Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Hazine ve Maliye Bakanlığı b) Sermaye Piyasası Kurulu c) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ç) Kamu İhale Kurumu d) Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu e) Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu f) Gelir İdaresi Başkanlığı g) Türkiye İstatistik Kurumu ğ) Özelleştirme İdaresi Başkanlığı h) Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ı) Yatırımcı Tazmin Merkezi i) Bankalararası Kart Merkezi Anonim Şirketi |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 31 .10.2023 |
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri, Sayın Bakanım, bürokratlar, değerli basın mensupları, Meclisimizin emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün ben de kısa bir sunum yapacağım önümüzdeki Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesine dair.
İlk olarak, Sayın Bakan bir makroperspektif çizmek istedi, ben biraz daha makro bir perspektif çizmek isteyip dünya hangi problemi konuşuyor ondan bahsetmek istiyorum. Kronik talep açığını konuşuyoruz biz uzunca bir süredir yani emeğin millî gelir içerisindeki payının bir türlü yükselmemesi, düşmesi bütün dünyanın problemlerinden bir tanesi ama bizde bu çok daha fazla düşmüş durumda. Bunu neden söylüyorum, şundan dolayı söylüyorum: Artık bizim, emeğiyle para kazanan, geçinen insanların harcamalarını desteklememiz gerekiyor yani tüketime daha fazla vergi koymamamız gerekiyor; düşük orta gelir, orta gelirli vatandaşlara bizzat sizin inandığınız iktisadi sistemin sürdürülebilmesi için daha az vergi koyup onları harcamaya teşvik etmemiz gerekiyor. Yoksa hem bütün dünyada hem de Türkiye'de olan şey şu olacaktır: Bir yerden sonra emeğiyle para kazananlar bir ücret sıkıntısı, bir gelir sıkıntısı çekeceği için bir talep problemi ortaya çıkacaktır.
Şimdi, sizler küresel gelişmeleri hepimizden daha iyi takip ediyorsunuz. Ben bu 2024 bütçesine baktığım zaman, benden önceki değerli konuşmacıların da bahsettiği gibi bu vergi gelirlerindeki artışın yeniden düşük, düşük orta gelir ve orta üst gelir vatandaşların üzerinde biraz daha vergi yükünü artıracağını görebiliyorum. Bakın, şimdi, kurumlar vergisinde bir düşme var, gelir vergisi hemen hemen aynı kalmış ve biz tekrardan özel tüketim vergisine, dâhilde alınan KDV'ye yüklenmişiz. Dolayısıyla, bizzat iktisadi sistemin de sürdürülebilmesi için burada bizim düşük yani harcama oranı yüksek, düşük orta gelir ve üst orta gelir vatandaşlarımızın harcamasını, dolayısıyla daha iyi yaşamasını hedeflememiz gerekirken bunun tam tersi bir vergi yapısında uzun süredir inat ediliyor.
Bir problem de burada şudur: En yukarıda, uluslararası ticaret ve muamelelerden alınan vergilerde en büyük artış görülmüş. Sizden önce burada Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Cevdet Yılmaz da vardı ve biz kalkınma planında bir iki sene içerisinde ithalatın hissedilir derecede azaltılıp daha sonrasında da sıfır cari açıkla üç sene içerisinde Türkiye ekonomisini buluşturacağımızı öğrendik. Bu, onunla da uyumlu değil. Zaten temel problemlerden bir tanesi, kalkınma planı ile bütçenin temeli ya da kalkınma planı ile Hazine ve Maliye Bakanlığının bütçesi arasında bir uyumsuzluk var.
Şimdi, bu vergilendirmeye baktığınız zaman orta gelirli haneleri cezalandıran bir vergi var, oysa yapılması gereken şeyi benden önceki konuşmacılar da özetledi; bizim artık düşük, orta gelirli ve üst orta gelirli vatandaşa daha fazla yüklenmememiz gerekiyor. Bakın, gelir gruplarına göre Türkiye'deki toplam kullanılabilir gelirin, harcamanın dağılımına baktığınız zaman hep bizim vergi aldığımız yer en fazla desteklememiz gereken yerlerden bir tanesi ve biz, bir türlü finansal sistemin vergilendirilmediğini, imar rantının vergilendirilmediğini, kayıt dışıyla mücadele edilmediğini görüyoruz. Bu imar rantı meselesi önemlidir, biz birkaç haftadan beri burada Türkiye'deki konut sektöründen bahsederken bir istatistiği atlıyoruz, bu kadar fazla inşaat furyası olmasına rağmen Türkiye'de konut sahipliği oranı düşüyor. Yani konut sahipliği oranının düşmesi demek şu anlama geliyor: Yeni hane halkları ekstradan bir ev alamıyor, mevcut hane halkları daha fazla ev alıyor. Dolayısıyla, burada yapılması gereken, gerçekten sizler hem kronik talep açıyla karşılaşmamak için hem Türkiye'deki harcamaları daha hakkaniyetli yapmanız için kayıt dışıyla mücadele etmeniz gerekiyor, finansal sistemi ve imar rantını mutlaka vergilendirmeniz gerekiyor ve özellikle orta gelirli halkın üzerinden bu vergileri almanız gerekiyor.
Şimdi, bir nokta daha var, burası önemli. Beyaz yakalılardan bahsetmek istiyorum; üst orta gelir sahibi yani iyi eğitimli, iyi tecrübeli ve daha sonrasında da işte İstanbul, İzmir, Ankara başta olmak üzere buralardaki iyi gelir sahibi olanların üzerindeki vergi yükünden bahsetmek istiyorum. Neden beyaz yaka önemli? Beyaz yaka şundan dolayı önemlidir: O aynı zamanda beşerî sermayenin ta kendisidir. Biz çok uzun bir zamandır -bana göre AK PARTİ iktidarlarının en büyük eksiklerinden bir tanesidir- sosyal sınıflar arasında geçişkenliğin kaybolduğunu görüyoruz. Dolayısıyla sizler -şimdi buradan eğitim konusuna giriyorum- eskiden düşük ve orta gelirli bir ailenin çocuğuyken eğitim kurumlarına geçtiğiniz zaman, devletin eğitim kurumlarından çok iyi bir tahsil alıp o elde ettiğiniz tahsille kendi ücretlerinizi kazanabilip ondan sonra, işte konut sahibi olabiliyordunuz -80'lerin, 90'ların hikâyesi- kendi ayağınızın üzerinde durabiliyordunuz. Sizler Sayın Bakanım, bir başarı hikâyesisiniz; Batman'dan çıkıp devlet okullarında okuyarak karşımızda bu ülkenin Hazine ve Maliye Bakanısınız. O bakımdan, bugün artık bu Komisyondaki birçok üye, bizi seyredenler de aynı, devlet okullarından çıktık ve devlet okulları bize o sınıflar arası geçişkenliği sağlıyordu, bize bir fırsat eşitliği veriyordu. Şimdi biz bu fırsat eşitliğini maalesef göremiyoruz yani Batman'dan sizin gibi birisinin çıkması artık neredeyse imkânsız gibi, benim ilkokulumdan da benim gibi birisinin çıkması imkânsız gibi. Ama burada Hazine ve Maliye Bakanlığını eleştirirken aynı zamanda şunu söylememiz gerekiyor: Bakın, bugün beyaz yakalı üst orta gelirliler artık verdikleri vergilerin karşılığını alamıyorlar. Ne beklersiniz siz? İşte, bir mühendisten, bir doktordan, bir akademisyenden -harcama gruplarına göre baktığınız zaman bu ülkeye en fazla vergi verenler onlar- en azından verdikleri vergilerle çocuklarını en yakındaki mahalle ilkokuluna göndermelerini beklersiniz, devlet hastanelerine rahatlıkla gitmelerini beklersiniz, asayiş sağlandığı için güvenlikli sitelerde oturmamasını beklersiniz. Bu ülkede vergi tarafına baktığımız zaman çok ciddi bir problem görüyoruz. İnsanlar ama özellikle beyaz yaka, o üst orta gelir grubunda olan ve kazancıyla hayatını devam ettiren insanlar çocuklarını kolejlere gönderiyorlar, özel sağlık sigortası yaptırmak istiyorlar, bireysel emeklilik yapıyorlar, güvenlikli sitelerde oturmak istiyorlar. Oysa bu insanların verdikleri vergilerle devletten bu hizmeti almaları en tabii hakları. O yüzden ben hep aynı şeyi söylüyorum, Türkiye'de beyin göçüne baktığınız zaman bunun ideolojik boyutundan daha fazla işin iktisadi boyutu var çünkü buradan oraya giden doktorlar, mühendisler, akademisyenler verdikleri verginin karşılığında bedava bir eğitime, iyi bir sosyal güvenliğe, iyi bir sağlık sistemine kavuşabiliyorlar. O bakımdan, ben önümüzdeki bütçeye baktığımız zaman hakkaniyet ilkesinin yeniden gözetilmediğini; düşük, düşük orta, orta ve üst orta gelirli vatandaşların bir türlü o verdikleri verginin karşılığını almadığını ve esas harcaması gereken insanların alınan bu vergi kararlarıyla beraber tüketimlerinin desteklenmediğini görüyorum; bunun bir an önce düzeltilmesi gerekiyor.
Şimdi, burada sizi başka bir tabloyla karşılaştırmak istiyorum. Bu bizim iç borç finansmanımız, yanına "ölümcül günah" yazmamın sebebi şudur: Sizler de finansçı olarak bilirsiniz ki iktisat literatüründe "original sin" diye bir kavram vardır. Gelişmekte olan ülkeler dış borçlanırken yani dışarıdan borçlanırken kendi para birimleri cinsinden borçlanamadıkları için hep bir problem yaşarlar ve dolar üzerinden borçlanırlar. Fakat bu iç borç için geçerli değildir, eğer doğru bir iç borçlanma politikası izlemek istiyorsanız kendi para biriminiz üzerinden borçlanırsınız, yabancı para üzerinden borçlanmazsınız. Bakın, bu, 29 Ekim itibarıyla Türkiye'nin iç borç finansmanı. İlki original sindi, ilk günahtı; bu, ölümcül günah. 2018 Temmuzundan itibaren sizden önceki 2 Bakanın ısrarla sürdürdüğü çok önemli bir hata yapıldı, o da şu: İç borçlanma yaparken bizzat biz altın cinsinden, dolar cinsinden, euro cinsinden borçlandık ve ondan sonrasında en büyük hatalardan bir tanesi AK PARTİ iktidarlarında -ki işte bu 128 milyar dolar tartışmaları ondan dolayı çıkmıştır, kur korumalı mevduat sistemi ondan dolayı çıkmıştır- bizler ülkedeki risk primini düşürmeden kur ile faizi aynı anda baskılama niyetindeydik. Kur ile faizi aynı anda baskıladığınız zaman evet, kuru bir süreliğine baskıladığınız zaman döviz cinsinden borçlanırsanız o an için bir problem yoktu ama hepimiz tarihten biliyoruz ki Türkiye'deki bütün finansal krizler bundan çıktı, kuru baskılama isteğinden çıktı yani kur ile faizi aynı anda baskılama isteğinden çıktı. Bakın, çok basit bir hesaplamadır Sayın Bakanım bugün -iç borç için konuşuyorum sadece- dolar diyelim ki 28'den 29 liraya çıksa bunun bize ek maliyeti 65 milyar TL yani dolar bugün 28'den 31 liraya çıksa bunun bize maliyeti 195 milyar TL. Bu nedir biliyor musunuz? Benim üzerinde hep ısrarla durduğum projedir. Bütün çocuklarımıza, ilkokul, ortaokul, liseye giden bütün çocuklarımıza biz bedava kahvaltı ve öğle yemeği verebiliriz yani eğer şu hata yapılmamış olsaydı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Hocam, ilave bir dakikanızı veriyorum.
Buyurun lütfen.
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - İşte, o yüzden bence Hazine ve Maliye Bakanlığının bütçesini biz düşünürken aynı zamanda nelerden fedakârlık ediyoruz, onlardan da mutlaka bahsetmemiz lazım.
Son bir dakika içerisinde TÜİK'le ilgili birkaç şey söylemeliyim -SPK ve BDDK'yi belki sorularda şey yapabiliriz- burada TÜİK Başkanımız da var. Ya, enflasyonda hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu. Bakın, Ocak 2010'dan Ocak 2022'ye kadar baktığınızda, bizim İTO Ücretliler Geçinme Endeksi ile yıllık enflasyon arası neredeyse bire bir gidiyor, ondan sonra ne olduysa yeni TÜİK Başkanımızla beraber burada korkunç bir sapma oluyor arkadaşlar yani yıllık tüketici enflasyonunda TÜİK-İTO farkı son bir buçuk yıl içerisinde tarihinde hiç olmadığı kadar sapıyor; bence bu açıklanmaya muhtaç, hazır TÜİK Başkanımız da buradayken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Bir dakika daha alabilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun Hocam, devam edin lütfen.
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Şimdi, bir sonrakine geçelim. Ya, özellikle Nisan 2022 sonrasında enflasyona baktığınız zaman -İTO-TÜİK farkına- bunun çok yüksek olduğunu görüyorsunuz. Hele bir grup var ki o da giyim-ayakkabı grubu -hazır TÜİK Başkanımız da buradayken belki bunu bizim sorularımızda da açıklayabilir- giyim-ayakkabı grubunda ne olduysa burada korkunç bir fark görüyorsunuz; keşke sadece orada görseniz, bir sonraki slaytta göreceğiniz şeylerden bir tanesi de şu: TÜRK-İŞ'in açlık sınırı ile TÜFE'deki gıda. Bakın, bunlar Nisan 2022'ye kadar bire bir aynı gidiyor, bire bir aynı gidiyor. Ya Ankara'daki gıda fiyatlarında bir kopuş oldu, TÜİK'in hesaplamalarında ya da bizim anlamadığımız başka bir şey oldu ama burada önemli olan noktalardan bir tanesi şu: Nisan 2022'den sonra TÜİK'in enflasyon verileri ve onun alt grubu gerçekten açıklanmaya muhtaç.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÜMİT ÖZLALE (İzmir) - Bitiriyorum, son sözler.
TÜİK Başkanımız varken belki bu açıklamaları bize yapabilir.
Şimdi, bir tane daha slayt var, bir sonraki slayta baktığımız zaman bu bir itibar sorununu işaret eder. Biz, TÜİK Başkanlarımızın bu kadar kısa sürede görevde kalmamasını isteriz; bu bir itibar problemidir, inşallah onun düzeltileceğini görürüz ve bundan sonra TÜİK'in açıklayacağı verilere inanırız.
Peki "Ne yapılmalı?" diye bakacak olursanız son slaytta da zaten size Avrupa Birliğinin Aralık 2015'deki raporu ne yapılması gerektiğini söylemiş -ben size bunun dosyasını gönderebilirim, o dönemlerde akademideydik ve bütün bunlara bakıyorduk- yani kurumsal bağımsızlık, organizasyon kapasitesinin artırılması, prosedürlerin geliştirilmesi; İngiltere'de, Almanya'da, Amerika'da olduğu gibi mikroveriye erişim ve mutlaka şeffaflık olması gerekiyor; bunlar olmadan TÜİK'in yani bizim en itibarlı kurumlar, en güvenilir kurumlar arasında görmek istediğimiz TÜİK'in kaybettiği itibarı, erozyonu tekrardan düzeltmesi mümkün değildir.
Hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkürler.