KOMİSYON KONUŞMASI

VELİ AĞBABA (Malatya) - Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Tabii, bu ek bütçe de aslında Türkiye'nin yaşamış olduğu temel problemlerin çözülmesine katkıda bulunmuyor, onu söylemek istiyorum. Türkiye aslında büyük bir yoksulluğu yaşıyor ama bir tarafta televizyon ekranlarında gözüken görüntüler, diğer tarafta hayatın gerçekleri var. Şimdi, geçtiğimiz 2023 bütçe görüşmelerinde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanının verdiği bilgiye göre 2020 yılında 84,6 milyonluk Türkiye nüfusunun 60 milyonu ekonomik ve sosyal yardım alabilmek için Bütünleşik Sosyal Yardım Bilgi Sistemi'ne kayıt yaptırmış. Bu sayı 2014'te 30,5 milyon, 2021'de 57,5 milyonmuş. 2014'ten 2022'ye geçen sekiz yılda sosyal yardıma başvuran kişi sayısı 30 milyondan 60 milyona 2 kat artmış durumda. Bunun ne anlama geldiğini de aslında düşünmek lazım. Bu veriye göre asgari yaşam standardının altında gelire sahip olan ve aldıkları sosyal yardımlarla en asgari düzeyde yaşamaya çalışan yoksulluk envanterine kayıtlı kişi sayısı ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 71'ine ulaşmış durumda. Bunun Türkçesi şudur: Yirmi iki yıllık iktidar döneminde yoksullar ülkesi yaratılmıştır.

Şimdi birkaç rakamı daha paylaşmak istiyorum sizlerle: 34 milyon 647 bin kişi sofrasına iki günde bir et, tavuk ya da balık yemeği koyamıyor; 17 milyon 32 bin 368 kişi evinin ısınma ihtiyacını karşılayamıyor; 49 milyon 761 bin kişi ailesiyle uzakta bir hafta tatil masraflarını karşılayamıyor; 25 milyon 966 bin kişiyse beklenmedik bir masraf çıktığında karşılayamıyor; konut masrafları dışında borç veya taksit ödemesi olan yani borçlu olan sayısı 49 milyon 594 bin kişi; 27 milyon 218 bin 392 kişiyse her an derin yoksulluk ve sosyal dışlanma riski altında yaşamaktadır.

Şimdi, tabii burada beklenirdi ki işte ülkede yoksulluğun altında ezilen insanların sorunları çözülsün. Çok yere bütçe ayrılmış ama örneğin seçimden önce söz vermiş olduğunuz "Esnafın emeklilikteki sigorta gün sayısını 7200 güne düşüreceğiz."le ilgili bir şey yok, staj mağdurlarıyla ilgili bir şey yok, 2000 öncesi yani 1999 Eylülle 2000 arasındaki o EYT mağdurlarıyla ilgili bir şey yok. Ancak bir şey var değerli arkadaşlar, bunu da biraz önce sözlerimin başında söyledim, bütçe siyasetin ta kendisidir. Burada göçle ilgili bir şey var, Göç İdaresi Başkanlığına ayrılan ödenekle ilgili bir şey var. Öncelikle şunu ifade etmek lazım ve altını çizmek lazım: 2011'den önce bir mülteci meselesi Türkiye'de konuşulmuyordu, bu mesele 2011'den sonra hatta daha da ileriye gelelim, 2015'ten sonra çok konuşulmaya başlandı. Bunun sebebi aslında Türkiye'de yıllardan beri uygulanan siyaset yani tam da siyaset. Bugün başımızda bu kadar bela varken, Türkiye'nin fakirine, yoksuluna, çiftçisine, kayısı üreticisine harcayacağımız parayı bugün farklı yerlere harcıyorsak aslında bunun temel sebebi de siyasettir.

Şöyle ki biliyorsunuz, bizim Türkiye aslında bir göç güzergâhının ana noktalarından biri. Suriye'den, Bangladeş'ten, Afganistan'dan ya da Pakistan'dan kalkan insanlar Türkiye'de kalmaya gelmiyor. Ne için geliyorlar? Türkiye'den Avrupa ülkelerine gitmek için geliyorlar. Burada ülkenin doğu sınırları yani Van, Antep, Kilis gibi bölgeleri tamamen açık, delik deşik olmuş durumda, her gün ekranlarda izliyoruz, insanlar çok rahat bir şekilde geçiyor, Türkiye'ye geliyor ve Türkiye batı sınırlarını kapatmış durumda. Niye kapatıyor? Bunun 2 sebebi var: Biri siyasi sebepler, diğeri ekonomik sebepler. Ekonomik sebep ne? Avrupa Birliği ya da Avrupa ülkeleri kendilerini mültecilerden korumak için, kendi rahatları bozulmasın diye diyor ki "Burada kalsın, sana para vereceğim." Biz şu anda Avrupa'nın maalesef mülteci kampına dönüşmüş durumdayız. Siyasi sebep ise şu, siyasi sebep diyor ki: "İşte Avrupa Birliğinin değerleri var. Sen mültecileri orada tut, ben bu konularda laf söylemeyeceğim; ne insan hakları ne yolsuzluk ne kayırmacılık, liyakat gibi meselelerde laf söylemeyeceğim." Peki sonuç ne oluyor? Sonuç: Türkiye Avrupa Birliğinin bir mülteci kampına dönüşmüş durumda.

Değerli arkadaşlar, bu mülteci meselesi, göç meselesi yani bu Suriye meselesi belki İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin veya dünyanın yaşamış olduğu en büyük meselelerden biri. Öyleyse bu sadece bizim meselemiz değil; bu, dünyanın meselesi, Avrupa'nın meselesi. Dolayısıyla bu sorumluluğu da bütün Avrupa ülkeleriyle, dünya ülkeleriyle beraber çözmemiz, kaldırmamız lazım. Ancak maalesef bizim yanlış politikamız bunu önlüyor.

Türkiye, bugün, fakiri fukarası varken mültecilere bu kadar parayı harcıyorsa bunun da siyaseten hesabının sorulması, bu meselenin de tekrar değerlendirilmesi gerekiyor. Yani şunu demek istiyorum: Bu göç meselesi Türkiye'nin önümüzdeki yıllarında da en önemli meselesidir ve bu meselenin çözülmesi lazım. Hâlâ sınırlarımız yol geçen hanı gibi, insanlar Bangladeş'ten, Pakistan'dan vesaire gelmeye devam ediyor. Bu mesele mutlaka çözülmelidir hem demografik yapı anlamında hem sosyal anlamda hem kültürel anlamda hem nüfusun değişmesi anlamında bu meselenin çözülmesi gerekiyor. Bu mesele önümüzdeki dönemin en önemli meselesi olmaya devam edecek.

Bir başka mesele -Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız da bilir, kendi bölgesinden de bilir -maalesef bir de biz göç veriyoruz, biz kaçak göç vermeye devam ediyoruz. Hangi ülkeye giderseniz gidin, Avrupa ülkelerine, mutlaka orada kaçak yollarla yaşamını sürdürmeye çalışan fakir fukara Anadolu insanını görebilirsiniz. Bir taraftan ülkeden kaçan gençler, göçen gençler -iş imkânı olmadığı için, maddi imkân olmadığı için- diğer taraftan da göç aldığımız bir ülkeyi düşünün. Burada, işte, ben esnaf masasından sorumluydum genel merkezimizin, Türkiye'nin çeşitli yerlerini geziyoruz, Ağrı'ya gidiyorum, Bingöl'e gidiyorum, Batman'a gidiyorum; buradaki örneğin yaklaşık rakamlarla Ağrı'da 30-40 bin civarında gencimizin Panama üzerinden, Kanada üzerinden Amerika'ya gittiği, Kanada'ya gittiği söyleniyor, yine, Bingöl aynı şekilde. Bunun da değerlendirilmesi lazım, bunun da tam da ülkenin yaşamış olduğu hem ekonomik hem siyasi durumla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Bir bu bir de beyin göçü vermeye devam ediyoruz. İnsanlar ülkede sadece ekonomi değil, özgürlükleri olmadığı için, insanlar kendilerini özgür bir ülkede hissetmedikleri için göçmeye devam ediyorlar.

Şimdi, bir tartışma var, onu da dikkatinize sunmak isterim. İnşallah, bunu da önlersiniz çünkü bu ülkenin boğulması anlamına geliyor. Edremit'te veya Balıkesir'de bir şenlik yapılacak, bu şenliklerin iptal edilmesi gündemde. Bunun ülkeye bir faydası yok, bakın, bunun bir ülkeye faydası yok; bunun ekonomiye de zararı var, ülkeye de zararı var, ülkeyi yönetenlere de AK PARTİ'ye de zararı var. Eğer bir ülkede tek tip insan yetiştirmek istiyorsanız, herkesin birbirine benzemesini istiyorsanız bu, büyük yoksulluk, büyük çoraklaşma olur. Bırakın, şenlikten niye korkuyorsunuz? Bırakın, konserlerden niye korkuyorsunuz? Hande Yener'den niye korkuyorsunuz ya da Gülşen'den niye korkuyorsunuz ya da o Kaz Dağları'nda yapılacak şenlikten niye korkuyorsunuz? Bunu da sizin dikkatlerinize sunmak istiyorum yani çeşitli sivil toplum örgütü adı altında bunlar yasaklanmaya çalışılıyor; bu, nitelikli insanların Türkiye'den göçmesine sebep oluyor. Ya, bir psikolojik olarak orayı görüyor gençler, orayı gördüğü için de insanlar ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor; bunları da dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Türkiye'nin önündeki en temel meselelerden biri, biraz önce söylendi ya, nasıl düzeleceği. Türkiye'de ekonominin düzelmesinin yolu da hukuktan geçiyor, Türkiye'de ekonominin düzelmesinin yolu da yargı bağımsızlığından geçiyor, Türkiye'deki ekonominin düzelmesinin de evrensel insan haklarından geçtiğini ifade etmek istiyorum.

Ben teşekkür ediyorum, sözlerimi burada bitiriyorum.