KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar, değerli basın mensupları; ben de hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de sözlerime başlarken bugüne kadar vatan için toprağa düşmüş bütün şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Allahuteala hepsine rahmet etsin. Aslında onların bizim övgümüze ihtiyaçları da yok, onların makamları hakikaten çok yüce. Ancak bizim devlet olarak vazifemiz, tabii, insanımızı yaşatmak. Yani bu, asker olsun, sivil olsun, polis olsun ne olursa olsun insanımızın yaşaması esastır, insanımızı yaşatmak esas olmalıdır.

Sayın Bakan, sunumunuza baktığımızda, sanki bugün Türkiye'nin bir kısım bölgelerine, bir kısım şehirlerine hiç girilemiyormuş gibi, böyle bir şey yokmuş gibi, sanki daha geçenlerde Diyarbakır'da Baro Başkanının öldürülmesinden sonra cumhuriyet savcısı uzun bir süre olay yeri incelemesine girilme durumu olmamış gibi bir sunum yaptınız, bir Türkiye manzarası verdiniz. Tabii, bunların oluyor olması bizi sevindiriyor değil, ancak burada Türkiye'yi anlatırken İçişleri Bakanımızın da Türkiye'nin gerçeklerini olduğu gibi bize söyleyebilmesi gerekir. Sunumunuzda, maalesef, bunları göremiyoruz.

Yine, sunumunuzda KÖYDES'le ilgili bilgileri veriyorsunuz 2005'ten itibaren. Biz biliyoruz ki bütçeler yıllıktır, bu bütçe toplantıları da her yıl yapılıyor. On yılda bir yapılıyor olsa hani on yılı derleyip toparlayıp vermek güzel oluyor da yani geçen yıl da aynı bilgiler verilmiş. Mesela geçen yıl 9,1 milyar TL harcanmış, bu yıl 9,4 milyar TL harcanmış. Ama siz 9,4'ün tekrar dağılımını veriyorsunuz. Oysa burada bizim aslında geçen yıldan bu yıla icraatınız ne oldu neler yapıldı, onları bilme ihtiyacımız var. Bu tür şeylere aslında riayet edilmesi gerekir tabii ki sunumlarda.

Şimdi, yine, sunumunuzda "Sessiz devrim gerçekleştirildi." diyorsunuz. Ben bunu şöyle anlıyorum: Bu sessiz devrim, devlete ve millete karşı yapılmıştır. Millî birliğimize, bütünlüğümüze karşı hakikaten ülkede bir sessiz devrim gerçekleştirildi.

Terörsüz bir Türkiye teslim aldınız. Bugün geldiğimiz nokta ortada. Her gün şehit haberleri geliyor, her gün yüreğimiz yanıyor. Ama artık bunları da sadece istatistiki olarak -neredeyse o noktaya geldi- herkes bunları bir içselleştirmiş gibi bir hâl oldu. Bu da işin belki en tehlikeli yanı.

Ülkede sivil katliamlar oluyor. Ülkenin bu acı gerçekleri. Bugün geldiğimiz noktada, maalesef, asayiş ve emniyet açısından hiç de iç açıcı bir durumda değiliz.

Çözüm süreci... Biz onu Milliyetçi Hareket Partisi olarak "çözülme süreci" olarak adlandırdık. Maalesef, taviz ve teslimiyet döngüsünde ilerlemiş ve Hükûmetin bu icraatıyla millî birlik ve beraberliğimiz zedelenmiştir.

Hükûmet olarak veya Hükûmet üyelerinden veya devleti yönetenler olarak, bizim sürekli olarak "Terör sorunu vardır, Kürt sorunu yoktur." dememize rağmen, Kürt sorununu bir defa kabul ettikten sonra bugün "Kürt sorunu yoktur." demenizin ne kadar inandırıcı olduğunu artık siz düşünün.

Oslo'yla bir süreç başlatıldı Türkiye'de çözülme süreci, Habur'la devam etti, İmralı'yla derinleştirildi.

Bu sürecin aslında Türkiye'de 3 tane sonucu doğdu: Bir, terörün bugünkü geldiğimiz noktası. Bunu Hükûmet olarak da Hükûmet üyeleri de olarak da veya Sayın Cumhurbaşkanı da zaten itiraf etti yapılan hataları, orada polise, askere, valiye operasyon yaptırılmaması. Bir defa bugün şehirlerde yığınak yapılması ve bugün bölgedeki bazı şehirlerin geldiği durum ortada. Bu, birinci sonucu.

İkinci sonucu: Ta 2005'te Kürt sorununun kabul edilmesi. Onların hepsini uzatmayacağım, elimizde kronolojik olarak neler söylenmiş ne hatalar yapılmış hepsi var. Bu gelinen süreçte aslında bundan sonra uluslararası arenada işimizi iyice zorlaştıracak bir pozisyona Türkiye'nin getirilmesi. Bence bir defa PKK terör örgütünü muhatap kabul ettiğiniz zaman bundan sonra "Bu terör örgütüdür." demenizin çok fazla bir anlamı yok. Kürt sorunu vardır diye kabul ediliyor, daha sonrasında PKK terör örgütü muhatap alınıyor ve devlet onunla oturuyor bir kısım program yapıyor, işleri yürütüyor.

Dolayısıyla, özerklik anlamında bugün cılız çıkan seslerin, maalesef, önümüzdeki dönemde çok daha güçlü çıkacağını ve uluslararası arenada da arkasında destek bulacağını ben üzülerek tespit etmiş oluyorum.

Bu görüşmelerin, bu çözülme sürecinin üçüncü sonucu da -bu biraz gözden kaçıyor, bana göre, çok fazla üzerinde durulmuyor- Kuzey Suriye'deki oluşumdur. Yani terör örgütü, Türkiye'de rahatladı bu çözülme süreci esnasında, unsurlarını öbür tarafa çekti, Kuzey Suriye'deki oluşumun jandarmalığını yaptı. Bu da, maalesef, bu sürecin bize ve bölgeye bir armağanı oldu.

Dolayısıyla çok ciddi hatalar yapıldı. Yani usul hataları yapıldı, içerik hataları yapıldı ama insanı en fazla üzen şey, bu konuda uyarılmanıza rağmen, özellikle Milliyetçi Hareket Partisinin başından itibaren bu konuyla ilgili ikazlarının hiç dikkate alınmaması, insanı endişeye sevk eden diğer bir husus. Yani çünkü biz devletimizin, Hükûmetimizin, devleti yönetenlerin en fazla olabilecek durumunun gaflet içerisinde olmasıdır diyebiliriz. Ama uyarılmasına rağmen, hani buna aymazlık gösterilmesi de artık yani bu kelimeyi de, bu tanımı da yetersiz kılıyor.

Tabii ki terörün diğer tarafta temel sorumlusu terör örgütüdür ve onun içerideki ve dışarıdaki destekçileridir. Ancak Hükûmet de buradaki hataların, yanlışların diğer büyük bir sorumlusudur.

Dış politikada bugünlerde sıcak günler geçiriyoruz. Buradaki duruşumuzun millî çıkarlar doğrultusunda olması gerekiyor. Türkiye, hiçbir ülkenin taşeronu olmamalı, kendi kararlarını kendi millî birlik ve bütünlüğü içerisinde kendisi alabilmelidir. Tabii, dış politikadaki ve terör örgütlerine karşı zikzaklarımız da bugün terörle mücadelede bizi kısıtlayan, bizi zora sokan en önemli veya bizi etkisiz hâle getiren en önemli unsurlardır. Nedir bu? Mesela, IŞİD'e bakışımız -geçmiş ile bugünü bir mukayese edelim- YPG'ye bakışımız yani YPG'nin başındaki adam, bizim bir numaralı konuğumuzdu daha düne kadar, bugün YPG'yi terör örgütü ilan etmeyen ülkelere biz sitem ediyoruz. Burada ne kadar inandırıcı olabiliriz, bunu siz takdir edin.

Suriye politikası ve bu politikanın sonucunda ülkemizde şu anda ağırlamak zorunda kaldığımız işte 3 milyona yakın misafir, göçmen, ne derseniz deyin. Yani bunların bundan sonraki süreçte de toplum, toplumsal birliğimiz açısından, asayişimiz açısından, suç durumu açısından ne tür şeylerle karşılaşacağımızı tam kestiremiyoruz. Bu, hakikaten üzerinde çok ciddi çalışılması gereken, ciddi projeksiyonlar yapılması gereken bir alan, ciddi bir tehdit olabilir toplumun geneli açısından.

Şimdi, yerel yönetim konusu tabii ki önemli. Yerel yönetimlerimizin hizmet kapasitesinin mutlaka artırılması gerekiyor. Yerel yönetim finansmanıyla ilgili, finansman dağılımıyla ilgili, merkezden aktarılan paralarla ilgili bir kısım aksaklıklar var. Onların mutlaka giderilmesi gerekiyor. Tabii, hizmet yönünden yerinden yönetim yapısının da siyasi yerinden yönetime dönüştürülmesine hiçbir şekilde izin verilmemelidir. Bugün buna ilişkin çabalar görüyoruz. Buna hiçbir şekilde izin verilmemelidir.

Milliyetçi Hareket Partisinin Mecliste yaptığı bütün itirazlara rağmen, Büyükşehir Yasası'nı değiştirdiniz. Bugün zannediyorum bununla ilgili sıkıntıları siz de yaşıyorsunuz, siz de fark ediyorsunuz. Şimdi, özellikle burada büyükşehir belediye sınırlarını mülki sınır hâline getirilmesi çok ciddi bir hata olmuştur. Bu düzenlemeden derhâl dönülmesi gerekmektedir. İlçe belediyelerinin önceki yetki ve işlevlerine yeniden kavuşturulması gerekir. Kapatılan il özel idareleri, tüzel kişilikleri sona erdirilen köyler veya kapatılan belediyelerin de tekrar yeniden kurulması gerekmektedir.

Şimdi, asayişin sağlanması açısından gençlerimizin terör örgütünün ağına diyelim, düşmesinin engellenmesi lazım. Bakın, 1984, 2015, otuz yıl, otuz bir yıl olmuş. Otuz bir yıl önce doğan insanlar şimdi orta yaşlı hâle geldi ve bunlar hep terörle büyüdüler. Dolayısıyla şu andaki, özellikle gençlerin, yine yaşlı kesimin devleti anlayabildiğini düşünüyorum ama orta yaşlıların, gençlerin şu anda devletin pozisyonunu çok iyi anlayabildiğini, bizim pozisyonumuzu çok iyi anlayabildiğini ben düşünmüyorum. Dolayısıyla burada onlar üzerinde çok daha ciddi bir şekilde devletimizin çalışması lazım. Çözüm süreci esnasında, bakın, ben böyle bireysel yüzlerce olay biliyorum. Bize geldiler, anlattılar. Yani karşımızda örgütün beş katlı binası var, çocuklar getiriliyor köylerden, orada eğitiliyor. Her türlü şey yapılıyor kızlı erkekli. Genç çocuklara hoş gelebilecek her türlü imkân orada sağlanıyor. Uyudunuz, devleti de uyuttunuz Sayın Bakan. Bunların talimatlarını da çoğu zaman belki de İçişleri Bakanı olarak sizler verdiniz bunlara dokunulmaması konusunda.

Şimdi, artık zararın neresinden dönülürse kâr orasıdır. Yani bu gençleri bu terör örgütünün ağından kurtarmamız lazım. Bunlar böyle hepsi silahla filan olabilecek meseleler filan değil. Yani ne kadar insanla mücadele edebilirsiniz? Yani nihayetinde bunlar bizim ülkemizin birinci sınıf vatandaşıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız...

ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ediyorum.

Terörle mücadelede teknolojik imkânlardan en üst seviyede yararlanılması lazım. Terör örgütlerinin, özellikle -hatta burada mafyayı da biraz işin içerisine katabiliriz- teknolojiyi çok iyi şekilde kullandıklarını biz biliyoruz. Bizim, kamu görevlilerimizin de bu anlamda iyi eğitilmesi lazım. En üst seviyede teknolojik imkânlardan faydalanılması lazım. Bunun için zaten Hükûmet mali kaynaklar anlamında herhangi bir kısıntıya gitmiyor. Biz de burada Parlamentoda bu konuda üzerimize düşeni yaparız.

Yine, terörle mücadelede kamu kurumları arasında yetki ve sorumluluk karmaşası giderilmeli ve mücadeleye etkinlik sağlandırılmalıdır. Buradaki sıkıntıları da hep beraber biliyoruz zaten.

Terörün yoğun olduğu bölgelerde görev yapacak kamu çalışanlarının liyakatli, meseleyi anlamış, kavramış insanlardan, personelimizden oluşması gerekiyor. Oranın bir sürgün anlayışı içerisinde olmaması lazım. Özlük haklarıyla ilgili bir düzenleme gerekiyorsa da o düzenlemeden kaçınmamak gerekir.

Ayrıca, yine, bölgedeki halkın din eğitimi, ihtiyacını karşılayacak örgün ve yaygın din eğitimi kurumlarının da teşkilatlanması gerekmektedir.

Ben sözlerimin son kısmında iki tane konuyu vurgulamak istiyorum: Bir tanesi, iç denetçilik meselesi Sayın Bakan. Şöyle bir rakamlara bakınca yani sizin Bakanlığınızdaki ve bağlı, ilgili kuruluşlardaki iç denetçi kadroları dolu mu, boş mu diye baktığımızda sanki böyle bir reforma karşı bir direnç varmış gibi görünüyor. Mesela, İçişleri Bakanlığına 25 tane iç denetçi kadrosu vermiş, bunun sadece 8 tanesi doldurulmuş, 17 tanesi boş. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına 3 tane verilmiş, hepsi boş. Üst yöneticilerin burada aslında kişisel sorumluluğu var mevzuata göre. Emniyet Genel Müdürlüğüne 30 tane verilmiş, sadece 4 tanesi dolu. Jandarma Genel Komutanlığı 30 tane kadrosu var, 15'i dolu, 15'i boş. Sahil Güvenlik Komutanını tebrik etmek lazım, 3 kadrosu var, 3'ünü de doldurmuş.

Burada kastımız şu: Yani elimizdeki bütün kadroları normal şeylerde doldurmamız gerekmiyor ama -ben on yıl İç Denetim Koordinasyon Kurulu üyeliği de yaptım- bu, önemli bir reform alanıdır. Kurumlarımızın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - İlave söz veriyorum, lütfen toparlayalım.

ERHAN USTA (Samsun) -...süreçlerimizin iyileştirilmesi, kaynaklarımızın etkili, ekonomik, verimli kullanılması açısından iç denetim müessesi önemli bir müessesedir. Dolayısıyla buradaki bu kadrolar da tespit edilirken tamamının dolu olacağı varsayımıyla tespit edilmiştir. Yoksa, normal bir memur kadrosunun elbette hepsinin dolu olması gerekmiyor ama bunlar o şekilde bakılan kadrolar değil.

Son olarak da, bu sivil memurların durumu var Bakanlığınızda, daha doğrusu Bakanlığınıza bağlı Emniyet Genel Müdürlüğünde. Yani bununla ilgili çok fazla şikâyet geliyor bize. Kendilerinin biraz daha ikinci sınıf personel bir muamelesi gördüğü, özlük haklarıyla ilgili sorunlar olduğu, işte, oradaki, içerideki polislerle aynı görevi yapıyorlar fakat ücretle farklılıklar gibi birtakım şikâyetler geliyor. Bunlara bir bakılması lazım. Ama bence burada temel yanlışlığı ben polislerin sivil memurların yapacağı büro hizmetlerinde kullanılmasında görüyorum. Yanlış hatırlamıyorsam 66 bin personel var. Yani bu, yanlış bir şeydir. Biz polisi polis olarak çalışması için alıyorsak içeride kullanmamamız lazım. Eğer içeride polisi kullanıyorsak sivil memurlarla o zaman ücretini, maaşını, özlük haklarını veya onlara verdiğimiz imkânları farklılaştırmamamız lazım çünkü nihayetinde aynı işi yapıyorlar. Artık orada polis değil o arkadaşlarımız. Dolayısıyla buradaki bu adaletsizliği, haksızlığı veya sıkıntılı durumu... Çünkü ben daha yeni milletvekiliyim, bana kaç tanesi geldi. Mutlaka her tarafa gidiyor bu arkadaşlar. Bir huzursuzluk var. Bu huzursuzluğun giderilmesi teşkilatımız açısından faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

Bütçenizin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Bu terörle mücadelenizde de Cenab-ı Allah'ın size yardım etmesini temenni ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.