KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET MUSTAFA GÜRBAN (Gaziantep) - Sayın Bakan, Sayın Başkan, değerli hazırun; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti'nin temel felsefesinde yer alan ancak şu an eksik olan güçler ayrılığı prensibi ve olmazsa olmazımız yapısal reformlar ekonomimizdeki üç temel sacayağını erozyona uğratmıştır; bu üç önemli sacayağı adalet, eğitim ve özgürlüklerdir. Birçok araştırma şirketinin yapmış olduğu ankete göre Türkiye'nin en önemli sorunu ekonomi, göçmen politikaları ve işsizlik olmuştur. Bugün, ülkemize baktığımızda, olup bitenlerin daha önce de farklı şekillerde yaşandığını ancak tabana yayılan eğitimsizlik sebebiyle sonuçlarının daha büyük ve daha vahim olabileceğini öngörmekteyim. 2018 yılında gerçekleşen sistem değişikliğiyle bütçe yetkisi ağırlıklı olarak Strateji ve Bütçe Başkanlığına geçmekle birlikte, 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nde bazı yetkiler Hazine ve Maliye Bakanlığıyla ortak sayılmıştır. Bu işi geçmişte yapan Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü kapanmış, yerine Kamu Mali Yönetim ve Dönüşüm Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Bütçeyle ilgili tüm süreçleri anlayabildiğimiz kadarıyla Strateji ve Bütçe Başkanlığı yürütürken sözü geçen genel müdürlüğün hâlâ açık kalmasındaki amaç nedir? Cumhurbaşkanlığı sistemi kurulurken çift başlılığın ortadan kaldırılacağı ifade edilmişti ancak burada, bütçe sürecinde neden bir çift başlılık söz konusudur? Şimdi biz bütçeyle ilgili eleştirilerimizi size mi yapacağız, yoksa Sayın Cevdet Yılmaz Beyefendi'ye mi yapacağız? Davul kimde, tokmak kimde belli olmayan bu yapı neden sürdürülmek istenmektedir?

Sayın Bakanım, size bu soruyu, 2018 öncesinde bir dönem Maliye Bakanlığı ile Hazineden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı yapmış biri olduğunuz için soracağım: 2018 yılında 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle birleştirilen Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı gibi iki güzide kurumumuzun layıkıyla birleştiğini, bir bütün hâlinde çalıştığını düşünüyor musunuz? Yoksa sadece isimde birleşmiş bu iki kurum birbiriyle koordine olamaz ve dağınık bir hâlde midir? Eskişehir yolundan Meclise doğru gelirken görüyoruz ki kocaman bir yerleşkesi Emek'te olan, bir diğer yerleşkesi hemen karşımızda, Dikmen'de bulunan bu iki büyük yapı aradan beş yıl geçmesine rağmen hâlâ entegre olamamıştır. Bu bir yönetim zafiyeti ve kaynak israfı değil midir? "Tasarruf" dediğimiz bu dönemde söz konusu kurumların farklı yerleşkelerde yer alması ve aynı olmayan çalışma sistemiyle yürütülmesinin vatana ve millete faydası nedir?

Sözlerinizde sıklıkla "Enflasyonu düşürmek için çalışıyoruz, en büyük hedeflerimizden biri enflasyonu normal seviyelere indirmek." diyorsunuz. Özellikle seçimlerden sonra uygulanan fahiş vergi artışlarıyla halkımızın beli bükülmüş, enflasyon artışındaki tarihî seviyeler maalesef alım gücümüzü yerler altına sermiştir. Vergi artışları, 2023 yılı Temmuz ayında Merkez Bankası tarafından yayınlanan raporda da açıkça belirtildiği üzere, enflasyonu oluşturan ve âdeta körükleyen bir politikadır. Gelecekte de böyle agresif bir biçimde vergi ve harçlarda artış yapılacak mıdır? Eğer artış yapılacaksa enflasyon insanları tüketemez hâle getirir; ellerindeki parayı alarak, gelir artışını engelleyerek ve zam yapmayarak mı bunu sağlayacaksınız? Sizin enflasyonu düşürmekten anladığınız insanları yoksul bırakmak mı? En temel tüketim malzemelerini bile satın alamayacak kadar güçsüz bir hane halkı mı yaratmak istiyoruz? Sermayeye yolları sonuna kadar açıp âdeta ekonomide bölünmüş duble yollar kurarken işçiye, memura ve dar gelirliye dar bir geçit mi reva görüyoruz Sayın Bakanım? Enflasyonu düşürmekten anladığımız tam olarak nedir?

Son günlerde, sıklıkla, yurt dışında ikili görüşmeler yaptığınız medyaya yansımaktadır. Söz konusu görüşmeler sadece sıcak para arayışı mı yoksa doğrudan dış yatırım için görüşmeleri de içermekte midir? İçeride ilmek ilmek büyüttüğümüz ve milletimize istihdam yaratan şirketleri ve fabrikaları satarak bir plasman yatırımı oluşturmak gibi bir amacınız var mıdır? Ülkemizin en üst düzey ekonomi sorumlularının böyle kapı kapı dolaşarak âdeta para talep etmesini ne derece doğru buluyorsunuz?

Sizden önceki bakanların ve politikaların çok kötü olduğunu, milletimizi ve ülkemizi fakirleştirdiğini kabul ediyor musunuz? Geçmişte yapılan hatalı politikalarla ilgili, sebep olduğu zararları da içeren bir bilgilendirme yapmayı düşünüyor musunuz?

Takdir edersiniz ki hataları kabul etmeden doğruya ulaşmak mümkün değildir, biz öncelikle bir yanlışın, bir hatanın olduğunu kabul etmeliyiz. Günümüz dünyasının retoriklerinden biri de millî gelir büyüklüğü üzerinden siyaset yapmaktır. Eğitimde başarılı olmuş ve kalkınmada öncülük yapan ülkelerin birçoğu millî gelir sıralamasında ilk 10 ülke arasında değildir. Bu gerçeğe rağmen Türkiye dâhil birçok gelişmekte olan ülkede siyasetçiler az gelişmiş ülkelere ait söylemleri kullanmaktadır, millî geliri artırmayı başarı olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Yaptığım hesaplamalara göre, 2050 yılına kadar Türkiye'nin, elindeki modelle dolar bazında nominal millî gelir sıralamasında dünyanın ilk 10 ülkesi içine girmesi imkân dâhilinde gözükmemektedir. İnşaat ve israfa dayalı, bol bol kamu harcaması yapan modelden bahsediyorum. Fakat siyasi iktidarın ısrarla gösterdiği bu hedef anlamlı bir hedef değildir. Bunun sebebini anlatmak istiyorum: The Economist tarafından yapılan bir analize göre dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde olmayan Endonezya ve Meksika 2050 yılında listeye girecek gibi gözükmektedir. Şimdi bu tahmine bakarsak Endonezya'nın Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, hatta sıralamalarda hiç bulunmayacağı öngörülen İtalya'dan bile daha refah içinde yaşayacağını söylemek mümkün mü? Bunun da ötesinde, Endonezya'nın insan hakları, eğitim, adalet, teknoloji, sağlık, kalite, markalaşma gibi konularda bu ülkeleri geride bırakacağını iddia edebilir miyiz? Aynı sorular Meksika için de geçerlidir. Bu verilere bakarak "Avrupa ülkelerinde değil, ismi geçen ülkelerde yaşamanın hayalini kuracağım." diyen var mı ya da bu ülkelerde yaşamayı tercih etmek için millî gelir üstünlüğü yeterli olur mu? Hemen hemen herkesin, refahın var olduğu, eşit şekilde dağıtıldığı, eğitimli, nazik insanların yaşadığı, kurallara uyulan, özgürlüklerin yüksek seviyede olduğu, adaletin üst seviyede ve her yerde eşit şekilde dağıtıldığı, sağlık, kültür, sanat, sağlıklı yaşam konusunda ilerlemiş ve tabii ki doğal zenginlikleri olan bir ülkeyi tercih edeceği kesindir. Eğitim, adalet ve özgürlükler parayı büyüterek elde edilecek unsurlar değildir. Bir ülkede adalet, özgürlük ve eğitim arzulanan seviyeye gelmeden hiçbir çarpıklığın düzelmeyeceği gibi ekonomi de düzelmeyecektir; siyasi iktidar, tercih listesinde belirtilen güzelliklerin yerine, büyümeyi hızlandırarak veya nüfusu artırarak sağlanacağı konusunda ciddi bir bağnazlık içindedir. Eğitim, adalet ve özgürlükler nüfusu ya da parayı büyüterek elde edilecek unsurlar değildir. Bir ülkede adalet, özgürlük, eğitim arzulanan seviyeye gelmeden hiçbir çarpıklığın düzelmeyeceği gibi ekonomi de düzelmeyecektir.

Müsaadenizle, maalesef, hiçbir niteliği kalmamış Sayıştay raporları hakkında da birkaç değerlendirmede bulunmak istiyorum. Sayıştay raporlarındaki bulgular değerlendirildiğinde çok fazla muhasebe kaydı hatası dikkat çekmektedir. Söz konusu bulguların sebebi kayıt hataları mı yoksa kasıtlı olarak muhasebe manipülasyonları mıdır? Söz konusu hatalar kaynaklı devletimizin ve milletimizin uğradığı zararlar nasıl telafi edilecektir? Bu hataları yapan, bu kayıtları tutmaktan ve birleştirmekten sorumlu olan kişiler hâlâ görevinde midir? Eğer görevindeyse bu hatalar bu kişilere siyasi dayatmayla mı yaptırılmaktadır?

Merkez bankalarının finansal istikrarı tek başına değil düzenleyici otoriteler yardımıyla sağladığı gibi, elindeki enstrümanlarla da fiyat istikrarını tek başına sağlamasının mümkün olmadığı görülmektedir. Hazinenin Merkez Bankasından kısa vadeli avans kullanma hakkının çok uzun zaman önce kalktığını hatırlatmak istiyorum. Bugün kamu finansmanı Merkez Bankasından değil genellikle vergiler, iç borçlanma, plan ve proje kredileri yoluyla sağlanmaktadır. Devlet sıkıştığı zaman bazen Dünya Bankası, bazen yabancı faiz lobileri, bazen de kamu bankaları devreye girmektedir. Bu bağlamda, önümüzdeki dönemde özelleştirmeyi düşündüğünüz bir kamu varlığı var mıdır? Merkez bankaları her ne kadar para arzını elindeki enstrümanlar yoluyla kontrol etmeye çalışsa da artık başarılı olamamaktadır. Özellikle gelişen ülkelerde ulusal para politikasını uygulama imkânı kalmamıştır. Faizler düşse para ya dövize kaçmakta ya da ülkeden çıkmaktadır, para arzı daralmaktadır; faizler yükselse döviz girişi olup para arzı genişlemektedir yani arzulanan sonucun tam tersi neticeler alınmaktadır. Döviz kurlarında istikrarın sağlanması da zaten mümkün olamamaktadır çünkü ulusal paranın değerini belirleyen hikâyeler merkez bankaları tarafından yazılmamaktadır. Mademki merkez bankaları gerek fiyat istikrarı gerekse para arzı üzerinde kontrol sağlayamamakta, o zaman, geriye tek bir fonksiyonu kalmaktadır; fonlama maliyetini düşürmek ya da yükseltmektir. Maalesef, politika faizleri yoluyla kesin sonuç elde edilmesi imkân dâhilinde gözükmemektedir. Geçmişte olduğu gibi döviz kuruyla ilgili milletimizi şaşırtacak, terse düşürecek, âdeta üç kuruş parasını kurtarmaya çalışan vatandaşa düşmanlık güden politika değişimi olacak mıdır? Bir anda, yeniden, beklenmeyen bir politika değişikliği gibi bir planınız var mı?

Vatandaşlarımızın âdeta can çekiştiği alan olan barınma sorununu çözmek için bir politika setiniz var mı? Kiraları düşürmek için insanların konut edinebilmesini sağlamak için vergi indirimi, vadesi uzun, ödemesi düşük bir kredi avantajı düşünüyor musunuz? Yeni bir kredilendirmeniz var mı? Geçmiş dönemde uygulanan yüzde 25 kira artışı sınırı devam edecek mi?

Sözlerimi bitirmeden önce son sorum ise gözlerinin ışıltısıyla bizi aydınlatan, ülkemizi güçlü yarınlara hazırlayan bir önceki Hazine ve Maliye Bakanımız Nureddin Nebati'ye.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Gürban, toparlayın lütfen.

MEHMET MUSTAFA GÜRBAN (Gaziantep) - Sayın Bakanımız 2023 genel seçimlerinde Mersin bölgesinden milletvekili adayı olmuştur. Seçimden önceki iki üç ay boyunca kendisi Mersin'de birçok etkinliğe katılmış, seçim propagandası yürütmüştür ve hâliyle devlet bütçesinden bir sürü harcama yapmıştır. Tarafsızlık ilkesini yerle bir etme pahasına, bürokratları da yanına alarak yaptığı bu gezilerde ne kadar para harcamıştır? Mersin Valiliğine Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesinden bir ödenek aktarımı yapılmış mıdır? Bu gezilere katılan bürokratlar hâlâ görevde midir?

Bir de ben buraya gelmeden önce sosyal medyada bir mesaj yayınlamıştım, Sayın Bakanımızın geleceğini belirtmiştim, ona sormak istedikleri sorular var mı diye. Bu sorular halkımızın direkt Sayın Bakanımıza sormak istediği sorular: Deprem yaşandığında Borsa İstanbulu niçin kapatmadınız?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET MUSTAFA GÜRBAN (Gaziantep) - Çok kısa, hemen bitireceğim.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Gürban, tamamlayın lütfen.

MEHMET MUSTAFA GÜRBAN (Gaziantep) - O dönemde yaklaşık olarak 4 milyon yatırımcının olduğu Borsa İstanbulda, deprem bölgesindeki 400 bin yatırımcı üç gün boyunca can çekişirken borsadaki yatırımları yağmalandı ancak 11 Eylül saldırılarında ya da 1999 Gölcük depreminde kapatılan borsa bu üç gün boyunca kapatılmadı; bunun sebebi nedir?

İkincisi: AK PARTİ'ye yakın bazı şirket sahiplerinin sürekli bedelli sermaye artırımına izin verilmesinin sebebi nedir?

Diğer bir soru: Tahtası kapatılan şirketlerle ilgili nasıl bir planınız var? Örneğin, FETÖ'den dolayı el konulan KOZAL'da yatırımcının mağdur edilmemesi için tahta kapatılmamışken aynı şekilde el konulan Royal Halıda tahta kapatılmıştır; aynı örnekte iki farklı mahkeme kararı uygulanmıştır, bunun sebebi nedir?

Bir de son bir soru: Bank of America...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Gürban, soru-cevapta soru hakkı vereceğim size, on beş dakika soru-cevap yapacağız.

MEHMET MUSTAFA GÜRBAN (Gaziantep) - Son cümlem.

"Bank of America" isimli yabancı aracı kurumun yaptığı işlemler niçin piyasa bozucu işlemler sınıfında değerlendirilmemektedir?

Teşekkür ederim.