KOMİSYON KONUŞMASI

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız "Polemiklere yanıt vermeyeceğim." dedi. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, siyasette polemik var, mizah var, münakaşa var. Aksi hâlde burada çok kuru bir şey olur. Dolayısıyla, siyasetçinin söylediğinin yöntemden daha çok içeriğine bakıp da yanıt verirseniz aslında belki de daha sağlıklı bir diyalog yürütebiliriz.

Şimdi, şöyle bir yöntem yapıyorsunuz, tabii sadece siz değil, bütün yirmi yıla bakarak söylüyorum: Genellikle veri ve kavram kargaşasına toplumu boğuyorsunuz. Siz de bunu yaptınız. Mesela şöyle bir söz ettiniz: "Bizden önce bütçe açığı yüzde 10'ları geçmiş." Sizden öncesini siz hatırlıyor musunuz? Yirmi bir sene olmuş. Cumhurbaşkanı ısrarla sizden önceyi unutturmaya çalışıyor "Buzdolabını biz getirdik." falan diye...

CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI CEVDET YILMAZ - O kadar genç değilim.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Size valla bravo hatırlıyorsanız eğer.

Şimdi, hatırlamak iyi bir şey, fikritakip de iyi bir şey. Eğer gerçekten bunları hatırlayıp dikkate alıyorsanız o zaman bu kur korumalı mevduat meselesinin bir benzerini mesela tarihte 70'li yıllarda döviz tevdiat hesaplarından takip ederdiniz ve böyle bir şeye kalkışmazdınız çünkü döviz tevdiat hesaplarının bu ülkeye getirdiği yıkımın bedeli yirmi yıl sürdü. Yirmi yıl geçmişti üzerinden -ben çok iyi hatırlıyorum- rahmetli Özal döviz tevdiat hesaplarının bedelinden bahsediyordu 32 sayılı Kararname'yi getirirken, Türk Parasınının Kıymetini Koruma Kanunu'yla ilgili değişiklikler yaparken. İşte, fikritakip, hafıza bu, böyle dönemlerde önemli, bunları hatırlamakta önemli çünkü o zaman hata yapmanızı engelleyebiliyor.

Asgari ücretin vergi dışı bırakılması iyi bir şey değil ki. Vergisiz alan -ben bir maliyeciyim- iyi bir şey değildir. Önemli olan nasıl vergi aldığınız ve bu vergiyi nasıl dağıttığınız. Bu aslında vergi harcaması oluyor. O 984 milyar liralık vergi harcamasının içinde olan bir şey bu. Dolayısıyla bunun vatandaşa bir katkısı olmadığı gibi, enflasyon olarak da geri dönüyor zaten. Yine, baktığımız zaman, sizin açıklamalarınızı izlediğimiz zaman "mali disiplin" "para ve maliye politikası" "yapısal reformlar" gibi kavramları duyduk. Şimdi, bunları böyle dinlediğimizde kimsenin itirazı olmaz fakat uygulamada gördüğümüz şeyler bir mali disiplin değil, bir disiplinsizlik. İşte, Cumhurbaşkanına verilen borçlanma yetkisi, bütçe açığı rakamları, Merkez Bankasına devredilen kur korumalı mevduat meselesi; hangi kaleme baksak aynı şeyi görürüz ama bir kalem daha var ki... Yine siz sunumunuzda dile getirdiniz, örneğin dediniz ki: "250 milyar lirayı bulan Hazine Destekli Kredi Garanti Fonu, 730 milyar lirayı aşan kefalet hacmi, kredi büyüklüğü 870 milyar liraya ulaşmıştır." gibi. Kur korumalıyı ekliyoruz, başka şeyleri de eklediğimizde, yanılmıyorsam, aslında 9 trilyonun üzerinde bir kredi pazarı var şu anda. Şimdi, bu kredi hacmindeki bu hızla genişlemenin, devasa genişlemenin yaratacağı maliyetler aslında hiç dikkate alınmadığı gibi, burayı böyle devasa bir şekilde büyütmeye devam ediyoruz. Peki, bu nasıl bize dönüyor? Tartışmasız enflasyon olarak dönüyor. Bu enflasyonun temelinde yatan şey, işte bu -çok affedersiniz- arsız kâr oranları çünkü bu, toksin maddelerden, finans piyasalarındaki bu deformasyondan, kontrol edilemezlikten kaynaklanıyor. Mali disiplini buraya getirmiyorsunuz da mali disiplini getire getire asgari ücretliye, emekliye mi getiriyorsunuz? Emekliye vermediğiniz zamla mı ya da kamu çalışanlarına verdiğiniz seyyanen ücretle mi mali disiplin getiriyorsunuz? Esas kara delik burada ya da sosyal güvenlik sisteminin kara deliği. Yani bütün bunlara mali disiplin getirmeyip de sadece mali disiplini yoksulların üzerine mi yıkıyorsunuz?

Yapısal reformlar önemli fakat yapısal reformlara nereden başlayacaksınız? Mesela, Muş'tan başlamayı düşünüyor musunuz? Çünkü Muş Ovası Türkiye'nin en harika ovalarından biri. Muş Ovası büyük bir zenginlik, Türkiye açısından çok kıymetli fakat Muş Ovası yoksulluk üretiyor. Muş, Türkiye'nin en yoksul ili; en çok işsizlik orada var, en çok yoksulluk orada var, en çok göçü orası veriyor. Neden? Çünkü ova yoksulluk üretiyor. Ova zenginlik üretseydi, sadece Muş değil, bütün bölge bundan yararlanacaktı ama ova yoksulluk üretiyor çünkü ova zenginlik ürettiğinde hem yoksulluk meselesi çözülecek hem Kürt meselesi ama siz bunu çözmek istemiyorsunuz. Urfa; Urfa da büyük bir zenginlik ülkesi biliyorsunuz, en güzel illerimizden biri ovasıyla, bereketiyle. Şimdi, DEDAŞ var mesela -biliyorsunuz değil mi- Urfa'yı âdeta kurutmaya dair kurulmuş bir kurum. Diyor ki: "Ben faturaları yüzde 80 tahsil edemiyorum." Dolayısıyla da suyu kesiyor, oysa hasat zamanı şimdi. Dolayısıyla, DEDAŞ gibi bir kurumu yarattınız yani özelleştirerek ve orada bir DEDAŞ şiddetiyle Urfalı çiftçiler, Urfa halkı şu anda mağdur. İşte, belki de en önemli sorunumuz, yapısal sorunlarımız buradan çözülebilecekken siz âdeta yoksulluğu bir şiddet aracına dönüştürmüş durumdasınız.

Peki, bu görüştüğümüz ek bütçe teklifi bu konuştuğumuz sorunlardan herhangi birine çözüm üretiyor mu, çare üretiyor mu? Hayır. Bakıyoruz, dönüp dolaşıp aynı şeyleri tekrar eden, âdeta günü kurtarmaya devam eden bir meseleyle karşı karşıyayız.

Evet, yoksulluğu çözüme kavuşturmak, yoksulluğu yönetmek değil, yoksulluğa son vermek barışa giden en önemli yollardan biri. Bakın, Küresel Barış Endeksi'nde 147'nci sıradayız, bizden geriye 15 ülke var. Burada kime bedava bilet verseniz kimse o 15 ülkeye gitmez ama biz maalesef 147'nci sıradayız. Bu endekste 147'nci sırada olmamızın birçok nedeni var; güvenlik politikaları, güvenlikçi politikalar, çatışma ve tabii ki içinde işte "Yoksulluk şiddettir." dediğim uygulamaların da buraya yansımasını görüyoruz. Buradan çıkmadan hiçbir ekonomik sorunu çözüme kavuşturmamız mümkün değil.

Yine belirttiniz, dediniz ki: "Dış kaynak önemli." Ne kadar dış kaynak bulursak bulalım bu sorunları sağlıklı bir yöntemle çözüme kavuşturamayız çünkü gerçekten bunlar yapısal sorunsa, o zaman, radikal çözümlerle bu yapısal sorunların üzerine gitmek gerekiyor. Böyle bir irade söz konusu mu karşımızda? Tabii ki yok. Dış kaynağı palyatif olarak, geçici olarak bulup günü geçiştirmeye çalışıyorsunuz çünkü dış kaynağın nasıl bir kompozisyonla bulunduğu, ne amaçla bulunduğu da önemli. Mesela, sormak istiyorum: Şu anda Türkiye'nin kısa vadeli dış borçları ne kadar? Bir yıl içinde çevirmesi gereken kaynak aslında ne kadar? Biraz önce bahsedildi, sadece dış ticaret açığı altı ayda 50 milyar dolar olmuş, cari açık sene sonu itibarıyla ne olacak? Kısa vadeli dış borçla bunları topladığınızda çevirmemiz gereken bu kaynağı nasıl temin etmeyi düşünüyorsunuz? Büyük olasılıkla yeniden borçlanacaksınız. Peki, her şeyin, faizlerin yukarı doğru gittiği küresel piyasalarda -çünkü sıkı para politikası uyguladıklarına göre- bu dış kaynağın gerçekten düşük maliyetli olma olanağı var mı? Bir tek yolu var, ya bir şeyleri yine pazarlıyorsunuz -gerçi özelleştirilecek de çok fazla bir şey kalmadı- ya da bizi çalışmalarınızdan haberdar etmemeniz sonucu bilmediğimiz sürprizler hazırlıyorsunuz.

Teşekkür ederim.