KOMİSYON KONUŞMASI

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Evet, teşekkür ediyorum Değerli Başkanım.

Tabii, Dışişleri Komisyonunun, gerçekten, diğer komisyonlarla kıyaslandığında, daha ortak hareket etme zeminine vâkıf ve bu iradeyi çok rahat bir şekilde temsil eden bir Komisyon olması hasebiyle söyleyeceklerimizi tabii ki bu minvalde değerlendirmek gerekir diye düşünüyoruz.

Şimdi, tabii, öncelikle, Sayın Başkan, bu demokratik tavrınızdan dolayı gerçekten sizi tebrik ediyorum ama bu Komisyonda üçüncü dönemim benim, zaman zaman, bazen bu hakları, böyle, abartılı bir şekilde kullanma eğilimleri görülüyor. Bence, bundan sonra da zatıalilerinizin ve Komisyon üyelerimizin böyle bir hak mağduriyetine uğramaması açısından, usulle ilgili kısa bir hatırlatmada bulunarak ben sözlerime başlamak istiyorum. 6 partiyi temsilen burada çok kıymetli Komisyon temsilcileri var. Ya kısa kısa herkese, belki bir girizgâh babında, sunulan ya da amaç edinilen meseleler gündemde neyse onlarla ilgili kısa bir konuşma hakkı verilir, buna da bir zaman tahdidi, zaman süresi kısıtlaması getirerek ki farklı şekillerde yorumlanamasın. Bu, benim âcizane bir düşüncem, daha önce de ifade etmiştim.

Şimdi, ben, ikinci olarak da Kıymetli Bakanıma teşekkür etmek istiyorum, çok verimli bir sunuydu. Yasamada aldığınız bütün görevlerdeki o katkınızın, üstün başarılarınızın fevkindeyiz, şahidiyiz. Ben o koltukta da çok acemi gibi durmadığınızı çok net bir şekilde söyleyebilirim, tebrik ediyorum meselelere vukufiyetiniz açısından.

Şimdi, Ahmet Bey, Sayın Bakanım, çok güzel genel bir değerlendirmede bulundu, ben de 2 sayfa not aldım. Şimdi, Suriye'den, Suriye, Irak, efendim, genel jeopolitik ve jeoekonomik rekabetten dolayı bizim "Türkiye Yüzyılı" deme ihtiyacı hissettiğimizi ben anladım çünkü dışişleri ve uluslararası ilişkiler yeni bir düzene, yeni bir hareketliliğe, bir sisteme doğru evriliyor; bunun siyasette de yansımaları var, diplomaside de yansımaları var ve üzülerek söylüyorum, özellikle savunma ağırlıklı meselelerde de yansımaları çok açık görülmektedir.

Suriye ve Irak ilişkilerimizdeki düşünceleriniz, yorumlarınız gayet güzel. Ukrayna'yla olan şeylerde şu ana kadar Türkiye'nin tavrı elbette ki bireysel olarak takdire şayan bir şekilde ifade edildi birçok mecralarda, buna biz de bire bir tanıklık ettik; NATO toplantılarında, AGİT toplantılarında, AKPM toplantılarında ama maalesef bunun sistematik bir söylem hâline geldiğine de şahitlik edemiyoruz yani bir Kavala mevzusunda gösterilen direncin... Olumlu olacak şeylerin bireysel bazda kalmasına, bunun hiçbir zaman bir kitlesel ya da kurumsal bir olumlu geri dönüş olarak verilmemesine de tanıklık ettik; bunu da bir çifte standart olarak bir kenara not etmekte fayda var. Dolayısıyla, terörle mücadele ve Afrika bağlamında aldığımız gerçekten o güzel bilgiler bu kadar not almamıza vesile oldu.

Şimdi, bir başka mesele... Bir kere, bizim siyasetin içeride ve dışarıda yeknesaklık ihtiva etmesi lazım. Doğru, hedefe odaklı ve başarılı bir siyasetin içeride başka dışarıda başka olma ihtimali sıfır; bunu zaman zaman geçmişte yaşadık. Mesela, öğrencilik yıllarımdan bir anımı hiç unutamıyorum: Bir Avrupa başkentindeyiz, Türkiye'nin aleyhine o kadar tezvirat var ki her gün yürüyüşler var. Başbakan kimse, geliyorsa tacize tecavüze uğruyor, ertesi günü bütün gazeteler manşet yapıyor; bu, ister Kıbrıs bağlamlı olsun ister Yunanistan'la ilişkilerimiz bağlamlı isterseniz Ermenistan'la 24 Nisan bağlamlı meseleler olsun. Biz bunu bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bir genç olarak çok kabullenemeyip zaman zaman elçiliklerimize gidip de "Ya, Sayın Büyükelçim, siz bu misyonla buradasınız, Türkiye'nin ali menfaatlerini uluslararası bağlamda gözetlemek, savunmak, cevap gerekiyorsa cevap verme sorumluluğunuz var." dediğimizde aldığımız cevap aynen şu olmuştu, hâlâ içimde ukdedir: "Siz karışmayın, bunlar sizi aşar; siz öğrencisiniz, öğrenciliğinize bakın." Ama mesela, biz aynı mukavemeti muhatabımız olan -tacize uğradığımız- uluslararası temsilcilikleri olan yapılardan görmüyorduk; onlar ertesi günü bir tekzip yayınlardı, mutlaka bir organizasyon sağlardı ve buna bir tepki gösterirdi. Şimdi, Allah'a şükür, o günlerden bugünlere geldik. Nereye geldik? Sayıları 250'yi aşkın dış temsilciliğimiz var; artık Türkiye'nin aleyhine nerede, nasıl, hangi formatta bir şey söz konusu oluyorsa buna karşı o günkü uluslararası anlaşmaların da imkân verdiği enstrüman neyse o enstrümanlar kullanılarak cevap veriliyor yani şunu ifade ediyorum: Artık "Yurtta sulh, cihanda sulh." ete kemiğe büründü yani "Türkiye Yüzyılı" dememizin nedeni şu: İçeride neysek dışarıda da o olacağız yani içeride millî, yerli, ülkenin ali menfaatlerini önceleyen bir politika ama dışarıda ete kemiğe, suya sabuna dokunmayalım; orada, bakalım, görelim, ona göre tavır takınalım... Bu ikircikli siyaset aslında Gazi Mustafa Kemal'in de öngördüğü bir siyaset değildi ya da bana göre, yüz elli yıllı aşan bir diplomasi geleneğimizin nihai bir hedef noktası değildi. Bugün artık biz temsil ettiğimiz siyasi partilerin de görüşlerini ifade etmekten bir imtina görmüyoruz ve Milliyetçi Hareket Partisi Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak biz diyoruz ki "Biz Ankara merkezli bakacağız meselelere, uluslararası meselelere ve olaylara da yine aynı mantıkla, Türkçe okuyarak bakacağız yani benim Türkçe okumadan kastım Türkiye'nin ali menfaatlerini gözeterek meselelere bakıp ona göre çözüm üretme düşüncesine kapılacağız. Bunu söylerken tabii ki uluslararası birliktelikleri, uluslararası bağlı bulunduğumuz yapıları reddi ifade etmiyoruz, tam tersine onlara da hatırlatacağız; zaten Ahmet Bey'e belki o minvalde birinci sorumu soracağım.

Efendim, bakınız, bir Ukrayna-Rusya savaşı yaşandı, orada insan hakları ihlallerinin bazı örneklerini gördük. Mesela, nedir? "Efendim, sivile, çoluk çocuğa, konutlara zarar verme ve kamusal alanda hizmet veren ibadethaneler, hastaneler, okullar gibi yapılara taciz, mütecaviz şeklinde davranışlar asla kabul edilemez." denildi ve biz de gerçekten bunların reddi için el kaldırdık birçok toplantıda. Bu kabul edilemez bir şey; nerede, nasıl, kim tarafından yapılırsa yapılsın. Aynı şey Karabağ'ın otuz yıllık esareti sonlandığında dahi, bakın, benim odamda Hocalı katliamının The Guardian'da çıkan resmi hâlâ duruyordu. Yavrusunu kucağına almış paramparça, yüzüne tırnaklarını geçirmiş bir annenin resmiydi o; altı yıl odamda, duvarımda durdu o. Oradan bırakılan izler -Allah korusun- kin, nefret, intikam duygusundan ari bir şekilde bu karşı, teröre karşı mücadele. İkinci Karabağ meselesinde inanın bunların yaşanmadığına tanıklık ettik ve Birleşmiş Milletlerin yetkili birimleri, oradaki görevlileri gitti, yerinde baktı, "İnsan haklarını, uluslararası sözleşmeleri ihlal eden herhangi bir şey yok." demesine rağmen; bunun arkasında maalesef biz de yayma, anlatma, paylaşma adına üzerimize düşeni çok yapamadık Sayın Bakanım. Ama bunun tezviratı için uğraşanlar yine baktık ki Batı medyasında öncelikli pozisyonlarını aldılar aynen BBC muhabirinin Gazze'deki olayları, hastaneyi hedef göstermesinde olduğu gibi. Farkındayız değil mi? Dedi ki: "O hastanenin altında tüneller var, oradan saldırılar olacak." Ertesi günü 500 evladımızı, yavrumuzu... Yahudi-Müslüman fark etmez, hepsine "yavrumuz" diyoruz biz inancımız gereği. Öldürülen her çocuk masumdur, hiç kimseye bu hakkı da vermez ama içimiz yandı yani. Bunu, hedef gösterilen bir mantık var, öbür tarafta tam tersine takdire şayan bir davranış söz konusu ama bunu bir türlü -Sayın Bakanım- kabullenip, uluslararası platformlarda bunun birinci dereceden müsebbibi, sorumluluğu, ali görevi size ait. Bunun yayılması, paylaşılması, dağıtılması ve takibinin yapılması çok elzemdir. Bu konuda lütfen, ben düşüncelerinizi istirham ediyorum.

Bir de ikinci bir mesele: Tabii, biz Dışişlerini uluslararası bağlamda orkestra şefi olarak görüyoruz metaforik olarak ifade etmek gerekirse ya da takım kaptanımız bizim. Yani dış misyonlarda kurumun adı ne olursa olsun, temsilcinin üstlendiği görevin mahiyeti ne olursa olsun ama genelde üst çatı olarak biz Hariciyeyi görüyoruz. 250'nin üzerindeki bu büyükelçiliklerimiz, konsolosluklarımız ve başkonsolosluklarımızın, Türkiye adına dışarıda faaliyet gösteren kurumlardaki yetkililerin zaman zaman vizyon ve misyon dışına çıkarak bireysel birtakım uygulamalara düşmesi hem bizim o ülkedeki gerçekten imajımıza, düşüncemize, duruşumuza bir halel getirmekte hem de amaç edindiğimiz hizmeti sunmakta zorlandığımızı ifade ediyoruz. Bu, çok bağlamlı yani ifade etmek gerekirse bu eğitim bağlamlı olabilir, kültür bağlamlı, sağlık bağlamlı olabilir, ticaret bağlamlı olabilir; siz bizden daha iyi biliyorsunuz. Buradaki atanan insanların yetkinlikleri, uzmanlıkları ve faaliyetleri Dışişlerimiz tarafından, o takım kaptanı tarafından gerçekten çok dikkatli bir değerlendirmeye tabi tutulmalı; bir aksaklık, bir eksiklik söz konusu olduğunda da gereği yapılmalıdır diye düşünüyorum. Âcizane bu ama siz nasıl takdir ederseniz öyle cevaplarsınız.

Ben teşekkür ediyorum, sağ olun.