmalar olarak burada sunulmasının, bu klişeyle de tarif edilerek üstünün örtülmesinin büyük bir risk olduğunu söylemek istiyorum yani Bakanlığın görevi bu dengeyi kurabilmek olmalı ve farklı bir perspektif geliştirebilmek olmalı. Su ürünleri ile ilgili ve balıkçılıkla ilgili Müdürlüğünüzün görevi de bence böyle olmalı.
Somutlarsam, örneğin, bakın, Didim ve Söke ilçelerinde bu üretimler, kafes üretimi, diğer işte balıkçılık üretimleri, çiftlikler ciddi tehdit yaratıyor. 28 tesis olduğu söyleniyor, bunlardan 3'ü ÇED'e tabiymiş. 25 tesisin yıllık ortalama üretim toplamı 20.100 ton imiş, 20.100 ton geri kalan 25 çiftliğin, tesisin üretimi. Dolayısıyla totalde baktığımız zaman oradaki yaşamı tehdit eden bir durum var. Yine, siz daha iyi bilirsiniz, bin ton kapasitenin altında olan çiftliklerde ÇED raporu istenmemesi yönündeki yasadan sonra -yanlışsam siz düzeltirsiniz- bu tip arkadan dolanmalarla böyle tesisler kurulduğu yönünde çevre platformlarının iddiaları var ve bunların da kıyılara zarar verdiği, tehdit ettiği, kirlettiği yönünde şeyler var. Bunların sizden bilgisini alabiliriz eğer farklı bir durum varsa.
Şimdi, bu kadar büyümüş bir sektörde hâlâ su ürünleri mühendislerinin yetkilendirilmemiş olması, yine Tarım Bakanlığının gıda mühendislerini, veteriner hekimleri, ziraat mühendislerini, su ürünleri mühendislerini, balıkçılık teknoloji mühendislerini, biyologları atamamaları, bu alanda istihdam alanlarının açılmaması ve güvenceli, güçlü pozisyonların bu yetişmiş insanlara sunulmaması dolayısıyla ağır faturasını ödüyoruz. Nasıl ödüyoruz? En azından bu ürünleri tüketen insanların o an yaşamlarında belki bir değişiklik olmuyor ama tıpkı meslek hastalıklarında olduğu gibi zamana yayılan sağlık problemlerini şu anda biriktiriyoruz, sağlık felaketlerini biriktiriyoruz. Dolayısıyla bütün bunların yapılması lazım.
Yine, bu alanlarda yapılan üretimlerde arıtmanın yapılmadığına yönelik birçok iddia var. Arıtmaların yapılmadığı ve bu bentik faunasının kendini yenilemesi için bu alanların bekletilmediğini, tıpkı yine taş ocaklarının, maden ocaklarının öyle üretip, alınacak şeyin alınıp geriye enkaz bırakılıp gidilmesinde olduğu gibi burada da...
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Serpil Hocam, onu madencilikte konuşuruz.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Yok, yok, aynı mantık burada da işliyor Sayın Başkan, zaten bütüncül bakmamız gerekiyor. Orada yaptığımız hatayı burada da yapıyoruz, üstelik de daha da yapalım diye burada sunumlar yapıldı, işte "Dünya 1'incisi olalım." deniyor. Bakın, Avrupa 1'incisi olmamızın nedeni Avrupa bu tür üretimlerde hem doğayı, ekosistemi, ekolojiyi koruyacak önlemler aldığı için hem çalışanların güvenliğini, sağlığını koruduğu için hem de orada gerekli olan mühendislik ve diğer tıbbi uzmanların...
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Orada açık denizlerin oranlarına da bakmak lazım. Çip parametresi vardır orada.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Yok, yok.
Uzmanların orada görevlendirilmesi ve diğer şeyler ama biz ucuz emek rejimi olduğumuz için, Türkiye ucuz emek rejimi olduğu için tabii ki Avrupa Birliğine fark atıyor. "Bununla övünmeli miyiz, aksine buradan ders mi çıkartmalıyız?" derseniz, ben buradan ders çıkartmak gerektiğini söylüyorum çünkü o ucuz emek rejiminin faturası bize geliyor. Hastalık olarak geliyor, doğayı kirlettiğimiz için geliyor, o denizlerden yararlanması gereken başka insanların imkânlarını gasbettiğimiz için oradan geliyor, işsizlik olarak geliyor, pek çok şekilde geliyor. O yüzden buna tahammül etmeniz lazım. Bu eleştiriler, çok gerçekçi hatta şu anda çok az eleştiri yaptım.
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Tahammül ediyorum da maden ocaklarıyla denizi suda maden ocaklarıyla denizi birleştirmenize söyledim sadece.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Maden ocaklarıyla denizdeki üretim çiftlikleri aynı mantıkla, doğayı yağmalamak, doğayı vahşice sömürmek için yapılıyor; ikisi aynı şey, hiç farklı değil. Ben burada sizleri uyarmış olayım.
Suda tamamen tüketilmeyen maddeler, yemler var. Bunlar ekosistem bazlı şeyler değil, bunların hepsi zarar yani birçok şey söylenebilir. O yüzden biz kendimizi bu alanda gözden geçirmeliyiz ve daha katlanarak ne kadar çok üretiriz, daha çok nasıl yayılırızdan ziyade daha katma değeri fazla üretim nasıl olabilir? Daha nitelikli, daha insan haklarına saygılı, yaşam hakkına saygılı ve doğayı tüketmeyen yöntemler nasıl uygulanabilir? Doğayı tüketmeyen, doğayı yok etmeyen şeyler sürdürülebilir olabilir ancak. Biz başına "sürdürülebilir" dediğimiz için hiçbir şey sürdürülebilir olmuyor. Biz bu kelimeyi kullanmayı çok seviyoruz ama onun gereğini yerine getirmediğimiz için o yüzden bunlara dikkat etmemiz gerekiyor.
Şimdi, ben bir şeyle daha tamamlayayım, bitireyim. Burada -tabii, ben de İzmir Milletvekili olduğum için Seferihisar için de çok üzüldüğümü söylemek istiyorum- deniz ekosistemi tamamen tehlike altında. Ege'de koylar... Balık çiftliklerinin sayısı hızla artıyor, o nedenle geride -mesela tanık olduğum yerler de var- bırakılan deniz gerçekten öncekiyle bambaşka. Dolayısıyla tarihî, doğal güzelliği olan koy, körfez gibi yerlerde tabii ki sadece tarihî güzelliği olmak zorunda değil ama onlar da onları başka türlü değerlendirebilir, ekonomiye başka türlü katılabilir, oradaki yerel ekonomi bu açıdan desteklenebilir; hiç o yönler düşünülmüyor. Tıpkı -yine bir benzetme yapacağım- zeytin ağaçlarını kesip oraya bir tesis yapılması gibi. Ya, zeytin ağaçlarının olduğu yerde zeytin üretin, zeytinciliği destekleyin. Zeytin de bir tüketim maddesi değil mi? O yüzden ille de bir şey üretmek istiyorsanız buradan gidin. Bunlar birbirini baltalayan ve sanayinin, sermayenin asla yaratamayacağı, üretemeyeceği şeyleri yok ederek onun yerine beton dökmesi ya da böyle kirli atıkları dökmesi gerçekten e gelecek kuşakların da hayatını tehlikeye, riske atan durumlar ve geri dönüşü olmayan şeyler.
Bir de hazır Genel Müdürümüz buradayken şöyle bir şeyden bahsetmek istiyorum: Bazı yerlerde kooperatifler var. Evet, kooperatifçilik desteklenmeli ama ben mesela Akdeniz Belediyesinde, bir gezi sırasında, oradaki bir balıkçılık kooperatifini gezmiştim ve orada inanın bütün balığı çıkartan işçiler -geri dönüşüm işçilerini sokaklarda görüyorsunuz değil mi- geri dönüşüm işçilerinden daha da yoksul, daha da perişan. Kendilerine sorduk "Bu kadar zor durumda olmanızın sebebi nedir?" dedik, dediler ki: "Bizim teknelerimizin mazot pahalı, girdiler pahalı; o yüzden, bu alanda kooperatifte çalışırken birilerine borçlanıyoruz; birilerinden bu mazotu, girdiyi kredi alarak, borç alarak koyuyoruz, onlara borçlanıyoruz, daha sonra borçlarımızı kapatamıyoruz. Bizim getirdiğimiz balığın haldeki fiyatının onda 1'ine yani komik fiyatlara o balıkları kasasıyla satın aldıklarını gözlerimizle de gördük." Dedik ki: "Peki, nasıl kooperatifsiniz siz? Yani, kooperatifte bu nasıl çözülemiyor? Zaten 'kooperatif' dediğiniz şey böyle sorunların çözülmesi yani üreticilerin desteklenmesi; bir araya gelip, alamadıkları şeyleri birlikte alıp işte buradan güçlenmeleri..." Biz bu geziyi yanılmıyorsam iki yıl önce yapmıştık, dediler ki örneğin: "50 bin lira borcumuz var, bu 50 bin lira borcu ödeyemedik. Bankalarda bizim ticari şeyimiz kayıtlı kuyutlu olamadığı için, bir türlü bunları başaramadığımız için kredi de alamıyoruz; kredi alamadığımız için bu tefeci tarzı şeylere borçlanıyoruz, onlar da bizden katbekat fiyatlarla bu balıkları alıyorlar."
Şimdi, bunu bir örnek olarak alın lütfen yani tabii ki ben bütün kooperatifler aynı mı, bilmiyorum; hepsini gezip görmek, raporlamak gerekir -hocalarımız belki bu konuda bizi aydınlatırlar- ama gözümle gördüğüm şeye inanamadım çünkü ben de kolektif ekonomileri savunan, dayanışma ekonomilerini savunan birisi olarak kooperatifçiliğin çözüm olduğunu düşünüyordum ve kooperatifçiliği öneriyorum ama kooperatifçiliğin içinde bulunduğu tablo da çok ağır; dolayısıyla, ben bunu aynı zamanda balıkçılık ve su ürünleri alanındaki sorunların başında gelen sorunlar olarak görüyorum.
Yine, bir konu da midyeciler. Siz de bahsettiniz, Marmara Bölgesi'nde midye üretimiyle ilgili bir projenin olduğunu söylediniz. Elimde bir mektup var, şimdi okumayacağım; daha sonra belki, gerekirse şey yaparız. Bu midyeciler kendi babalarından kalma bu mesleklerini yaparak geçiniyorlar ve sadece İzmir'de değil, birçok yerde -İzmir, Çanakkale, Bandırma, Gemlik, Yalova, İzmit, İstanbul olarak yazmışlar; buralarda yani tüm kıyı körfezlerinde- midye çıkaran bu işçiler 2020'den sonra -burada da bahsedildi; caydırıcı cezalar getirildi yani, işte, o tekneler müsadere ediliyor- o teknelere de el konulmasıyla birlikte bu alanda, bu sahada var olamıyor. Tabii ki midyeciliği, bu tip midye çıkartmayı ve satmayı savunarak bunu söylemiyorum. Şunun için bunu gündemleştirdim: Biliyorum ki bu sulardan midye çıkartmak insan sağlığına zararlı olduğu için bazı önlemler almak gerekiyor ancak bu üreticilere hiçbir şey göstermeden, hiçbir yol göstermeden onları öyle ortada bırakmaya hakkımız yok. Yani, biraz önce burada 2004'ten beri verilen teşvikler açıklandı; bu teşvikler neden babadan oğula geçen bu mesleğin sahiplerine, bu mesleğin mensuplarına alan açılmak için, onları güvenceli bir şekilde istihdama ya da gelire kavuşturmak için... Herhangi bir şey hiçbir şekilde düşünülmüyor. Yani, Başkan gene diyecek ki: "Oradan örnek verme. Katı atık işçileriyle ilgili de aynı şey oluyor."
BAŞKAN FUAT KÖKTAŞ - Yok, kısıtlamıyoruz ya, öyle şey olur mu?
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bu katı atık işçilerinin, çöp ve plastik, çeşitli kâğıt gibi diğer şeyleri toplayan işçilerin alanına da AKP döneminde müdahale ediliyor, düzenleme yapılıyor; orada da bu işi yıllardır yapan, güvencesiz bir şekilde ekmeğini çöpten çıkartan insanlara hükûmetler hiçbir şey yapmıyor, hiç düşünmüyor. Bunlar çok sayıda insan ama bir avuç sermayedar için milyarlarca lira transfer ediliyor. Sonra, işte, atanamayan öğretmenler Erdoğan'a "Bizi atamayı düşünüyor musunuz? Ne zaman?" dediği zaman "Sırtınızda yumurta küfesi yok." diyor. Yani, şimdi, sermaye verince sırtımızda hiç yumurta küfesi olmuyor ama midyecilerin sağlıklı, güvenli, güvenceli yaşamını sağlayacak projelerle o alanı düzenlemek gerekirken onları böyle sokağa atıp "Gidin, denizlerde kaçak midyeleri avlayın, teknelerinize el koyacağız."
TARIM VE ORMAN BAKANLIĞI BALIKÇILIK VE SU ÜRÜNLERİ GENEL MÜDÜR VEKİLİ TURGAY TÜRKYILMAZ - Ama öyle değil.
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Sizden bahsetmiyorum yani sistem bu şekilde işliyor şu anda. Kendilerinin mektupları da burada.
ÜMİT YILMAZ (Düzce) - Sınırsız konuşma hakkı var mı? Sınırsız konuşma hakkımız var mı? Ben Meydan Larousse'u isteyeceğim...
SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) - Bitiyor, son cümlem.