Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | On İkinci Kalkınma Planının (2024-2028) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi (3/770) |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 24 .10.2023 |
MEHMET MUSTAFA GÜRBAN (Gaziantep) - Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız, Sayın Başkanım, değerli hazırun; sizleri saygıyla selamlıyorum.
"Neden kalkınamıyoruz?" sorusunun cevabını burada çok çeşitli fikirlerle dinliyoruz. Ben meseleyi kalkınma teorisinin iki anahtar yaklaşımından yola çıkarak ele alacağım. Kalkınma teorisinin en önemli yaklaşımlarından biri özel sektörle alakalıdır. "Beşerî sermayenin kalitesi artmadıkça fiziki sermaye artsa da verim düşer." ilkesinden özetle çalışanların eğitim seviyelerini ve iş becerilerini artırmadıkça makine yatırımı yapmanın verimi artırmayacağı ortadadır ancak Türkiye'de işletmeler Sanayi Devrimi'ni sürekli geriden takip etmektedir. Bugün insan kaynağını sadece mavi yakalı talebi üzerinden iyileştirmeye çalışmak bir önceki yüzyıla ait bir düşünce olarak müzedeki yerini aldı.
Küresel firmalar, artık, tasarım, markalaşma, inovasyon, satış, pazarlama, tahsilat, lojistik gibi konularda bilgisi olan personeli tercih etmektedir. Üretimden önce ve sonra yapılan işler daha fazla katma değer yaratmaktadır. Dolayısıyla, bu fonksiyonlarda çalışan beyin gücünün sürekli olarak kalitesi arttırılmak zorundadır. Türkiye, daha Sanayi 4.0'ı anlamadan dünya, çok bulutlu ve tam otomasyonlu Sanayi 5.0'ı anlayıp uygulamaya koydu. İktidarın nemalandığı ve iş dünyasının bir türlü kopamadığı fabrikasyon faaliyetinin yeni dünya düzeninde fiyat içindeki değeri yüzde 15'in altına inmiş durumdadır. Fiyatı belirleyen unsurlar -biraz önce belirttiğim gibi- üretimden önce ve sonra gösterilmesi gereken faaliyetlerdir. Bunları düzgün şekilde başaramayanların değer zincirinin en alt katmanlarına tutsak olacağı açıktır. Hâl böyleyken özel sektörün kalkınmada bayraktarlık yapma imkânı yoktur.
Kalkınma teorisindeki bir diğer yaklaşımsa "Devlet, mal ve hizmet üretenin maliyetini düşürmek için altyapı yatırımları yapar." ilkesidir. Demek ki kalkınma teorisi, ikinci vazifeyi doğrudan devlete yani siyasi iktidara yüklemiştir. Çok net olarak ifade etmek istiyorum ki Hükûmetin temel vazifesi, mal ve hizmet üretenin maliyetini düşürmek için altyapı yapmaktır. Geçiş ücretleri pahalı olduğu için üzerinden araba geçmeyen köprüler, geçiş ücreti sürekli artan tüneller veya gereksiz kamu harcamaları yaparak kalkınmayı sağlamak mümkün değildir. Bunlar, daha önce denenmiş ve genelde de başarısızlıkla sonuçlanmış girişimlerdir. Bu tip harcamalar, İkinci Dünya Savaşı esnasında modernizmin en uç noktalarında dolaşan totaliter rejimlerde ortaya çıkan ürün ve tasarımlardır.
Kalkınmanın en önemli sacayakları, eğitim, adalet ve özgürlüktür. Bugün biz, bu sacayaklarının yeni yapısal reformların üzerinde yükselmesini beklemekteyiz. Bunlar geciktikçe elbette kalkınma da gecikmektedir. Neden kalkınamadığımızı sadece bu iki maddeden bile anlamak mümkündür. Son yıllarda yapılan kalkınma planlarında belirtilen hedeflerin bir türlü tutmamasının sebebi oldukça açıktır, ne kalkınma ne de planlama üzerine herhangi bir anlayışın geliştirilmemiş olmasıdır. Siyasi iktidar kalkınmayı değil büyümeyi öncelikli konu hâline getirdiği için hedeflerin tutması mümkün değildir. Üretmek ve satmak birinci plansa kalkınma planının en önemli sacayakları pazar, kapasite, lojistik ve tedariktir. Talep edilmeyen bir mal ya da hizmeti arz etmenin anlamı olmadığı için ilk önce önümüzdeki beş yılda talep koşullarının nasıl oluşacağının, hangi mal ya da hizmetlerin üzerine yoğunlaşacağımızın, rakiplerimizin alacağı pozisyonların ve karşılaşacağımız zorlukların, piyasadan daha hızlı büyüme hedefi varsa pazar payını arttırmak için devlet ya da özel sektör olarak neler yapılması gerektiğinin belirlenmesi gerekir. Tabii ki önümüzdeki beş yılın koşan mal ve hizmetlerinin pazar payını artırırken yeterli kapasite olup olmadığı da incelenmelidir. Mevcudu geliştirmek veya sıfırdan yeni yatırım yapmak için kaynakların var olup olmadığı araştırılmalıdır.
Elbette her işte olduğu gibi finansman ve altyapı ihtiyacı doğru şekilde tasarlanmalıdır. Pazar ve kapasite uygun olsa da talebe karşılık gelecek üretimi yerine getirebilmek için tedarik imkânlarının da doğru analiz edilmesi lazım. En ciddi konulardan biri enerjidir. Enerji ve emtianın güvenliği sağlanmadan, tedarik noktası ülkelerin plan dönemi süresince değişen veya değişecek durumları belirlemeden isabetli öngörüde bulunmak çok güçtür. Aksi takdirde, yeterli kapasite ve talep olsa da yeterli sayıda üretimi gerçekleştirmemiz mümkün değildir. Tüm bu trafiği doğru maliyetlerle yönetecek bir lojistik ağı gerekmektedir. Tren yolu, kara yolu, hava yolu, deniz yolu olanaklarının hem tedarik konusunda uygun şekilde kurgulanmış olması hem de pazarlara en hızlı ve uygun şekilde ürün gönderebilmesi gerekir. Bahsetmiş olduğum dört unsurun bir yanında finansman, bir yanında ise teşvikler olmalıdır; bunları ise yönetişim temeline dayandırmamız gerekir.
Devletin uyguladığı iç ve dış siyaset, çıkardığı mevzuat, tespit ettiği öncelikler maliye ve para politikasıdır. Son dönemlerdeki kalkınma planları incelendiğinde, bir planın varlığından daha çok bir iyi niyet beyanının olduğu anlaşılmaktadır. Yazılan maddelerden anlaşılan odur ki ortaya çıkan belge, bir plan dâhilinde hepimizin refahını artırmak için oluşturulmuş gibi değil, sanki mevzuatta mecburi kalındığı için oluşturulmuş gibidir.
Yıllardır "Üreticiyi destekleyeceğiz." "Ücretliyi ezdirmeyeceğiz." "Esnafı mutlu edeceğiz." gibi pek çok söz duyuyoruz ancak iktidarın 21'inci yılında görüyoruz ki üretici perişan, ücretli alım gücü olarak ezilmiş ve esnaf çaresizlik içinde kepenk kapatmış durumdadır. Maalesef, tüm bunlara ise bir plana sahip olmamamız neden olmuştur. Sadece oy almak için oluşturulan ve israfın dibine vurmuş bir maliye politikası; ne yapmaya çalıştığı asla anlaşılmayan gösterge faiz oranlarıyla bir "nas" diyerek, bir "ihtiyaç" diyerek âdeta oyuncak gibi oynanan bir para politikasıyla bu kalkınma planı dönemi sonunda varacağımız yer bellidir. Tabii ki bir plana sahip olmak için her alanda yeterli veriye ve doğru üretilmiş tahminlere ihtiyaç duyulur. Ülkemizde, maalesef, hiçbir sektörle alakalı tam veriler ve istatistikler bulunmamaktadır. Bu yüzden, yapılan tahminler hatalı, oluşturulan politikalar ise hüsnükuruntudan öteye geçememektedir. Örneğin, sanayi envanteri tam anlamıyla bulunmadığı için hangi sektörde kaç adet makine ve teçhizat olduğu bilinmediği gibi, altyapı koşullarıyla da alakalı net fikirlere sahip değiliz. Hatta en önemli unsur olan insan kaynağıyla alakalı olarak doğru bir planlama bulunmamaktadır. Üniversiteler sanayiyle çok az teması olduğu için ya YÖK'ün talimatlarına göre ya da kontenjan boşluğuna, doluluğuna göre öğrenci kabul etmektedir.
Özetle, bir kalkınma planının en önemli unsurları olan altyapı ve insan kaynağı konusunda tam olarak bilgi sahibi olunmadan hesaplanan hedefler doğal olarak tutturulamamaktadır. Dolayısıyla, kalkınma planlarında belirtilen hedefler isabetli olamamaktadır. Sonuç olarak, isabetli bir plan yapılabilmesi için doğru verilerin olması şarttır. Stephan Hawking'in dediği gibi "Bilgisayarın ne kadar kapasiteli ya da büyük olursa olsun, yanlış veri koyduğun sürece sonuç her zaman yanlış çıkacaktır."
Teşekkür ederim.