KOMİSYON KONUŞMASI

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Sayın Komisyon üyeleri, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, çok önemli bir bakanlık. Bütçenin amiral gemisi olması gerekirken Bakanın sunumundan anlıyoruz ki kendisi de bütçeyi burada okudukça ifade ediyor.

Sayın Bakan; kalkınma planı, orta vadeli program, bütçe; bütün bunları peş peşe okuduğumuzda bir kesyapıştır yönteminin, kopyalayapıştır yönteminin hâkim olduğunu görüyoruz. Tamam, doğaldır, böyle olsun, peki. Fakat her seferinde bunu yaparken en azından bütçenin içinde barındırdığı tutarsızlıkları, bütçenin içinde barındırdığı bilim dışılıkları hiç mi görmediniz, hiç mi dikkatinizi çekmedi?

Birkaç gündür hatta birkaç haftadır Sayın Cevdet Yılmaz'la beraberiz, o bize sürekli olarak hem kalkınma planında hem diğer bütçe sunumunda birçok şey anlattı ve oradaki tutarsızlıkları dile getirdiğimizde kendisi bize hep şunu söyledi: "Siz kimlik siyaseti yapıyorsunuz." Şimdi, bu "kimlik siyaseti" dediğiniz şeyi nasıl anlıyor, bilmiyorum ama biz kimlik siyaseti yapmıyoruz, biz bir sınıf siyaseti yapıyoruz; emekçi sınıfların, işçi sınıfının, kadınların, yoksulların mücadelesini veren bir partiyiz ama kimliklerimizle siyaset yapıyoruz, onur duyduğumuz kimliklerimizle siyaset yapıyoruz ve bu kimliklerimizden de asla vazgeçmeyeceğiz ama bu bizim sınıf siyaseti yapmadığımız anlamına gelmez. Siz de sınıf siyaseti yapıyorsunuz. Sizin iyi bir burjuva iktisatçısı olduğunuzu biliyorum, sermaye sınıfı adına konuşmalarınızı, yazdıklarınızı çizdiklerinizi, geçmişteki icraatlarınızı da biliyorum fakat önümüze getirdiğiniz kalkınma planı, orta vadeli program, bütçe; bu burjuva iktisadının aklıyla bile tarif edilemeyecek kadar büyük tutarsızlıklar, büyük hatalar barındırıyor.

Bir örnek vereceğim sadece. Şimdi, kalkınma planında da orta vadeli planda da büyüme hedeflerini önümüzdeki beş yıl için, üç yıl için hep yüzde 5 bandında tutmaya çalışıyorsunuz oysa beş yıl sonra kişi başına gayrisafi yurt içi hasılayı da yüzde 70 arttırıyorsunuz. Yüzde 70 artması için yıllık ortalama yüzde 11 büyümeniz lazım oysa ekonomiyi yüzde 5 büyütüyorsunuz. Bakın, buradaki hazırun, hepsi, hazine, maliye, ekonomi, istatistik konusunda deneyimli. Bu hesabın tutması için nüfusu -değil 90 milyon- 65 milyona düşürmeniz lazım. 20 milyon insana ne yapmayı düşünüyorsunuz, siyaseten planınız nedir? Çünkü bunun ekonomiyle açıklanacak bir tarafı yok. Bu denli büyük tutarsızlıkları içinde barındıran bir ekonomi programının, bir kalkınma programının, bir orta vadeli programın anlamlı olması mümkün değil.

Sürekli bize ifade ettiğiniz şey, finansal okuryazarlık kısmı çokça geçiyor. Evet, haklısınız, bir finansal okuryazarlığa ihtiyacınız var, bizim değil; biz okuyoruz da yazıyoruz da anlıyoruz da çözümlüyoruz da ama sizin iktidarınızın bir finansal okuryazarlığa ihtiyacı var. Biz de bu konuda, küçük bir başlangıç adına bir hazırlık yaptık. "Emekçi halkın bütçesi" diye bir broşür var, bunu size takdim edeceğim. En azından buradan başlayabilirsiniz diye düşünüyorum.

Bu finansal okuryazarlığın içinde biraz dolaşmakta yarar var. Şimdi, "bütçe" dediğimiz meselenin çok boyutu var, birçok boyutu var; siyasi boyutu var, toplumsal boyutu var, hukuki boyutu var. Dolayısıyla bunun içinde dolaştığınızda ister istemez bu finans meselesi baş köşeye oturuyor. Hele hele bugün karşı karşıya olduğumuz, içinde bulunduğumuz konjonktüre baktığımızda bu finans meselesinin ne kadar önemli olduğunu siz de biliyorsunuz çünkü sürekli olarak bu finans meselesini çözmek için Arabistan çöllerinde dolaşmaya devam ediyorsunuz ama şunu da net söylemek gerekiyor ki: Bugün içinde bulunduğumuz sorun bizatihi zaten bu ısrarla sürdüregeldiğiniz sermaye sınıfı odaklı ekonomi anlayışınızdan kaynaklanıyor.

12 Eylül 1980 cuntası, darbesi yapıldığında Sayın Bakan, Halit Narin çıktı ve şöyle bir şey söyledi: "Yirmi yıldır işçiler gülüyordu, artık gülme sırası bizde."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Başkan, buyurun lütfen.

Kusura bakmayın, bizim sistemden bir problem çıktı.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Sürekli bozuk sisteminiz.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Ve 12 Eylülden beri patronlar gülüyor ama sizin döneminizde artık kahkaha krizine girdiler neredeyse öyle güldürüyorsunuz ki ve adım attığınız her finansal operasyon nedense sermaye sınıfının bu mutluluğuna yönelik çok ciddi adımlar ama karşılığında Türkiye'de hiçbir sorunun çözülmediğini, hiçbir alanda kalıcı bir çözümün geliştirilemediğini, ekonominin her seferinde çok daha kötü bir yere sürüklendiğini görüyoruz. Bunun karşılığında ne yapıyorsunuz? Bunun karşılığında bizi tablolara, rakamlara boğuyorsunuz ama bu tabloların, rakamların hepsi gerçekten hayalî. Öyle dramatik değişmeler bekliyorsunuz ki bir yıl, iki yıl içinde; örneğin cari işlemler açığında, örneğin enflasyonda, hangi rakama el atsak bir mucize sanki karşımıza çıkacak ve inanılmaz dramatik gelişmeler olacak. Mesela enflasyonu üç yılda inanılmaz bir şekilde 8 kat düşüreceksiniz, cari açığı inanılmaz bir şekilde 2,8 milyar dolara beş yıl içinde getireceksiniz.

Şimdi, bütün bunların arka planında yatan aslında ciddi bir tutarsızlık var ve bu tutarsızlığa da siz başlarken çok ilginç, ironik bir şekilde "rasyonalite" kavramıyla başladınız Bakanlığınızda. Geldiniz, ilk geldiğiniz gün dediniz ki: "İrrasyonel dönem bitmiştir." Yani Sayın Nebati'nin dönemini irrasyonel bir dönem olarak nitelediniz. Biz şimdi dönüp bakıyoruz bu rakamlara... Ya, Sayın Nebati'ye de haksızlık yaptığınızı düşünüyor musunuz? Çünkü burada rasyonel diye ortaya koyduğunuz şeylerin içinde o denli ciddi irrasyonel -sermaye bilimi açısından, burjuva iktisadı açısından söylüyorum- politika önermeleri var ki dolayısıyla biz bunu değerlendirirken "Acaba hangisi irrasyonel?" diyoruz." Gerçi bu rasyonalite konusu da tartışmaya çok açık bir konu; hangi sınıftan, hangi kesimden baktığınızla alakalı bir kavram, bir tartışma başlığı.

Evet, hiçbir yapısal soruna çözüm üretmek mümkün değil bu sizin ortaya koymuş olduğunuz stratejilerle. Örneğin bir büyüme projeksiyonunuz var -biraz önce rakamını verdim, tutarsızlığını ortaya koydum- ama her şeyi ekonomik büyümenin içine sıkıştırıyorsunuz. Peki, soruyorum, tam da sizin uzmanı olduğunuz yerden soruyorum: Birikim stratejiniz ne? "Yeşil dönüşüm" diye bir şey söylüyorsunuz. Bu yeşilden anladığınız Amerikan dolarıysa bu gelsin diye Ege'de orman bırakmadınız. Yeşil dönüşüm böyle bir şey değil, yeşil dönüşüm ve teknoloji ilişkisi bambaşka şeyler. Dolayısıyla sizin burada imalat sektörü endeksi ve onun finansmanını önceleyen ve bu finansmanı yaparken de bankacılık kesimini baş üstünde taşıyan bir anlayışla nasıl bir birikim stratejiniz var ve bunun sonuçları ne olacak biz hayretle izliyoruz.

Peki, bölüşüm meselesi... Aslında bunun çok da sizin kaygılanacağınız bir konu olmadığını, iktidarınızın çok kaygılandığı bir konu olmadığını biliyoruz ama yine de talihsiz bir açıklamanız oldu Sayın Bakan -insan böyle şeyleri görünce de üzülmüyor değil- dediniz ki: "Enflasyonun nedeni ücret artışlarıdır, ücretlerdeki artışlar enflasyona yol açıyor." Böyle bir ifadede bulundunuz.

Şimdi, burada, daha önce de defalarca gösterilmiş bir grafiği bir kez daha size göstermek istiyorum. Burada gördüğünüz, turuncu, iş gücünün ulusal gelirdeki payı, diğeri ise net işletme artığı yani kârlar. Dolayısıyla şimdi, böyle bir tablonun yaşandığı bir ülkede, iş gücünün yani emekçilerin aldığı payın bu kadar hızla düştüğü bir yerde hangi ücret artışı enflasyona neden olabilir ki? Bakın, burjuva iktisadı ne diyor biliyor musunuz? "Eğer çok ciddi enflasyon yaşanıyorsa bir ülkede ücretleri artırın." diyor, bizzat bu iktisat biliminin bunu söylediği bir yerde siz emekçileri suçluyorsunuz.

Başka yapısal sorunlar da var tabii, sadece meseleyi enflasyona indirgememek gerekiyor fakat yine çok kullandığınız birçok kavram var ama bir tanesi çok önemli, makroekonomik istikrar, finansal istikrar, makroihtiyati tedbirler, çok güzel; Kemal Derviş geldiğinde bu kavramları bize ilk o öğretmişti ve sonuçlarının ne olduğunu sonra çok iyi, hep beraber yaşadık! Dolayısıyla bu kavramlar kullanılmaya başlandığında biz anlıyoruz ki bir kemer sıkma geliyor fakat bu kemer sıkma öyle bir hâle geldi ki artık bunu siz gırtlağımıza takıyorsunuz, ümüğümüzü sıkıyorsunuz, nefes alamıyoruz, toplum nefes alamıyor ve siz hâlâ diyorsunuz ki "Enflasyonun nedeni yoksullardır, işçilerdir, emekçilerdir, ücret artışıdır, emeklilerdir." Hayır, öyle bir şey yok, tam tersine, enflasyonun esas nedenlerine vurgu yapmadığınız, oraya yönelmediğiniz için enflasyonla mücadele edemiyorsunuz. Enflasyonla mücadele edemediğiniz için de ülkenin belki de en belirgin yapısal sorunları daha da büyük diğer sorunlara yol açıyor. Kürt meselesini çözemiyorsunuz, yoksulluğu çözemiyorsunuz, hiçbir meseleyi çözemiyorsunuz, bırakın çözmeyi, çözmeyi aklınıza bile getirmek istemiyorsunuz çünkü kitlendiğiniz mesele kârlar, kitlendiğiniz mesele, "istikrar" dediğiniz mesele bankacıların kârları, iş insanlarının kârları; istikrardan anladığınız bu. Böyle gittiği için de karşımıza işte böyle bütçeler geliyor.

Evet, acayiplikler var bütçenin içinde, gerçek anlamda acayiplikler var, mesela en birinci sırayı bütçe açığı alıyor. Şimdi, bir bütçenin yaklaşık yüzde 24'ü, 25'i açık olabilir mi? Yani olur ama hangi dönemlerde olur? Şimdi siz sürekli "makroekonomik istikrar" diyeceksiniz, "finansal istikrar" diyeceksiniz, bütçenin yüzde 25 açık verdiği bir durumda bunu karşımıza getirip ve buna dair politika üreteceksiniz; bu mümkün değil, bunun mümkün olmadığını en az benim kadar siz de biliyorsunuz çünkü "mali disiplin" dediğiniz şey bütçeden başlıyor. Nereden başlayabilir ki mali disiplin? Siz bütçede, bu kadar disiplinsiz olduğunuz bir yerde, disiplini nereden sağlamaya çalışıyorsunuz? Disipline, insanlara yapmış olduğunuz, aslında enflasyon aracılığıyla hayatı zehir ettiğiniz zamlardan başlıyorsunuz, dolaylı vergilerden başlıyorsunuz. İnsanların satın alma gücünü düşürerek disiplin yaratacağınızı düşünüyorsunuz; böyle bir şey mümkün değil çünkü enflasyonun kaynağı emekçiler, işçiler, yoksul halklar değil. O yüzden onların hayatını daha fazla zehretmeyin; bu vergi anlayışından, bu zam politikasından, bu türden bir -tırnak içinde söylüyorum- istikrar anlayışından vazgeçin.

Bir başka mevzu, faizler. Faizlerdeki dramatik artışın tablosu önünüzdedir. Peki, bu faizlerdeki artış neye yarıyor? Sizde o rakamlar da vardır, son beş yılda -hani ileriye dönük beş yıllık plan yapıyorsunuz ya- bankaların kârlarına bakın, bankacılık sektörünün toplam kârı son beş yılda 80 milyar dolar; yüzde kaçını vergilendirdiniz? Yine, bakın, başka bir tabloda bunu net gösterebiliriz, kârların gayrisafi yurt içi hasılaya oranı; şu dramatik artışı görebiliyor musunuz? Yani bu size neyi ifade ediyor Sayın Bakan, biliyor musunuz? Aslında mali disipline nereden başlayacağınızı, vergiyi kimden alacağınızı, dolayısıyla bölüşüm meselesinin aslında büyüme meselesiyle, birikim meselesiyle nasıl alakalı olduğunu size gösteriyor. Bakmak zorundasınız, bakmıyorsunuz Sayın Bakan; sonra "Görmedim." dersiniz, bu şekilde...

Peki, fonlar... Fonlar bu ekonominin, belki de Türkiye ekonomisinin en sıkıntılı başlıklarından biri, sizler de fonlara yüklenmeye devam ediyorsunuz. Kur korumalı mevduat başlı başına bir kriz çukuru, Sosyal Güvenlik Kurumu açıkları başlı başına büyük sıkıntı. Sosyal güvenliğe dair reform yasaları getirirken kara deliği kapatacaktınız 2000'lerin ortasında, bu kara delik öyle bir hâle geldi ki her şeyi yutuyor; gayrisafi millî hasılanın yaklaşık yüzde 4'ü kadar bir açık oluşmuş durumda. Peki, bunlarla mücadele etmenin en önemli... Makroekonomik istikrar tedbirleri dediğinizde, maliye politikası, para politikasının bütünlüklü çalışması dediğimizde ilk aklınıza ne gelir? İktisat fakültesi 2'nci sınıf öğrencisi bile bilir, hani bir kamu maliyesi dersine girmişse bunu bilir, vergiler gelir, vergi yapısı gelir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Şimdi, bizim vergi yapısına baktığımızda, Türkiye'nin vergi yapısı; dolaylı vergiler yüzde 66, dolaysız vergiler yüzde 34 ama bunun içine baktığınızda, durum bu asimetriden daha da vahim. Mesela, dolaysız vergilerin içinde kurumlar vergisi. Şimdi, kurumlar vergisi gerçekten dolaysız vergi midir? Mesela, piyasa yapısı tam rekabet şartlarında çalışmıyorsa -tam rekabet şartlarında çalışan bir piyasa dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş tabii, kapitalist sistemin en önemli yalanlarından biri bu- şimdi Türkiye'de bu kadar tekelleşme varsa, bu kadar oligopolistik bir düzen varsa sizin kurumlar vergisine saldığınız vergiyi kurum mu öder, tüketiciye mi yansıtır? Tüketiciye yansıtır, nitekim öyle de oluyor, işte, zamlar dediğimiz mesele bu. Dolayısıyla enflasyonla mücadele dediğiniz konunun da önemli bam tellerinden biri burada saklı. Diğer vergilere baktığınızda, mesela şöyle bir sözünüz var "Vergiyi tabana yayacağız." Yaymışsınız zaten, daha ne kadar ödesin işçiler vergi! Emekçilerin vergi yükü yüzde 27 Sayın Bakan, KDV dâhil değil buna. Peki, sermayenin vergi yükündeki eşik ne? Yine sizin rakamlarınızdan 5,1 ve siz diyorsunuz ki: "Vergiyi tabana yayalım." Yaydınız, taban perişan. Bence vergiyi artık tavana yayın, biraz yukarıya bakın, biraz bankacılara yayın, iş insanlarına yayın. Yani bu taban tavan işinde de bir gariplik var. Bu vergi politikasına dair, vergi yapısına dair sıkıntılar çok büyük; katma değer vergisinde böyle, diğer vergilerde böyle, özel tüketim vergisinde böyle, akaryakıtta böyle. Şoför esnafının durumu ortadayken biz hâlâ vergiyi tabana yayıyoruz; diğer küçük esnafın durumu ortadayken biz hâlâ vergiyi tabana yayıyoruz. Mesela, küçük esnafın vergi matrah ortalaması kaç? Bu rakamı biz öğrenmek istiyoruz. Küçük esnaf nasıl bir vergiyle, vergi yüküyle karşı karşıya ya da çiftçilerin karşı karşıya kaldığı durum ne? Bunların hiç bilgisi yok bizde, sürekli süslü sözler "Vergiyi tabana yayacağız." Aynı şekilde bu finansal okuryazarlık sayesinde sermayeyi de tabana yayacakmışsınız! Yani hâlâ borsanın şu anki yapısından bizi bihaber sanarak bize bunu pazarlıyorsunuz, ki bihaber filan değiliz, finansmanı çok iyi biliyoruz.

Maliye ve para politikası dedik. Para politikası konusunda şimdi Merkez Bankası Başkanını da dinlediğimizde, sizi de dinlediğimizde bir sıkılaşmadan yani hani istikrar ya, sıkacaksınız. Peki neyi sıkıyorsunuz? Tüketici kredilerini. Kredi kartı faiz oranları yüzde 4'e çıkmış; bileşik faiz yüzde kaç yapıyor? Yüzde 60. Tüketici kartını kimler kullanıyor? Bölüşüm ilişkilerine yabancı olduğunuz için hiç bunları araştırmıyorsunuz, Bu tüketici kartlarını Sayın Bakan, çoğunlukla ayın sonunu getiremeyen insanlar kullanıyor; sayenizde... Hani o ücretler sizi rahatsız ediyor ya; etmesin, o ücretlerle ay sonu gelmiyor, vatandaş tüketici kartıyla ancak ayı tamamlayabiliyor ve siz orada faizleri yüzde 4 yapıyorsunuz ama sıkmanız gereken yer ticari krediler ve 8 trilyon lirayı geçmiş, geçmeye devam ediyor, destekleyeceğinizi söylüyorsunuz. Bu ne yaman çelişki! Bir karar verin, nereyi sıkacaksınız? Karar veremiyorsunuz. Siz hâlâ hedef olarak karşınıza tüketicileri, yoksul halkı, emekçileri koyuyorsunuz. Mesela, tüketim kredi faizlerinde de aynı şeyi uyguluyorsunuz ve dolayısıyla bu, karşımıza çok ciddi olarak yoksulluğu derinleştiren, yoksulluğu yaygınlaştıran hamleler olarak çıkıyor.

Merkez Bankasının mesela kur projeksiyonlarıyla ilgili de çok ciddi sıkıntılar var. Mesela, enflasyonla mücadele-kur, faiz-kur. Şimdi, bu makasları kırdınız, zaten artık bu makaslar tutmuyor fakat projeksiyonlar o kadar sıkıntılı ki örneğin, yine, Sayın Cevdet Yılmaz dedi ki: "Biz projeksiyon filan yapmıyoruz, serbest piyasaya bıraktık." Ben de kendisine dedim ki: O zaman 128 milyar doları niye sattınız? Madem piyasaya bıraktınız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Temelli, iki dakika ilave süre vereceğim.

Buyurun lütfen.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - O zaman niye bu ha bire döviz alım ihalesi, döviz satım ihalesi, bırakın madem öyle piyasaya, madem bu kadar çok piyasayı seviyorsunuz. Dolayısıyla bu kapitalist sistem dediğiniz mesele sonuçta birleşik kaplar hikâyesi. Bu kur-faiz ilişkisi ve projeksiyon meselesini böyle sağlıklı bir projeksiyona oturtmadığınızda zaten karşımıza işte bu kâbus senaryoları çıkmaya devam ediyor.

Fiyatlar, enflasyon meselesinde artık bu TÜİK'in rakamları yerine gerçek enflasyon rakamlarını dikkate alarak bir düzenlemeye geçmenizi tavsiye ediyoruz çünkü TÜİK'in rakamları emekçi halkı, işçileri, köylüleri, çiftçileri, esnafı aslında bir şekilde manipüle etmeye yönelik, algı yönetimine yönelik rakamlar olabilir ama aynı dertten bence siz de muzdaripsiniz.

Kârlar meselesi ve ücretler meselesini söyledik ama burada tabii, bir başka önemli mesele de sosyal yardım çerçevesindeki bu yardımlarla yaşamak zorunda olan kitlelerin içinde bulunduğu durum. Şimdi, bir mali disiplin uygulamasını da yine maalesef bu alanda görüyoruz. Bu kadar yüksek enflasyonun olduğu bir yerde, geçim sıkıntısının bu denli ciddi boyutlara ulaştığı bir yerde sosyal yardımlarla yoksulluğu yönetmeye devam etme anlayışınıza da artık bir son vermelisiniz. Sosyal yardım dediğimiz mesele yani sosyal harcamalar yani sosyal üretim aslında bir ekonomide en önemli araçlardan biri ve temel hedefi de yoksullukla mücadele olmak zorundadır. Siz yoksullukla mücadele etmiyorsunuz, yoksulluğu yönetmek istiyorsunuz ve bu yoksulluğu yönete yönete aslında insanları bu sosyal yardımlara muhtaç hâle getirdiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Temelli, toparlayın lütfen.

SEZAİ TEMELLİ (Muş) - Bitiriyorum.

Ben bu rakamların da ele alınıp incelenmesini ve ortaya çıkan mağduriyetin de bir an önce giderilmesini ısrarla tavsiye ediyorum.

Teşekkür ederim.